Aziz dizisi ile benzerliğiyle yeniden gündeme gelen Poldark 43 bölüm. Dizi analizini tek yazıya sığdırmaktansa iki bölüm halinde yayınlamayı tercih ettik. İlk yazı karakterleri tanıtırken ikincisi ise olaylara dayalı. Ne anlatıyor bu Poldark merak edenler; Gülsüm sizin için yazmaya devam ediyor. Keyifli okumalar…
Okumaya başlamadan, göz atmanızı öneririz: POLDARK – Eve Dönüş
Filmi biraz geriye sararak bu yazıya başlamak istiyorum. İlk yazıda Poldark’ın asıl karakterlerine ve özelliklerine değinmeye çalışırken genel anlamda tüm 5 sezonu göz önünde bulundurdum sayılır. Ancak RoMelza’yı yani başkarakterleri en derinden etkilediğini düşündüğüm konudan üstünkörü bahsettim. Şimdi bu konuyla yazıya devam etmek istiyorum. Haydi diziyi 2.sezona geri saralım.
Poldarklar arasında her şey çok iyiye giderken ve Francis ile aralar düzeltilmişken Francis’in ölümüyle her şey tepetaklak oldu. Elizabeth, kendisini kurtarma çabasındayken Ross’tan icazet alması çok tuhaftı. Zaten Demelza, bu baş sağlığı ve teselli modundan pek hoşlanmıyorken bunların sıklaşmasıyla da dizinin çözüme kavuşamayan üçgeni Elizabeth ve Ross yüzünden biraz daha arı kovanına çomak sokulmuş bir duruma getirildi.
Tüm dizi boyunca Ross’a en tavır aldığım olay açık ara Ross’un sadakatsizliğiydi. Francis’in ölümünün ardından Elizabeth yolunu bulmaya çalışır diyordum. Elizabeth bu açıdan tekrar evlenerek Ross’un kanayan yarasına belki de tuz basmıştı. Ross’un Elizabeth’i teselli ve baş sağlığı adı altında artan ziyaretlerinin aklanabilir hiçbir yanı da yoktu. Sonra Ross, Warleggan ile evleneceğini duyup tekrar itiraz etmeye gidip kadınla sevişti. Ben ne anladım bu Ross’tan ve Demelza’ya duyduğu sözde aşktan? Elizabeth elbette o sırada damarına bastı ama adamın evli olduğunu unutup kendisine sunabileceği hiçbir şey olmadığını hesaba katarak da davranmadı. Kadının aşk peşinde olmayışı bilinen bir gerçekken ve oldukça rasyonel bir bağlamda yaşayan iki taraf için, karakterlerin bu kadar tutkularının esiri olması bence aşırıydı. Ross özellikle karısını bu denli çok sevdiğini gösteriyor ve yaptıklarıyla da kanıtlıyorken bu yaptığı yediği kaba pislemekle eş değerdi ve yakışıksızdı. Demelza’nın Ross hakkında duyduğu güvenin zedelenmesinin yanında benim de Ross’un karakterine en yakıştıramadığım davranış olarak kayıtlara geçti. Demelza’nın ardından yapabileceği her özel hayat ilintili saldırıya da anlayışsız yaklaşamadım. Tabi ki kısasa kısas gibi elin adamlarıyla flört edip adını lekelemesi taraftarı da değildim ama Ross’a olan öfkesinin asla tam anlamıyla geçmesini beklemiyordum. Kadının gururuna ve gurur duyduğu her şeye çok çirkin bir saldırıydı. Sonra Ross tutup bu kadından hizmet bile bekledi şaka gibi. Bu açıdan dizinin asıl çiftinin olması gerekenden çok daha uzun bir süre soğuk savaşta bulunması gerekiyordu. Yani ilk aşkı diye herkes eski nişanlısının koynuna girmeye kalksa ortamda sadakatten bahsedecek hiçbir şey bulamayız. Ross bunu yaparken Elizabeth evli bir adamın onu kurtaramayacağını/ ona herhangi bir şey için bir şeyler sunamayacağını veya teklif edemeyeceğini bilmesine rağmen bunu yapınca, Elizabeth’i art niyetli bulmanın yanında ona karşı ön yargılarım artık daha keskin bir tavır aldı. Ross elbette uçkuru konusunda bir ders kitabı niteliğinde değildi ama Elizabeth’in tüm kadınlığını kullanarak onun üstüne bu kadar gitmesi de Ross’un küllenmiş duygularını tekrar harlamıştı. Başta reddeder görünümünün Ross’u daha fazla tahrik ettiği de barizdi. Tabi paşazademizin evliliklerine izin vermeme kisvesi altında kurduğu o anlık gelen tutkularının tahakkümü ve kadına patronluk taslama isteğinin geçici bir heves olacağını ve hayatlarındaki herkesi etkileyeceğini ikisinin de tahmin etmesi gerekirdi. Ertesi gün Ross Elizabeth’in evden sıvışırken de bu gerçekler ikisinin birden yüzüne çarptı tabi. Sonra Ross karısından veto yiyince vay efendim özür diledim, vay efendim affetmen için napayım diyor. Yani o saatten sonra keşiş olsa kaç yazar ki.
Tabi olayın ardından ilk anda Ross’un Demelza’ya dürüst davranışı ve hak ettiği tokatı link bırakmam gerekiyor. Video içeriğinde tokatın kendisi, devamında gerçekleşen ilk konuşma ve oyuncu görüşlerine yer verilmiş.
Buyrunuz:
https://www.youtube.com/watch?v=1XQQ52VJTGE
Demelza’nın erkekler hakkındaki düşünceleri Ross bazında o ana kadar oldukça üstündü ve de hak edilmişti. Ross o ana kadar ilk aşkı için hissettiği her şeyi onu tekrar kaybedene kadar bastırabilmişti. Ve de her karakterin belki bir ölçüde beklediği böylesi bir hareket olmasına rağmen bir fırsatını yakalasa bile Ross’tan yine bir sadakat beklemek her eşin yapabileceği bir şeydi. Durum buyken, hayal kırıklığı da haliyle çok büyük oldu. Demelza ardından boyu devrilesice herifin hak ettiği her şeyi neredeyse eksiksiz söyledi. Ben kendime hakim olabileceğimden bile emin olamazdım.
“Güvenimi kaybettin. Gurur mu? Sana her zaman hayranlık duyduğumu, saygı duyduğumu, kocam olmadan önce, efendim olarak hürmet gösterdiğimi düşününce çünkü benim gibi eğitimsiz birine öyle geldi ki sen diğer erkekler gibi değildin. Bir çeşit asilliğin vardı, doğuştan gelen değil, karakterinden gelen bir asillik. Ve böyle bir adamın benimle evlendiğini düşünmekten gurur duyuyordum. Şimdiyse senin diğer erkeklerden daha değersiz olduğunu keşfetmek… Gözümden çok düştün çünkü çok yüksekteydin. İncinen benim gururum değil, Ross. İncinen senin için duyduğum gurur.”
Bu sözleriyle Demelza, sanırım benim hissettiğimden çok daha fazlasını kelimeleriyle de ifade ediyordu. Tabi devamında ev işlerini ve sorumluluklarını reddederek biraz da ileri gitmişti ama bu da kendi içinde anlaşılabilir bir şeydi. Böyle bir sadakatsizliğin bir boşanma ile sonuçlanamayıp, eşlerin birbirlerine mecbur kalması, o dönemin evlilik akitlerini sanırım en eleştirilesi taraf yapıyordu. Demelza’ya, güvenine ve gururlandığı her şeye çok büyük bir saldırıydı. Demelza’nın en iyi ikinci tercih olmak istemeyişi de kendi gururunu korumaya dönük bir söylemdi.
Demelza için bu olayın ardından migrenden muzdarip, sağlık durumu çok kötüye giden, Ross’un sınır ötesinden kurtardığı kraliyet askeri Hugh Armitage ile bir kaçamak senaryosu yazıldı ve Ross bu konuda ağzını hiçbir şartta açamayacak hale geldi. Bu konu üzerine konuşabilecekleri zaman da Elizabeth’in ölümü gerçekleşti. Ve maalesef bu aldatma mevzusu ve devamında yaşananlar da çiftin büyüsünün ve saflığının önemli bir ölçüde hasar almasına neden oldu. Kısasa kısas usulü yazılması belki biraz çifte adalet getirdi ama Demelza Ross’a hissettiklerinden hiçbir şey yitirmediği için Hugh’un duyguları birazcık üstünden atlanmış, değersiz ve öylesine karalanmış gibi oldu. Tabi adamın 6 ay içinde kaybedeceği sağlığı ve hayatı düşünülürse, Demelza’nın evli olması da pek umurunda değildi. Önünü arkasını düşünmeden Demelza’ya âşık oldu. Tabi buna rağmen Demelza’nın onunla kaçmasını da istemişti ama Demelza reddetti onu. Ölüm döşeğindeki hastanın son isteğiymiş gibi yazılan bu kaçamak senaryosunu da Elizabeth ve Ross’un yaptıklarına göre de masum bulmak zorunda kaldım. Bir ilişkide en izlemek istemediğim tarafa doğru dizi evrildi.
Anlıyorum, Ross’un bir türlü atlatamadığı duyguları olduğu barizdi ama bu yaptığıyla kazandığı ve kaybettikleri arasında kocaman bir uçurum vardı. Valentine elbette oğluydu ama sahiplenemediği bir çocuğa uzaktan bakıp ah çekmenin de ona ağır geldiği de belliydi. Kendi kendilerini attıkları böylesi bir cenderenin, ardından George’u da etkileyecek ölçüde gelişmesi de Ross karakterinin kendisi de dâhil herkes üzerindeki ağır etkisinin biraz daha olumsuz ve zarar veren tarafa kaydığını hissettirmişti. Sorumluluğunu alamadıkları her aksiyonun belirli sonuçları oldu nihayetinde. Elizabeth’e kızsam da ortamın koşuluna uygun davranmak zorunda kaldı ve George ile evlendi.
Tüm bunlara rağmen de Ross vatanperver yazılmaya devam etti. Bunu da söylemeliyim çünkü bu iki konuyu tamamen birbirinden bağımsız olarak değerlendirdiler. Bu benim için bir sorun değil ancak kafalarda soru işareti kalmaması adına bu detayı da geçmek istedim. Hatta Ross ve Dwight Fransızlara karşı aktif olarak istihbarat sağlayıp vatanlarını korudular. Böylesi aktif görevler söz konusuydu.
George daha önce dediğim gibi Ross’un temsil ettiği her değerin ve fikrin karşısında olması düşünülürse daha ilk sezondan oldukça agresif saldırılarıyla gözüme çarpmıştı. Ross’un üstüne attığı sahildeki yağma davası da tabi ki bu agresif tavırlarının yalnızca ilk örneklerindendi. Madene sahip olmak isterken kendisinin organize ettiği ve halkı galeyana getirttiği zenginlerin mallarının yağmalanması konusunda sürekli fakir edebiyatı yapan ve konuştuğu laflara pek dikkat edemeyen Ross’a suç atmak da pek zor olmamıştı tabi. Ross’un da ağzı armut toplamadığı için kendisini diğer dış faktörlere karşı etkili bir biçimde savunduğunu söylemek mümkün. Zaten Ross’un genel anlamda olur olmadık laflarıyla, davranışlarıyla mahkemelik oluşları da dizinin tüm heyecan faktörünü elinde tutuyordu. Bu kadar mahkemelik olup milletvekili diye meclise girmesi tuhaftı ancak tabi ki George’un karşısında mecliste ses çıkaran faktör olmalıydı.
George’u tamamıyla anlıyorum ve arkasındayım diyemem tabi ama her iki tarafın da kendilerine göre haklı olduğu noktalar vardı. Bunun yanında Ross bir nebze insan onuruna hakarete yaklaşan bir noktadaydı. Tabi ki aile mirasını ayağa kaldırmak için çabası bazı insanları rahatsız etmeliydi ama George’un Ross savaştayken, fakirlikten zenginliğe zorluklarla elde edebildiği kısmi saygınlığı yok etmeseydi belki Ross’un zaferlerinden sonra arkadan hançeri yemesi de bir tık daha zor olabilirdi. Ross’u neredeyse hep mahkemelerde süründüren bu arkadaştı. Ross bu düşmanlıkta kartları daha açık davranmışken, George biraz daha sinsi bir yapıdaydı. Neyse ki Ross da bunun farkında davranıyordu her zaman. Aralarındaki sözlü çatışmanın, zaman zaman yerini it dalaşına bıraktığını tahmin etmek de zor değil bu yüzden.
George ve Ross’un aralarındaki çekişmenin önce iş sonra da özel hayata sıçramasıyla bence dizinin iki ucundaki gerginlik biraz daha net bir şekilde ayyuka çıktı. Bu tavır Francis yaşıyorken ilk sezonda da oldukça belli edilmişti. Bundan bağımsız olarak Elizabeth&George benim şiplediğim bir çift olmuştu ilk sezondan. Ancak dizinin son sezonunda dahi George karısının eski nişanlısından yana haklı şüpheleriyle hayatını sürdürmek zorunda kaldı. Bu bence dizinin Warleggan’ın kötü doğasına verilebilecek en net ve hak edilmiş cezaydı. Adam gerçekten Elizabeth ile severek evlenmişti. Yine Francis gibi Elizabeth’in zor anından faydalanarak evliliğe ikna etmişti ama sonuçta seviyordu. Hatta Elizabeth de ilginç bir şekilde George’u ve parasını yönetmekten zevk alıyordu ve tencere kapak halleri benim onlara yaklaşımımı bile yumuşatmış sayılırdı ama George’un Ross’tan yana, erken doğan ilk çocuğun babasının kimliğine dair şüpheleri Elizabeth’in büyük bir hatayla diğer çocuğu doğarken kendi hayatına kastetmesine neden olmuştu. Bu açıdan George’u aynı zamanda büyük bir pişmanlığın pençesine atmışlar gibi hissetmiştim ve aynı zamanda büyük bir yas içinde gerçekten Ross’tan olan çocuğa babalık yapmak zorunda kalmasına neden olmuştu. Tabi ki babalığının harika olduğunu savunamam ama küçücük çocukları mirasından mahrum ederek gözden de çıkarabilirdi. George’un maalesef böyle bir yapısı vardı.
Son sezonunda karısının ölümünü kabullenemeyip onun halüsinasyonları ile George’u acınası bulmuştum ve haline çok üzülmüştüm. Adam bu konuda inanılması güç bir samimiyet göstermişti. En son Dwight ile karısının ölümünü kabullenmeye yaklaştığında döktüğü gözyaşlarını oldukça inandırıcı bulmuştum. Adamın Elizabeth’e duyduğu aşka inanmışken, arkasından tuttuğu yasa da elbette saygı duyacaktım. Benim Ross karşıtı olmasıyla bir sorunum yoktu ancak böyle bir zayıflığı ve bunun aktarımını oyuncu kaynaklı epey başarılı bulmuştum. Tüm bu toplamda Ross ile aralarındaki çatışmanın başlangıçtaki madenci olaylarından sonda yaşanan Mr. Hanson/Ned Despard olayına kadar yerinde ve her iki tarafın da hak ettiği ölçüde ilerlediğini söyleyebilirim. Kabul biraz fazla entrikalıydı ama aktörlerin ayrı ayrı katkılarıyla olduğundan daha güzel aktarıldığını da düşünüyorum.
George karısının ardından ağlayamamış ve dökülememişti. Bir dönem dizisi olmasını nedeniyle o dönemler delilik olarak adlandırılabilse de delüzyon ve sanrı kelimelerini Dr. Enys vasıtasıyla ilk kez duyuyor olmuştuk. İngiliz işi psikolojik değerlendirme böyle yazılmış ve döneminin mevcut tıbbi literatürüne bir başkaldırı olabilmesiyle de dizinin önemli bir aksı kabul etmiştim. İlk sezonun sonlarında da difteri salgınının baş göstermesiyle o dönemin tıbbi gelişimi hakkında üstünkörü bir fikir sahibi olabilmiştik. Dönemin monarşik yapısı toplumu da muhafazakâr ve gelenekçi olmaya itiyordu. Geleneklere olan bağlılıkları da haliyle yenilikleri topyekûn yok sayıyordu. Bu nedenle doktorlar arasındaki bilimsel yöntem savaşını hem ilk sezon sonundaki difteri salgını vakasında hem de George’un sanrıları vakasında oldukça aktarılmaya değer bulmuştum.
İlk sezonun sonlarındaki difteri salgınında ise Demelza’nın Elizabeth ve çocukları için kendisini boş yere riske atmasıyla Demelza’nın iyiliğine ilk kez sinir olmuştum. Yani çocukları doğrudan etkileyen difteri gibi bir hastalık söz konusuyken, gelişmeyen aşı ve tedavi teknikleri de düşünülürse, hastalığa yakalanması çok olasıyken ve de yakalandığı hesaba katılırsa, kendi çocuğu Julia’yı oldukça riske atmıştı. Tamam, kimse onlarla ilgilenmediğinden yardım etmesi belki gerekirdi ama kendi çocuğunu bu denli riske atıp sonra da iyilik yaptım demekle o ölen evladını geriye getiremeyeceği de barizdi. Bu kadar barıştan ve özveriden yana bir karakter de hiç görmemiştim. Çocuğunun ölümünün yerine Geoffrey Charles’ı koyması benim kalbimin acısını hiç de dindirmezdi. Demelza kadar asla cömert bir kalbe sahip olacağımı düşünmem de. Belki bu kızgınlığımın altında da tam olarak bu neden var. Demelza ile çocuğunun ölümüne neden olması mevzubahisken tam anlamıyla bağ kuramamıştım. Tamam, kadının yaşadığı kayba elbette çok üzülmüştüm ama bile bile ladese bu kadar da gidilmemeliydi. Üzgünüm Demelza. Seninle değilim bu vakada. Demelza adına dediğim erdemlerin de tam anlamıyla bir değeri kalmamıştı. Tabi Ross da, bu anlamda Demelza’nın çektiği acıya saygı duyup onu teselli etmesiyle bambaşka bir boyuttu. Warleggan’ın sıkıştırmalarına Francis’in boyun eğerek Poldark ismine ihanet etmesine rağmen, Ross onunla barış yapmayı ve kendi madenini işletmeye sunacak kadar kocaman bir yüce gönüllülük sergiliyordu. Affedersin belki tamam, ama işini birlikte yapmayı da sunmazsın. Bu açıdan başkarakterleri de saf veya aptal bulmaya epey yakınlaşmıştım. Ross başlangıçta böyle olmamasına karşın ailesi konusunda Demelza’dan aldığı fikirlerle epey yumuşama göstermişti.
Francis’in ölümünü takip eden, Ross ve aksiyon alan kanun dışı sayılabilecek tavırları da her defasında onu ve Dwight’ı avlayabiliyordu. Bir kez bile kanunsuzluk yapıp da yakalanmayışını görmek de nasip olmadı. Ortamdaki casusların bolluğundan geliyordu bu da. Ross bazı aktivitelerinden suçlandığında ya devlete çalışıyor görünerek kaçınabildi ya da olduğu gibi suçlandı. Neyse ki senaryoda ilerlerken Ross’u bir şekilde aklayan veya kendisine yarayacak ölçüde ‘iyiler kazanır derler’ modunda bir ilerleyiş de söz konusuydu. Bunun yanında Ross’un vatanperver görünümünün de dizinin yarısından itibaren ve son sezonunda bir nebze baskınlaştığı da gerçekti.
Dizinin sonlarına doğru yaklaşırken ise Ross ve George arasındaki gerilimlerin ortasına Ross’un Amerikan Savaşı’nda onu kurtaran komutanı Ned Despard’ı koymuşlardı. Ned’i Dr.Enys’in düşündüğü gibi tam olarak halüsinatif bulmazdım, belki savaş görmüşlüğünün etkisiyle biraz coşkun sayılabilirdi. Tüm bunlara rağmen kendisine Honduras’ın yönetimi teslim edilmişti ancak köle ticareti karşıtı görüşleri nedeniyle kendisine iftira atılmış ve mahkemesiz hapse gönderilmişti. Bu haliyle de kendi vakasını savunmasını isterken mecliste güç sahibi olan Ross’a başvurmuştu. Ross da gerçekten Merceron isimli bağlantısını kullanarak adamı çıkarmıştı. Bu arada Ned köle ticareti karşıtı fikirlerinde halk desteğini alırken Ross tek başına değildi. Bu hikâyenin bir köşesine, George Warleggan yerleştirildiği gibi Dwight &Caroline da iliştirilmişti.
Ross’un Ned’e karşı tavırlarını birazcık hayranlığın da ötesinde takıntılı bulmuştum. Adamın düpedüz taşkınlıklarını görmezden geliyordu ve Ross’un da bu adam için neredeyse varını yoğunu satıp davasına katık edecek halleri hoş değildi. Dediğim üzere Ned’in tavırları taşkınlıklarla örülüydü ve bu hali Fransız devriminin etkisiyle monarşik yönetimde yaşayan bir halk içerisinde oldukça özgürlükçü fikirleriyle onu her an monarşi düşmanı gibi çamurlanabilir yapıyordu. Hali hazırda Cornwall’da birçok devrimci ve fakir insan vardı ve Ned kolaylıkla galeyana gelebildiği gibi, o insanları herhangi bir isyana teşvik etmeden galeyana getirebiliyordu. Zaten bu noktada da George ve kirli ittifakı Mr. Hanson girmişti. Çıkarlarının tam zıttında yer almasıyla Ned’i en başından hapse attıran gerçekten Mr. Hanson idi. Hanson artık bu adamdan tam anlamıyla kurtulabilmek için devrimci broşürlerinin üstünden çıkmasına neden olarak adamı idama bile götürdü. Tabi George aynı anda Ross’u da harcamak istemişti de akıllı Caroline Ross’un odasını basan askere zorla pusula yazdırarak Ross’u korumayı başarabilmişti. Tabi bu idamla birlikte Ned’in eşi Kitty Despard’ın biraz yardıma muhtaç görüntüsü nedeniyle Enys devreye girmiş ve Dwight ile Caroline’ın arasının bozulmasına neden olmuştu.
Enys ile gerilimlerinde de temel sorun Enys’in belki biraz ketum davranmasıydı ve Kitty’e hayranlığını açıkça belirtmesiydi. Bebeklerinin ölümünün ardından zaten birbirlerine karşı oldukça tahammülsüz gibilerdi. Bunun üstüne aralarına giren yanlış anlaşılmaları Caroline’nın kazara gördüğü George Warleggan’ın sağlık durumu belgelerine dayanarak soğuk savaştan çıkarmışlardı. Warleggan’ın sanrı vakasını karısına bile açmayışı nedeniyle, Enys’in hasta-doktor ilişkisini geçmişte derinleştirmesi göz önüne alındığında, zaten kendi kendisine düşüncelere kapılan Caroline’ı rahatlatmak düşünülmüyordu bile. Ancak Caroline, Warleggan’ın sanrı vakasını gayet de kendi menfaatlerine kullanacak kadar akıllıca davranıp, aslen tehdit ederek, Poldarkları ve Despardları korumaya çalışmıştı. Bunu da sadece köpeği Horrace zehirlendiği için yapmıştı. Tüm bu toplamda Caroline bir nevi tampon bölgeydi ve bunu kendisi de gayet farkında olarak oldukça akışkan bir şekilde kullanabiliyordu. Sanırım tüm dizi içinde Caroline&Dwight’ı en tatmin edici ölçüde işlenen yan konu ve yan çift olarak görüyorum. Dediğim gibi her iki karakter sadece görünüşlerinde değil karakterlerinde de oldukça sağlamlardı. Karakterlerin ve ilişki dinamiklerinin düşüş kalkışları olsa da karakter anlamında her ikisinin ayrı ayrı hayli ilgi çekici olduğunu düşünüyorum.
Dizinin genel anlamda eklemledikleri konuları her karakterle uygun şekilde ilişkilendirmeleri diziyi bir ölçüde daha izlenesi yapıyordu. Dizinin dördüncü sezonunun bu noktadaki dezavantajı da buydu. Yeni gelen Morwenna, Drake ve Sam gibi karakterlerin olaylarla alakasız kalması dizinin izlenirliğini kendi açımdan olumsuz etkilemişti.
Ross’un son hak hukuk davasının konusu olan dostu Ned Despard mevzusunun Ross açısından olumsuz tamamlanmasının ardından, Ross’un pek de hükümetin favorisi olamayışı, onun Fransızların içinden bilgi sızdırmasını sağlayan güzel bir kılıftı. Devlet gücünün belki de tek adamla verilmesi yetersiz gibi görünebilirdi ama ben pek öyle düşünememiştim. Merceron isimli bu adamın sonraları Hanson ile iş tutan bir hain çıkması da Ross’un elini kolunu bağlamaktan ziyade kendi ismini aklamasına bile neden olmuştu. Fransız devriminin toplum üzerindeki belirgin etkilerini görebilmemize rağmen bunun en olumsuz etkilerinin Demelza’nın evine alıp ona kasteden hizmetçi üzerinden, Tess isimli nankör bir kadınla gösterilmesi de biraz talihsizdi. Görevin tehlikeye atılmaması açısından, Ross’un son aşamada bu Tess ile karısını aldatıyor görünümü altında tekrar yanlış anlaşılıyor olması RoMelza’nın zaten hassas olan ilişkilerini çok daha kırılgan yapıyordu. Ross Fransızların içine sızıp toplumsal bir hezeyanı önlerken, Ross’un görevinin en son anda Hanson tarafından Fransızlara açık edilmesi tehlikesi, ilginç bir şekilde George’un hatırladığı vatanperverliğine bağlandı. Böylelikle Ross ile aralarındaki düşmanlık ilişkisi bir tık ateşkese döndü. Zaten kendi malikânesinden taşınacak olan George’un Valentine’ı görmemesi üstüne anlaşılabilir isteği Ross tarafından anlayışla karşılandı. Olayların belki de tüm kritik çatışmasının böyle çözülmesi ucu açık görünse de oldukça tatmin ediciydi.
Ross’un görevinin Fransız topraklarında tüccar olarak çalışacak olup İngiltere’den uzaklaşması dizinin son sahnesiydi. Karakterlerin, daha doğrusu Ross ve silah arkadaşı Dr. Enys’in hikâyelerinin ve kahramanlıklarının elbette başka topraklarda yine büyük maceralarla devam edeceği de belliydi. Bu maceraları detaylı göremeyişim heyecanından bir şey de götürmedi. Bu sebeple de ikinci yazının başlığını karakterlerin iç düşüncelerine gönderme yaparak seçmek istedim. Demelza’nın gözünden anladığım korkuları, Ross uzaklardayken onu umutsuzluğa sevk edecek gibi görünüyordu. Söze döktükleri tam tersi olsa da gözlerindeki korkunun kolaylıkla umutsuzluğa dönüşeceğini hissetmiştim. Bu, sanırım her iki karakterin iç düşüncelerinde de görebildiğim bir tür tereddütün bana açıkça hissettirdiği bir duyguydu. Birbirlerine verdikleri sözlerde, korkularının sevgilerini gölgelemesine izin vermeyişleri bu başlığı daha kolay tercih etmemi sağladı.
Ross: ‘‘Korkuyor musun?’’
Demelza: ‘‘Tabi ki korkuyorum. Her günün her anında.’’
Ross: ‘‘Ben de.’’
Demelza: ‘‘Korkmamalıyız. İnancımız nerede? Minnettarlığımız nerede? Buradayız, hayattayız, damarımızda kanımız akıyor.’’
Ross: ‘‘Ve geçmiş geçmişte kaldı. Yarın yok. Tek önemli an şimdi.’’
Demelza: ‘‘Ve biz. İki kalp. Tek kalp atışı. Daha fazlasını isteyebilir miyim? İstenecek fazla bir şey yok.’’
…
Demelza: ‘‘Ross! Geri geleceksin.’’
Ross: ‘‘Sana söz veriyorum aşkım. Döneceğim.’’
Karakterler kendilerinin nasıl bir sonu olacağını göremeyip üzülse dahi ben her şeyi yerli yerinde ve yeterli bulmuştum. Maceralarının her zaman ve her yerde devam edebileceği mesajını taşıyordu. Belki her iki karakterimiz de ölüp gitmişti ama bunu görmemek daha ümit vericiydi. Belki final bölümü olarak bir nebze de aceleye getirilme söz konusuydu ve zaman atlaması da yersizdi ama final düşünüldüğü hesaba katılırsa ve George ile Ross ortak bir kümede buluşabildikten sonra dizinin devamlılığının pek de büyük bir değeri kalmadı. Zaten kanka gibi anlaşacakları da yoktu. Kendi hesaplarına çözebilecekleri her konuyu çözdüler. O süper entrikalı Valentine’ı görüp görmeme hususunda bile anlaştılar. Bu adamlara daha ne denebilir ki? Ben de bununla ilgilenmiştim haliyle.
Tüm bu olayların içerisinde her karakterin birbiri içerisine bu denli geçmiş olması belki 2 yazıyı genel anlamda biraz karmaşık bir yapıya sokmuş olabilir lakin her karakterin birbirleriyle iletişimleri beni buna sevk etti. Bu yüzden tavsiyem karakterleri aklınızda tutarak okumanıza devam etmeniz olurdu. Her karakterin birbirleri üstündeki çıkarları göz önüne alınırsa, şimdi de izleye geldiğimiz hayat sürgitinin o zamanlara gayet güzel sirayet ettirilerek aktarıldığını düşünüyorum.
Oyuncuların da büyük çabalarının bu noktada takdir etmeden geçmeyeceğim. Ross Poldark’ından (Aidan Turner) George Warleggan’ına (Jack Farthing), Demelza Carne Poldark’tan (Eleanor Tomlinson) Elizabeth Warleggan’a (Heida Reed) oldukça başarılı oyuncu tercihleri yapılmış. Konuk ve yan karakterlerin aynı derecede başarıyla seçilmesi de göz kamaştırıcıydı. Özellikle performanslar anlamında Elizabeth karakterinin, oyuncu tarafından belki biraz daha fazla tutkuyla oynanmasının hem olumlu hem olumsuz tarafları oldu. Eksikliğini epey hissettim hem de tüm yaptığı deyim yerindeyse şerefsizliklerine rağmen. Elizabeth’in Ross ve George arasında hem bir dinamit hem de yeşil çay özelliğinde olması da Elizabeth hakkında bazen tam olarak ne düşünmem gerektiğini çok sorgulattı bana. En sonda düşündüğüm final kararım ise şu olmuştu; hataları vardı ancak ölmesini yine de istemezdim. Francis’in de ölmesini istemediğim gibi. Demelza, ilk gününden son gününe çok büyük gelişimler gösterdi. Yaşadığı haksızlığın kinini daha uzun süre tutabilirdi. Hugh’un temiz duygularını kendi intikamıyla birleştirmesi hoş değildi ama anlaşılırdı. Demelza tüm güzelliğiyle, yardımseverliğiyle ve erdemleriyle saflık bayrağının bir numaralı taşıyıcısıydı. Bu özellikleri de dediğim gibi yer yer sinir bozucuydu. Ama yine de saygı duyduğum bir karakter olmuştu. Ross ise her uca giden gelen halleriyle sabır testi gibiydi. Warleggan ise tüm bu karakterler içinde gayet anlaşılabilir bir insandı. Adam son tahlilde Elizabeth’in aşkından sanrılar görür olmuştu. Kötü, çıkarcı ve küstah bir insandı ama hak ettiğini de buldu.
Dizinin sonlarına yaklaştıkça temposunun ve aldığı IMDB puanlarının düşmesinin de ilişkiler özelinde entrikalar oluşturup asıl çifte olan güveni sarsmasıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında gelen diğer çiftler de pek ilgi çekici değildi. Mutlaka gerekli olan şey bir tür sadakatsizlik senaryosu ve bu çerçevede karakterlere güvensizlik duydurmak olmamalıydı. Böyle bir aldatma senaryosunu bu proje içinde pek bir yere koyamadığım için en dikkat çeken unsuru olarak uzun uzun eleştirmek istedim. Projeyi takip edenler de bu pembe diziye pek katlanmak isteği duymadılar belki. Aldatma konusu, projenin başta vaat ettiği isyan, vatanperverlik , kendi ayakları üstünde durmak, adalet, hak, hukuk, insanlık, köle karşıtlığı gibi temalarla pek yan yana yazamadığım bir faktördü. İnsani bir hataydı bunu anlıyorum ama Ross için Demelza’nın da hissettiği gurura olduğu gibi bir saldırıydı ve Ross’un dizinin geri kalanında yaptığı her şeyi de boşa düşürüyor gibi oldu. Bu sanırım dizi açısından en fazla üzüldüğüm noktaydı. Yine de karakterlerin çözülmesi anlamında tatmin ediciydi, bir sürükleyiciliği de vardı ancak diziyi bırakma noktasına gelip dönem draması aşkımdan ve biraz da George’u merak ettiğim için devam ettiğim de bir diğer gerçek. Ayrıca dizinin mükemmele yakın kadrajları, doğa manzaraları ve melodileri de devam etmemdeki diğer unsurlar olarak sayılabilir. Sanat yönetmenliği ve montajları oldukça takdir edilesiydi.
Bu yazının genelinde üstünde durmam gereken temel konuların üstünde biraz yüzeysel olarak durdum sanırım. Dizideki olay dizisinin yoğunluğu sebebiyle diziyi ilk bölümde karakterler üzerinden, ikinci bölümde olaylar üzerinden böyle irdelemek istedim. Eksik, fazla veya hatalı değerlendirdiğimi düşündüğünüz düşüncelerimi ve kendi fikirlerinizi yazı altında tartışabiliriz. Herkesi bekliyorum. Bu noktaya gelebildiyseniz size çabanız için teşekkür etmeliyim. Ve de yayıncımız Aslı’ya sitesinde her iki yazıma yer vermesi nedeniyle teşekkürlerimi gönderiyorum.
Hepinize güzel ve sağlıklı günler diliyorum.
Dipnot: Bu yazı sosyal medyada Poldark’ın Aziz ile benzerliklerini bulalım olarak paylaşılsa da yazı sadece ve sadece Poldark’ı anlatıyor. Aziz’i hiç izlemedim. Takip ettiğim kadarı ile de, Aziz ile Poldark sadece başlangıç noktasında benzeşiyorlar. Ardından karakter reflekslerinin farklılaşacağı bariz. Dolayısı ile Dilruba da Elizabeth gibi davranacak göndermesi yapamayız, ben de yazımda yapmıyorum. İki diziyi ayrı ayrı kendi içlerinde yorumlayalım lütfen ve Aziz’i de kendi özelinde izleyelim. Yani Dilruba Elizabeth gibi Efnan da Demelza gibi davranmayabilir. Aziz senaristi ne yazarsa, ona odaklanalım lütfen. Damla Sönmez ve Simay Barlas ile gerçekten hiçbir alakam yok. Teşekkürler.