Sefirin Kızı 47. ve 48 Bölümünün ardından Mavi ve Sancar’ın dışında hikayede neler oluyor bir göz atalım istedik. Hikayemizdeki diğer iki çifte dair değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Geçen haftaki bölüm “aşk ait olmak mıdır yoksa sahip olmak mıdır?” sorusuna vermeye çalıştığı cevap nedeniyle epey dikkatimi çeken bir bölümdü. Aşkın ne olduğu ve bunlardan hangisi olduğunun yanıtını edebiyat dünyasına ait bir kitaptan çıkmış iki satırla veyahut televizyon dünyasında benzerlerine çok sık rastladığımız bir aşığın dudaklarından dökülen bir güzel sözle anlatmak yerine aşkın “ait olma” olduğunu düşünen karakterlerle aşkın “sahip olma” olduğunu düşünen karakterleri birlikte göstererek anlatma tekniğini tercih etmiş olması beni epey etkiledi. Seyircinin boğazından aşağıya döker gibi tepeden inme bir aşk tanımı yerine iki hali de gösterip kendi çıkarımlarını kendilerinin yapmalarını sağlayacak serbestliği tanımalarına sevindim. O yüzden de aynı temadan yola çıkarak genel olarak geri planda kalmış olan iki çift hakkında özel bir yazı hazırlamaya karar verdim.
Bana sorarsan aşk, evet ait olmadır. Ama her ait olma da bir mutlu son değildir. Çünkü aşk üç mevsimde yaşanır: Sonbahar, Kış ve İlkbahar. Tıpkı hayatın da acı, tatlı ve ekşi modunda yaşandığı gibi. Ne de olsa sona geldiğimiz dizide bu çiftler hakkında yazmak için bir daha hiç imkânım olmayacak gibi geliyor.
Kaçak abisinin kendini hiç tanımadığı bir numaradan ciddi bir konuda aradığını öğrenen Zehra, daha abisi ona alan biteni anlatmadan önce Kavruk’a kötü bir şey olmuş olabileceği ihtimali üzerinde durdu. Abisinin uzun süreli sessizliği Zehra’nın her saniye daha fazla paniklemesine neden oluyordu. Sesindeki titreme, yüzündeki mimiğin değişimi ve gözlerinde beliren karanlık. Neden birçok insan yeterince iyi oynamadığını düşünmüş anlamadım.
Dizi bittiğinde bu çiftin hikayesinin yarım kaldığını görseydim çok üzülürdüm. Zehra ile Kavruk çiftini izlemeyi tercih ederim derken aklımdaki bu değildi. Ah Kavruk Ah! Hem Zehra’yı hem de hepimizin yüreğini yaktın.
Kavruk’un yaralı olduğunu haber alan Zehra hastaneye gitmek için Gülsiye’den kendine hızlı bir çanta yapmasını istedi. Sonra da etraftaki karışıklığa karşı koruyup kollaması için Melek’i kendisine emanet etti. Gülsiye de bir yandan çanta toplamaya çalışırken bir yandan da bir kötü haberi daha kaldıramayacak olan Melek’i kötü bir şey olmadığı konusunda ikna etmeye çabalıyordu. Bu Halise’nin kalbi yok ben artık ikna oldum. Bu kadın insan değil.
Zehra sevdiği adamın nasıl olduğunu bilmemenin yarattığı belirsizlikten dolayı ağlarken kadın sanki Kavruk el yabancıymış gibi kızına “Otur, oturduğun yerde. Abin gidip bakar” diyor ya pes doğrusu. Neyse ki Zehra’nın ne Halise’yi ne de annesinin etekleri altında saklanan abisi Yahya’nın lafını dinlemeyecek kadar gözünü karartmıştı. Abisine sevdiği adamın başına bir iş gelmişken burada oturup öylece bekleyemeyeceği konusundaki çemkirmesi muazzamdı. Bu kardeşler içinde en cesurun Zehra olduğunu söylememde bir sakınca yoktur herhalde. Halise’nin tüm karşı koymalarına rağmen sevdiği adamın yanına gitmek için konaktan çıkmayı başardı. Onu durdurmanın mümkün olmadığını anlayan abisi de yengesinin de hastanede olmasından dolayı Zehra ile birlikte çıktı.
Zehra sevdiği adam için hastane koridorlarında gözyaşı dökerken Halise’nin insanda kafa bırakmadın diyerek ağlamayı kesmesini söylemesi büyük bir empati yoksunluğuydu. Bir insan kendi kızının acısına nasıl bu kadar kör ve sağır olabilir aklım almıyor. Bir de pişkin pişkin “Kendini bu kadar harap edecek ne var? Hem olursa da bir şeyler takdiri ilahi” demedi mi o anları ağzım açık bir şekilde izledim. Orada yatan kendi oğullarından biri olsa yeri göğü inletirdi. Ama yatan bir garip Kavruk olunca kadının içi bile sızlamadı. Bu kadının kalbi var ona bir şey olur diye korkuyorlar ama bence korkmasınlar. Bunun kalbi tenekeden veyahut teflondan.
Ancak Zehra hastane koridorlarında bitkin bir şekilde olduğunda bile pes etmedi. Kavruk’a bir şey olduğu taktirde Halise’den hesap soracağı konusunda göz dağı verdi. Onun yüzünden hala evlenememiş olduklarını söyleyip susması konusunda tembihledi. Halise’ye kafa tutan bir Zehra yapmışlar ve iyi ki de yapmışlar. Herkesi onların iyiliğini düşündüğünü söyleyip kandırmaya çalışırken neyse ki Zehra’nın yardımına Elvan yetişti. Kavruk’un kritik durumundan dolayı ameliyathanenin önünde başlayan uzun bekleyiş sırasında Zehra’yı ayakta tutan omuz oldu.
Bu bölüm kendisine devamlı olarak Ömer denilmesini garipsediğim Kavruk ameliyattan sağ çıkmayı başarmıştı ancak doktorun ifade ettiği şekliyle hayati tehlikeyi hala atlatamamış olması için çok fazla nedeni vardı. Bir günde ağlamaktan gözlerinin altı çöken Zehra daha ameliyattan sağ çıktığı haberine tam sevinememişken hala hayati tehlikeyi atlatamamış olmasından dolayı bir kez daha yıkılmış oldu. Doktorun tek bir sözüyle ayağının altındaki yerin kaydını hisseden Zehra’nın yanında neyse ki düşmeden yakalayan bir abisi ve Elvan vardı. “Bırakmasın, gitmesin Kavruk. Beni bırakıp gitmesin” derken sesindeki o panik haline yalan yok içim parçalandı.
Sancar doğrudan kendisi için canını hiçe sayan kardeşi Kavruk’u görmek ve kardeşi Zehra’ya destek olmak için yanına gitti. Elvan’ın yanındaki adamı onaylamadığını belli etmek ve gücünü gösterebilmek adına Zehra’yı alıp gitmeye çalıştığı sırada Sancar çıkageldi. Sonunda hem Zehra hem de Zehra ve Kavruk aşkının arkasında duran biri geldi de Zehra annesinden yana biraz olsun nefes alarak sevdiğinin uyanmasını beklemeye devam edebildi. Abisini görür görmez sırtını yasladığı kayasına kavuşan Zehra bir nebze de olsa kendini toparlamayı başardı. Ve abisinin Kavruk’un inatçı olduğuna ve kendini kolay kolay bırakmayacağına dair avutmalarına sığınabildi.
Yahya bir kez olsun kollarını böyle vücuduna dolayıp ona nasıl olduğunu sordu mu? Sormadı. Sonra da bu adam için ilkel, çağdışı, cahil hatta kadın düşmanı densin. Eğer Sancar çağdışı bir adamsa kardeşi için bu yaptığı ne?
Sancar’ın önünde sanki Kavruk’u çok düşünüyormuş gibi rol yapan Halise Efe oğlunun bir tek sözüyle konağa döndü de Sancar ve Zehra abi-kardeş oturdukları sandalyede çok sevdikleri Kavruk’un uyanmasını beklediler. Yoğun bakıma girip Kavruk’u görme fırsatı yakaladıklarında da bunu kullandılar. Zehra abisinden almış olduğu güçle ayakları üzerinde durabilmeyi başardı. Sancar’ın hissettiği suçluluk duygusunu “Abim, Kavruk senin de canın ben biliyorum seni” diyerek tek bir cümlesiyle dağıttı. Kavruk ikisinin de çocukluğunun bir parçasıydı. Tam Zehra yanına oturup onu bırakmaması için yalvarırken Kavruk’un değerleri bir anda değişmeye başladı. Önce hafif bir yükselme daha sonrasında ise hızlı ve doktorları etrafında toplayan büyük bir düşüş yaşandı.
Kalbi onun kadar acıyan kardeşi Zehra ile birlikte bütün geceyi Kavruk’u bekleyerek geçirdi. Hem kardeşinin gözlerini sapa sağlam açmasını ve hayati tehlikeyi atlatmasını bekledi hem de sevdiği için hiç durmadan ağlayan kardeşini her şeyin düzeleceği konusunda teselli etti. Kavruk’un vurulmasını engelleyemediği için kardeşinden özür diledikten sonra eğer gözlerini açarsa ikisini bizzat kendisinin evlendireceğine söz verdi.
Sancar ile Zehra arasında çok güzel karşılıklı destek ve anlayışa dayanan bir abi-kardeş ilişkisi var. Açıkçası ilişkilerine çok imreniyorum ve Melek ile olan ilişkisine de çok benzetiyorum. Sevdaya olan saygısından dolayı kardeşinin hemen yanı başında Kavruk’a onu ne kadar sevdiğini söylemesine ses bile çıkartmadı.
İzleyicilerin belli bir kesimi istediği kadar eleştirsin ben Kavruk’un yanına oturup önce kendini bırakmamasını sonra da onu ne kadar sevdiğini söyleyen Zehra’nın umut eden gözlerini de Kavruk’un kalbi durduğunda korkan gözlerini de çok net bir şekilde gördüm. Kalp atışları yavaşlayıp kan basıncı ilk düştüğünde ne olduğunu anlama konusunda zorlanan Zehra’nın doktorların yaptığı her geri getirme teşebbüsünde daha da fazla kahrolan halini ve abisinin kollarında onu bırakmaması için yalvarırken ki çırpınışlarını gördüm. Üstelik Kavruk’un kalbi yeniden atmaya başladığında yüzünde beliren o gülümsemede de fena bir iş çıkarmadı, bana göre. Kızın sesi bile kısıldı.
Zor geçen bir geceden sonra konak Sancar’ın kardeşi Kavruk’a yoğun bakımdayken verdiği sözü tutmak için başlattığı düğün hazırlıklarıyla yeniden şenlenmişti. Hatta konağa bahar geldi demek bile yanlış olmayacaktır. Gülsiye ve Zehra akşamki düğüne gelecek konuklar için gerekli tüm hazırlıkları yapmaya mutfağa girmiştiler bile. Konaktaki bu bahar havasını kaçırabilecek tek şey ise Halise’nin bu düğünü yapmamak için ayak sürümeleriydi. Evlilik hazırlıklarını görür görmez bu işe bir dur demek için hemen abilerini konağa çağırması da bunun işaretiydi.
Halise’nin bu düğünü engellemek için söyledikleri içinde yeni bir şey yoktu ama özellikle beni rahatsız eden bir şey vardı ki üstünde durmadan edemedim. Kızının çocukluğunda geçirmiş olduğu kazadan sonra topal kalmasını eksiklik olarak nitelendirmesi çok ağrımı gitti. Ama aynı zamanda Zehra’yı neden hep ikinci plana attığını ve bu yaşa kadar neden evlendirmediğini de anlamış oldum. O küçük eksiklik dediği şey yüzünden aslında o kendi kızını eziyor ama ben bugüne kadar abilerinin ona bir kere bile olsun eksikliği olduğunu hissettirdiğini görmedim.
O yüzden de bu kendiyle barışık genç kadının annesine karşı hem kendini hem de sevdiği adamı savunduğunu izlemekten büyük keyif aldım. Üstelik sadece sevdiği adamı korumakla kalmadı bu sözler karşısında yüzü düşen Kavruk’a da dimdik durması için güç verdi. Para ve mevki her şey demek değildi. Bolluğu da bereketi de veren Allah’tır. Ortada birbirini seven iki insan varsa onları ayırmaya ne Halise’nin ne de bir başkasının gücü yetmez.
Annesine rağmen bütün hazırlıklarını büyük bir heyecanla tamamlayan Zehra, özel gününde kimsenin kendisini üzmesine izin vermedi. Bu konuda düğünün her detayıyla seve seve ilgilenen Mavi’nin de büyük bir etkisi vardı. En mutlu gününde annesinin yapması gerekeni yapmak için yanında olan Mavi vardı artık hayatında. Eşinin ailesini kendi ailesi gibi benimseyebilen insanları gerçekten seviyorum. Zira her insanın yapabileceği şey değil. Son hazırlıklarını da tamamlayıp gelinliğini giyen Zehra, Mavi’nin de teşvikleriyle hayatında bir kere yaşayacağı bu deneyimde keşke dememek ve yanında olmasını istemek için son bir kez annesiyle konuşmaya gitti. En mutlu gününde yanında olup elini tutmasını istedi ama Halise bu evliliğin bir hata olduğunu bile bile bu yanlışa ortak olamayacağını söyleyip aşağıya inmeyeceğini açık bir dille ifade etti.
Ne yazık ki gururu evladının mutluluğundan daha değerli onun için. Ne diyelim yazık! Evladın bile senin hakkında bencil biri olduğunu düşünüyorsa kendini sevdiğin kadar keşke beni de sevseydin diyorsa pek de iyi bir anne olamamışsın demektir. Çünkü anneysen evladının mutluluğu önceliğin olmalı.
Neyse ki annesinin en mutlu gününde ona arkasını dönmüş olması bile Zehra’nın sevdiği adama kavuşmasını engelleyemedi. Annesine inat olsun diye değil; gerçekten sevdiği için abisinin şahitliğinde nikah masasında evet dediği Kavruk ile vuslatına ermeyi başardı. Heyecanı ve mutluluğu her halinden belli olan Kavruk’un da sonunda muradına erdiğini görmek beni ziyadesiyle sevindirdi. Uzun zamandır Zehra ve Kavruk aşkının geri plana atıldığı konusunda şikâyet edenlerden biri olduğum için artık geriye kalmış olan bir avuç bölümde mutluluklarını izlemek istiyorum. Genellikle mutlu evlilikleri olan çiftlere şahitlik yaptırma adeti vardır. O yüzden de şahitliklerinin Sancar ve Mavi tarafından yapılması hoşuma giden bir detay oldu. Her ne kadar Kavruk’un bıyıklarının gitmiş olmasına alışamasam da yüzündeki mutluluk ve heyecanı izlemekten büyük bir keyif aldım.
Kırk yedinci bölüme dair izlenimim bu yöndeydi. Şimdi kırk sekizinci bölüme değinelim…
Zehra ve Kavruk kırk sekizinci bölüme vuslatına kavuşmuş yeni evli bir çift olarak başladılar. Bütün mevsimler de onlardan yanaydı. Midelerinde uçuşan kelebeklerle yüzlerine yerleşen ve engel olamadıkları o gülümseme adeta baharı çağırır nitelikteydi. Üstelik abisi Zehra’yı sadece sevdiği adamla evlendirmekle kalmamış üstüne kendi evliliğinde henüz yaşayamamış olduğu bütün güzellikleri kız kardeşine yaşatabilmek için ayarlamış olduğu balayına şimdi onları kendi elleriyle uğurluyordu. Abisine karşı mahcup olan Zehra evliliğinin şokunu atlatamamış olan annesini bu şekilde abilerinin sorumluluğuna bırakmaktan yana tedirgindi. Üstelik sevdiği adama kavuşmuş olsa da abilerinden ve ailesinden ayrılıyor olmanın hüznü kaplamıştı içini.
Arabaya binmeden önce herkese bugüne kadar kendisi için yaptıklarından ve o aşkına sahip çıkarken arkasında durduklarından dolayı teşekkür etti. Yola çıkmadan önce hakkını helal edip sonra da helallik istedi. Bölümün en sevdiğim sahnelerinden biri bu noktadan sonra gerçekleşti. Abisine “Sen bu zamana kadar bana hep bir baba oldun” dediği an paha biçilmezdi. Bir an için Zehra-Sancar ilişkisini düşündüm de haksız da sayılmazdı. Sancar dünyanın geri kalanı için sadece Efe olabilirdi ama Zehra, Melek ya da Elvan söz konusu olduğunda iyi bir baba ve çok iyi bir abiydi. Kolay kolay ağlamayan abisinin gözlerinin yaşlanmasından da belliydi bu durum.
Ne olurdu sanki Halise kızının mutluluğuna ortak olsa da en güzel gününde kızının bir yanı buruk kalmasa… O buruklukta evden ayrılmanın da bir payı vardı elbette. Bu ayrılık aslında bir veda değildir ama geline genç kızlığına ve çocukluğuna yapılan bir veda gibi gelir. Tatlı bir acı derler ya, tam da ondandır bu burukluk.
Heyecandan yerinde duramayan Kavruk da kendisine her daim kardeş gibi davranan Sancar sayesinde sevdiği kadına kavuşmuştu. Bu yüzden de aşk acısıyla daima maniler dizen dudaklarından balayı sürprizi için Sancar’a teşekkür etmek dışında başka bir kelem dökülmedi. Bu durum otele ulaşana kadar da böyle devam etti. Kavruk otelden içeri girer girmez kocaman otelin içinde kendini küçücük hissetti. Otel alıştıklarından daha büyük ve de görkemliydi. Bavulunu taşımak için yanına koşan otel görevlisine bavulunu taşıtmamak konusunda ısrar edecek kadar bu dünyanın yabancısıydı. Ancak resepsiyona yaklaşıp Zehra’nın ağzından dökülen Ömer’i ve her ikisinin soy-adına yaptığı vurguyu hele de “Zehra Kavruk” deyişini duyduktan sonra Kavruk’un yüzü resmen aydınlandı.
Aynı anda yaşadığı şaşkınlığı ve mutluluğu kendi ağzıyla “Hey gidi Kavruk hey. Aynı gün hem Zehra’na kavuştun hem de bey oldun” diyerek ifade ediyordu. Odalarına giderken yüzlerinde beliren o heyecan yan yana yürümeleri bana yeni evlenmiş iki insan gibi değil de daha çok birlikte evcilik oynayan koca yürekli iki çocuk gibi göründüler.
Yeni evli çift için özellikle hazırlanmış odayı gözleriyle süzerken Zehra’nın gergin oluşunun en büyük sebebi de üzerine özenle serilmiş gül yapraklarının olduğu yatakta bu gece yaşanabileceklerdi. İkisinin de gözlerinde hem kavuşmanın verdiği mutluluk hem de ne yapacaklarını bilmemenin neden olduğu heyecan vardı. Bu heyecanla uzun bir süre birbirlerine baka kaldılar. Sonrasında Kavruk kendini toparlayarak cebinden yüz görümlüğü olarak almış olduğu kolyeyi çıkarıp onu takma maksadıyla Zehra’nın yanına gitti. “Ben senin güzel yüzünü görebileyim diye ömrümce görebileyim diye gökteki bütün yıldızları indirmem gerekirdi ama…” demesi beni benden aldı. O titreyen elleriyle kolyeyi Zehra’nın boynuna takması ve duvak açıldıktan sonra iki aşığın gözlerinin buluşmasıyla aralarına başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin girmesine izin vermeyeceklerinin sözünü vermelerini çok güzeldi.
Sonrası ise herkesçe malum… Uzun zamandır bekleyen aşıkların özlemlerine artık bir son vermeleri… Kavruk’un Zehra için dile getirdiği güzel sözcüklerle sonunda şair Kavruk döndü dedim. Bu halini çok özlemişim.
Bu sahne Kavruk-Zehra çiftini son görüşümüz de değildi. Tek bir bölüm içinde daha önce kendilerine hiç öncelik verilmeyen diğer tüm bölümlerin acısını çıkarırcasına ilklerini yaşamaya devam ediyorlardı. Bu ilklerden biri de kıskançlıktı. Nihayetinde Zehra bir Kavruk olsa da kendisi doğma büyüme bir Efeoğlu’ydu. O yüzden kıskanmak da onun kanında vardı. Üzerinde bornozlarla hiç bilmediği bir yerde hiç bilmediği bir kelime olan “spa” deneyimini yaşamaktan rahatsızlık duyan Kavruk, ne kadar dil dökse de Zehra’yı masaj yaptırma fikrinden caydıramamıştı. Üstelik karısının kalbini kırmaktan da özenle sakındığı için bir kurtuluşu olamayacağını da anlamıştı. Ta ki Zehra eşine masaj yapacak olan kızı görene kadar. Kendine masaj yapacak kızı görür görmez neler olacağını hemen anlayan Kavruk’un yüzünde beliren o gülümseme görülmeye değerdi. Bir insan bu kadar mı tatlı olur.
Zehra ne de olsa Gülsiye ve Dudu’nun halası Eşe döneminden Kavruk’u paylaşamamakla ilgili bir sabıkası vardı. Kıskanç olmak gerçekten de başa bela. İnsanlar neden kıskanılmaktan hoşlanır ya da niye kıskanır hiçbir zaman anlayamadım ama belli ki bu ilişkinin kıskancı Zehra. Çocuğun eline resmen bu benim der gibi yapıştı.
Eşini fazlasıyla kıskanan Zehra, eşine o kadınlardan birinin dokunmasına izin vermektense eşinin koluna yapıştı ve “Sen az önce biraz yürüyüş yapalım dedin. Gel biz önce yürüyüş yapalım. Sonra geliriz” diyerek orayı hemen terk etmeye çalıştı. Ancak kıskanıldığının farkında olan Kavruk, bu durumun keyfini daha uzun süre çıkarabilmek için karısının istediğine boyun eğiyormuş gibi davranıp önce masaj yaptırmaları gerektiği konusunda ısrar etti. Önce derin bir nefes alan ve sonrasında gözlerini kocaman açan Zehra “Ömer’ciğim, bir tanem” diyerek sımsıkı tuttuğu ele daha fazla kenetlenerek Kavruk’u alıp gitti. Kıskançlığını da böyle tatlı dille yapılanını görmek zor.
Birlikte yemek yerken orman gezisi yaptıklarının ne kadar iyi olduğundan bahsetmeye başlayan Kavruk’un Zehra ile dalga geçtiği sahneler görülmeye değerdi. Baş başa kaldıklarında gördüğüm o saf ve doğal ilişki insana baharı anımsatıyor. Hele de “Biz bu masajdan iyi ki vazgeçtik” demesine ne demeli. Ben bu çiftin muratlarına erdiğinde bu kadar eğlenceli yer yer çocuksu ve birbirlerine eğlencesine sataşan bir çift olacaklarını bilseydim çok daha önce bir araya gelmeleri gerektiği hakkında sayfalarca yazılar döşerdim. Kendisiyle dalga geçildiğinde kaşlarını çatarak ismiyle değil de “Kavruk” diyerek seslenmesi ve çocuk gibi somurtması çok güzeldi. Kavruk’un gözünün ondan başkasını görmeyeceğini belirtirken “Ben seni ömürlük sevdim. Ölene kadar benim için dünyanın en güzel kadını sen olacaksın” deyişinin ve Zehra hamilelik imasında bulunduğunda karnı şişip şişmanladığında “En çok o zaman seveceğini” söylemesinin üstüne başka ne denebilir ki? Kavruk’un kalbi kadar dili de güzel. Ve onun tarafından sevilen kadın sonsuza kadar sevilmekle mükafatlandırılmış.
Herkese sevdiğinin yumurtayı nasıl yediği zeytini nasıl sevdiğini o söylemeden bilen birini nasip etsin, Allah.
Elvan kendine yapılanlardan sonra bu aileyle bütün bağlarını koparır sanıyordum ama olmadı. İyisiyle kötüsüyle bildiği tek aile onlar olduğundan olan biteni duyar duymaz Zehra’nın yanına koştu. Üstelik bunu da onunla gelen Bora’ya böyle bir ölüm-kalım durumunda bile yan gözle bakan Yahya ve Halise varken yaptı. Zehra’nın yanında durmasını anlayabiliyorum ama neden ötekileriyle konuşmaya tenezzül ediyor, onu hiç ama hiç anlamıyorum.
Bora ve Elvan ilişkisinin bu hafta bir adım ileriye doğru gidiyorsa sonraki hafta iki adım geriye doğru gittiğinin farkındayım. Bu yüzden de aralarındaki ilişkinin aşk olup olmadığı konusunda bile çok muğlakta kaldığımı itiraf etmeliyim. Kâğıt üstünde ikisi de renkli kişiliğe sahip karakterler olmaları nedeniyle uyumlu görünüyorlar. Ama biri geçmişinden kopamıyor öteki ise gelecek hakkında kesin konuşamıyor. O yüzden de onları hangi kategoriye koyacağımı bilemedim. Ancak bildiğim bir şey varsa o da söz konusu sevmek ve kadın hakları olduğunda Bora’nın Yahya’dan çok daha iyi bir adam olduğudur. Zira Yahya kardeşinin sevdiği adam için gözyaşları döktüğü bir ortamda bile boşadığı eski eşini kıskanabilecek kadar hadsiz bir adamken Bora hiç tanımadığı bir kıza destek olabilmek için elinden geleni yapıyor. Üstelik bunu onların rahatsız bakışlarına maruz kalmasına rağmen yapıyor.
Yahya elindeki içecekler varken bunun ailevi bir mesele olduğunu söyleyip Elvan’ı başı boş sanmaması gerektiği konusunda yaptığı uyarılara karşı Bora’nın asaletini bozmayıp “Ben neyim neciyim ortada. Öyle senin gibi gizli saklı işleri sevmem… Ne senin egon ne benim egom önemli. Önemli olan Elvan’ın mutluluğu. Kız hayatının yarısını zaten sizinle ziyan etmiş. Bırak da bundan sonrasında mutlu olsun” demesi bölümün en büyük kapağıdır herhalde. Bu yüzden gönlüm yakın bir zamanda kalbini de Elvan’a açmasından yana. Umarım rayına oturturlar.
Zor zamanlarında abisi Sancar’a ve kardeşi gibi gördüğü Zehra’ya destek olmayı istemesi Elvan gibi anaç bir kadından beklenir bir hareketti. Ancak Kavruk’un hayati tehlikeyi atlattığını ve Sancar’ın kardeşine destek olmak için hastanede olduğunu gördükten sonra “belki bir şeye ihtiyaçları olur” diyerek kalmaya karar vermesi pek de anlaşılabilir bir durum değildi. Sancar abin ve Zehra iyi en önemlisi de artık Kavruk da iyi. Sen hala neden orada kalmak için ısrar ediyorsun, inanın Bora gibi ben de anlamıyorum. Elvan’ın bildiği tek aile olsalar da artık ailesi değiller. Sen elinden geleni yapmış olduktan sonra başka ne yapabilirsin ki hala orada kalacaksın. Bora gene iyi katlanıyor bu duruma. Sen Bora’ya ilişkiniz hakkında her bir şey sorduğunda adam muğlak cevaplar veriyor diye kızıyorsun ama sen onunla bir şeyler yaşamaya başlamışken hala eski eşinin ailesiyle yüz göz oluyorsun.
Bütün bunları söylemekle birlikte kendini dışlanmış hisseden Bora’nın da her seferinde arkasını dönüp gitmesi de hoş değil. Seven insan iyisiyle de kötüsüyle de sevdiği insanın yanında durur. Bora o rahat görüntüsünün altında Elvan’a verdiği değeri sadece tişörtünü koklayarak değil kelimelere dökerek de belli etse bu ilişki için çok daha hayırlı olacak.
Elvan ve Bora’nın aralarına mesafelerin girip kışı yaşamalarına neden olan bütün dertleri, Kavruk’un hayati tehlikeyi atlatıp konağa dönmesi ve Sancar-Mavi evliliğinin nihayet bir huzura kavuşmasıyla sona erdi ya da hasır altı edildi diyelim. Bora da haklı ama insanın şifası kendindedir. Elvan artık kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğuna ve endekslemekten vazgeçip sadece kendi için mutlu olmayı öğrenmesi lazım.
Bütün bölüm boyunca önce hastane sonra da yoğurdun kokusu diye midesinin bulanmasından şüphelenmiştim. Kim bilir eğer doğru çıkarsa ve hamileyse bu durum ilişkilerinin belirsizliğine de bir çözüm olur. Böylece Elvan kendine bir aile kurmayı ve eskisiyle bağlarını koparmayı, Bora da korkmadan kalbini açmayı öğrenebilir.
Rahatsızlığı düğünden sonra devam ettiği taktirde Bora’nın ona bakıp iyileştireceğini söylemesi hayatı boyunca kendisine özenle bakıp şefkat gösterecek birine hiç sahip olmamış olan Elvan için kelimelerle anlatılmayacak bir jestti. Elvan hem yetim hem öksüz büyüdü. Yetişkin bir kadın olduğunda da ulu bir ağaç gibi olduğunu düşündüğü Halise’nin gölgesine sığındı ama asla hak ettiği değeri görmedi. Çünkü Halise altında dinlendiği bir gölge değil; güneşe kavuşmasını engelleyen bir karaltıydı. Yahya’nın onları birlikte görünce gösterebileceği tepkiye rağmen nikahta kendine eşlik etmesini istemesi önemliydi. O yüzden de nikaha gittiklerinde Bora’nın Yahya’dan gördüğü muamele ve de dükkânı sadece kısa bir süreliğine kiralamış olduğu gerçeğini dillendirilmesi beni rahatsız etti.
Elvan ne ara Mavi ile samimiyetini hamile olabileceği şüphesini kendisiyle paylaşacak kadar geliştirdi bilmiyorum ama bildiğim tek şey Nare tarafından terk edilenlerin sadece Sancar ve Melek olmadığıydı. Senaristler destanını ve annesini kaybedenlere odaklandı ama yol arkadaşını kardeşini bir anda kaybeden Elvan’ın çektiği yokluğa hiç odaklanmadı. O yüzden dilerim en yakın zamanda Mavi bu arkadaşlık ve kardeşlik boşluğunu doldurur.
Elvan cephesinde kırk sekizinci bölüm Bora’yla yaşadığı bu ilişkinin ömrünün kısa olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmasıyla başladı. Üstelik hamile olduğundan şüphelenen Elvan’ın içini kemiren şüpheler korkularına baskın gelmiş ve onu hamilelik testini yapmaya yönlendirmişti. Testin sonucunun negatif olduğunu öğrendikten sonra mutfakta Mavi ile dertleşen Elvan için bu sonuç, beklenmedik bir şekilde hayal kırıklığına neden olmuştu.
Biz izleyiciler onun hamile çıkmasını beklerken Mavi’nin hamile çıkmasından hareketle mutfakta edilen sohbetin bile aslında Mavi’ye bir bakış açısı kazandırmak için olduğunu bilmek biraz hayal kırıklığı yarattı. Mavi’nin hamile olduğunu bilmeden ne kadar heveslendiğini, içten içe aslında bir bebek sahibi olmayı ne kadar çok istediğini, ona canından can katma düşüncesi ve annelik hissinin karnına düşmesiyle başladığı ilgili tüm söyledikleri onu başka birilerinin aşk hikayesinde alelade bir yan karakter yapıyordu. Ki bu konuda onun için biraz üzüldüm.
Elvan daha bu hayal kırıklığının yükünü üstünden atmayı becerememişken bir de Yahya’yla mutfakta yaptığı konuşma yüzünden morali daha da çok bozuldu. Yahya söze Bora ile arasındaki ilişkiye karıştığı için kendinden özür dileyerek girdi. Özür diledi dilemesine ama bana üzgünmüş gibi gelmedi. Keza o da ilişkisine karıştığı için değil de haberi o şekilde verdiği için üzgündü. Elvan söyledikleri doğru olduğu için kendisine karşı kızgın değildi. Ancak o bile kendisine bu haberi vermesi gereken son kişinin eski eşi olması gerektiğini düşünüyordu. Nihayet.
Bütün bunlar da yetmezmiş gibi bir de eski kaynanasının birbirini seven iki insanı bir araya getirdiği için kendine ettiği eziyeti de çekmek zorunda kalıyordu. Evlatlarına bağırıp çağırıp sonra pişman olacağı bir şey söylemesin diye iki kelam edecek oldu. Halise’den ağzının payını misliyle aldı: “Sana ne oluyor? Sen kimsin? Ben sana yuva verdim. Ben sana asil bir soyadı verdim. Boğazından lokma geçiyorsa onlar benim rızkım”. Bu sahnede Elvan adına ben üzüldüm. Yetim ve öksüz diye evlendiği adamın ailesinin gözünde sığıntı olduğunu, masaya konulan bir tabak yemeğin sana sanki sadaka gibi lütfedildiğini ve tüm bunları yaptılar diye onlara sonsuza dek minnet duyman gerektiğini duymak zor olsa gerek. Ben Elvan’ın yerinde olsam alırdım ceketimi terk ederim orayı.
Yahya’nın çabalarını fark etmemek mümkün değil. Elvan da niyetinin farkında. Sadece bir yere bırakmak için bile olsa onun gideceği yere kadar götürme teklifini kabul etmesi kesinlikle büyük bir hata. Üstelik yok bu gece zeytinlikte kalırsın yok ben zaten otele gideceğim diyerek nerede kalacağı konusunda dayatmaya boyun eğiyor. Kendisi eski eşinin ailesiyle bunlar benim bildiğim tek aile diyerek irtibatta kalabiliyor ama Bora bir şey yaptığında onu geniş olmakla suçluyor. Elvan’ı ne kadar sevdiğimi ve bir aile kurmayı ne kadar hak ettiğini düşündüğümü her fırsatta dile getiriyorum ama bazı konularda da Bora’ya daha çok hak veriyorum. Onu kendi kalıplarına sığdırmaya çalışması bir yana kendisi Bora’nın geçmişine hiç saygı duymazken kendi geçmişine saygı bekliyor.
Elvan ertesi gün sanki konakta sevgilisiyle bozuşan o değilmiş gibi dükkanının önünden geçerken onu bir kadınla sohbet eder halde görünce hemen sinirlendi. Üstelik aralarındaki muhabbet de epey koyu görünüyordu. Bora karşıdan kaşları çatık bir şekilde kendine bakan Elvan’ı görünce az önceki tavrı hemen değişiverdi. Elvan’ı onlara katılması için yanına çağırdı. Ancak Elvan bu davete aldırmadan yoluna devam etti. Çocuk gibi davranmaya afra tafra yapmaya gerek var mı? Adam kıskanılacak bir şey olsa hiç seni yanına çağırır mı? Hal böyle olunca da anlaşmak pek de mümkün olmuyor. Tabi Bora’nın eski eşinin duruma müdahale etmesi de pek yardımcı olmadı.
İnsanın eski sevgilisi ya da eski eşiyle arkadaş kalmayı becerebilmesini anlayabilirim. Keza ben de ilk aşkıyla arkadaş kalmış hatta eşiyle bile arkadaşlık kurmayı başarabilmiş bir insanım ama her insana göre olmadığını da kabul etmek lazım. O insanın tabiatı buna uygun değil diye geri kafalılıkla da suçlamamak lazım. Senin için değişebileceğini ya da zamanla alışabileceğini düşünmek hem o insan için hem de kendin için büyük bir haksızlık olur. O yüzden de eski eşinin Elvan’la görüşmeye gitmesi, bütün o rahat tavırları altında ilişkileri için arabuluculuk yapması uygunsuzdu. Elvan’ın da eski eşinin ailesiyle gezerken eski eşler konusunda Bora’ya laf sokması da.
Bora’nın eski eşinin yaptığı arabuluculuk esnasında kıskançlık ve fazla rahat olma mevzularını aştıklarını ya da en azından uzlaştıklarını düşündüğüm sırada Bora’nın buradan ayrılıp Kaş’a taşınma planlarını çoktan devreye soktuğunu öğrenmek Elvan’ın bir kez daha yıkılmasına neden oldu. Üstelik Kaş’ta oturacağı evi ona ayarlayan da kapı komşusu olacak olan da eski eşiydi. Kadının niyeti iyiydi ama Bora hakkında kendisinden daha fazla şey bilen bir kadının önünü arkasını düşünmeden daha fazla konuşmalarına dayanamayan Elvan çıkıp gitti. Bora daima yanında olduğunu ve Elvan ile bir gelecek düşündüğünü ona hissettiriyor ama Elvan geçmişteki yarası yüzünden güvenmekte zorluk çekiyor bunu anlıyorum. Gene de keşke o arabaya atlayıp Kaş’a gitse diyorum.
Döndüğünde aklında Bora’nın Bodrum’u terk edip Kaş’a gitmemesini sağlayacak çok başka bir fikir vardı. O da dükkânın kontratını uzatmak için dükkân sahibini de yanına alarak Bora’yı görmeye gitmekti. Elvan sonrasında pişman olmamak için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Ancak bu yaptığı en basit şekliyle sevgilisini kalmaya zorlayacak bir emrivaki bir nebze de manipülasyon durumuydu. Keza o yeni bir kontrat için kırtasiyeleri gezerken Bora’nın kararı çok kesindi. Kararını da “Elvan ben gitmek istiyorum” diyerek bir çırpı da belli etti. Lafı ağzından eveleyip gevelemeden dürüst bir şekilde itiraf etti. Orada onu bekleyen hazır bir düzen varken Elvan’ın bir türlü kopamadığı eski eşinin ailesiyle devamlı olarak papaz olmasının da bir anlamı yoktu zaten. Tam da o anda kâğıt üzerinde birbirlerine ne kadar uygun olsalar da pratikte ne kadar farklı kafalarda olduklarını Elvan anladı.
Bir kökü olmadığı halde buralardan gitmemek için ayak direten Elvan ve buralarda kalmayı içine sindiremeyen Bora ilişkisinde kaçınılmaz sona gelinmişti. Elvan “Ben çocuk istiyorum sen istemiyorsun. Bizden olmaz” diyerek durumlarını iki cümlede özetledi. Hayatta kıymet verdiğin bazı şeyler vardır, o insanı ne kadar sevsen de üstünde uzlaşamazsın. Bu da onlardan biriydi. Ve bir ilişkinin de sonuydu. Bora neden geldi neden gidiyor hiç anlamadım. Gördüğünüz gibi ilişkilerde üç mevsim vardı ama bazı ilişkilerin ömrü o baharı yaşamaya yetmez. Bazı ilişkilerin ömrü ise Zehra ve Kavruk gibi sonsuza erişir.
Söz konusu aşk olduğunda herkesin edebiyat kitaplarının veyahut televizyon dünyasının orasından burasından çalıp kendisine mal ettiği bir aşk tanımı mevcuttur. Aşkın en doğru tanımı ait olma duygusuyla ölçülür. Çünkü ait olma içinde eşitliği, denkliği ve demokratikliği içerir. Kayıp iki yapboz parçasının bir araya gelerek bir yapbozu tamamlaması gibi. Ait olma birinin malı olmak değildir; biat etmek hiç değildir. Ait olmak bu dünyadaki yerini bulmak ancak ve ancak bir araya geldiğinizde hayatınızın anlamlı gelmesidir. Dışarıda bir yerlerde seni tamamlayan birinin var olduğunu bilmektir.
Aslı’nın Sureti
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.