Sefirin Kızı bir önceki bölüme dair de içimizde kalanlara göz atmak ister misiniz? Konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bir süredir Mavi’nin eski eşini flashback sahneleri sayesinde görüyorduk. Acaba günümüz hikayesine de dahil olacak mı diye düşünürken geçen hafta bölüm sonu canavarı olarak Mavi’nin karşısına dikildi. Güven’in geçen hafta arayarak bulamadığı Mavi’nin yeni evini nasıl bulduğunu hiç anlamadım ama şehre gelir gelmez soluğu Mavi’nin yanında alması endişe vericiydi. Karşısında Serdar’ı görür görmez Mavi’nin gözlerinde beliren korku ve nefretin ekrana mükemmel bir şekilde yansıtıldığını düşündüm. Sedat’ın “Ne zamandır görüşmemişiz. Bir otur, iki çift laf edelim. Geçmişi yad ederiz” demesinden anladığım şey, kendisinin takıntılı bir adam olma konusunda Akın’ı aratmayacak cinste bir sosyopat olduğuydu.
Sedat rolünde oynayan oyuncuyu da şimdiden tebrik ediyorum çünkü daha ilk sahnesinde mimiklerinden duruşuna kadar her şeyiyle beni tehlikeli ve dengesiz bir adam olduğuna inandırmayı başardı. Mavi’yi nasıl bulduğunu açıkladığı sahnede de anladık ki bu tehlikeli adam aynı zamanda bir hukuk mezunu. Bu bilgi karakterine olan bakışıma yeni bir boyut kazandırdı. Serdar çok daha tehlikeli bir adamdı. Dizilerde yeni trend bu galiba. Hukuk okumuş eski karısına eziyet edebilmek için hukuk kurallarını istediği gibi kullanan adamlar ve deli olduğu inandırılan geçmişi lekeli kadınların onlarla mücadelesi. Hoş geldin, Çelebi 2:)
Sedat’ın gelişiyle Mavi’nin geçmişindeki bütün defterler de yeniden açılmaya başladı. “Ne de olsa sen arkanda iki ceset bırakmışsın birisin” dediğinde aklıma Güven’in araştırma yaptırdığı sırada karşısına çıkan on dokuz yaşındayken yargılandığı dava geldi. Acaba kimi öldürdü diye düşündüm ama belli ki ikinci ceset olarak atıfta bulunduğu kişi kızları Ekim. Onun gibi adamların katiyen hataları olmaz. Hep karşısındaki insanlar hatalı görürler. Velayeti annesinde olan kızını kaçırmaya çalışırken kaza yaptığında da doğal olarak suç, direksiyonu kullanan kendinde değil; kızını geri almaya çalışan annededir. Çünkü boşanarak “hayır” demeye cüret etmiştir.
Kendi eylemlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek yerine karşısındaki insanı yaşadığı tatsızlıklardan dolayı suçlayıp tehdit etmek daha doğru geliyor onlara. Söz konusu eziyet olduğunda konunun eğitimli ya da eğitimsiz olmakla ilgisi yok. Bunu Sancar yaptığı zaman geleneksel, cahil ve köylü sayılıyor; ancak Serdar gibi biri yaptığında etrafındaki kimse onun böyle bir şey yapabileceğine ihtimal bile vermek istemiyor. Neyse ki Mavi ona daha fazla konuşma imkânı vermeden içeri girip kapıyı kapattı da Sedat fazla ileriye gidemedi.
Bu bölümde öyle bir sahne vardı ki kendinden bahsetmeden geçmem mümkün değildi. Ufacık ve basit bir andı belki ama Sancar uzun zamandır bu anın hayalini kurmaktaydı. Destan geçmişinin sırtında bir yük olmadığı, kötü adamlarla ve bitmek bilmeyen sınavlarla boğuşmak zorunda kalmadığı bir hayatta sıradan insanlar gibi alış-veriş yaptığı ve eve gidene kadar almış olduğu ekmeğin yarısını kemirdiği huzurlu bir an. Sizi bilmem ama ben yaşanan entrikaları düşününce eve ekmek götürmek gibi basit eylemi gerçekleştiren gerçek karakterleri görmeyi özlediğimi söyleyebilirim. O yüzden de Sancar’ın bu kısa süren huzurunu izlemekten büyük bir keyif aldım.
Sancar o akşam Sedat’ın kim olduğunu öğrendiği bir karşılaşma yaşamadı elbette. Ancak eski eşi tarafından yeni tehdit edilmiş Mavi’nin bu durumu “Kimdi o adam?” diye soran Sancar ile paylaşmaması aksine peşinden gitmemesi için bu sorusuna “Bilmem. Ben hırsız sandım. Korktum biraz” diyerek cevap vermesini hiç doğru bulmadım. Her fırsatta herkesle empati kurma yeteneğine sahip diye iyi niyetli olduğu şeklinde savunduğum Mavi’nin daha ilişkinin başında yalan söylemesinin savunulabilir bir yanı yoktu. Ancak sarıldıkları sahnelerde Mavi’nin yüzünde beliren yeni bulmuş olduğu huzurunu kaybetme korkusunun gerçekliğine de inandım.
Sancar çok kısa bir sürede Mavi’nin de yardımıyla çok güzel bir adama doğru evirilmeye başladı. Artık sadece kendine söyleneni değil; söylenmeyenlerin de farkına varan bir Sancar var karşımızda. Yeni senaristler o kadar farkında ki insanların zamanla hatalarından ders alarak olgunlaştıklarının. Onlar da bu süreci Sancar’a yaşatıyorlar. Sevdiğinin derdine ortak olmaya çalışan “İstemeden ben mi üzdüm seni?” deyip hayıflanan bir adam oldu. Mavi’nin bir dokunuşu bir “Hayır. Sen harikasın” deyişi bile yüzünü güldürmeye yetiyor. Zamanında fark etmeden o kadar çok yakmış ki sevdiğinin canını, şimdi de aynısını yapmaktan korkuyor.
E ele tutuşan sakin sakin konuşarak anlaşan bir çift yazmak aslında o kadar da zor değilmiş. Eski Sancar “Seni üzen içini kemiren her neyse. Hayat önüne nasıl bir zorluk çıkartırsa çıkartsın bana anlat ya. Birlikte mücadele ederiz” demezdi. Ancak bu Sancar sevdiğini alıp karşısına konuşuyor. Bu da izleyicide olumlu bir etki yaratıyor. Zaten Sancar’ın bütün öfkesi de hataları da şüphesi de aslında bilmesi gerekenlerin yüzüne söylenmemiş olmasından kaynaklanıyordu. Şu adamdan artık bir şeyleri saklama huylarından vaz geçmeleri gerekiyor. Mavi en azından canını sıkan şeyi anlatmaya niyetlendi ama keşke geciktirmeseydi.
Sancar geçmişi yad ederken dudaklarından dökülen söz üzerine Mavi’nin verdiği “İnsan genellikle kaybedince anlıyor değerini. Ben senin değerini kaybetmeden bilmek istiyorum” cevabı gerçekten de çok anlamlıydı. İnsan bu dünyada yaşarken bazen yolunu kaybedip hayatın gelip geçici olduğunu unutuyor. Bize biçilen bir ömürle geldiğimiz şu dünyada hiçbir şeyin kalıcı olmadığının bilinciyle yaşamak lazım. Bu yüzden de her ikisinin de kendilerine verilen bu ikinci şansı en iyi şekilde değerlendirmelerine çok seviniyorum. Diyorum ya söz konusu çiftler olduğunda küçük ama samimi anları daha çok severim diye. Kanepenin üstünde oturup birbirlerine sarılan bir adet Sancar ve Mavi’ye kalbimi bıraktım. O kadar huzurlu görünüyorlardı ki bu anın bitmesini hiç istemedim.
“Böyle başını yaslıyorsun ya sanki kalplerimiz birbirine değiyormuş gibi oluyor” demesine eğer kalbinizi bırakmadıysanız bence acilen bir kalp doktoruna görünün çünkü büyük ihtimalle kalbiniz atmıyor. Seviyorsanız da Sancar gibi olun, sevdiğinizin bir nefes alıp verişinden anlayın bir sorunu olup olmadığını. Nasıl da güzel anladı Mavi’nin aklını kurcalayan bir şeyler olduğunu da “Huzursuzsun. Nefes alışın bile farklı” dedi. Bu sahneyi daha güzel şeyler takip edebilirdi eğer Halise olmasaydı. Neden dönüp dolaşıp konu Halise’ye geliyor bilmiyorum ama bu kadın bütün güzel anların katili. Çiftimizin en huzurlu anlarından birini telefonla arayarak bölmüş oldu.
Sancar’a sen eskiden sözümden çıkmazdın diye sitem etti. Önemli bir mesele konuşmaları gerektiğini söyleyince de Sancar mecburen gitmek zorunda kaldı. Gitmeden önce birbirlerine söyledikleri “Belki çok özlersin. Gece geri gelirsin. Şimdiden özledim bile” sözlerini duyunca aşkı pekiştiren şu küçük ayrıntılar dedim. Sancar’ın ağzından böyle aşk sözlerinin döküldüğünü görmek çok güzel ama keşke çok daha önce nasip olsaydı.
Bora’nın Mavi’yi tanıyıp tanımadığına dair sorusuna onu iyi tanıdığı hatta Mavi’nin onu çok sevdiği gibi bir cevap vermesi Bora’yı işkillendirmiştir diye düşündüm ama telefonunun şarjının bittiği bahanesiyle onun telefonunu ödünç alma ricasına olumlu cevap verince belli ki uyanamamış dedim. Bora da Elvan gibi fazla iyi niyetli. Sedat eline geçirdiği telefon sayesinde Mavi’nin şimdiki telefon numarasını da öğrenmiş oldu. Bu arada Güven’in Serdar ile olan görüşmesi de pek de planladığı gibi geçmedi. Serdar’ın iş birliği yapmaya hiç niyeti yoktu. Üstelik ikilinin sevgili olduğuna da inanmamıştı. “Mavi sevgililik nedir bilmez” derken sesinde küçümseyen bir ton vardı.
Güven’in söylediklerinden sonra yeniden eve uğramayı kendine ödev bilen Sedat ile bölümün belki de mantıksız sahnesini izlemiş oldum. Mavi çalan telefonuyla konuşmak için eve girince Sedat verandada duran çayına ilaç koydu. Ancak bu noktada kafam karışıyor Sedat eve bir uyku ilacı ve kapıyı açmasını sağlayacak takım edevatla gelecek kadar hazırlıklıydı da ya Mavi verandaya hiç çıkmasaydı ya da çay içmiyor olsaydı o zaman ne olacaktı? Çay içeceği duyumunu nereden almış acaba merak ettim. Size de mantıksız gelen bir şeyler yok mu?
Serdar eve girer girmez Mavi’nin odasına doğru yöneldi. Kâbus gören Mavi’nin başında sapık gibi dikiliverdi. Kadına evlilikleri boyunca yaşattıkları yetmemiş gibi ayrıldıktan sonra da çektirmeye kararlıydı. Daha sonra ise Mavi’nin telefonunu kurcalamaya başladı. “Bütün şifrelerin aynı. Ölmüş kızının doğum günü” derken yüzünün azıcık bile olsa kızarmaması ve bu kadar rahat oturabilmesi beni çok sinirlendirdi. Bu çocuk sadece Mavi’nin mi çocuğuydu? İyi bir şey yapınca “babasının kızı” kötü bir şey yapınca “annesinin kızı” olması gibi bir durum mu bu? İnsan ölümüne sebep olduğu kızını anarken bu kadar pervasız olabilir mi?
Asıl fırtına ise Mavi’nin telefonunu kurcalarken Sancar’ın kızını uyutup geleceğini söylediği mesajı gördükten sonra koptu. Mesajdan sonra etrafını daha detaylı incelemeye başlayan Sedat, salonun orta yerinde beni bulun diye bekleyen evlilik cüzdanını buldu. Sancar onun olana el uzatmıştı ve artık savaş kaçınılmazdı. Bu yüzden de Sancar’a karşı Güven ile iş birliği yapmaya karar verdi. İlk adımı da Güven’e evliliği söylemek oldu. Güven’in Sancar belasına bulduğu çözüm ise Sancar’ın sevdiklerine zarar verme şeklinde oldu. İlk hedef de Halise idi.
Sancar’ın kızını uyutmak için odasına gittiğinde Mavi hakkında yapmış oldukları konuşma bölüm iyi anlarından biriydi. Melek’in “Mavi nasıldı? Evimiz nasıldı?” şeklindeki soruları hem o evi kendi evi gibi benimsediği hem de Mavi’yi sevdiği anlamına geldiğinden Sancar’ı çok mutlu ediyordu. Kızının ve yeni eşinin iyi anlaşabilmesi Sancar için Menekşe faciasından sonra çok önemliydi. “Orada kalmak çok güzeldi. Sadece üçümüz vardı” deyişi ise ilerde bir aile olarak yaşayacakları hayat için senaristlerin önceden yaptığı bir ima olduğunu düşünüyorum. Melek’in babasına onu sevip sevmediğini sorması tabi ki iyiye işaretti. Ancak Mavi’yi sevdiğini söyledikten sonra, onu mu yoksa Mavi’yi mi daha çok sevdiğini sorması ise bana hala babasını paylaşamadığını kanıtlıyordu.
Sancar kızını uyutup Mavi’nin yanına gitmek için yola revan olduğunda Sedat ile gene yolları kesişmedi. O eve anahtarlarıyla girdiğinde Sedat çoktan evi terk etmişti. Ancak Sancar nasıl olur da açık bırakılan bir yan kapıyı görmezden gelebilir onu hiç anlamadım. Ancak telefonunun neden yanında olmadığı konusunda sitem ederken çok da tatlıydı: “Ben evhamlı adamım”. Yatak odasında vardığında Mavi’nin yatakta kıvrılmış bir şekilde kâbusu gördüğüne şahit oldu. Mavi’yi nazikçe uyandırmak ve de uyandığında kendini kötü hissetmesini engellemek için saçlarını okşadı. Mavi uykusundan sıçrayarak uyandığında Sancar’ın ona kollarını dolayarak sımsıkı sarılması ve saçını öpmesi çok güzel bir ayrıntıydı ama birbirlerine ilk seni seviyorum demeleri kesinlikle mükemmeldi.
Sancar ve Mavi’nin evli olarak birlikte uyandıkları ilk sabahlarında Mavi’nin her çizgisini ezberlemek istercesine Sancar’ın yüzünü incelediği sahne gerçekten de Sancar’ı ne kadar değer verdiğini ve sevdiğini gösteriyordu. Üstelik Sancar da hayatında daha önce hiç böyle sevildiğini üstüne titreyen birinin olduğunu hissetmemişti. Her sabah gözlerini açtığında sevdiğin insanın yüzünün gördüğün ilk şey olmasının bir hazine olduğunu düşünen benim gibi romantiklerden birisiyseniz eminim ki bu sahnede eriyip gitmişsinizdir. “Seni keşfediyordum” da aslında üstüne epey kafa yorulduğunda ne kadar doğru bir söz. Her evlilik aslında bir keşif değil midir?
Sancar’ın içindeki sevdayı yaşayamamasından kaynaklanan yirmi yıllık bekleyişini ve artık yetişkin bir adam olmanın verdiği libidosunu hesaba katınca Mavi’yi bulduğu her fırsatta öpmeye çalışmasını hiç yadırgamadım. Sancar bir ilişkisini de dokunamama üstüne kurmak istemiyor. Üstelik bu ilişkide cinsel saldırının neden olduğu yıkımı üzerinden atamamış bir kadın da yok. Haliyle hayatın ona verdiği bu ikinci şansın kıymetini bilmek ve sevdiğine dokunabilmek istiyor. Ancak bu beklentilerine rağmen Mavi’ye “Hazır değilsen söyle” diyerek rıza gösterdiğinden emin olmaya çalışması sevdiğine evlenecekleri güne kadar dokunmayacağını söyleyen o genç adamın hala Sancar’ın içinde bir yerlerde var olduğuna işaret ediyordu.
Tam ilişkilerini bir adım öteye taşımaya hazırlanırken Mavi’nin telefonun çaldı, arayan Kavruk görünüyordu. Ancak görüntülü aramayı açtığında karşısına çıkan Melek’ti. Sancar görüntülü arayanın kızı olduğunu anladığında kendini yatakta geri çekmesi olduğu yerde kendisine çeki düzen vermeye çalışması bu bölümün en komik sahnelerindendi. Aynı zamanda çocuğu olan her ebeveynin de yaşaması mümkün olan bir senaryoydu. Melek’in “Ben sana orada anne diyebilir miyim? Tabi kızmazsan. Annem olmadığını öğrenince kötü davranıyorlar bana. Çünkü bir tek benim annem yok” deyişi içimi parçaladı. Annesi olmadan yarım kalmış bir çocuktu, Melek.
Mavi onun öz annesi değil ama annesinin yokluğunda avunmasına yardım edecek derdinin tek devası. Bu yüzden kızını kaybetmiş bir anne olarak Halise’nin düşündüğü gibi dünyaya öfkeli olmak yerine Melek’e kol kanat gerişi Mavi’yi kalbimde çok özel bir yere yerleştiriyor. Onun sayesinde gerçek bir anne nasıl olur onu öğreniyorum. Kızı artık olmadığı halde hala birilerine annelik yapmanın ne demek olduğunu da. Sancar’ın “acıktın mı?” sorusuna “acıktım. Biz de insanız sonuçta” diyerek cevap vermesi, aslında seyircilere verilmek istenen bir mesajdı ve gözden kaçmadı. Senaristler ısrarla dördüncü duvarı yıkma niyetindeler.
Sancar alıştığı gibi hep birlikte konakta yaşama hayalini Mavi ile paylaşarak konağa taşınmasını istedi. Ancak bu isteğini Mavi pek de olumlu karşılamadı. Mavi’nin umudu Melek ile Sancar’ın bu eve taşınmasını sağlamaktı. Sancar’ın konağı kalesi ve emaneti belleyen anlayışı ise hala varlığını sürdürüyordu. Sancar için bu konağın ne kadar değerli olduğunu anlıyorum ama belki de yuvadan uçmanın vakti çoktan gelmiştir. Mavi çok haklı, Efeoğlu ailesinin birlik olmak için bir arada yaşamaya ihtiyacı yoktu ancak Mavi-Sancar ve Melek’in bir aile olabilmek için yalnız kalmaya ihtiyaçları vardı. Sancar ve Mavi birbirlerini daha yeni yeni tanımaya başladılar. Bu süreçte aile olmayı öğrenebilmeleri için yalnız kalmaları şart.
Nerede yaşayacakları konusunda henüz bir fikir birliğine varamamışken Mavi’nin eski eşi hakkındaki gerçeğin ortaya çıkması ise başka bir kavganın fitilini ateşledi. Sedat’ın Mavi’yi arayarak ayağına çağırması gelmediği taktirde Sancar ile geçmişi hakkında konuşacağını söyleyerek tehdit etmesiyle başladı, esas çiftimizin huzurunu kaçıran kavga. Derdinin ne olduğunu öğrenmek ve Sancar görmeden önce Sedat’ı şehirden gönderebilmek için Mavi buluşmayı kabul etti. Mavi tehditleri yüzünden onun ayağına gitmeye hazırlanırken Sancar’a da yeni eşinin gerçek yüzünü öğrenmesi hakkında bir mesaj çoktan gitmişti.
Mavi eski eşiyle buluştu. “Hoş geldin, hayatım” nasıl da hastalıklı bir karşılamaydı. Bir insan kendini boşamış eski eşinin peşine neden düşer hiçbir zaman anlayamayacağım. Mavi kendine cehennemi yaşatmış adamla gayet makul bir şekilde konuşup anlaşmaya çalıştı. Güzel bir dille kendine yeni bir hayat kurduğunu Sedat’ın da İstanbul’a dönerek kendine yeni bir hayat kurabileceğini ifade etti. Üstelik sesini yükseltmemek için çok çabaladı. Keşke karşındaki adam da anlattıklarını anlayacak ti niyette bir adam olsaydı. Mavi’nin aksine Sedat’ın kendine yeni bir hayat kurmaya hiç niyeti yoktu üstelik Mavi’ye de kurdurtmama konusunda kararlıydı.
Güzel dille konuşmaktan anlamayınca Mavi bu sefer onu savcılığa şikâyet edip uzaklaştırma kararı çıkarmakla tehdit etti. Ancak Sedat artık yasaların bile kendini durduramayacağını söyleyerek ne kadar ileri gidebileceğinin ilk sinyallerini verdi. Kızını öldürmüş bir adamın hayatına devam etmeye çalışıyor diye kendine hesap sormasına daha fazla dayanamayıp ayaklandığı ve Sedat’a yargı dağıttığı anda da Sancar çıkageldi. Sedat onları izleyen Sancar’ın şaşkın halini görmekten zevk alırken Mavi düştüğü tuzağın yeni farkına varıyordu. Sedat Sancar’a kim olduğunu söylemekte hiç vakit kaybetmedi. Üstelik “Öyle bir kâğıda iki imza attım diye çok sahiplenme. Senden önce ben vardım” demez mi! Sancar dayanamayıp kavga çıkardı. Neyse ki kavga çok büyümeden Mavi Sancar’ı ikna etti de el ele oradan çıktılar ancak diğer cinayetine dair söyledikleriyle şüphe tohumları çoktan ekilmişti.
Sancar yeniden evlenecek kadar bir kadına güvenmiş ancak o kadın evlenir evlenmez kendine yalan söylemişti. Bu bir yalan değildi aslında diyerek Mavi’yi savunmak kolay. Ne de olsa o kendi ağzıyla eski kocasının öldüğünü asla söylememişti. Ancak bazen gerçeğin kendisini saklamakta yalan söylemek değil midir? Sancar haklıydı ölmediğini de söylememişti. Mavi de hiç kusura bakmasın “Çünkü benim için öldü. Hem de o kazadan çok daha önce” katiyen yeterli bir savunma değildi. Bir ilişkide güven isteyebilmek için önce güven vermek gerekiyor. Seven insan güvenir çok doğru. Ancak birbirini tanıdıktan sonra olur, birbirine açık olduktan sonra olur. Çiftler her ne olursa olsun birbirine dürüst olabilmeli aksi taktirde sağlam sandığın ilişkin kumdan kale olur.
Sancar’ın evlendiği insan hakkındaki gerçekleri bilmeye hakkı vardı. Evlendiği kadının geçmişiyle ilgili konuları bu şekilde duymayı hak etmiyordu. Onun istediği açıklama Mavi’nin tüm geçmişini ortaya saçması değildi elbette. Geçmiş adı üstünde geçmiş. Yaşanmış ve bitmiş. İyi ya da kötü bizi olduğumuz insanlar yapandır. Hayatımızı birleştireceğimiz insanın geçmişindeki her ilişkinin detaylarını bilmemiz gerekmiyordur ama duracağımız yeri bilmek açısından en azından kim olduklarını bilmeye hakkımız vardır. Sancar’ın sitemi de Mavi’nin geçmişine değildi, hiçbir şey söylememesineydi. Bu yüzden de kendisine hak verdim. Ancak Sancar’ın da iki yüzlü olduğunu düşündüm. Mavi’nin eski eşini anlatması gerekiyordu; ancak Sancar’ın da eski eşini anlatması gerekirdi.
Sancar’ın derdi Mavi’nin geçmişini yargılamak olsaydı başka türlü konuşurdu veyahut hiç konuşmazdı, onu da yanına alarak korumak için konağa götürmeye kalkmazdı. Siz eğer sorulmadan güven verebilen insanlardan biriyseniz, muhtemelen benden farklı düşünürsünüz. Çünkü ben asla öylece güvenebilen bir insan olmadım.
Sancar Mavi’nin eski eşinin yaşadığını öğrendiği andan itibaren gene o eski tanıdığımız Sancar olmaya başladı. Koruyuculuğunun boğuculuk olduğu, güvende tutmayı evde esir almak anladığı. Mavi’yi koruma kisvesi altında evin etrafını kuş uçurmaz hale getirmesiyle Nare vurulduktan sonra onu alıp konağa getirmesi arasında düşünce biçimi olarak hiçbir fark yoktu aslında. Koruyacağım derken karşısındaki insana fikrini sormaması ve hürriyetini elinden alması çok yanlış bir hareketti. Sedat’ın peşinde düşmesi ise çok daha yanlış bir hareketti. Ama ona bakılırsa daha ettikleri ilk kavgadan sonra Mavi’nin de evlilik iptalini araştırması da çok doğru değildi.
Güven ise zafer kazanma arzusuyla Halise’nin dövdürdüğü Ahmet’e ulaştı. Amacı onu Sedat ile bir araya getirerek Halise’ye karşı bir ceza davası açmalarını sağlamaktı. Bunlar kötü adamlar ya tabi ki başarılı olmalarını istemem ama adaletin varlığına inanmış biri olarak da Halise’nin yaptıklarının bedelini ödemesini isterim. Kadın kendini mafya reisi sanıyor. Efeoğlu ailesinin şanını yürüteceğim diye bazen çocuklarını ele güne karşı zor durumda bırakıyor. Eğer hayatlarına devamlı müdahale eden bir Halise olmaz belki çocukları daha mutlu olur.
Ahmet zorla alıkonulduğuna dair bir dava açması durumunda olan bitenin babasının kulağına gitmesinden ve eski eşiyle olan boşanmasını kötü etkilemesinden korkuyordu. Güven ne dediyse ikna edemedi ama Sedat hemencecik ikna etmeyi başardı. Ahmet’i çoğu erkeğin karşı koyamayacağı bir noktadan vurdu: Egosu ve de bir kadın tarafından kaçırtılarak dövülmenin neden olduğu utanç. Görünüşe bakılırsa Sedat sadece kötü bir adam olmakta değil; aynı zamanda karşısındaki insanların içindeki kötüyü ortaya çıkarma konusunda da çok başarılı. Ahmet’i dava açma konusunda ikna etti. Zaten bölüm son sahnesi de polislerin Halise’yi almak için gelmeleriydi.
Sancar eskiden ne zaman efkarlansa kulübeye sığınırdı ama kulübenin değişen yapısı ve artık Melek’e ait olması nedeniyle artık efkarlanmaya zeytinliğe gider oldu. Eski eş mevzusu ilişkilerinde vermek oldukları ilk sınav olarak ağırlığını hissettirmekteydi. Sedat’ı aradığı yerde bulamayan Sancar’ı zeytinlikte Mavi’nin evlilik üzerine söylediği şeyleri düşünürken buldum: “Başlarda hep öyle olur koşulsuz birbirine sarılırsın. Ama bir süre sonra kıskançlıklar başlar. Acıtmalar başlar, kavgalar başlar. Bana hep en yakın sen ol istiyorum. Sana hep en yakın ben olacağım”. Birbirine her daim en yakın olmaya yemin etmiş iki kalbin birbirini koşulsuz sevmesidir, evlilik.
Evlilikte birbirinden sır saklamanın doğru olmadığını ve evlilik bağının dürüstlük üzerine kurulması gerektiğini bu yüzden Mavi’yi haksız bulduğumu söylemiştim. Ancak Mavi’nin Sancar’a içini döktüğü kırmızı kaplı defteri ben tamamen unutmuştum. Ama belli ki senaristler unutmamış. Sancar ile birlikte defterin sayfalarından dökülen geçmiş travmaları kendi kulaklarımızla duyma fırsatı bulduk. Kadın için hayat zor da boşanmış bir kadın için çok daha zor. Cehennem bir evlilikte hapsolmuşken kimse acı çektiğinizi görmez, çığlık seslerini duymaz ve kimse ne halde olduğunuz hakkında konuşmaz. Ama düzeni yıkmaya ve sıkışıp kaldığınız o hapishanenin zincirlerini kırmaya çalıştığınızda sizinle ilgili her şeyi ortaya saçarlar. Ne anneliğiniz kalır ortada ne kadınlığınız ne de insanlığınız. Erkek bunu yaptığında neyse de en acısı bunu en çok yapanın da gene bir kadın olmasıdır.
Hatasını anlayan Sancar soluğu hemen Mavi’nin yanında aldı. Koltukta oturan hayal kırıklığı yaşamış Mavi’nin karşısında dizlerinin üstüne çöktü ve: “Özür dilerim. Defterine yazmışsın ya ben hep mücadele ettim diye. Ben de hep mücadele ettim. Ve hiç kazanamadım. Hep yok sayıldım, aldatıldım. Bu durumda da hep karşı tarafı suçladım. Kendimi de hep mağdur saydım. Ama bugün gördüm ki sen haklısın ya haklısın. İnsan ya güvenir ya da güvenmez” dedi. Bu senaristler sayesinde eskiden kaba saba bir adam olan Sancar’ın istediğinde yaptığı hataları kabul ederek kırdığı insandan içtenlikle özür dileyebildiğini görmüş oldum. Yanlış hatırlamıyorsam eğer eskiden sadece zeybek oynarken dizlerimin üstüne çökerim diyen bir Efe vardı, acaba ona ne oldu?
Üstelik bu Sancar Efe sadece özür dilemeyi bilmiyor aynı zamanda “Artık çocuklukta mı oldu yoksa büyürken mi incindim, onu da bilmiyorum. Ben güvenmeyi bilmiyorum. İçime bir şüphe düştüğünde onu esiri oluyorum. Ama sana söz veriyorum, bunu öğreneceğim. Sana verdiğim yeminin hakkını vereceğim. Aramıza kimsenin girmesine izin vermeyeceğim. Biz aile olacağız ya. El ele olacağız. Bütün zorlukları yeneceğiz seninle. Biz seninle huzurluyuz be kadın. Bunu kaybetmek istemiyorum. Eğer beni affedersen biz çok mutlu olacağız” diyerek tüm özgüvensizliklerini ve hayata dair umutlarını da anlatabiliyordu. Neden daha önce Sancar hiç konuşturulmadı?
Aşkın ancak denkler arasında olduğunda sağlıklı olduğunu söyleyip duruyorum ya samimiyet de ancak iki tarafta kalbinden geçenleri söylediğinde kurulabiliyor. Senaristler de benim gibi düşünüyor olacak ki aralarındaki aşk bağın güçlenebilmesi için Mavi de kalbinden geçenleri paylaşmak için dizlerinin üzerine çöktü ve: “Hayatımda ilk defa biri beni yanıltmadı. Bunun değerini bilemezsin. Her şey çok güzel olacak diyemem, yalan olur. Çok kavga edeceğiz. Çoğu zaman birbirimizi anlamayacağız. Ama ben seni tanımayı çok sevdim” dedi. O anlarda o kadar içten ve samimiydiler ki bu an gerçek bir anmış gibi geldi bana. Tabi sonrasında verilen yüzük de.
Ancak bölümde en sevdiğim anın aynı zamanda gerçekten karı-koca olmaya adım attıkları an olması bir tesadüf değil. Ancak düşündüğünüz nedenden değil. Sahnenin aslında esas çiftimizin karşılıklı oturması dışında başka hiçbir şey vermeden izleyicide uyandırdığı yoğun duygular yüzünden. Bir insanın bir insanın her şeyini sevdiğini dile getirdiği o büyülü an olduğu için seviyorum. Repliklerinin her biri zihnime tek tek kazındı.
Ben de senin yanındaki Sancar’ı çok sevdim…
Ben de senin gözlerindeki Mavi’yi…
Seninle uyumayı. Seninle uyanmayı.
Kokunun üstüme sinmesini.
Bütün gün sen kokmayı.
Senle nefes almayı.
Hayata seninle aynı yerden bakmayı.
Seni öpmeyi. Tadını.
Seni sevmeyi. Seni sevmeyi.
Ölene kadar. Ölene kadar.
Düğünden bahsedecek olursak eğer haftalardır hazırlığı yapılan nikah büyük sürprizlere gebe oldu demek doğru olur. İlk başta nikahı geçtim Efeoğlu ailesine yaraşır bir düğün yapma konusunda hevesli olan Yahya, uzun zamandır kuma gömmüş olduğu başını dışarı çıkartarak Dudu’nun Aydın’a gitme meselesinin peşine düştü. İlk etapta Dudu adına yapılmış bir hastane kaydının olmaması içine bir nebze su serpmiş olsa da arkadaşı Ela adına da yapılmış bir kayıt olmadığını görünce Yahya bu işte annesinin parmağı olduğunu anladı. Doktorla görüşmeye gittiğinde ise çocuğun kendinden olmadığını ve annesinin kendisini kandırdığını öğrenmiş oldu. Annesiyle yüzleşmesinden sonraki hal ve tavırlarından sonra nikahta Dudu’ya hayır demesine hiç şaşırmadım.
Düğüne Mavi ile gelen Sancar’ın annesinin Mavi ve eski eşi hakkında atıp tutmalarına dayanamayarak “o kadın, o kadın dediğin kadın benim nikahlı karım” demesine epey bir şaşırdım. Sancar’ın annesi karşısında her ne pahasına olursa olsun sevdiği kadını ezdirmemesini taktir ettim. Sancar aslında değişmiyordu sadece olması gerektiği kişiye doğru eviriliyordu. Herkes en az benim kadar Halise’yi tanıyorsa eğer kimselerle paylaşamadığı oğlu Sancar’ın ondan habersiz hem de onun istemediği birisiyle evlenmesini polisler tarafından tutuklanmaktan daha fazla dert edinmiş olduğunu tahmin edersiniz diyerek yazımı tamamlıyorum. Yazımı okuyan herkes için hayatlarında koşulsuz bir sevgi bulmuş olmalarını ya da ilerde bulmalarını diliyorum…
Son bölüm yorumunu okudunuz mu?
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.