Sefirin Kızı’nda 39. Bölüm’de fark ediliyor ki yeni yazım ekibi hikayeyi toparlayıp, yeni hikayeye giriş yapabildiler… Dizi Total’de 4,36 reyting ile 14. AB’de 3,64 reyting ile 10. ve ABC1’de 3,98 reyting ile 13. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Yazmakta çok geç kalmış olduğum Sefirin Kızı dizisinin otuz dokuzuncu bölümü için başlığın ne olması gerektiğini düşünürken çok vakit kaybettiğimi itiraf etmeliyim. İlk başta Sancar ve Mavi ile birlikte yeni bir yola çıkacağımız için “Yol Arkadaşım” olması gerektiğini düşündüm. Daha sonra ise “Aynı Yağmur Altında Farklı Islandık” olabilir diye düşündüm. Ancak son haftalarda diziye yönelik yapılan karalama çalışmalarını düşününce en iyisinin gemiyi terk eden oyuncular yerine bütün yükü sırtlanan oyuncuyu yani Engin Akyürek’i onurlandırmak olduğunu düşündüm. Ve bu başlığı tercih ettim.
Senaristler çeşitli mazeretler dolayısıyla diziden ayrılan oyuncuların yerini doldurmaya çalışadursunlar, belli bir kesim de özellikle Sancar üzerinden “20 yıllık destanı iki güne unuttu. Destan yalan çıktı” şeklindeki polemiklerini yüksek bir sesle dile getirmeye devam ediyorlardı. Ancak aynı kesim Nare Sancar’ı affedip destanına sahip çıktığında da Nare’yi gurursuz bir kadın olmakla itham ettiklerinden kendilerini ciddiye almak ne kadar mümkün bilemiyorum. Hele de karşısındaki affetme erdeminin ne zaman gurursuzluk olduğunu tartışmıyorum bile.
Tek diyebileceğim gidenin değil kalanının suçlandığı bu memlekette her şeyin mümkün olduğu. Onlara kalsa Sancar gençliğinde yaptığı bir hata yüzünden asla affedilmeyecek. Nare de hayatına ya yalnız ya da Gedizle devam edecek. Bu durumda Nare’nin destana sırtını dönmeye hakkı varmış ama Sancar ömür boyu affedilmeyecek olsa da asla yeni bir sayfa açmaya hakkı yokmuş gibi görünüyor. Böyle düşünenler için o halde Nare’yi kendi başına ayakları üzerinde tutunmuş bir kadın olarak düşünün ve bu destan sayfasını kapatın demek istiyorum. Artık çocuk masallarına inanmanın zamanı geçti, devir büyüme devri.
Yeni senaristlerle birlikte her bölümün bir önceki bölümün kaldığı yerden başlamasını ne kadar sevdiğimi anlatmaya kelimelerin yeteceğini sanmıyorum. Kendimi birbiri ardına dizilmiş bir seriyi okuyormuş gibi hissediyorum. Bu şekilde bölümler arasında da bir bütünlük dengesi kurulmuş oluyor.
Bölüm Sancar ve Mavi’nin yan yana daldıkları uykudan gene birlikte uyanmalarıyla başladı. Sancar’ın uykudayken istemsizce Mavi’ye dokunması, bana Nare ile Montenegro’ya gittikleri zaman koltuk üzerinde birlikte uyuya kaldıkları zamanı anımsattı. Sancar o zaman da ne kadar kendini çektiyse şimdi de farkına varmadan aynı şekilde kendini çekmeye çalışıyor. Bu girişimi sırasında uyanan Mavi ile konuşmadan bakıştıkları o ufacık an benim için diyaloglarla çok şey anlatılmasına bedeldi. Çünkü bu iki insan ilk görüşte aşık olan iki insan değil; aksine ilk bakışta birbirlerini yaralarından tanıyan iki insandı. Bu da masallarla büyüdüğümüz bir dünyadan çok daha gerçekti.
İnsan başına gelmeden bilmez bir insanı yaralarından tanımanın nasıl bir duygu olduğunu. Daha dün sana “yabancı” olan bir insanın bugün sana tanıdığın herkesten daha “yakın” olduğunu hissetmek nereye koyacağını bilemediğin bir duygudur. O yüzden de uzun zamandır kanayan bir yaraya pansuman yapan insanın kim olduğunu merak eder ve onu daha yakından tanımak istersin. Bu yüzden Sancar’ın ortamdaki garipliği aşmak için derdinin ne olduğunu sorması bana gayet makul geldi. Ancak Mavi’nin meraklı insanlardan hoşlanmadığını söyleyerek konuyu kestirip atması da bir o kadar sakladığı acı bir geçmişi olduğu konusundaki şüphelerimin kesinleşmesini sağladı.
Sancar da anlatılmayanın ardındaki acıyı hissetmiş olacak ki ısrar etmeden üstelik özür de dileyerek kızının yanına konağa döndü. Son zamanlarda kızını ihmal ettiğini düşünenlerden biri iseniz bilin ki yalnız değilsiniz. Bu konuda Sancar’ın bir ihmalkarlığı olduğunu kabul ediyorum ancak bunu birinin peşinde koşmak için değil; aksine biraz da annesi yanında olmayan kızını nasıl avutacağını bilmediği için yaptığını düşünüyorum.
Nare’nin gidişinin en çok Melek’i etkileyeceğini söylemiştim. Melek bu aralar annesi tarafından terk edilmenin üzüntüsüyle dökülen saçlarını gizlemekle birlikte babasını her yanında bulamadığı anda onun da gitmiş olabileceği korkusuyla yaşıyor. Onun yaşındaki bir çocuk için çok fazla acı ve korku var. O yüzden de senaristlerin bu konunun üzerinde durmasını taktir etsem de Melek’in ilerde ciddi sorunları olacağını düşünmeden edemiyorum. Melek’in babasından ve konak halkından gizlediği ortaya çıktığında senaristlerin bir çocuk psikoloğu senaryosunu devreye sokmalarını umut ediyorum. Çünkü ailelerin bile yetersiz kalabildiği konular var. Şimdilik Melek annesinden öğrendiği bir “mutluluk” oyunu oynamakla meşgul.
Eve geldiğinde Melek’in sabah uyanıp da onu yanında göremeyince telaşlanan halini gören Sancar, kızının son zamanlarda konuştuğu tek konu olan kulübe konusundaki ısrarlarına daha fazla dayanamaz. Onu kulübeye götürmeye söz verir ama kulübeye gitmeden önce karşılaşma ihtimaline karşı Melek’e Mavi’nin varlığından söz eder. Melek hem bu kulübesinde kalan insana karşı merak duymakta hem de o kulübenin sadece o, babası ve Kavruk’a ait olması gerektiğini ifade ederek kendisinden izin almadığı için babasına kızmakta olması, bana Melek’in iç dünyasındaki çatışmaları göstermek için yeterliydi.
Melek her ne kadar babasına biz birlikteyken hiç üzülmüyorum dese Elvan’ın nasılsın sorularını iyiyim diye geçiştirse de aslında annesini çok özlüyor. Sekiz yaşına kadar hayatla tek bağı annesi olan bir çocuk için de bu gayet anlaşılır bir durum. Üstelik her anne aslında çocuğunun ilk vatanı değil, midir? Bu yüzden de hiç tanımadığı Mavi’nin kulübesinde kalmasından çok birinin onu orada kalırken göreceğinden korkmasını anlıyorum. Ya orada birinin kaldığı annesinin kulağına giderse???
Kulübedeki oyuncak bebeğe adının “Nare” olduğunu söylemesi “Seni asla bırakmayacağım. Yetişkinler de hata yapar” demesi, üstelik bunu annesinin tonlamasıyla yapması bile annesinin gidişini kabul edemediğinin bir kanıtı. Melek kimse söylemese de hala annesinin döneceğini umut ediyor. O güne kadar da babasıyla birbirlerine tutunacakları düşüncesi, Mavi’yi kulübede göremeyince merak eden Sancar’a bozulup “ben sana yetmiyor muyum?” diyerek sitem etmesine yetiyor. Mavi’nin güzel olup olmadığını sorması da kulübede babasına bırakmış olduğu notu yakıp yok etmek istemesi de aslında babasını paylaşmak istememesinden.
Kızının gönlünü hoş etmek için oyuncağın içine su doldurmaya çalışan tatlı babamız Sancar’ın aklı ise Mavi’nin kim olduğunda, nereye ve nasıl gittiğinde.
Nare’nin gidişiyle birlikte gece uykularının kendine haram olduğu Sancar, bir gecede uyumasına yardım eden Mavi’nin peşine düştü bir kere. Ama neden düştüğünü kendi de bilmiyor. Kavruk ile dertleşirken aslında kendine de kızıyor. Kadına musallat olduğunu düşünüp vahlanıyor. Hem yaptığını rahatsız etme girişimi olarak görüyor hem de hakkındaki her şeyi merak ediyor.
Bir zamanlar Alaca Kuş ile Efe destanının en büyük savunucusu olan Kavruk, Mavi için geçen hafta yapmış olduğu peri kızı yorumunun üstüne çıkarak arkadaşının evhamlarını evli olmadığı gerçeğiyle söndürmeye çalışıyor. Her seferinde Mavi’nin ne kadar güzel olduğuna dair imaları ister istemez bana, Kavruk’un ilerde büyük bir #SancarveMavi fanı olacağını düşündürüyor. Efesinin demediğini de anlayan Kavruk, Sancar’ın acılarını gölgeleyen bu merak duygusunu desteklemek için Mavi’nin peşine düşüyor. Bu sayede hem bir pansiyona yerleştiğini hem de Kos’a geçmek için tersane tersane gezdiğini öğrenmiş oluyoruz. Üstelik tek takip edeni de Kavruk değil zira geçen hafta olan bitene ses çıkarmayan Halise de Mavi’nin peşinde.
Sancar Mavi’nin peşine neden takıldığını bilmiyor. Sadece büyük bir acısı ve intihar eğilimi olduğunu biliyor. Ama biz dikkatli seyirciler aslında burada ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Halise’nin de belirttiği gibi dokuz yılda unutamadığı Nare’yi tek bir günde kız güzel diye unutacak hali yoktu ya. Sancar kadının peşinde çünkü Mavi ona bir yerlerden tanıdık geliyor. Onun için Nare’nin “vekili” olma görevi üstleniyor.
Kendi yaraladığı için yaralarına asla iyi gelemediğini düşündüğü Nare yerine, dertli olduğunu gözlerinden anladığı bu kadına yardım etmeye çalışıyor. Çoğunluğun iddiası olan Nare’yi uçurumdan atlamaya sevk eden kendisi, şimdi intihara meyilli olduğunu düşündüğü bu kadına yardım ederek günahlarını temizlemeye çalışıyor. O kadının derdinin ne olduğunu anlamaya çalışadursun, bu süreçte de gözünün önünden bir yere kaybolmasını önlemek için yatı, teknesi hatta kayığı olan herkese Mavi’yi yolcu olarak almaması için tembih veriyor. Ambargo koyuyor demek daha doğru. Mavi de zeki bir kadın. İlk Sancar’dan şüphe etti ama Sancar kahvaltı ayağına güzel geçtirdi.
Meydanda deniz kenarında bir kahvaltı eşliğinde sohbet etmeye Mavi ne kadar alışkın onu bilemem ama Sancar için yeni olduğu kesin. On sekiz yaşından beri hayatın kendine azap edildiği bir adam için normal olanı yapmanın anormal gelmesi ne garip. Nare ile gezmediği Bodrum sokaklarında Mavi ile çay içmesini sağladığı için yeni senaristlere teşekkür ediyorum. Sonunda konak, taş ev ve marina dışında bir yer görebildik. Aaaa, meğerse Bodrum da yaşıyorlarmış, hiç haberimiz olmadı bugüne kadar.
Kahvaltı sırasında Mavi’nin beni karşı kıyıya sen götürsene diye sormasına Sancar’ın verdiği cevap duruşunu da belli ediyordu. Kim olduğunu bilmeden ne Mavi’yi götürmeye ne de bir yere gitmesine izin vermeye niyeti yoktu. Kendisine neden Efe dendiğini sorması üzerine, Sancar’ın meşhur Efe Dede hikayesini özet bir şekilde anlatması benim gözümde yeniden Nare ile olan ilişkisine yapılan bir paralellikmiş gibi geldi hoşuma gitti. Ama bir konuda dikkatimi çekti. Nare gittiğinden beri Sancar’ı hiç siperinde görmedik. Acaba yazarlar bunu bilerek mi yaptı yoksa yazar değişince o hikayede çöpe mi gitti ilerde anlayacağımızı umuyorum.
Sancar’ın hikayesine karşılık “insanın soy ağacını bilmesi ne kadar güzel” şeklinde bir cevap verince Mavi’nin bu hayatta kimsesi olmadığını düşünmeye başladım. O Nare’den de beter tıpkı Elvan gibi düşünmeden edemedim. Elvan ile dostluğunun da bu noktada kurulacağını düşünüyorum. Bu cümle öylesine yazılmış bir cümle değil; Mavi’nin hikayesi açıldıkça bu konu hakkında çok şey öğreneceğimizi düşünüyorum. Birbirlerini anlamaya çalışırken ki bakışmaları birbirlerini ölçüp tartmaları çok tatlı değil miydi? Hele de Sancar deyişi…
Diyorum ya yaraları aynı yerden olmasa da ikisinin de yaralı olması onları birbirine çeken. Bu sayede hayatlarındaki acılar ve huzursuzluklar yüzünden uyuyamayan iki insan birbirlerine iyi geldiler. Mavi uzun zaman sonra çektiği uyku için Sancar’a teşekkür ederken Sancar da aynı durumda olduğunu anlatıyordu. Bu bağırmadan çağırmadan sakin bir şekilde konuşmanın mümkün olduğu insanları ve sahneleri hep çok sevmişimdir. O yüzden de bu sahneye kalbimi bıraktım. Peşinden de “Sen neden uyuyamıyordun?” sorusuna verdiği “ben de meraklı insanlardan hiç hoşlanmam” repliğini de çocuk gibi kaçıp gitmesine de çok güldüm.
O yüzden de daha sonra “Alaca Kuş ile Sancar Efe” destanını Kahraman’ın ağzından öğrenmesine ve bu yüzden Sancar’a cephe almasına çok üzüldüm. Bir daha karşıma çıkma dediği andan itibaren hikayenin kendi tarafını anlatabilmek için çabalayan Sancar, yıllar önceki hatasını yeniden yaşamış ve canı yeniden yanmış kadar oldu. İçimde her insan hata yapar çünkü hata yapmak insana özgüdür demek geçti. Hatta bu dünyada hata yapabilen tek canlı insan. Çünkü ancak insan, hatalarından ders alabilir. Ve siz siz olun kimseyi üçüncü şahısların ağzından duymuş olduğunuz hayat hikayeleriyle yargılamayın.
Şu ana kadar belki de her sahneye Sancar Efeoğlu’nun gözünden baktık biraz da Mavi’nin gözünden bakalım. Kendine yardım eden ama hakkında adından başka hiçbir şey bilmeyen Mavi, kulübede gözlerini Sancar’ın yanında uyumuş olarak açtığında Sancar’a kıyasla daha rahattı. Ben bu rahatlığını, Sancar’ın bütün gece yanında kalmış olmasına rağmen kendine hiçbir zarar vermemiş olmasının yarattığı güvenme hissinden kaynaklandığını düşündüm. Sancar’a güvendi güvenmesine ama derdini de ona açmaya hiç niyetli değildi. Bu yüzden de bulduğu ilk fırsatta kendine daha fazla soru sorulmasın diye kaçar gibi gitmesini anladım.
Arkasında bıraktığı notta da uzun zamandır uyuyamayan bir insanın uyumasını mümkün kılan “yabancıya” karşı duyduğu minnettarlık vardı. Kaçar gibi gitmesine rağmen arkasında teşekkür eden bir not bırakması bana çok ince bir davranış gibi geldi. Sanırım ben bu Mavi’yi gerçekten çok seveceğim. Henüz derdini anlatmak istemeyen kapalı bir kutu olmasına rağmen derdinin “anlatılmaz ancak yaşanır” türden bir dert olduğunu ifade etmesi Sancar kadar ben de bir merak uyandırdı. Nare’nin mektuplarından sonra şimdi de Mavi’nin notlarını sık sık göreceğiz gibi görünüyor.
Yerleştiği otelde eline aldığı bir kitabın arasına sıkıştırılmış bir resim ve bir an önce bu şehirden gitme isteği dışında belki de soy ağacını bile bilmeyen bu kadın hakkında tek bildiğimiz şey, elindeki deftere hislerini yazmayı sevdiği. Benim bu yaz, yırt ve yak seremonisi hakkındaki teorim; duygularının içinde birikmesinin önüne geçmek için yazıya geçirdiği, ardından yazı yoluyla bu sessiz çağlıklarına bir gerçeklik kazandırdıktan sonra da onları yırtıp yakarak yok etmeye çalıştığı yönünde. Bu durumda karşımızda bulduğu her fırsatta duygularından kaçan ya da mutluluk oyunu oynayan bir kadın olmadığını anladım.
Gitmek için fırsat kollayan Mavi, Sancar dışında ilerde iyi iki arkadaş olacaklarını düşündüğüm Elvan ile karşılaştı. İlk tanışmaları tam da romantik komedilere yaraşır bir tarzdaydı. Neyse ki çarpışanlar iki kadındı da gene mi klişeler diye söylenen bir tayfanın diline düşmediler.
Tam da o sırada Elvan’ın yanında olan Bora sayesinde öğrendik ki Mavi aslında işinde gücünde gayet başarılı bir kadın. Babası nereden çekiştirirse oraya giden Nare’nin aksine hayatında gerçekten çalışmış “güçlü” bir kadın. Beyaz yakalı yöneticilik hayatından sıyrılmak için çıkmış olduğu bu yolculukta eski hayatını bilen biri tarafından tanınmak onun için çok tatsız bir sürpriz oldu. Öyle ki adamı tanımadığını iddia edip bir an önce bu memleketten gitme planını hızlandırdı. Bu sayede yolunun kesiştiği Kahraman’ın ağzından da destanı duyup öğrenmiş oldu. Artık herkes tarafından bilinen onun için de aşikar olandı.
Şu ana kadar dizinin temel ayağını oluşturacak ilişki ağları olan Sancar-Melek ve Sancar-Mavi ilişkilerinin bu bölümdeki dinamiklerinden söz ettim. Ancak geldiğimiz bu noktada, benim için önemli iki yan karakter için bir parantez açmak istedim: Elvan ve Bora.
İlk olarak Kavak Yelleri dizisinde izleyip sevdiğim son olarak da Ufak Tefek Cinayetler dizisinde kendini izleme şerefine nail olduğum Ferit Aktuğ’un dizinin kadrosuna dahil olduğunu öğrendiğimden beri nasıl bir karakteri oynayacağını merak ediyordum ki bu bölümle birlikte ortaya çıktı. Hikayesinin hem Mavi’nin geçmişine ışık tutması hem de Elvan ile ilgili olması bakımından, ileride çok önemli bir karakter olduğuna dair inancım tam.
vurduğunu düşündüm. Bora, plaza hayatının dertlerinden sıkılmış olan her beyaz yakalının kurmuş olduğu bir sahil kasabasında emekliliğini yaşama hayalini erken yaşta gerçekleştirmeye karar vermiş güleç bir adam. Neden o hayatı bırakıp buralara taşınmış bilmiyorum ama Elvan ile olan sahnelerini gözlerimin içinin güldüğü bir şekilde izlediğimi söylemeliyim. Umarım senaristler bu karakteri bozmak gibi bir yanlış yapmazlar.
Bebek haberinin konağı salladığı Dudu’nun utanmadan elini kolunu sallayarak girdiği konaktan bir an önce taşınması gerekeceğini düşünen Elvan, kendi ayakları üzerinde durma haliyle kendine bir dükkan bakmaya gitti. Bu sayede eski senaristlerin aksine Elvan’ın çalışma hayatına girme hayalinin sadece sözde kalmadığını görmüş olduk. Ben bir an önce kendi işinin patronu olduğunu ve konaktan taşındığını görmek isterim. Ne Halise ne de Yahya bugüne kadar onu hiç hak etmemişler. Bir an önce kendine bir hayat kursun istiyorum ama Sancar’ın abiliğinin ve Melek ile olan bağının her daim sürmeye devam etmesini diliyorum.
Elvan ile Bora tanışması tam kararındaydı. Elvan’ın ilk başta kendine asılıyor sanarak Bora’yı terslemesi komikti. İlk tanışma için ne gereksiz bir şekilde laubali ne de fazlasıyla soğuk ve kavgacı bir tanışmaydı. Bora daha ilk tanışmada Elvan’ın samimiyetini de renkli kişiliğini de hemen fark etmiş oldu. Onun gibi bir beyaz yakalının Elvan ile ne işi olur aralarında eğitim ve kültür farkı var diyenleri duyuyor gibiyim. Ancak samimiyet, güleçlik ve renkli kişilik bakımından adeta bir elmanın iki yarısı gibiler. Daha ilk tanışmada evlendikleri hatta çoluk çocuğa karışmış renkli bir çift olduklarını görür gibi oldum. İnşallah diyelim.
Sancar bu bir şeylerin peşini bırakır mı asla bırakmaz. Mavi’nin de peşini bırakmadı. Hele de hakkında olan biteni kimin anlatmış olabileceği konusunda Güven’i bile telefonda sıkıştırmaya çalıştı. Daha geçen hafta torununu görmek için can atan bir büyük babayı oynamışken bu hafta Mavi üzerinden yeni takıntın mı diye laf sokmaya çalışması hiç hoşuma gitmedi. Ceylan’ın doğumuyla birlikte hastanede karşılaşıp resleştiği Kahraman’ın her şeyi anlatan olduğunu keşfettiğinde de planını yaptı.
Kahraman’ın Halise ile ince ince dokuduğu planları Sancar’ın Mavi’yi kendi teknesine bindirmesiyle yerle bir oldu. Sancar kandırarak teknesine getirdiği Mavi’yi önce kendini dinlemeye ikna etti. Sonra da yaptığı yanlışı ve bu yanlıştan duyduğu vicdan azabını dile getirdi. Daha ilk Sefirin Kızı yazımda ifade ettiğim gibi yaşadığı coğrafyanın geleneklerinin mahvettiği Efe olarak otuz sekiz boyunca kendini anlatamamış olan Sancar, hikayeyi bir de kendi tarafından anlatma imkanı buldu. Daha on sekiz yaşında neyin doğru neyin adamlık olduğunu bilmeden sevdiği kadına yapmış olduğu yanlışın altında nasıl ezildiğini, adamlığın da sevdanın da ne olduğunu ne kadar geç öğrendiğini de dile getirdi.
Sancar şimdi olsa değil sevdiğine başka bir kadına bile yapılmasına göz yummayacağı hatasını anlatırken ne kendini hakli gösterme ne de kendini aklayacak bir bahane bulma derdindeydi. Olan biteni tüm çıplaklığıyla anlattı, yabancısı olan kadına. Çünkü tanıdığı insanlar ona bu imkanı bir kez olsun vermemişti. O yüzden de bu konuşmadan sonra onu anlayan Mavi ile koparılması zor bir bağın oluşmasını asla garip karşılamam. Açıkça hata yaptığını söyleyen hatalarından ders alan bir adam, Sancar. Onunla ilk tanıştığımızda sevmediği bir kadınla evlenmek üzere olan o Sancar değil. Büyüdü ve olgunlaştı. Bu konuşmanın bağırarak değil sakince yapılması ne kadar büyük bir lütuf.
Mavi’nin itirafıyla kaybettiği “E” harfinin sahibi olan kişinin kızı olduğunu da öğrenince neden derdini anlatamadığı hem de neden o kulübede anlatamadığını öğrenmiş olduk. Sancar’ın Melek’ten bahsederken Mavi’nin kızının öldüğünü öğrenmesiyle bir anda yüzünün asılması sanki kendi kızının ölümünü duymuş gibi üzüldüğü o sahnede Engin Akyürek’e bir kere daha hayran kalmış oldum. Sancar’ın mimiklerinde Mavi’nin acısının kendi acısıymış gibi olduğunu sahneye kalbimi bırakıyorum.
Sancar’ı anlıyorum hangimiz hikayenin her iki tarafına da eşit uzaklıkta olan taraf tutmayacak kendini yargılamayacak bir yabancıyla konuşma ihtiyaç duymuşuzdur. İtiraf edin hepimiz bazen bir yabancıya içimizi dökmek isteriz. Ve hepimiz mutlaka bir yerlerde bir hata yapıp başka insanları en az bir kere kırmışızdır. Hayatlarında hataya yer olmayan insanların hayatında merhamete de bağışlanmaya da hatta olgunlaşmaya da yer yoktur. Çünkü hataları büyütür olgunlaştırır insanı. Önemli olan kaç kere düştüğümüz değil kaç kere ayağa kalktığımızdır. Hatalarınıza yer açın, hatalarınızı kabullenin ve onlardan ders alın siz sakın Halise gibi olmayın diyerek bu haftaki yazımı tamamlamak istiyorum. Zira artık Halise’nin evlatları uğruna çevirdiği entrikalardan bahsetmeye yüreğim dayanmıyor.
Destan için ağlayanlar için son sözüm şu ki çocuklukta anlatılan masalların zamanı artık geçti. Nare gitti ve bu destandan vazgeçti. Sancar’a düşen de hayatına bir çeki düzen vererek yoluna bakmak. Hatta kendine iyi gelecek yeni bir aşka yelken açmak. Sancar’ın artık stabil ve yetişkinlere özgü bir ilişki yaşamasının zamanı geldi. Her aşk belki destan değildir ama her aşk kendine özgü aşktır.
Umut ediyorum ki bu aşk “denkler” arasında bir aşk olur. Zira sağlıklı bir ilişkinin temeli de çiftin birbirine denk olmasıdır. Bu denklik zenginlikle kültür ya da eğitimle ölçülemeyecek bir denkliktir. Yoksa destanda olduğu gibi birinin yaptığı bir hatanın bir diğerini intihara sürüklediği sonra da bu intihar yüzünden erkeğin her daim karşısındaki kadına karşı suçluluk ve sorumluluk hissi ile büyük yüklerin altında ezildiği bir ilişki değildir.
Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra duyduğum bir haberle Müge, Ceylan ve Gediz bebek (her çocuk kendi ismine sahip olmalı, sevemedim.) sayesinde daha çok hikayesini görmek istediğim Bülent Şakrak’ın kırkıncı bölümle diziden ayrılacağını öğrenmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Güle güle Bülent, güle güle Kahraman Boz.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.