Uzun zaman sonra yeniden Sefirin Kızı yazısı yayında. Son iki bölümün masaya yatırıldığı değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Biz bu zamana kadar bir tarafta yurtsuz büyümüş bir alaca kuşun “Melek” ile bir zamanlar kendini kabul etmemiş toprakları kendine memleket edinme hikayesini… Bir diğer tarafta ise yetiştiği topraklardan miras aldığı şüpheyle canavara dönüşen bir efenin “Melek” ile tanışması sonrası yeniden bir insana dönüşme hikayesini izledik.
Geçen bölüm nerede kalmıştık, arkadaşlar? Yeni bölüme geçmeden önce geçen bölümde dikkatimi en çok çeken şeyin gider ayak eski senaristlerimizin başlattıkları her felaketin ucunu bir şekilde kapatmaları oldu. Yeni senaristler için yazacak Sancar’ın belalısı bir eski eş olarak ne bir Menekşe hikayesi ne ondan intikam almaya gelmiş olan bir Sahra hikayesi ne de karanlık tarafa geçmiş bir Gediz hikayesi bırakılmadı. Üstelik Akın’ın gömüldüğü yerden tutun Loki karakterinin cinayetini aslında kimin işlediğine kadar minimum ve maksimum bütün cinayet olayları da ortaya döküldü. Kahraman ve Nare’nin babası zaten hep kötüydü; o yüzden onlardan söz etmiyorum bile. Ortada ne kavga edilebilecek bir şirket ne de yüzyıllık emanet olarak konak kaldı.
Otuz beşinci bölümün başına dizinin senaryosunun artık Eylem Canpolat ile Ozan Aksungur’a emanet olduğu gerçeğiyle oturdum. Ozan Aksungur en son çalıştığı dizi olan Arıza’da Ali Rıza ve Halide çiftine uyumlarını gösterecek sahneler yazmaması nedeniyle ben de olumsuz bir etki bırakan bir senaristti. Ancak diğer senarist olan Eylem Canpolat’ın Doğduğun Ev Kaderindir senaryosunda yarattığı akıcı anlatım nedeniyle bu olumsuzluğu olumlu bir şeye dönüştüreceğine yönelik umudum büyüktü. Tek korkum Mehdi’nin zaman içinde geldiği noktaya Sancar Efe’nin de taşınması…
Gelelim bütün bu korkular ve beklentilerle asıl konumuz olan otuz beşinci bölümün kendisine…
Otuz beşinci bölüm tam da otuz dördüncü bölümün bittiği yerden başladı. Menekşe sayesinde Akın’ın faili olarak görülen Sancar’ı arayan polisler konağa geldi. Tam onu bulmak amacıyla konağı aramak üzereydiler ki Sancar çıka geldi. Sanırım yeni yazarların yaptığı en köklü değişim, içeriden ailesini koruyamayacağını söyleyip dağa çıkmaya karar veren Sancar’ın, beş dakika sonra polislere teslim olması oldu. Yeni senaristlerimiz “adaletten kaçılmaz” desturunu benimsemişler gibi görünüyor. Son zamanlarda Sefirin Kızı dizisinde olanların bir benzerinin Doğduğun Ev Kaderindir dizisinde yaşandığıyla ilgili sık sık seyirci yorumları yapılıyordu. Yeni senaristlerle ilk kez Doğduğun Ev Kaderindir dizisinde gerçekleşen bir durum Sefirin Kızı dizisinde de cereyan etti. Yeni senaristlerle gelen bir diğer değişim ise bu bölümü sanki üç karakterin gözünden seyrediyormuşuz gibi bir hissin seyircilerde uyandırılmasıydı.
Yeni senaristler Sancar’ın kaçma planını ve konağı verip sözünü çiğnedi diye yüzüğünü çıkarıp Nare’ye verdiği eylemini sanki hiç yaşanmamış gibi kabul ettiler ve az önce dağa çıkmaya hazırlanan adamı konağın kapısına getirdiler. Tabi senaryonun bundan sonraki gidişatına kendi bildikleri şekilde yön vermek istemeleri gayet doğal. Ama bunu bu kadar hızlı ve 180 derece dönmüş bir şekilde yaptıklarında seyircide daha ilk dakikada tutarsızlık hissi uyandırdılar. Sancar’ın Menekşe’nin ihbarı üzerine kendini arayan polislere teslim olduktan sonra finale kadar gelişen bütün olaylar düşünüldüğünde bu bölüm pasif olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Önce polise teslim oldu, sonra savcı karşısına çıktı. Savunmasını Akın ile birlikte düştüğü şeklinde yaptı. Davasının görüleceği güne kadar hapishaneye girdi, davası ele alındı. Hakkında nedendir bilinmez sanki bir aileyi katletmiş bir kiralık katil ya da bir seri katilmiş gibi ağırlaştırılmış müebbet istendi. İçerde olduğu sürede ailesi için her şey yolunda gitsin diye Yahya ve Zehra ile konuştu. Elvan’a abilik nasihatini verdi. Annesinin hastanede olduğunu öğrendi. Bunun üzerine hapishane koğuşunda tanıştığı ama hiç haz etmediği bir mahkûmun gizlemiş olduğu cep telefonundan gizli bir arama yapmaya kalktı. Bu adam kim bana neden yardım ediyor diye düşünmedi. Ezberinde olan kız kardeşi Zehra’nın cep telefonunu aradı ve yaptığı bu arama sırasında da bıçaklandı. Hastaneye kaldırıldı ve ne olduğu anlaşılmadan ortaya çıkan bir delil sayesinde hemen serbest bırakıldı. Ve bütün bunlar tek bir bölümde oldu.
Ağalık vermekle efelik vurmakla demişler ama Sancar’ın efeliği daha çok yatmakla. Zira senarist her sıkıştığında Sancar’ı içeri alıyor.
Yeni senaristlerin ilk bölüme heyecan katmak istemelerini anlıyorum ama bu kadar şey tek bir bölümde olunca ister istemez konular yüzeysel kalmaya mecbur kalıyor. Yaşanılanlara herhangi bir derinlik katılmadan oyunculuk performanslarını göremeden her şeyin geçiştirilmeye çalışıldığı bir bölümmüş hissi uyandı bende. Buna rağmen Sancar cephesinde yeni senaristlerin yaptığı ve bende olumlu intiba oluşturan yanlar da oldu. Bu olumlu intibaların başında adaletten kaçmayışının yanı sıra cezasına indirim sağlayacağı halde Nare’nin tecavüz geçmişini mahkemeye taşımak istememesi gelmekteydi. Yüzükleri teslim edip konak “emaneti” için Nare’ye tavır takınan bir Sancar yerine sevdiğini koruyan bir Sancar olmayı tercih etti. Özgürlüğüne daha erken kavuşmak için bile olsa Nare’nin aynı acıyı tekrar yaşamasını istemedi. Telefonla konuşurken de hastane odasında gözlerini açıp Nare’yi gördüğünde de sıcacık bir Sancar vardı karşımızda. Özlem ve umut dolu bir Sancar.
Üstelik ailesine karşı da yargı dağıtmak yerine daha çok ricada bulunur bir tavırdaydı. Elvan’ı kız kardeşinden ayırmaması Sancar’ın her daim sevdiğim bir yanını ortaya koymaktaydı ve yeni senaristlerle birlikte bu durum hiç değişmemişti. Genel birçok izleyici tarafından ilk bölümlerdeki hal ve tavırlarından dolayı asla affedilmeyen ve yer yer yerilen Sancar’a ikinci bir şans vermemin nedeni, kalbindeki bu sevgiydi. Sancar belki iyi bir sevda değildi ama her zaman “iyi” bir abi ve “çok iyi” bir baba olmayı başardı. Zira kızının hapishanede kendini görmesini istememesi de hastanede onu yanı başında görünce sevinmesi de hep buna işaret etmekteydi. Ancak hapishane ortamında şüpheci bir Sancar’ın haz etmediği bir adamın peşinden sorgusuz sualsiz gitmesi bana hiç akıl karı gelmedi. Sancar böyle saçma bir hatayı nasıl yaptı dedirtti bana.
Bütün bölüm boyunca annesi Halise’nin pek yer almaması, Feride Halanın sadece bir iki repliği olması dışında Efeoğlu konağında beni en çok rahatsız eden şey, Yahya karakterinin bu kadar ön plana çıkarılmasıydı. Zamanında Sen Anlat Karadeniz dizisinde Murat ve Fatih gibi iki kardeşi yazan senaristlerin nasıl Yahya gibi köstek bir kardeşi yazdıklarını hiçbir zaman anlayamadım. Üstelik Yahya’nın Dudu ile Elvan arasındaki bu üçgeni, sevgilisinin ve kendisinin yüzsüzlükleri, hiçbir işe yaramadığı halde hem Gediz’e hem de haksız yere Nare’ye sataşmaları bütün bölüm boyunca canımı sıkan sahnelerdi. Onun yerine vefalı kardeş Zehra’yı ya da kardeşten ötesi olmuş Kavruk’u izlemeyi tercih ederdim. Kendisine söylenen her şeye rağmen abisinin emaneti olan Nare’ye böyle hoyrat davranan Yahya’nın Kavruk’u dışlaması da çok kötüydü. Açıkçası ben Kavruk’u daha çok izlemeyi tercih ederim.
Son iki bölümdür vicdan muhasebesi yapmaya ve aydınlanmaya başlayan Gediz’in bu bölümle birlikte eskiden tanıdığım o güzel adama dönüşü benim için olumlu bir gelişme oldu. Zira sağdıcım dediği adama sırtını dönerek yarıcının oğlu diyen ve ailesini perişan kendisini de hapishanede görmek isteyen Gediz kesinlikle bizim Gediz değildi. Evet karşılıksız aşk insanı delirtir. Ama onun kadar vicdanlı bir adamı da “merhametsiz” bir karaktere çevirmezdi. Ben bu durumu, Akın’ın diziden zamansız ayrılışı sonrasında boş kalan takıntılı kötü adam kontenjanı doldurma ihtiyaçlarına bağladım. Ellerindeki bu boş alanı doldurmak için Gediz’i kullandılar ama sonra onunla da ne yapacaklarını bilemeyip kayboldular. Bu bölümle birlikte Güven’in planlarını bozmaya çalışan, Nare’ye zor zamanında destek olup omuz veren ve sağdıcını kurtarmaya çalışan bir Gediz vardı karşımızda. Bundan dolayı yeni senaristlere teşekkür etmeyi kendime borç biliyorum.
Sevdiceğime bir veda etmeye bile zaman tanımadılar. İyi adam olduk yine dertler için koşuşturuyoruz. Kötü adam olmaya geri mi dönsem?
Gediz bölüme zorlu bir noktada başladı. Sevme ihtimalinin her geçen gün arttığı ve aralarındaki elektrik dolayısıyla ilişkilerinin büyük potansiyel taşıdığı Sahra ölmüştü. Gediz hem onun kaybıyla hem de kendi evinde onu koruyamamış olmanın verdiği vicdan azabıyla yüzleşti. O olmasaydı Sahra’nın kimsesizler mezarlığına defnedilecek olması da zaten açılmış olan yarasını daha da kanatmaya yetti. Ancak bu acıya rağmen keşke Sancar’ın tutuklanmasına vermiş olduğu tepkiyi Sahra’nın cenaze işlemleri tamamlandıktan sonra görseydik demeden edemedim. Zavallı Sahra ölümde bile bir dipnot olarak kalmaktan öteye geçemedi. Açıkçası cenazesinde Müge’yi değil; minnoş anne deyip koruduğu Ceylan’ı görmek isterdim.
Bütün bölüm boyunca hem Sancar’ı müebbet yemekten hem de Nare’yi başındaki dertlerden kurtarmak için aktif bir şekilde koştururken gördük. Sanırım bu durumda Sancar içerde olduğu için tüm hareket yükünün onun üstüne kalması gibi bir nedenin payının büyük olduğunu söylemek mümkün. Önceden yaptıklarını telafi etmek istercesine bir mahkemeye bir hastaneye yaptığı koşuşturmalar sırasında Gediz’in iyi niyetine rağmen aklını kullanamaması beni biraz rahatsız etti. Hasım olmaya yemin ettiği dönemde zekasını kullanırken hiç sorun yaşamıyordu. O halde neden şimdi bulabildiği tek fikir, Güven’in bariz bir şekilde otel odasında bırakmış olduğu bilgisayarın şifresini kırmaya çalışmaktan ibaret anlayamadım. Videoya nasıl ulaşmış, videoyu elinden hangi zaafını kullanarak alırız ya da sahte nikah memuru bulabilir miyiz gibi sorular hiç mi akıllarına gelmedi. Yeni senaristler yeni bir yola çıkıyor ama bu yola çıkarken izleyicinin zekasını da hafife almamaya özen göstermeleri gerek.
Vicdan yüküyle ablası Müge ile yaptığı konuşmaya geçecek olursak eğer bu bölümde gördüğüm Müge kesinlikle tanıdığım Müge değildi. Tam “Gediz Işıklı düzeliyor” derken “Müge Işıklı mı bozuluyor?” diye düşünmeden edemedim. Müge ile Nare az dertleşmedi. Müge Nare’nin Sancar’ı ne kadar sevdiğini bile bile nasıl oluyor da kardeşine belki de herkes için en iyisi budur diyebiliyor anlamıyorum. Sanki Müge son haftalarda devamlı olarak Sancar’a yardım eden kardeşine aşkının belki de yarıcının oğlu Sancar’a yönelik hırsının bir ürünü olabileceğini söyleyen değildi. Senarist değişiklikleri sonrasında yapılan bu kökten değişiklikler izleyiciler tarafından çoğu zaman tutarsızlık olarak algılandığının farkında değiller belli ki.
Nare çoğunlukla aynı Nare. Olan biteni kızına açıklamak zorunda kalan anne. Babası hayatta iken babasız kalmış Nare. Zira Yahya’ya konağı alanın Güven olduğunu söylerken baba değil; aksine sefir demesi de bu yüzden. Sizi bilmem ama genellikle tekeli Sancar’da olan bu hitap şeklini kullanması benim hoşuma giden bir detay oldu. Bunun dışında Nare Yahya’nın anlamsız saldırılarına rağmen Efeoğlu ailesine yardım edebilmek Sancar’ı içerden çıkartabilmek için devamlı olarak koşturup durdu. Babasını görmeye geldiğinde ailesinden yana hayal kırıklığına uğramış bir kız çocuğunun öfkeli bakışlarına sahipti. Ölsen cenazene bile gelmem dediği babasıyla kızının babasını bırakması için konuşmayı denedi. Tam da o anda video gerçeğiyle yüzleşti.
Bölümün genelini eleştirmeme rağmen videoyu izlediği ve babasının bu videoyu vermenin karşılığında kendisinden Gediz ile evlenmesini istediği sahnelerde nefes alışverişini duyduğumuz hatta düşmeden hemen önce her şeyi onun gözünden gördüğümüz kamera açısı hoşuma giden anlardan biriydi. Nare kime yetişsin bilemedi. Efeoğlu konağı zor durumda iken kriz geçiren Halise’yi ameliyata ikna etmeye mi çalışsın yoksa Sancar’ı kurtarmak için babasıyla savaş mı versin? Babası ile olan cehennemine dönmemek için konuşmanın yetmeyeceğini anlayınca otel odasına girip bilgisayarını kurcalamaya bile çalıştı. Bilgisayarın şifresinin Akın’ın doğum günü olduğunu öğrendiğinde babadan yana kabuk bağlayan yarası yeniden açıldı.
Bu duvarlara çarpa çarpa örselenen ve paramparça hale gelen ruhunun parçalarını toplamaya daha vakit bulamamışken Sancar’ın telefon görüşmesiyle daha da zor bir çıkmazın içine girdi. Sancar’ın yumuşak, umut dolu gelecek hayalleri Nare’nin omuzlarına daha da fazla yük bindirmişti sanki. Bu bölümde Neslihan’ın sade ve doğal oyunculuğunun neredeyse Oscar hak eden bir performans olduğunun burada not düşmek istiyorum. Gerçi hakkında çıkan haberlerden sonra dış görünüşündeki bu acı çeken halin oyunculuğundan mı yoksa gerçek hayattaki rahatsızlığından mı olduğu konusunda bir kafam karışmadı değil. Acısını sevdiği adama belli etmemeye çalışan kocaman bir kadın edasıyla göğsünü gere gere söylemek istediği “bu Nare Sancar’ı bir ömür bekler” sözünü bile içinden geldiği gibi ifade edemedi.
Bu görüşmenin sonucunda kızıyla babasını ayırmak istemeyen Nare kendi kızından ve sevdasından ayrı kalmayı bile göze alarak babasına son bir teklifte bulundu. O da birlikte bu memleketi terk etmek. Ama önce baba kız ilişkisini sonra da Melek’i bahane ederek Güven bu teklifi kabul etmedi. Nare aslında bir babası olmadığını tam da o anda anladı. “Baba” dediği adam ona zarar veren ruh hastası adamı, onu delirtenin Sancar olduğunu söyleyerek kendisine yapılanı da sadece delirmenin bir sonucu olarak savunuyordu. O noktadan sonra konuşularak anlaşılamayacağı da babasının tek derdinin varisi olacak bir erkek bulmak olduğu da alenen gözler önüne serilmiş oldu. Bunu anladıktan sonra benim tanıdığım Nare babasını haklı çıkarmaz ve direnir diyordum ama tam da o noktada Sancar’ın bıçaklanmasıyla teslim bayrağını göklere çekmiş oldu. Sancar ile yapmış olduğu veda konuşmasında gözünün içine aşkla bakan adama karşı sert sözler sarf etmek zorunda kalması bölümde en çok üzüldüğüm sahnelerden biri oldu.
Yeni senaristlerin emanet gibi önceki senaristlerin kitabından kopyaladıkları ve dikkatimi çeken bir konu var ki onun için ayrı bir parantez açmak gerek: Güven Çelebi. Son zamanlarda senaristlerin unuttuğu tek vasfı Kahraman’a ya da Gediz’e dalkavukluk yapmak olan Güven Çelebi dizinin ilk bölümlerindeki ihtişamlı günlerine geri döndü. Meğer bir kukla değil; kukla ustasıymış kendileri. Bu bölümde kaldırılan her taşın altından onun adı çıkıyordu. Önce özgürlüğü karşısında Menekşe’yi Sancar’a karşı ifade vermeye ikna etti. Daha sonra Akın ile Sancar’ın düşme videosuyla şantaj yaptı. Dağı gören kamera görüntüsünü nereden ve nasıl bulduğu tam bir muamma. Kim bu dağı gözleyen merak ettim şimdi:)) Şaka bir yana şantaj yoluyla sözde evladı Akın’ın mirasını aldı. Bu mirasla konağı alarak da Nare ve Gediz’e evlenme şartını koştu. O da yetmedi ne ara kurduğu bilinmedik iletişim ağıyla Sancar’ı bıçaklattı. Güven Bey tek başına organize suç şebekesi çıktı. Ne diyelim helal olsun, senaristlerimize.
Onun bir baba olduğuna inanmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kızına saldıran adamın doğum gününü bilgisayarının şifresi yapacak kadar vasiyi olacak bir erkek çocuğu arayışında kendisi. Şimdi o köylü dediği Sancar karşısında babalığının ne kadar hükmü var ki. O köylü dediği adam Melek’in kızı olduğunu öğrendiğinden beri bir kız babası olmanın gururunu taşırken “kültürlü” diplomat Güven Bey adeta bir kızı olduğundan daima utanç duymuş. Şanslı adamın ilk çocuğu kız olur derler ama bunun kıymetini hiçbir zaman bilememiş. O yüzden de Nare’nin lanetim dediği şey aslında babası demek istiyorum.
Baban mı var derdin var !!!
Sancar’dan nefret etme sebebi olarak gösterdiği o hayatlarına girmeseydi Nare’nin Akın’ı sevecek olduğu varsayımı bile ne kadar dengesiz bir adam olduğunu ortaya koymaya yetti. Onun için Sancar ne kadar zengin olursa olsun hep yarıcının oğlu olarak kaldı ve hep de öyle kalacak. Kızını zerre kadar sevmeyen Güven Bey de her daim sadece kendi kanının hangi ailenin kanına karışacağını önemsemeye devam edecek. Kızının başına geleni Akın’ın delirmesi olarak adlandırıp önemsizleştirmesi, bunun suçunu Sancar’da bulması hep kendi bencilliğini ve kötü kişiliğini ortaya koyan özellikleri. Devamlı olarak Gediz ile evlenmesini istemesi, Gediz’i oğlu yerine koyabileceğini söylemesi aslında kızını ya ailesini düşündüğünden değil, kendisini düşündüğünden. Adına yarışır dedesi ağa babası da eski belediye başkanı bir damat buldu ya kaçırmamak için her yolu deniyor. Nare’yi onunla nikah masasına oturtarak aynı zamanda Sancar’dan da intikam alıyor olması da cabası tabi. Üstelik bunun aileyi bir araya getirip mutlu edeceğini düşünüyor. Çünkü kızını hiç tanımıyor. Hiç de tanımaya çalışmadı.
Tekrar soruyorum senaristler gerçekten izleyicinin izlemeden kabul ettiğini mi düşünüyor? Neden kimsenin aklına yüz milyona karşı videoyu istemek gelmiyor. Ya bu adam kendi başına kaldığında sürünmüyordu? Neden onu zaaflarını kullanarak oyuna getirmeye çalışmadılar? Para en sevdiği şey değil miydi? O para ile Kahraman’dan da konağı satın alabilirdiler. Neden sahte bir nikah düzenlemeyi düşünmediler? Basit çözümleri olan bir durumu senaristler neden acayip köşeye sıkıştırmış gibi lanse ediyorlar hiç anlamadım. Umarım bundan sonra uçurum gibi sorunları kast ettiklerinde karşımızda duran basit bir çukur olmaz.
Sefirin Kızı 35. Bölüm – Yeni Senaristlerle Birlikte…
Yeni yazarlarla birlikte aralanan kapıların ardından yeni bir döneme giriş yaptık. Artık bu hikâye ne bir zamanlar kendini uçuruma iten bu toprakları kızı ile kendine vatan edinmeye çalışan alaca kuşun hikayesi ne de yetiştiği coğrafyanın adetleriyle bir canavara dönüşen efenin kızı sayesinde yeniden bir adam olmaya çalışma hikayesi. Yeni senaristler sayesinde tüm kötülüğün tek noktada birleştiği bu hikâye artık Sefirin Kızı değil; Sefirin entrikaları veyahut Nare’nin ıstırabı hikayesi. Hikayelerin keskin bir şekilde u dönüşü yaptığı bazı karakterlerin kendi geldiği bazı karakterlerin ise kendini kaybettiği hikâye.
Belki yaptığım eleştiri çok pasif agresiftir. Belki de sadece ilk bölümde olmanın verdiği tedirginlik ve heyecanla kendi yollarını çizme çabasındadırlar. İlk bölümün günahı olmaz diyen de bir hikâyenin oturması dört bölüm ister diyen de bendim. Ancak severek başladığım bir dizi olduğu için sonunu görebilmeyi ve oyuncuların ortaya koydukları performanslarının hakkını alabilmelerini istesem de ilk bölümde göz ardı edemeyeceğim birçok aksilik mevcut. Sancar ve Nare ayrılığına sebep olan uçurumlar dışında çok fazla şeyin bir anda olup bitmesinin neden olduğu yüzeyselliği göz ardı edebilmem mümkün değil.
Yeni başlayan dizi karşısında almış olduğu reytingler, baş rol oyuncusu Uraz’ın diziden çıkma konusunda yapımcıyla anlaşmış olduğu ve son olarak da Neslihan’ın hasta olması nedeniyle bir süre çekimlerde yer alamayacağı haberleri birleştiğinde STAR TV’nin bu sezonda kabul edilebilir reytingler alan tek işinin bir ayağının çukurda olduğu sonucu çıkıyor. Yeni senaristler acilen ellerini çabuk tutup izleyicinin kabul edebileceği düzeyde değişikliklerin neler olduğunu tespit edip senaryonun bundan sonraki kısmını ona göre revize etmeleri lazım. Aksi taktirde bir sonraki adımları gün değişikliğine gitmek olacak derken bir sonraki bölümün de yayın günü geldi çattı.
Otuz altıncı bölümün yayınlanan fragmanında da açıkça ifade edildiği gibi Neslihan’ın sağlık sorunları nedeniyle çekimlere zorunlu bir ara vermek zorunda kaldığı bir bölüm izleyeceğimi bilerek ekranın başına geçtim. Bu durumun ne senaristler için ne de oyuncu kendisi için ideal olmadığının bilinciyle çok fazla eleştirmeden daha pozitif bir değerlendirmede bulunma kararıyla bölüme başladım. Zira bu durum bırakın yeni senaristleri herhangi bir dizide çalışmakta olan herhangi bir senarist için bile herkesi mutlu edecek bir sonuçla altından kalkılması çok zor hatta imkânsız bir sınavdı. Bölümün içeriğinin bir zamanlar ATV de yayınlanan tüm sezonun bu konsepte ayrıldığı Kızım Nerede dizisi ya da 2012 yılı için fazlasıyla sektörün ilerisinde kırk beş dakikalık bölümler halinde yayınlanan Çıplak Gerçek dizisi tadında bir bölüm olacağını düşünerek giriş yaptım. Otuz altıncı bölüm önceki bölümün tam da kaldığı yerden başladı.
Sen hangi diyarda yaşıyorsun, baba? Söyle de biz de kafaları o diyara aldıralım.
Güven hala geçen bölümde kazanmış olduğu özgüvenle kızının hayatını mahvettiğini umursamadan bu evliliğin onu da mutlu edeceği yönünde bir hayale tutunmaya devam etti. Kendi hastalıklı inancına bakmadan koca bir destanın “köylüye duyulan hastalıklı duygu” olduğunu ileri sürüyor. İnsan düşünmeden edemiyor: Bu adam daha önce hiç mi âşık olmadı? Çünkü aşkın ne olduğunu bilseydi bir kadını sevsen de senle zorla evlenmesinin bir ödül olmadığını anlardı. Gediz’i de kendi gibi sanmazdı. Bu nikahtan sonra Sancar’ın Nare’nin yüzüne bakmayacağı bilecek kadar Sancar’ı tanıyor ama kızının zamanla bu evliliğe boyun eğmeyecek kadar inatçı olduğunu bilmiyor. Bu adam kızını gerçekten hiç tanımıyor.
Gediz’e “Seninle iyi anlaşacağız. Seni çok seveceğim. Biz Akın ile de iyi anlaşırdık. İyi bir kız babası değilim ama iyi bir erkek babasıyımdır.” dediği sahne benim gibi daha kaç seyirciyi çileden çıkarmıştır merak ediyorum. Otuz beşinci bölümle birlikte bu dizinin adının aslında Sefirin Kızı olmamalı demiştim. Şimdi de ne kadar haklı olduğumu daha net görüyorum. Çünkü Sefir yani Güven için kızı aslında yok. O kızını hayatını belli bir şekilde sürdürebilmenin aracı olarak görüyor. Yoksa kızına öyle bir kötülüğü yapan Akın’ın adını bu kadar sık ve sevgi dolu bir biçimde zikretmezdi diye düşünüyorum. Onu sevmediği gibi hayatını da zindan eden bir baba karşısında Nare çareyi kaçmakta buldu. O zaman bile babası kaçışını zoru görünce kaçmak olarak değerlendirip önemsemedi.
Sancar özgür kaldığı ilk andan itibaren gözleri hep Nare’yi aradı. Önce adliye çıkışında daha sonra hastanede. Konağı Kahraman’a vermiş olmasından dolayı hissettiği kırgınlığı bir kenara bırakarak asıl önemli olana yani sevdikleriyle bir arada olmaya odaklandı. Annesinin hastanede ameliyatta olmasının tedirginliğine bir de Nare’nin ortada olmamasının tedirginliğini ekledi. Üstelik Nare’ye ulaşamadığı şu kısacık zaman diliminde Gediz’in de ortalarda olmadığını fark etmesi daha işkillenmesine neden oldu. Son zamanlarda Gediz’in devamlı olarak arkasından iş çevirdiği düşünülürse bu konuda çok da haksız sayılmazdı. En azından annesinin ameliyatının iyi geçtiğini öğrendi de bir derdi azalmış oldu.
Yeni senaristlerle birlikte değişen bir diğer karakter olan Elvan’ın üzerinde duracak olursak. Son iki bölümde Elvan’ın birlikte aynı evde bir yolculuğa çıktığı kardeşi gibi gördüğü Nare ile ilişkisinde kırılmalar meydana geldi. Eski senaristler olsa Nare babasının şantajını ilk Elvan’a anlatırdı, onunla dertleşirdi. Elvan Sancar abisini kurtarmak için bile olsa Nare’nin babasına boyun eğmesine izin vermezdi. Kaldı ki ne istiyorsa ver diyecek, mümkün değil. Durumu hemen Sancar’a yetiştirirdi. Nare ile Elvan nasıl böyle bir anda birbirlerinden koptular, nasıl birbirlerinden habersiz savruldular ben hiç anlamadım. Ama bunlar hep yeni senaristlerin marifeti deyip üstünde durmadım. Ancak Elvan’ın da Nare için telaşlanması en azından güzel bir detay oldu.
Arabada annesinin sağlık sorununu bahane ederek sorgulanmaktan kurtulacağını düşünen Yahya kahramanlık hikayesini abartarak anlatacağına keşke videoyu nereden bulduğu konusunda daha iyi bir hikâye uydursaydı. Ama Yahya’nın aklı da ancak bu kadarına çalışıyor. Yoksa Dudu onu bu kadar uzun süre kandırabilir miydi? Videoyu çektiğini söyleyen çocuğa keşke videonun detayları hakkında bir şeyler anlatılsaydı. O zaman cümleye “Ben koyunları otlatırken…” diye başlayarak gece olmuş olayı gündüz olmuş gibi anlatıp yalan söylediğini belli etmezdi. Ancak Sancar onlardan daha bir oyuncuydu. Anladığı halde anlamamış gibi davrandı.
Bu bölümün en güzel yanlarından biri daha bölümün başında geçen “Efe’nin kızı sözünü tutar” sözüyle başlayan Sancar ve Melek arasındaki baba kız ilişkisiydi. Bu bölüm çekilirken Nare karakterini oynayan Neslihan’ın bir daha dönmeyeceği bilindiğinden eskiden sadece annesinin kızı olduğunu söyleyen Melek ile Sancar arasında açık bir şekilde eskisinden daha yakın bir bağ kurulmaya çalışıyordu. Zira Melek ile hastanenin dışındaki bankta annesi hakkında konuştukları sahneyle dizinin giriş kısmından gelişme bölümüne doğru kırılmanın gerçekleştiği andı. Senaristlerin her ne kadar biz göremesek de Nare’nin kızıyla vedalaştığı bir sahne yazmış olmaları benim için bu bölümün en olumlu yanlarından biriydi ve onları takdir etmemi sağladı. Kızıyla yıllarca her türlü zorluğa göğüs geren bir annenin tek kelime etmeden kızını terk etmesi bugüne kadar çizilen anne profiline aykırı olurdu. Ancak Elvan ile vedalaşmaması içimi acıtmadı diyemem.
Bu baba kız sahnesiyle Sancar da biz izleyiciler de Nare’nin iyiliği için daha da fazla endişelenmeye başladık. Sancar çıktığından beri hiçbir yerde bulamadığı Nare’nin şimdi de onun yanına uğramadan gizlice Melek’i görüp gittiğini öğrendi. Üstelik Melek ile yaptığı konuşmanın içeriği de veda eder nitelikteydi. Hatalarını fark etmeye başladığından beri Nare’nin gözünden düşen tek damla göz yaşının bile içini yaktığı bir zamanda ağladığını bilmek içini acıtıyor, Sancar’ın. Bu konuda yapacak bir şeyi olmayınca da çareyi kızının göz yaşlarını silmekte buluyor. Sancar’ı sevin ya da sevmeyin adamın zamanla çok iyi bir kız babası olduğu inkâr edilemez. Senaristler de bu saatten sonra bu baba kız ilişkisinin üstünde durmaya karar verirlerse bence kaybettikleri izleyici kitlesini yeniden kazanmamaları için hiçbir neden yok.
Sancar kızını teselli ettikten sonra ilk iş olarak efeliğini konuşturup bu video meselesinin peşine düştü. Zaten tüm hayatını şüphenin pençesinde geçirmiş bir adamın kendine söyleneni sorgulamadan kabul etmesi beklenemezdi. Çocuğun ağzını aramaya başladı ki o çocukla istediğini alması zaten çok uzun sürmezdi. Üstüne basa basa teknolojiyi öne sürerek kendisinin itiraf etmesini bekledi. İtiraf etmeyince de orada olmadığını kanıtlayacak bir gerçeği öne sürdü. Baktı ki anlatmaya niyeti yok en sonunda Sancar Efe tarzı bir zorlama yoluyla bütün gerçekleri tek tek dökülmesini sağladı. Gerçekleri öğrenir öğrenmez de ilk işi kendini çok akıllı sanan Yahya’ya hesap sormak oldu. Geçen bölüm için yazdığımı bu bölümde de senaristler dile getirmiş. Sancar Efeoğlu gibi bir adamın nasıl Yahya gibi bir kardeşi olur? Bu sorunun bir cevabı var mı bilmiyorum ama bugün Yahya’nın kabul günü olsa gerek. Zira Sancar’ın yumruklarıyla başladığı işi Elvan diliyle tamamladı.
“Benim suçum neydi ömrüm koşuşturmakla geçti? Damda kedi misin mübarek. Her seferinde uçurumların tepesinden topluyoruz seni…”
Aynı anda Gediz kendisiyle zorla evlenmenin şokunu atlatamayan Nare’nin yokluğunu fark etti. Geçen sefer kızını babasına emanet ettiğinde yaptığı ilk işin intihar olduğunu anımsayan Gediz, Nare’nin yanlış bir şey yapmasını engellemek amacıyla arabasına atladığı gibi koşuşturmaya başladı. Gediz sokakta kalmış bir anne olarak Nare’ye merhamet edip evinin kapılarını açtığından beri Gediz başına kötü bir şey gelmesin diye koşuşturuyor. Uraz da bu tekrar döngüsünden sıkılmış olacak ki diziden ayrılmak için anlaşma yaptı diye düşünüyorum. Gediz henüz yokluğunun ciddiyetini kimsenin bilmediği Nare’yi kovalayadursun annesi de olanlardan habersiz yaşanan acıların aileleri yeniden birleştirip kenetleyeceğini umut etmekle meşgul. Ahretliğiyle yeniden yoldaş olabilmelerinin tek yolunun oğullarının yeniden arkadaş olmasından geçtiğinin farkında olacak kadar olan bitenin farkında. Ama oğlunun evlendiğini bilmeyecek kadar da her şeyden bihaber olması bana ilginç bir tezat gibi geldi.
Gediz o uçurumda belki de hayatının en zorlu sınavlarından birini verdi. Nare’nin intihar etmiş olabilme ihtimali onun kısacık bir anı bir ömürmüş gibi hissetmesine neden oldu. O sandığı bir cesette doğru tepe aşağı koştururken kim bilir aklından neler geçiyordu. İnsan hayatında bazı anlar vardır kısacıktırlar ama duygu yoğunlukları o kadar büyüktür ki insana sanki bir ömürmüş gibi gelirler. Bu da tam olarak öyle bir andı. Uraz ister iyiyi ister kötüyü oynasın her daim rolünün hakkını verdiğini kabul etmek gerekiyor. Yüzündeki endişe, panik, korku ve telaş sahnesini izlerken bütün bu duyguları bana da geçirmeyi başardı. Kulübenin oraya gittiğinde de Nare ve Melek’i evine götürdüğü ilk akşamı hatırladı. O anda bir anne ve çocuğunu dışarda bırakmak istemeyen merhametli Gediz düştü aklıma. Ah be Gediz, o zamanlar ne kadar masumdun!
Gediz, Nare’yi bulamamanın verdiği hayal kırıklığıyla her şeyin başladığı otel odasında bir başına kendine acımaya döndü. Daha sonra ise Nare’yi hala bulamamış olmanın verdiği hayal kırıklığıyla dertleşebildiği tek insan olan ablası Müge’ye onu asıl rahatsız eden şeyi ifade etmeye başladı. Zira Gediz’in içini kaplayan tek duygu Nare’nin nerede olduğunu bilmememin endişesi değildi; aynı zamanda kendisinden neden kaçtığını da bilmemenin neden olduğu kırgınlıktı. Ablasına“Sancar’dan kaçsa anlarım. Babasından kaçsa anlarım. Ama benden neden kaçıyor” şeklinde isyan ediyor. Kendinin diğerleri gibi olmadığını Nare ile empati yapabildiğini söylüyor ama içimden geçirmeden edemiyorum. Madem sen Nare’yi anlardın, o halde neden sevdasını da destanını da anlayarak kızın peşini bırakmadın. Ama bir şey var ki hoşuma gitti. Sancar’ın kalbiyle anladığını Gediz empati duygusuyla kavradı: Nare gitmişti ve bir daha gelip gelmeyeceği meçhuldü.
Sancar’ın başındaki dert bir değil ki sadece onunla ilgilensin. Nare’nin nerede olduğu sorusuna cevap arayışını büyük bir ameliyat geçiren annesinin sağlığıyla ilgilenmek adına bir süreliğine rafa kaldırmak zorunda kaldı. Annesinin ameliyattan sonra uyanmasını beklemek amacıyla hastaneden ayrılmadı. Sanırım senaristler de Nare’nin yokluğunun hemen ortaya çıkmaması için Halise Efeoğlu’nun ameliyatını dikkat dağıtıcı olarak kullandılar. Annesi gözlerini açtığında Sancar’a Nare’nin nerede olduğunu sorması ben de ister istemez Ah be Halise. Durdun durdun da Nare’yi göğsüne basacak şimdiyi mi buldun dedirtti. Zamanlaması ne kadar da manidar. Gerçi Nare’yi kızı gibi sevmeye başladığı bu sürecin önceki senaristlerin marifeti olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yeni senaristlerin de en azından bazı şeyleri miras aldıklarını ve tamamen değiştirmeye çalışmadıklarını görmek güzel. Keşke son bir Nare Halise sahnesi izleyebilseydik ne güzel olurdu:))
Sancar ile Nare arasında Efeoğlu ailesinden yana hiçbir engel kalmamıştı. Başlarındaki cinayetle alakalı bütün sorunlar da çözülmüş ve tam da Halise tarafından evliliğe yeşil ışık yakılmışken Sancar’ın ağzından belki de bu sevda bitmiştir sözünün çıkması acaba senaristlerin seyircilere dönük bir mesajı mı diye düşünmeden edemedim. Daha ortadan kaybolduğunu bilmese de Sancar, sanki sevdiği kadının çekip gittiğini hissetmiş gibi Nare’nin bu yokluğunun temelli olmasından korkması beni gerçekten kalp kalbe karşıymış diye düşündürdü. Biz geçen bölüm farkında değildik ama meğer Nare’nin veda için ağzından dökülen bir “Ben yokum” sözü içinde ne büyük anlamlar gizliyormuş. En zor zamanlarda bile ağzından dökülmemiş bu iki kelime koskoca bir destanı yerle bir etti. Bu saatten sonra da Sancar ne kadar Melek’i bırakıp gitmez diye umut etmeye çalışsa da içini kemirip duran şüphenin kollarına kendini bırakmadan edemedi. Tam da bu noktada Elvan’ın güzel sözleri gerçekleşmese de içimi ısıttı.
Nare’nin yokluğunda hikâyenin bütün yükü sahne partnerleri olan Sancar ile Gediz’in omuzlarına yüklendi. Bu yüzden de bütün bölüm Sancar ve Gediz arasında yaşanan sahne geçişleri ağırlıklıydı. Nare olmaması bu süreçte Yahya’ya Dudu ile takılmaktan başka sahnelerinde yazılmasına imkân tanıdı. Ancak bu durum önceki senaristlerin belli bir ağırlık vermiş olduğu Kavruk ve Zehra ikilisinin de adeta figüran boyutuna indirgenmesine neden oldu. Biz Zehra ve Kavruk’u ancak kapının ardından birbirine bakarken ya da Halise için endişelenirken izleyebiliyoruz. Sık sık Yahya yerine Kavruk’u daha fazla izlemek istediğini söyleyen bir izleyici olarak bu durumdan pek haz etmedim. Zira bu dizide kadınlara davranış şekli bakımından en doğru insan bana kalırsa Kavruk’tu. Ala kuşa ilk o inanmıştı. Üstelik Nare’ye dost olmayı da çok iyi bildi. Senaristler acilen bu durumu dikkate alarak bir düzenleme yapmalılar. Zira son zamanlarda Feride Hala’nın sahneleri de yok denecek kadar azaldı.
Bu hikâyede en çok üzülen Melek olacak gibi geliyor bana. Yıllarca babası olmadan yaşamak zorunda kalan kızımız şimdi de bu zamana kadar her şeyi olan annesinden ayrı düşüyor. Halbuki anne babasıyla bir aile olabileceklerini düşündüğü her anında ne kadar umut dolu bakıyordu gözleri. Şimdi ise annesi olmadan babasıyla bir aile olmayı öğrenmek zorunda kalacak. Melek aslında annesinin hastane bankında onunla gözü yaşlı bir şekilde konuştuğu anda anlamıştı bir şeylerin ters gittiğini ama kabul etmektense inkâr etmeyi, umut etmeyi tercih ediyordu. Bu süreçte en çok iş, anne yarısı haline gelen Elvan’a düşüyor. Şimdiden senaristlere çocuğun psikolojisini doğru bir şekilde yansıtmak konusunda başarılar diliyorum. Zira annesinin bulunamadığı her dakika Melek için çok da büyük bir travma haline dönüşüyor.
Geçmiş bölümdeki gibi olayların hızlıca geçiştirildiği bir politika yerine her şeyin belirli aralıkla ele alındığı bir akışın izlendiği bu bölümde bir şeylerin ters gittiğini anlayan kahramanlarımız Nare arayışını sonuçlandırmak adına çalışmalarını daha da hızlandırdılar. Bu süreçte bölümün başından beri ortalarda görünmeyen gözümüzün hiç de aramadığı Güven Bey’e dönüş yapıldı. Böylece daha önce dizide hiç ele alınmamış bir konuya yani Nare’nin annesine dair konulara değinmeye başlandı. İlk kez Güven Bey’in ağzından adının Ülkü Duman olduğunu duyduk ama duyar duymaz kafam karıştı. Nare’nin annesi ölmemiş miydi? Kızlık soyadını kullanıyor dediğine göre hala evliler mi? Ölmediyse neden öldüğü söylendi? Yoksa bütün bunlar yeni senaristlerin bir marifeti mi? Kafam karıştı…
“Efelik vurmakla demedik mi?”
Bölüm boyunca dört gözle beklediğim Sancar-Gediz ve Güven karşılaşması sonunda nihayete erdi. Gediz’in Sancar’ı görür görmez yüzüğü parmağından çıkarması doğru bir hareketti. Ama asıl doğru hareket o yüzüğü parmağına hiç takmaması olurdu. Benim babam nikahının ertesi günü bir daha takmamak üzere çıkarmışken sahte bir evlilik için hala parmakta olması bana fazlasıyla gereksiz geliyor. Sancar Güven’e daldığında benim kadar sevinen kaç kişiyiz parmakları göreyim. Şaka bir yana bu adam ne yediği dayakta ne de yüz yüze kaldığı cezalara doymuyor ya hayret ediyorum. Az önce boğazı sıkılmışken hala kızım senden sıkılmıştır diyebiliyor ya inanmıyorum.
Video gerçeğini Kahraman sayesinde öğrenen Sancar elbet sıkacaktı boğazını. Ama bir ara gerçekten öldürebileceğinden de korkmadım diyemem. Güven’in onu tanıdığı kadar Sancar’da onu tanıyor. Güven’in yaptığı her şeyi para için yaptığını hemen de anladı. Müge odadan çıktıktan sonra Gediz’in yüz ifadesini görünce bir an için en az Sancar kadar onun da Güven’in boğazını sıkmayı ve onu öldürmeyi istediğini hissettim. Bilmiyorum belki bana öyle geldi ama Güven kesinlikle bu dünyadan ayrıldığı için üzüleceği bir insan değildir. Bir de hala kızının iyiliği için yaptığını söylemiyor mu? Gerçekten ölmeyi en az Akın kadar hak ediyor ama aman dedim bir daha cinayet işlerine girip de ortalığı karıştırmasınlar deyip geçiyorum.
Senaristler eşkale uyan bir ceset anlatımına geçtiklerinde ise düşündüğüm ilk şey Alaca kuş sonunda başardı mı oldu. Sonunda el birliğiyle canına kıymasını sağladılar diye düşündüm. Zira Neslihan Atagül’ün rahatsızlığından dolayı diziden ayrıldığı daha bölüm yayınlanırken sosyal medyada duyurulmaya başlamıştı. Bu destan birinden birinin ölümüyle son buldu. Senaristler bu şekilde hikâyeyi bir sona bağlamış oldular dedim. Cenazeydi, Melek’in ağlamasıydı; Sancar’ın kahrolması derken matem dolu bölümler bizi bekliyor herhalde? Tam da o anda Sancar’ın yüzündeki dehşet ve Güven Çelebi’nin gözlerinde ilk kez gördüğüm kızı için beliren hüzün sahnenin en etkili anları olarak ön plana çıkıyordu. Güven Çelebi kızı için endişelenebiliyormuş. Keşke bu değerin bir kısmını da yanında yaşarken verseydi.
“Ne yaptınız benim Narem’e. Ne yaptınız benim kızımın annesine.” Sancar verdiği tam da burada verilecek doğru tepkiydi. Zira olan biten her şey nihayetinde Nare’nin başına patlamıştı. Yapın edin sonra da inşallah değildir deyip içinizi rahatlatın. Nare’yi bu noktaya getiren her şeyi başlatan da aslında Gediz’in bir hırs uğruna Sancar’ı ihbar etmeseydi. Karar verdim geçmiş konulara girmeyeceğim. Yoksa bu yazı asla bitmeyecek. Sancar yol boyunca Nare’nin yaşadıklarına ilk kez inandığı anı düşündü. Nare’ye yıllar sonra ilk kez Sefirin Kızı değil de Nare dediği geceyi. “Düşünce çok canın acıdı mı” cümlesiyle içimizi yakmıştı. Bu ufak tefek geriye dönüş sahneleri sayesinde hem bölüm boyunca ortada olmayan Nare seyirciye hatırlatıldı hem de hikâye örgüsü içinde bazı taşların yerli yerine oturması sağlandı.
“O benim yirmi yıllık ömrüm. Ömrüm. Kadınım.”
Senaristlerin hakkını vermeliyim bir an için ben bile karakteri öldürdüklerini düşündüm. Nare’nin geri dönmeyeceğinden yola çıkarak bir uçurumdan atlayarak yanmaya başlayan Alaca kuşun, bir denize atlayarak küle dönmesi bana gayet mantıklı geldi. Nare yıllar sonra geri döndüğü bu memlekete ilk geldiğinde yapmayı planladığı şeyi yapmıştı. Kızını babasına emanet etmiş sonra da canına kıymıştı. Bundan sonra cenazeyi seyrederiz derken sahne çok da uzatılmadan morga girip teşhisi yapan Sancar’dan kadının Nare olmadığını öğrendik. Senaristler böylece ekranı başında diziyi izleyen bütün izleyicilere ters köşe yapış oldular. Halbuki tipik Türk senaryosu için bu sahne büyük gözyaşları, konuşamayan bir teşhis eden şahıs ve bolca eklenmiş ağır çekim kareleriyle uzatıp çekilmeye çok müsait bir yapıdaydı. Belli ki senaristlerimiz entrikaya yer verirken fazla dram yapmamaya dikkat ediyorlar. Nare’nin neyi neden yaptığını anladığını anlattığı mesajı ise bölüme damgasını vuran sahnelerden biriydi: “Sakın kendine kıyma. Kızımızı yalnız beni sensiz bırakma.”
Bu sahnede asıl bomba ise bu kadar uygunsuz bir zamanda kızımın kocası diyerek Güven’in Gediz’i işaret etmesiydi. Herhalde hazır morga gelmişken Sancar hem beni hem de Gediz’i öldürsün istiyordu. Ayrıca evli değilseniz sizi içeri alamam demeleri de çok saçma geldi bana. Sır olmadık bir anda ortaya çıksın diye yapılmış bir sahneydi ama o an için çok gereksizdi. Evlenmenin kıyısından döndüğü sevdasına karşı iki günlük Gediz’in onunla evlenmeyi başarması üzmüştür Sancar’ı. Ancak Nare’nin çok da manidar bir zamanda evlenmesinin arkasında bir oyun olduğunu da hemen çözdü. Nare isyan etmek için orada değildi belki ama Sancar onun yerine de “yine mi sattın kızını” diyerek babasının yakasına yapışabiliyordu. Sancar hatalarından ders alıp ne de güzel inanıyordu Nare’ye. Ah be bu destana yazık oldu demeden edemiyorum. Sancar Nare ile olan bağını ne güzel anlattı. Bu kadın yirmi yıllık ömrünü, çocukluğunu, şimdisini temsil ediyordu. Morgda atılan o yumruğu aslında Gediz değil hala kızını hak edenin iyi bir aileden gelen Gediz olduğunu savunan Güven hak ediyordu. Kızını göz göre göre yakan bir baba, kızının ne hak ettiğini nereden bilecek ki.
Beni asıl rahatsız eden şey, seçilen müziğin bu sahneye pek de uygun olmamasıydı. Şarkı güzeldi ama sahnede verilmek istenen duyguyu pek de yansıtmıyordu. Halbuki senaryoya olduğu kadar müzik seçimlerine dikkat edilmesi çok önemli. Ancak Sancar’ın kızını kucaklayarak yatırmaya götürdüğü ve Gediz’in umutsuzca ağladığı sahnede çalan müzik kesinlikle doğru bir seçimdi. Ortak temanın kalp kırıklıkları olduğu bir bölüm olduğunu söylemek mümkün. Önce Sancar’ın sonra Gediz’in ve Elvan’ın en son da Melek’in kalbi onun yokluğunun acısıyla kırıldı. Bunun üstüne bir de Gediz ile evlendiği gerçeği ortaya çıkınca Elvan olan bitenden ne kadar bihaber olduğunu anladı.
“Benim boğazımdan acıdan başka bir şey geçmezken sen kaşarlı mı yedin? Aferin sana, Nare.”
Bu saatte kadar neden polisi aramadılar diye düşünürken Sancar’ın karakola gitmesi bir işaret mi diye düşünmeden de edemedim. Komiserden yardım isteyen Sancar’ın, söz konusu olan Nare’nin kişisel bilgileri olduğunda hızı beni bile şaşırttı. Nare için kolluk kuvvetlerine baş vurması akıllıcaydı. Ancak sonuç olarak Nare’nin hava alanına giderken ki görüntülerinin ortaya çıkması Sancar’ın tutunduğu son umut kırıntısını da yerle bir etti. “Bizi niye bırakıp gitsin” diye kendini yiyip bitiriyordu. Ama Alaca kuş öylece çekip gitmişti. Üstelik telefonu açık olmasına rağmen atılan onca mesaja cevap vermemeyi kendi seçmişti. Arkasına bile bakmadan önce bu toprakları daha sonra da bu ülkeyi terk etmişti. Ne de olsa bu bir alaca kuş, uçmayıp da ne yapacaktı?
Sancar’ın hemen vazgeçmeyip arabanın peşine düşmesine sevindim ama görevliden keyfinin yerinde olduğunu duymasına içim parçalandı. Böylesi bir ayrılık belki de ölümden de beterdi. Bir ömürlük sandıkları destan adına bırakılmış bir mektuptaki vedayla boynu bükük yarım kalmıştı. Bu gidişle Sancar’ın gözünde Nare tamamen bitmiş oldu. Senaristler Sancar’ın aşk yangınını küle çevirmek için mi bu yolu seçtiler anlayamadım ama bu saatten sonra Nare defteri artık tamamen kapanmıştır diye düşünüyorum. Ayrıca Nare’nin kardeşim dediği Elvan için de bir mektup bırakmamasının gözden kaçmış bir hata olduğunu düşünüyorum.
Küçücük yaşında yaşadığı her şey yetmiyormuş gibi şimdi de annesinin bir yerlerden çıkıp gelmesini beklemekle sınanan Melek’in önünde çok daha zorlu bir süreç var. O da annesinden ayrı düşmek… Nare daha önce de intihar ederek kızını terk etmeyi düşünmüştü. O yüzden Melek’i ardında bırakmasına çok da şaşırmadım. Bunu kızının kendinden daha iyi bir çocukluk yaşaması için yaptığını biliyorum. O yoksa Efeoğlu ailesi üzerine çökecek bir lanette de yok diye düşündü. Bu şekilde babası ne Melek’in hayatını mahvedebilecek ne de Gediz ile Sancar’ı birbirine kırdırabilecekti. Ancak iyi niyetine rağmen o Melek’in annesi. Ve Melek ayrılığının arka planındaki bu nedenleri anlamak için çok küçük. Gece’ye getirdiği havucu düşürdüğü için üzülen kız annesinin gidişine nasıl üzülmesin? Annesinin gittiğinin zaten farkındaydı ama sonlara doğru artık bunu kabullenme sürecine girdiğini Gece ile dertleştiğinde anladık. Ve bu gidiş onun için bir vazgeçişti; birlikte olmaktan, mutlu olmaktan hatta bir aile olmaktan.
Bu vazgeçişin ardından Melek’in onu teselli edecek birine ihtiyacı var. Bu noktada en büyük iş, kızını tek başına büyüten baba görevini üstlenecek olan Sancar’a düşüyor. Ne de olsa Melek’in de tabiriyle “o artık bir efe kızı“. Anne ve babanın çocuklarına birbirleri hakkında olumlu mesajlar vermeleri çocuğun ruh sağlığı açısından çok önemli. Kendi umutsuzluğuna rağmen kızına annesi hakkında umut verme çabası da tamamen Sancar’ın ebeveynliğinden kaynaklanıyor. Her zaman kızının yanında ve her daim kızının sığınabileceği bir liman olmak zorunda. Kızının annesinin gidişinin ardından duyduğu kızgınlığa, kırgınlığına, hayal kırıklığına ve yarım kalmışlık duygusuna hep Sancar çözüm bulmak zorunda kalacak. Bu noktada biliyorum bunu hep söylüyorum ama Sancar’ın babalığını gerçekten çok seviyorum. Yeni senaristlerin de bu ilişkinin üstünde daha fazla durmalarını umut ediyorum.
Senaristlerin Gece ile Melek için yazmış olduğu dertleşme sahnesi çok güzel ve anlamlı bir sahneydi. Zira Gece zamanında kâh Sancar’ın kâh Nare’nin dertlerine ortak olmuştu. Elvan’ın da ona moral verme çabaları bölümün en sevdiğim sahnelerden biri oldu. Ben Elvan’ın bu kocaman (pamuk) kalbini çok seviyorum. Gece demişken son sahneyle birlikte Gece’nin sırtına Nare’yi oturtamadık ama onun yerine kızını oturttuk demeleri de dikkatimi çeken hoş bir detay oldu. Bundan sonra en azından belli bir süre için Sancar’ın gönlündeki tek sevda kızı Melek’e duyduğu sevgi mi olacak diye düşünmedim de değil. Neden baba kız sevgisini konu alan diziler yapmazlar ki? Yeni karakter diziye dahil olduğunda umarım bu baba kız ilişkisi arka plana atılmaz.
Nare’nin istemeden yapmak zorunda kaldığı bu evlilik bir gazete haberi olarak Efeoğlu ailesinin gündemine oturdu. Haberi Elvan’ın öğrenmesi başka bir konu; Halise’nin öğrenmesi bambaşka bir konuydu. Kadın daha kalbinden yeni ameliyat olmuşken bu haberi görmesi hiç iyi olmadı. Kadın torunun annesinin Gediz ile evlendiğine mi yansın yoksa Nare’nin ortadan kaybolduğuna mı yansın. Ama ilk aklına gelenin oğlu Sancar’ın yanına gitmek olması tipik Halise dedirtti. Dünya yanar, o oğlunun saçı bozuldu mu diye bakar. Zehra’nın onu hastanede kalmaya ikna etme biçimi bile Sancar’dan geçiyor. Daha dün kızı olduğunu söylediği Nare’ye bugün ailesinin arkasından iş çeviren kadın muamelesi yaptı hemen. Görünüşe göre Halise Hanım’ın başına ne gelirse gelsin o katiyen değişmeyecek.
Aynı haber Işıklı ailesinin evinde de bomba etkisi yarattı. Kadının bu olay acaba oğlumu nasıl etkiledi diye düşünmeden kendini düşünmesi ise büyük bencillikti. Bir hışımla evi terk eden ve Nare’nin nerede olduğuna kafa patlatmaktan neredeyse çıldırmak üzere olan oğlunu düşünmek yerine ilk icraatı, Halise ile arasını hoş tutmaya çalışmak oldu. Tamam kendisini aileden dışlanmış hissetmiş olabilir. Ama bu kadarı da çok fazla değil mi? Bu dünyada Gediz’i anlayan tek kişi de ablasıymış demek ki. Bu bölümde Müge geçen bölüme kıyasla daha tanıdık daha bildiğimiz bir Müge’ydi. Ancak hastane odasında Halise’den duyduklarından sonra Refika için eğer üzülmediğimi söylersem de yalan söylemiş olurum. Ailelerin günahının acısını çocuklarının çekmesine alışığız ama kadın resmen oğlunun suçundan dolayı düşman ilan edildi.
“Madem içinde babalık vardı neden kızına göstermedin?”
Asıl haberi görür görmez bunu yapanın Güven Çelebi olduğunu düşünen kaç kişiyiz yoksa sadece ben miydim? Nasıl da güzel öğrenmişim bu adamın kızının yokluğunda bile rahat durduramayacağını. Hala kızının ortadan kayboluşunu basit bir yüzleşememe olarak görüyor ya pes diyorum. O da Nare’nin babası olduğunu her hatırladığım da bu kızın zaten normal olmak gibi bir şansı yokmuş diyorum. Gene de onu etrafında izleyenleri yokken gözleri nemlenmiş bir şekilde görmek benim için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Devamlı olarak onun kızı olduğunu söylüyor ama yanı başındayken asla hak ettiği kıymeti vermiyor. Güven Çelebi de çocuklarını sadece uzaktan seven ama aslında içinde ne fırtınalar koptuğunu asla anlamayan çünkü evladını hiç tanımayan babalardan sadece biri. Onu sarsıp kim olduğuna ayna tutan kişinin Müge olmasını hiç beklemezdim. Ama gerçekte nasıl bir baba olduğunu yüzüne vurup haddini bildirmesine çok sevindim. Haklıydı da Nare’nin bugün yaşadığı her acının sebebi aslında babasıydı. Sevgisini gösteremeyen babaların sevgi görmemiş kızları için üzülmemek elde mi? Onlar nasıl da her defasında paramparça olmaya mahkumlar.
Bölüm sonuna geldiğimizde ise genel tema “aşka veda” şeklindeydi. Yahya içinde yaşadığı ve aile olduğu konağa veda ederken kapıda gördüğü Gediz’i zamanında ailesine yaptıklarından ötürü suçladığı kısımla Gediz’in Nare’nin gidişi nedeniyle öfkeli olduğu kısım da bu zaman aralığına denk gelmekteydi. Terk edilmenin acısını Elvan ve Yahya’ya kusması hiç de hoş değildi. Ben onunla empati yapabiliyorum dedi ama gidişinin etkisiyle etrafa saldırmaya başladı. Bu durumda neden gittiğini en iyi onun anlaması gerekirdi. Nerede kaldı kendinde olduğundan söz ettiği o empati? Onun yerine Elvan’a Nare’nin “melek” olmadığını ima etmeye başladı. Bu yeni senaristlerin çok keskin dönüşleri var dikkat etmek lazım. Başrole böyle gitmeyi layık gören bir gün gelir yan karakterlere neler yapmaz? Adına yazılmış mektubu alan Gediz tanıştığı andan itibaren hiç ulaşma imkânı bulamadığı aşkına son kez veda etti. Bu veda sırasında ortaya çıkan boşanma kağıtları da Nare’nin Gediz’e vurduğu son darbe oldu.
Zavallı Elvan daha yeni bulduğum kardeşim dediği insan tarafından ne bir ses ne de bir haber almaksızın terk edilmişti. Nerede kalmıştı kader kardeşlikleri? Ben bu noktada senaristlerin çok dikkatsiz davrandıklarını bir kez daha ifade etmek istiyorum. Onlar bir “sağdıçlar” değildiler tabi ama ondan daha güçlü bir bağla kader ortaklığı etmişlerdi. Elvan evliliğini tehlikeye atarak Nare için tanıklık yapan değil miydi? Yıllar önce o gece ne olduğunu öğrendikten sonra abi dediği Sancar’a karşı tepki gösteren de o değil miydi? Bu kız Nare o konakta zorluk çekmesin, boynu bükük kalmasın diye boşanma davasına gitmekten vazgeçti. Kendini aldatan o adama tahammül etti. Ama herkes bir veda kaptı Elvan’a eli boş yarım kalmak düştü.
Melek’in vedası ise hayal kırıklığından çok gözyaşı doluydu. Annesinin bir daha geri dönmeyeceğini biliyordu elbet ama bazen bilmek başka onu kabullenmek bambaşka bir durum olup çıkıyor. Annesinin gidişinden çok giderken bir aile olma ihtimallerini de yanına alıp gitmesine ve onları boynu bükük bir şekilde terk etmesine isyan etti. Melek’in veda mektubunda nasibine ne düştü bilmiyoruz ama Melek’ten yana Nare’nin nasibine öfke düştü. O kadarını gayet net bir şekilde yansıttılar. Baba kız hüzünden içimi kuruttular. Üstelik ben dram da sevmem ama gözlerimi onları seyretmekten alamadım. Bir an acaba gidip babama mı sarılsam diye bile düşündüm. Kızının kendisi olmadan daha iyi olacağını düşünen Nare’nin annesi olmadan kendinin de daha iyi olduğunu ifade etmesi, bir bölümde ikinci kez Nare’nin annesine referans vererek dikkatimi çekti.
En hiddetli veda ise yakıp kül etmekle biten Sancar’ın “alaca kuşuna vedası” oldu. Ona yazılan mektupta payına düşen de dizinin ilk bölümünde yer alan baba ile kızını buluşturarak görevinin bitmiş olduğunu söyleyen bir annenin eski bir sevgilinin edilmiş son sözleri oldu. Ancak bu sefer ki terk ediliş öyle bir terk edilişti ki Sancar’a daha önce yapmadığı bir şeyi yaptırdı. Nare ile anılarına ve hayallerine dair her şeyi yaktığı gibi Sancar Efe aşklarının sığındığı zamanla sembolleri haline gelen o kulübeyi de yaktı. Bu saatten sonra hiçbir şey artık bu yirmi yıllık bir ömür sürmüş bu sevdayı ve destanı geri getiremez. Aldattığını sandığı o sekiz yılda bile sönmeyen aşkını o kulübeyle birlikte yakarak küllerini savurdu. Ateşi getirenin de Kavruk olması ne kadar manidar oldu. Bu destanı izlemek isteyen herkese geçmiş olsun.
Sefirin Kızı 36. Bölüm Özet Değerlendirme
Otuz altıncı bölüm hakkında daha fazla uzatmadan söyleyebileceğim tek durum tespiti, bu bölümde her ne kadar Nare’nin yokluğu hissedilmiş olsa da geçen bölüme kıyasla bir anda çok fazla şeyin olduğu hiçbir şeyin derinlemesine ele alınmadan yüzeysel geçildiği bir bölüme kıyasla daha iyi olduğuydu. Nare’nin yokluğunda hem Sancar hem de Gediz üzerlerine yüklenen sorumluluğun altından alınlarının akıyla çıkmayı başardılar. Ancak Nare’nin ölmeyip Melek olmadan sadece gitmeyi seçmesi bana çok havada kalmış ucu açık bir son gibi geldi. Bir yandan her zorluğa göğüs geren Nare’nin sevdiklerini hatta kızını böyle terk etmesi bana pek inandırıcı bir son gibi gelmedi. Öteki yandan ise intihara meyilli her an gitmeye hazır Nare olarak düşününce çok da alakasız gelmedi. Ama benim asıl dikkatimi çeken Nare’nin ilk bölümde tam da yapmayı planladığı şeyi yani kızını babasına emanet edip çekip gitme misyonunu son bölümüyle gerçekleştirmiş olmasaydı. Belki son tam bağlanan bir son olmadı ama kesinlikle full circle olarak tanımlanan şey gerçekleşmiş oldu.
Bunun dışında destanın mutlu bitmesini bekleyenlere geçmiş olsun. Ne Sancar ve Nare diyenler için ne de Nare ve Gediz diyenler için mutlu bir son olmadı. Bunun dışında senaristlerin acilen sadece baş rollere ağırlık veren bu hikâye anlayışından vazgeçerek iki haftadır doğru düzgün sahne yazmadıkları yan karakterlere de sahip çıkmaları gerektiğini ifade ederek yazımı burada tamamlıyorum. Bunun dizi için yaptığım ilk yorum olduğunu hatırlatarak atladığım bir nokta varsa affınıza sığınıyorum.
Son olarak da açıkçası önce senaristlerin değişimi sonrasında Uraz’ın diziden ayrılacağı haberleriyle ortalığı epey karıştı. Bu yetmezmiş gibi sağlık sorunları nedeniyle önce geçici olarak sonrasında kalıcı olarak Nare’yi oynayan Neslihan Atagül Doğulu’nun diziden ayrıldığı haberini alınca olumsuz çıkarımlarım da artmıştı. Açıkçası Uraz ve Neslihan gibi iki başrolün diziden ayrılmasından sonra zaten kan kaybeden dizi için hiç umudum kalmamıştı ki Sefirin Kızı’na Tuba Büyüküstün’ün katıldığı haberi geldi. Dürüst olayım diziye ondan başkası katılsaydı hiç ihtimal vermezdim. Ancak KPA dizisinin hala konuşuluyor olması, Engin Akyürek’in belki de Murat Yıldırım’dan sonra Tuba Büyüküstün’ün en iyi uyum yakaladığı partneri olması benim için bir umut ışığı oldu.
Sefirin Kızı Tuba Büyüküstün hangi karakter olacak? Buradan teorimi de paylaşıyorum: Bu bölümde Ülkü Duman olarak annesinin adının geçmesinden sonra Tuba Büyüküstün’ün karakterinin Nare’nin annesiyle ilişkili olma ihtimali sizce nedir? Kim bilir belki de Nare ve bu yeni karakter kardeştir? Sizin de teorilerinizi merak ediyorum…
Sefirin Kızı 37. Bölüm