SEFİRİN KIZI – Efe Kadın Olmak

Sefirin Kızı 46. Bölümü ile  Total’de 3,54 ile 14.,  AB’de 2,17 reytingle 16. ve ABC’de 3,07 reytingle 12.oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

Sosyal medyada gördüğümüz ve inkâr edemeyeceğimiz bir gerçek var ki o da dizinin genel olarak Engin Akyürek hayranları tarafından izlenildiği ve konuşulduğu gerçeği. O yüzden de her ne kadar dizinin adı Sefirin Kızı olsa da bu hikâyenin asıl kahramanının Sancar Efe olduğunu söylediğimde aksini iddia eden çok insan olmayacaktır. Ki Sefirin Kızı bile aslında onun dudaklarından dökülen bir hitap biçimiydi. Kırk altı bölüm boyunca Sancar Efe’nin hikayesini izleyip bir Efe nasıl olur onu gördük. Peki ya Efe Kadın olmak ne demekti? Onu hiç düşündük mü?

“Efe Kadın” olmak demek Efesi dışardaki düşmanlarla savaş verip cenk ederken kalesini koruyan, siperine ve emanetlerine gözü gibi bakıp Efesi’nin kalesindeki insanları tek bir çatı altında toplayıp birlik sağlayan olmak demektir. Çatısı altında yaşayan insanları tek yürek haline getirirken o konağı da çekip çevirmeyi başaran kadın demektir. Bunu yapabilmesi için konakta bir otoritesinin olması şart elbette. Ancak Efe Kadın dediğin bu otoriteyi arkadan iş çevirmekle herkes için en iyisini bildiğini sanmakla kalpsiz olup başkalarının yüreğine korku salmakla kazanmaz; aksine konakta yaşayan herkesin iyiliğini gözetip anlayışlı-hoşgörülü olmakla ama en önemlisi de sevgi, hakkaniyet ve adaletle kazanır. Gerektiğinde kendi yüreğini konak halkı için siper edecek gücü kendinde bulur. Bu yüzden Efe Kadın olmak Halise gibi racon kesmek değil; Mavi ve Elvan gibi fedakâr ve yürekli olmaktır.  O yüzden de her ne kadar Sancar’ın kaçak olması nedeniyle fazla görünmediği Kavruk’un da sonunun belirsizliği nedeniyle eleştirilere tabi tutulduğu bir bölüm olsa da Efe Kadınlarını ön plana çıkardığı için önemli bir bölüm.

 

Kaçmak ya da Kaçmamak. Bütün Mesele Bu.

 

Bölüm Sedat’ın oyununa gelen Sancar’ın elinde bıçakla Sedat’ın ise kanlar içinde yerde yattığı sahneyle başladı. Sancar’ın yüzünde henüz ne olup bittiğini anlayamayan bir ifade varken kızının “Baba” deyişiyle irkilen Sancar adeta bir uykudan uyanırcasına elindeki bıçağı düşürdü. Etrafına bakındığında yerde yatan adamı bıçakladığını düşünen birçok görgü şahidiyle göz göze geldi. Az önceki şaşkınlığı üzerinden atıp Sedat’a ilk yardım yapmaya niyetlendiği sırada Mavi ona “Sancar git buradan. Biliyorum. Sana inanıyorum. O yüzden de git buradan. Sedat kesin her şeyi planlanmıştır. Adam avukat, bilmiyor musun? Ben ne olduğunu anlayayım söz, çözeceğim” dedi.

Mavi’nin bir aile daha kaybetmeye hele de daha yeni sevdiği adamı bulmuşken kaybetmeye hiç niyeti yoktu. O yüzden de Sancar’ı göndererek onu korumak, ona kalkan olmak istedi. Ancak Sancar da yapmadığı bir şeyden dolayı kaçmayı kabullenemiyordu. “Ben hiç kaçmadım ki” diyerek de bunu haykırıyordu. Mavi bu sefer kaçması ve bu iş çözülene kadar kimsenin onu bulamayacağı bir yerde saklanması gerektiği konusunda onu ikna etmek için çok dil döktü: “Melek de ailende bana emanet” demesi bu bakımdan çok anlamlıydı. Sancar’ın ailesine her fırsatta sahip çıkan bir Efe Kadındı çünkü. Melek de gitmesi konusunda ısrar edince Sancar olay yerini terk etti.

Ben bu kaçma durumunu biraz yadırgadım. Sancar hayatı boyunca asla kaçmamış bir adam. Şimdi Mavi’nin bir sözüyle Melek’i travma geçirmiş bir şekilde bırakıp gitmesi bana hiç doğru gelmedi. Efe dediğin kaçmaz diye öğrenmemiş miydik? Gerekirse cezasını yatar da çıkardı ama asla kaçmazdı. Yalan mı oldu her şey. Üstelik ben Mavi’nin aksine Sedat’ın bunu planlayarak yaptığını da düşünmüyorum. Bence kendini bıçaklaması son anda düşünülmüş delice bir plandı. Onları bir arada görmeye dayanamayıp yaptı bunu. Sancar’ın geçmişi de bu konuda ekmeğine yağ sürdü. Üzgünüm ama önceki vukuatları düşünüldüğünde Sancar’ın pek de yapmayacağı tarzda bir eylemdi de diyemiyorum. Sonuçta Akın’ı uçurumdan atan da gidip Kahraman’ı vuran da kendisi.

Sancar olay yerinden ayrıldıktan sonra Yahya’yı aradı, tam o sırada da polisler ve bir ilk yardım ekibi olay yerine geldi. Birinin işi yaralıyı hastaneye yetiştirmek iken ötekinin işi ise neler olup bittiğini çözmekti. Bütün bunlar olup biterken Mavi’nin yaptığı tek şey ise olan bitenlerden ötürü korkan Melek’i adamın ölmeyeceği ve her şeyin yoluna gireceği konusunda teskin edip rahatlatmaktı. Mavi’nin onu en az kendi kızı kadar düşünüp kolladığını görmek gerçekten içime su serpiyor. Onu kucağına oturtup sarılması söz verdiği gibi önce Melek’in iyiliğini düşünmesi kalbinde sevgi olan bir insan için hiç zor değildi. Hele de bir Efe Kadını için hiç zor değildi.

 

Yanlış Da Benim, Doğru Da Benim.

 

Yazılarıma aşina olanlar Elvan’ı ne kadar çok sevdiğimi çok iyi bilir. Yahya’yı boşayıp kendine haksızlık yapan o konaktan ayrılmasını canı gönülden istemiştim. Ancak Elvan’ın kimsesiz kalma korkusu her seferinde bildiği tek aile olan Efe ailesine sığınmasına neden oluyordu. Lakin geçen hafta Yahya’nın ağzından duyduğu kendinde hiçbir kusur olmadığına dair itirafla bu sığınma durumu da tamamen sona ermişti. O yüzden bu hafta karşımızda geçmişin hesabını soran ve geleceğe umutla bakan bir Elvan vardı.

İlk faaliyeti de Bora ile olduğunu görüp içeri dalan Yahya’ya haddini bildirip dükkanından kovmak oldu. Yahya o Dudu ile evcilik oynarken Elvan’ın bir köşede kendisini bekleyeceğini, yaptığı tüm haksızlıkları bir çiçek buketiyle ve bir iki tatlı sözle unutturabileceğini sandı ama gördüğü manzara karşısında ne kadar yanıldığını anladı. Yahya’yı sevmediğimi hatta eğer bir Efeoğlu aşk hayatı izleyeceksem bu kişinin Zehra olması gerektiğini defalarca söylemiştim. Haklıydım da. Güle oynaya boşadığı eski eşinin dükkanına gelip ona aşk hayatı hakkında hesap sorması nasıl bir narsisliktir, acaba? Dükkâna bir hışımla girdiği yetmiyormuş gibi bir de Bora’ya “Sen kim oluyorsun da karımın yanında benimle böyle konuşuyorsun, şehir bebesi?” dedi. Ah Yahya ah sana hangi eşten söz ediyorsun diye sormazlar mı şimdi. Bora’nın böyle bir kabalık karşısında edebini bozmaması ne kadar güzel.

Bora’yı dükkândan kovması fayda etmeyip Bora da kendini Elvan’ın sevgilisi olarak tanıtınca Yahya kendini kaybedip Bora’nın üstüne saldırdı. Elvan da daha fazla dayanamayıp araya girdi. Kendinden hiç beklemediğim bir üslupla Yahya’ya “Benim dükkanıma öyle elini kolunu sallayarak gelip de olay çıkaramazsın. Çık git buradan yoksa polis çağırırım. Sen elini kolunu sallaya sallaya her şeyleri edeceksin. Bana gelince yasak. Sen beni boşadın mı boşamadın mı? O zaman benim nerede kiminle ne ettiğim seni hiç ilgilendirmez. Benim namusum benden sorulur. Anladın mı, bir tek benden” deyişini defalarca izledim. Kabul beklenmedikti ama hep içimden geçenlerdi. Elvan’ın sonunda sesini bulmasına gerçekten çok sevindim. Eski eşlerini hala kendi malı gibi gören erkeklerin bu zihniyetine ne zaman son verilecek çok merak ediyorum. Kendine her şeyi hak gören eski eşlerin kadına her şeyi yasaklayan zihnine artık bir dur demenin vakti geldi de geçiyor.

Neyse ki Elvan bütün bunları kendine kızgın olduğu için yapıp söylediğini iddia eden Yahya’ya “Yanlış da benim doğru da benim. Çek git” dedi de bu sayede yüzyılın kapağına şahit oldum. Bu cümleler için bile değerdi bölümü izlemeye. Yahya eli boş öfkeli ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir şekilde dükkânı terk etti ama olan Elvan’a oldu. Onun yüzünden göz yaşları döktü. Ama iyi ki yanında Bora vardı da Elvan’a bir omuz, sığınacak bir liman oldu. Bora’nın beyefendiliğine hayran kaldım ve bir kez daha ne kadar iyi bir seçim olduğunu göstermiş oldu.

Mavi polislerin kendine devamlı olarak Sancar’ın nerede olduğuna dair aynı soruyu sormasından çok sıkılmıştı. Zira kaç defa sorarlarsa sorsunlar cevabının değişmeyeceği konusunda çok kararlıydı. Polisler karşısında dimdik durmasına ve o asaletine hayran olmamak mümkün değil. Ancak söz konusu Melek olduğunda o dimdik duruşu bir anda değişiverdi. Yerini kızı için hassasiyet isteyen bir annenin şefkatli ricaları aldı. Melek’i karakola götürüp ifadesini almalarını çocuğun psikolojisini düşünerek istemedi. Onun yerine konağa gitmelerine izin verip daha sonra bir avukat ve pedagog eşliğinde ifadelerini alabileceklerini dile getirdi. İçlerinden anlayışlı bir polis Sancar’ı saklamalarının sonucunun ne olacağı konusunda son kez ikazda bulunduktan sonra gitmelerine de izin verdi.

Mavi olay yerinden ayrılıp bir an önce konağa dönmek için sabırsızlanırken de Yahya yanında Avukat Faruk ile olay mahallinde beliriverdi. Avukat aile adına polislerle konuşurken Yahya da çok korktuğu anlaşılan yeğenini teselli etmeye çalışıyordu. “Efe kızları öyle hemen kendini bırakmaz. Sen babanı bilmiyor musun? Çözeceğiz biz her şeyi. Senin burada Yahya amcan var. Hiç korkma tatlım”. Yahya’ya yeğenini teskin etme konusunda bir aferin diyebilirdim eğer daha önce Dudu sırrını korumak için Menekşe’ye yem ettiğini hatırlamasaydım.

Abisinin kendine bıraktığı mesaj konusunda Mavi’yi bilgilendiren Yahya’nın yenge sevgisi de görülmeye değerdi. Nare ilk geldiğinde neşeyle karşılayan ama sonradan ailenin başına açılan işler konusunda hep Nare’yi suçlayan Yahya’nın Mavi’nin yanında durup onu yengesi olarak kabul etmesi çok ilginç. Yahya sanırım hatalarından ders almaya başladığı bir dönemde. Yahya’ya da abisinin nerede olduğu sorulduktan sonra gitmelerine izin verildi.

 

Mavi Ne Derse O

 

Efeoğlu Konağı’nda da sular hiç durulmak bilmiyordu. Daha geçen haftaki bölümün başında Halise’yi almak için gelen polisler şimdi de adam yaralama suçundan aradıkları Sancar’ı bulabilmek için evi karış karış arıyorlardı. İş dallanıp budaklanmasın diye kardeşi Dudu’yu bu meseleye karıştırmaktan itinayla kaçınsa da Gülsiye polisin evi köşe bucak aramasına engel olamadı. Her yeri aramış olmalarına rağmen tatmin olmayan memurların neden olduğu karmaşa Zehra’nın daha da fazla telaşlanmasına neden oluyordu. “Abim burada yok” demesine rağmen kimse söylediklerine aldırış etmiyordu. Üstelik işlerini yapmalarına engel olduğu için ikaz ediliyordu.

Evinin darmadağın (önce karış karış daha sonra köşe bucak şimdi de darmadağın bakalım aklıma aynı şeyi söylemenin daha kaç çeşidi gelecek) edilmesini engelleyemeden sadece gelen memurları izlemek zorunda kalan Zehra’yı da sakinleştirme görevi her zaman yanında olan Kavruk’a düşüyordu. Zehra’nın histerik bir şekilde “Abim nerede? Abime bir şey olmasın. Bir şey biliyorsan söyle bana” sorusuna olabildiğince sakin bir ses tonuyla cevap vermeye çalışan Kavruk, ona abisinin iyi olduğu hatta gerekirse o iyi olsun diye canını bile verebileceğini söyleyerek avutmaya çalıştı. Zehra isyan etme konusunda haklı. Neden bunlar hep onun abilerinin başına geliyor bilinmez ama Kavruk’un sarılıp teselli etme konusunda bir dünya markası olduğu kesin. Sımsıkı sardı sevdiğini.

Tam o sırada memurlardan biri Sancar’ın telefon sinyalinin yerinin tespit edildiğini amirine söyledi. Sinyalinin gidişatına bakılırsa Sancar şehrin dışına çıkmak üzereydi. Ancak ekranı başındaki izleyiciler eminim ki böyle bir durumda Sancar’ın şehir dışına çıkmayacağını ve kesinlikle tespit edilmesine neden olacak bir telefonu yanında taşımayacağını tahmin etmiştir. Ki tam da öyle oldu. Sancar telefonunu polisler izini kaybetsin diye bir kamyonun arkasına bırakıp kaçmış. O yüzden de o anlarda Zehra gibi kasıldığımı hiç söyleyemeyeceğim. Ev aramasından bir şey çıkmayınca polisler son bir uyarıda bulunup evden ayrıldılar. Polisler gider gitmez de Mavi konak halkına Sancar’ın polisler tarafından aranmasının nedeni anlattı. Yahya da abisinin kendisine attığı mesajda herkes için bir şeyler olduğunu söyleyip herkesi çardakta toplanmaya çağırdı. Ama nedense orada Zehra gene yoktu.

Sancar’ın söz hakkını Mavi’ye bırakması bir yana Yahya’nın da abisinin bu isteğine itiraz etmeyip yerine getirmek için çabalaması bence büyük bir değişiklik. Her şeye rağmen Sancar’ın kaçak olmasını ben bir türlü kafamda bir yere oturtamıyorum. Ancak evin reisinin bir anda Mavi olması da hoşuma gitmedi diyemem. Efe Kadın loading. Bir anda tüm konak halkının sorumluluğunu yüklenen Mavi, ilk iş Melek’in iyiliğini düşünmekle başladı. Sonra da Sancar’ı kurtarabilmek için Serdar’ın ne kadar ileri gitmiş olabileceğini hesaplamaya çalıştı. Sancar’ın eski eşini yaralamadığına o bile şahit olmamıştı ama onun yapmadığından da emindi. Çünkü Sancar yapmış olsa yaptığını söylerdi. Mavi ona lafını ikiletmeyecek kadar güveniyordu. Tek bir sözüne inanan bir insan ne büyük bir nimet.  

Baş başa kalan Mavi ve Kavruk muhabbeti çok uzun sürmedi ama ben onlar arasında yeni gelişmeye başlayan bu arkadaşlık ilişkisinden epey keyif aldım. Hatta neden daha önce böyle bir sahneleri olmadı diye de düşündüm. Mavi’nin emri değil ricası olabileceğini söylemesi de asaletini gösteren en büyük alametlerden biriydi. Kavruk’tan iki ricası vardı. İlki Sedat’ın hastanede ne durumda olduğunu öğrenmesi ikincisi de ona ata binmeyi öğretmesiydi.

Rica üzerine ata binmeyi öğreten Kavruk, ilk iş olarak Mavi ve Gece’yi tanıştırdı. Bu tanışmayı da hızlandırılmış ata binme dersleri takip etti. Benim bildiğim ilk önce yavaş yavaş alıştırılır ama bunlar direkt profesyonel biniciliğe geçmekle başladılar. Mavi’nin “Ama bu çok yüksek” demesine az gülmedim. Kavruk’un atların yüksek olduğuna dair yorumu da komikti. Mavi’nin yükseklik korkusuna rağmen âşık olduğu adama ulaşabilmek için bu korkusunu yenmeye çalışması aşkını anlatan en iyi yoldu. Aşkın süslü sözlere değil; anlamlı eylemlere ihtiyacı vardır.

Asi dizisi sayesinde ata iyi bindiğini bildiğimiz Tuba’nın ata sanki ilk kez biniyormuş gibi gözü devamlı hocasında tedirgin bir acemiyi oynadığı sahneler çok iyiydi. Ancak binmeyi bildiği için at üstündeki duruşu acemi gibi değildi. 

 

Seni Çok Seviyorum

 

Sevdiğine kavuşabilmek için dizilere yaraşır bir hızda ata binmeyi öğrenen Mavi gecenin karanlığında bir başka Gece’nin sırtında Sancar’ın yanına gitti. Üstelik sevdiğine özlem duyan tek kişi de Mavi değildi. Sancar da gözleri yolda Mavi’nin gelişini bekliyordu. Bu dizinin şu anki en büyük avantajlarından birinin Sancar ile Mavi arasındaki aşkın doğallığı olduğunu düşündüğümden bu gece kavuşmasıyla sabahının bölümün en sevdiğim anları olması hiç kimseyi şaşırtmayacaktır diye düşünüyorum. Mavi’nin bağ evine gelmesiyle birlikte yeniden Sancar’ı gördük.

İçi yemek dolu ağır sepetlerle bahçeden geçerken Mavi’nin yüzünde hem özlem hem de takip edilip edilmediğini anlamaya çalışmanın gerilimi vardı. Ancak bu gerilimin Sancar’ı görür görmez yerini kavuşmaya bırakması çok güzeldi. Özlemi o kadar büyüktü ki Sancar taşıdığı ağır sepetleri düşünmeksizin kendisine “Hoş geldin kadınım” diyerek sarıldı. Daha birbirlerinden ayrılalı bir gün bile olmamıştı ama bu kadarı bile yetmişti. Sancar’ın ellerinin üşüdüğünü anlar anlamaz sırtındaki sepetleri alıp Mavi’yi içeri sokması gerçekten de çok düşünceli bir hareketti. Şu dünya üşüdüğünü ağzınla söylediğin halde üstündeki ceketini çıkarıp vermeyen adamlarla dolu bir yer.

Isınmayı bile bekleyemeyip şömine başında Sancar’a sarıldığı o anlarda ben karşımda gerçekten iliklerine kadar aşık bir kadın gördüm. Ve polisler tarafından arandığı halde tek derdi sevdiklerinin yanında olamamak olan aşık bir adam. Sancar’ın iyi olduğunu öğrendikten sonra aç olup olmadığını sorması anaç bir hareketti. Böyle bir soru ancak bir kadının aklına gelebilirdi çünkü. Güzel konuları geçtikten sonra ciddi konuları konuşmak için Sancar’ı oturtması bir detay olarak gözüme takıldı. Mavi ilk önce merak ediyordur diye annesinin tutukluluk durumunun devam ettiğini söyledi. Sonra da avukatın konuyla ilgilendiğini ve endişelenmesi gereken herhangi bir durum olmadığını belirtti. Annesinin sağlık durumunun iyi olduğunu söylemesi bir yana eğer çıkamazsa bir ihtiyacı olur diye ziyaretine gitmeyi düşünmesi asil bir hareketti. Keşke bunun kıymetini de bilecek bir kaynanası olsaydı.

Sonra sıra en tatsız konuya Sedat’ın sağlığına geldi. Ne yazık ki Sedat’ın durumu hala ciddiyetini korumaktaydı. Mavi sabahtan beri hissettiği suçluluk duygusundan güç alarak Sancar ve ailesinin başına tüm bu belaları açtığı için Sancar’dan özür diledi. Zamanında Nare de Akın ve Güven yüzünden bu ailenin başına gelenler konusunda ağır bir vicdan yükünün altına girmişti. Tek umudum birlikte huzur bulduklarına inanan bu iki aşığın hikayesinin bu yük altında kalarak parçalanmaması. Mavi’nin hissettiği bu suçluluk duygusuna rağmen Sancar’ın onunla tanıştığı için minnettar olmasına o kadar çok sevindim ki anlatamam. Bu hatalarından ders alan Sancar katiyen suçlamıyor. Başkasının hatalarının bedelini sevdiğine ödetmiyor. Üstelik eğer onu tanımamış olsaydı başına şimdi kim bilir neler gelmiş olabileceğini düşünerek tanıştıklarına şükrediyor. Bir aile olduklarını ifade ediyor.

Yükü bir aile olarak taşımaya hazır Sancar sepetteki yiyeceklere bakarak “Eline sağlık, hanım” demesi üzerine Mavi’nin verdiği “Bana bundan sonra Efe gelin diyeceksin” cevabı çok güzeldi. Mavi sevdiği insanın her şeyini sahipleniyor. Önce kızını sonra ailesini şimdi de konağının getirdiği tüm sıfatlarını. O sahiplendikçe zamanında bir yanı hep yarım kalmış Sancar’ın gözlerinin içi de gülmeye başlıyor. Anası ve kendisinin yokluğunda ailesini bir arada tutan güç olduğundan dolayı ona hayran kalıyordu. Ama daha önce de belirttiğim gibi Mavi sevdi mi sahiplenen bir kadın. Sadece sevdiğine değil; aynı zamanda ailesi bildiği insanlara da can olan bir Efe Kadın’. O yüzden de gerçekten de onu Sancar’a getiren yağmurlara şükürler olsun.

 

Aya Verdim Mesajımı Sana İletsin Diye: Mutluluk Zamanı Çünkü

 

Uyandığında yanında ne babasını ne de Mavi’yi bulamayan Melek emanet edildiği halası Zehra ile birlikte can sıkıntısına bir çare bulmak için gecenin bir yarısı ahırlara Gece’yi görmeye geldi. Ancak Mavi ve Sancar gibi Gece’nin de konakta olmadığını öğrenince büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Ata binmediğini bildiği Mavi’nin de nerede olduğu konusunda da telaşlandı. Kavruk da bunun üzerine ilk önce Mavi konusundaki endişelerini giderdi sonra da onu sakinleştirmek için babasıyla konuşmanın bir başka yolunun olduğunu anlatmaya başladı: Kalbinle.

Senaristler neden Kavruk’a Sancar’ın sağ kolu, can yoldaşı olmak dışında sahneler yazmıyor bilmiyorum ama açıkçası ben Zehra ile birlikte oldukları sahnelerdeki doğallığını da “Bodur bozkır çalısı” gibi her akla gelmeyecek kelime tamamlamalarını da seviyorum. Bu çifte neden her bölümde sadece bir sahne yazılıyor acaba. 

Melek’i kucağına Zehra’yı da yanına oturtarak sevdiklerinle iletişim kurmanın bir başka yolu olan kalp yolunu anlatmasını ben çok sevdim. Aynı gök kubbe altında aynı aya bakarak birbirini düşünen insanların birbirlerinin kalbinden geçeni de bildiklerini düşünmek kulağa imkânsız bir hikâye gibi geliyor hatta bir masal gibi farkındayım. Ama bir yerlerde senin onu kalbinden geçirdiğin gibi seni de kalbinden geçiren birilerinin olduğunu düşünmek şu yalan dünyada gelişine yaşamaktan daha güzel gelmiyor mu? Keşke bu sahne daha uzun sürseydi diye içimden geçirdim. Hele de Zehra başını Kavruk’un omzuna koyduğu ve bakıştıkları sahneye kalbimi bıraktım.

Sancar ile Mavi’nin şömine başında başlayan sabahlarının kalbimi eriten anlardan biri olmadığını söylesem yalan söylemiş olurum. Sahnelerin yazıldığı halde kesildiğinin farkındayım elbette. Ancak bu sahnelerin ahlaksızlık olarak adlandırılmayacakları şekillerde resmedilmeleri de mümkün. İlle de kesmek zorunda değiller. Aralarındaki uyumun her çeşidini sevmemek suç bence. Nasıl ki Sancar bir sabah uyandığında yanında Mavi’yi göremeyince endişelendi. Aynı şekilde Mavi de Sancar’ı göremeyince endişelendi. Çünkü ikisinin de en büyük korkusu bu aşkın ellerinin arasından kayıp gitmesi. O yüzden de imkanları varken her anının tadını çıkarıyorlar. Çiftler arası en basit anların doğal bir şekilde resmedilmesini seviyorum. O yüzden de tek dertleri karınlarını doyurmak için kırmış oldukları yumurtaya ekmek banmak olduğu o anı seyrederken çok büyük bir keyif aldım.

Keyif aldığım anlardan bir diğeri bu bölümde pek fazla görmeye şahit olamadığım Melek ve Mavi anıydı. Akşam görmüş olduğu babasından almış olduğu mesajı kızı Melek’e ulaştırmak için atını dört nala süren Mavi, konağa adımını atar atmaz soluğu hemen Melek’in odasında aldı. Sonra da Sancar’ın kızı için kaydetmiş olduğu mesajı Melek’e dinletti. Mesajın detaylarıyla sizi boğmayayım, genel olarak her şeyin yoluna gireceğini çünkü Mavi’nin tüm aile için savaştığını dillendiriyordu. Hatta Sancar mesajında tüm bunlar çözüldükten sonra bir araya gelince yapmayı planladığı hayallerinden bile söz ediyordu. Çünkü Mavi’ye ve aşklarına o kadar güveniyordu.

 

Bunca Yıl Bana Bunu Nasıl Ettiniz?

 

Yaşanan onca şeyden sonra gönül isterdi ki Elvan bir daha o konağa ayak basmasın. Ama belli ki yaşanan her şeye rağmen Elvan gönül bağlarını koparma konusunda gereken iradeden yoksun. Kimse yanlış anlamasın onu suçlamıyorum. Çünkü konakta yaşayan herkes bir yana Elvan’ın Sancar abisine olan vefası bir başka yana. Zira bu evde de Elvan’ı en çok Sancar düşünür. Boşanmak istediğinde de kendi ayakları üstünde durmak istediğinde de daima Sancar yanındaydı. O da abisinin bu zor zamanında konak halkının yardımına koşmak istedi. Bu vefalı davranışını gönlü zengin ve kalbinde kine yer olmayan her insan anlayabilir ama keşke konağın dışından yardım etmenin bir yolunu bulsaydı da sabah yaşananlardan sonra mutfakta tekrar Yahya’ya maruz kalmasaydı.

O kadar üzüldüm ki Gülsiye’ye “Mavi senin benim gibi değil kimse onu tuzağa düşüremez” dediğinde anlatmaya kelimeler yetmez. Yıllarca hayat arkadaşın bellediğin adamın ve anne dediğin kadının gözünün içine baka baka sana yalan söylemesi yenilir yutulur cinsten değil. Onun yerinde ben olsaydım çoktan ortalığı ayağa kaldırmıştım.

Elvan’ın üzgün olduğunu hisseden Gülsiye bir şeyler döndüğünün farkında olsa da ablasına şu kısacık zamanda neler başardığını hatırlatarak moral vermenin peşindeyken Yahya’nın içeri girmesi hiç iyi olmadı. Elvan’ın onunla konuşmak istememesi gayet doğal bir tepkiydi, hele de sabah olanları düşündükten sonra hiç yadırgamadım. Yahya’nın konuşma konusundaki bu ısrarı da sabah başka akşam başka konuşmaları da insanı sinir ediyor. En azından hatasını anlaması, yaşattığı onca şeyden sonra bu hayatın onun hayatı olduğunu ve nasıl isterse o şekilde yaşayabileceğini hatırlaması güzel oldu. Birinin de Elvan’a yaptığı haksızlıklardan dolayı özür dilemesinin vakti geldi de geçiyordu. Bir insan arkasında duracak bir ailesi yok diye daha kaç kere ihanete uğrayabilirdi. Af beklemeden af dilemek kadar güzel bir eylemi Yahya’dan hiç beklemezdim, doğruya doğru şimdi. Keşke sonuna kendi yaşadıklarıyla geleceğe dair umut ettiklerini de iliştirmeseydi çok daha iyi olurdu.

Yaşadığı bu haksızlıklara artık dayanamayan Elvan, kafasını kurcalayan bir şeyler olduğunu anlayan Gülsiye’ye kusurun kendisinde olmadığını söyledi de birazcık rahatladı. Gülsiye’nin her ne olursa olsun haklı olandan yana olduğu bu tavrını sevmediğimi söyleyemeyeceğim. Bu konuda kız kardeşine bile acımadı. Ama Elvan’ın çocuk sahibi olabileceğini öğrenince öyle sevindi ki sanki kendinin çocuk sahibi olabileceğini öğrenmiş gibiydi. Çocuk özlemiyle yanıp tutuşan köksüz bir kadına bunları ettiklerini öğrendikten sonra da Elvan’ı yeni bir eve çıkmak konusunda yüreklendirmesi bir yana kendisinin de artık bu konakta yaşamak istemediğini söylemesiyle kalbimde özel bir yere kavuştu. Gülsiye’nin yüreğinin güzelliğini görebildiğimize seviniyorum.

Bu bölüm Elvan’ın Yahya’yı dükkanından kovması gibi kendi sesini bulmuş olduğu birçok anla örülü. Bu anlardan en güzeli ise anne bildiği Halise’den bunca yıl kendini nasıl kandırdığına dair hesap sorduğu sahneydi. O kadar gecikmiş ama bir o kadar da gerçekleşmesi öyle mecburi bir andı ki senaristlere nihayet yazdıkları için teşekkür ediyorum. Yaptığı şeye rağmen utanmadan nasıl yüzüne bakabildiğini geçtim bir de ettiğini savunma pişkinliğine girişmesi pes doğrusu. “Ben artık ne senin gelininim ne de kızınım” diyerek gerçekleri yüzüne öyle güzel çarptı ki, gelinlik eşin seni boşayana kadar ama aranızda kurulmuş gönül bağı sonsuza kadar kızın olmasına yeterdi. Tabi bütün bunlar için karşısındaki insanın kıymet vermeyi bilen bir insan olmayı bilmesi gerekirdi. Ama nerede Halise’de o kıymet verme becerisi. Halise’den bahsetmeme kararıma rağmen bu sahneden bahsetmemin de tek nedeni, bu anın Elvan’ın özgürlüğünü eline aldığı an olmasındandır. Tek bir cümleyle ne de güzel anladı hemen gerçekleri öğrendiğini. Kim bilir Yahya söylemeseydi daha nereye kadar da kandıracaktı? Bir de hala savunuyor oğlunun eksikliğini kapatmak için Elvan’ı ateşe attığını, el alemin onu kısır diye diline dolanmasına izin verdiğini. Oğluna toz bile konmasın ama Elvan hakkında ne derlerse desinler. Ne de olsa onun kızı değil. Bu hayata bir Efeoğlu olarak gelmediysen Halise’nin gözünde de bir kıymetini olmuyor. Kadının kadına eziyeti bu.

Kadının bile kadına değer vermediği bir toplumda nasıl sesimizin duyulmasını bekliyoruz acaba merak ediyorum. Üstelik bunu sadece eğitimsiz kadınlar da yapmıyor. Birbirimizi sosyal medyada sonuçlarını düşünmek zorunda kalmadan ne güzel linç ediyoruz. Ahlak denilince sadece kadının namusundan bahsedilen bir dünyada yaşamaya çalışmak çok zor. İnsanlar isteyince türlü türlü bahanelerin arkasına saklanmayı başarıyorlar. Tıpkı Halise’nin Elvan’ın kimsesizliğini bahane ederek olabileceği en iyi yerde yaşadığından ötürü gerçeği bilse de gidemeyeceğini bahane etmesi gibi. O yüzden de Elvan’ın “Öyle de bir giderdim ki. Şimdi ettiğim gibi yine bir yolunu bulup gidebilirdim” deyişi içimin yağlarını eritti. Kimsesiz olduğu muhtaç olduğu anlamına gelmiyor.

Üstüne de Yahya ile barışmama nedeni olarak “Çünkü artık benim bir sevgilim var” deyişi nasıl bir kapak biçimi:) Elvan için bu bölüm yargı dağıtıyor diyebilir miyiz, artık? Çünkü bu hafta kapakları çiftledi. Bu hafta Elvan tüm geçmiş hesapları kapadı. Ancak geçmişindeki bu yalanları Bora’ya anlatırken hamile kalmış olabileceği ihtimaliyle de yüzleşmek zorunda kaldı. Geçmişinin geleceğini karıştırdığı bir an daha, ne diyelim ki. Bora’nın da geleceğinde bu sefer hızlı gitmeyelim derken ışık hızında baba olmak var galiba. Adamın aklı gitti.         

Ah Kötüler Ah!

Size Diye Diye Dilimde Tüy Bitti.

Güven bıçaklanma haberini duyar duymaz gerçek olup olmamasıyla ilgilenmeden bu durumun hem Sancar’dan kurtulmasını hem de Melek’in velayetini almasını sağlayacağını düşünerek hastaneye üşüştü. Avının ölümünü bekleyen bir akbaba edasıyla Serdar’ın bu haline üzülmüş gibi yapıp Müge’ye karşı Sancar’ı bir canavar gibi göstermeye çalıştı. Yemin ediyorum bu adam kedi gibi dört ayak üstüne düşüyor. Bu durumda bile Müge’yi doldurmaya çalışması mı daha trajik yoksa Müge’nin onun ağzından çıkan her şeyi ciddiye alması mı bilemedim.

Her hafta artık Güven’e yer vermeyeceğim diyorum ama o ne yapıp ediyor Efeoğlu ailesine hayatı zindan etmek için yeni bir yol buluyor. Dedim ya kedi gibi hep dört ayağının üstüne düşüyor. Sedat’ın konuşmalarından zaafının Mavi olduğunu anlar anlamaz bu durumundan faydalanıp ondan kurtulmaya çalıştı. Bir insanı bıçaklamanın ne kadar barbarca bir hareket olduğunu söylediğinin üstünden daha birkaç dakika geçmişti ki adamına onu öldürme emri verdi. Amacı Sedat öldürtüp hem Sancar’ın hapse girmesini sağlamak hem de onun gibi bir psikopatla uğraşmak zorunda kalmaktan kurtulmaktı. Ancak her planı gibi bu planı da mutlu bir sona erişemedi. Adamı bir fırsatını bulup odasına girdiğinde herhangi bir hamle yapmaya fırsat bulamadan Sedat gözlerini açtı.

Sedat gözlerini açtı ya sanki az önce onun cinayetini planlayan o değilmiş gibi Güven, Sedat ile olan iş birliğine devam etti. İlk işleri de Sancar’a gider umuduyla atla yola çıkan Kavruk’u gideceği yere kadar takip ettirmek oldu. Kendisinin hep haklı olduğuna kendi kendini o kadar iyi inandırmış ki Güven için aksi bir durum söz konusu bile değil. Sancar’a hem kızının hem de torununun onu sana tercih etmesinden dolayı bir kinin var da Kavruk ile alıp vermediğin ne? Adamına ikisinin birlikte fotoğrafını çektirip polise göstererek “mensup” dediğin adamın da içeri girmesini sağlamaya çalışıyorsun. Sancar için kıymetli olduğu için mi yoksa senin için tehdit olduğu için mi?

 

Pazarlık Aşaması

 

Güven’in de haklı olduğu bir konu vardı. Sedat bu bıçaklanma olayını yaşadığından beri Sancar’ın yakalanıp yakalanmamasıyla hiç ilgilenmemişti. Hatta polise kendini bıçaklayanın Sancar olduğu şeklindeki ifadesini bile olabildiği kadar geciktirme peşindeydi. Çünkü Sancar’ın özgürlüğünü ilgilendiren bu durumun Mavi’yi ayağına getirmek için iyi bir fırsat olduğunu biliyordu ve haklı da çıktı. Güven ellerini avuşturmuş Sancar’ın yakalanmasını hayal ederken Mavi hastane odasına giriş yaptı. Sedat’la yalnız konuşmayı talep etti. Güven Sedat’ın zaafı olan Mavi tarafından aleyhine ifade vermekten çekilmesinden korktuğundan odayı terk etmeyi reddetti. Ama Mavi’nin odayı terk etme girişimi üzerine Sedat kaba bir dil kullanarak Güven’i adeta odasından kovdu.

Mavi sevdiği adam için Serdar’la pazarlık masasına oturdu. Onun özgürlüğü karşısında ne istediğini öğrenmeye çalıştı. Yaptığı fedakâr bir davranış olsa da Sancar’ın arkasından iş çevirmesini hele de o biz bir aileyiz derken herkes adına karar vermesini hiç sevmedim. Sancar bunu duyduğu taktirde Mavi’ye çok kızacak, haklı da. Daha yanına oturur oturmaz saçının kokusundan başlayarak kadını rahatsız edecek bir tacize başlamıştı bile. Üstelik Sancar’ın tehlikede olan tek şeyinin özgürlüğü değil; aynı zamanda canı olduğunu söyleyerek pazarlık şartlarını kendi lehine çevirmeye çalışıyordu. Ancak Sancar’ın lehine bir ifade verme konusunda hiç istekli değildi. Üstelik Sancar’ı bırakması şartı karşısında Mavi’ye vermeyi teklif ettiği tek seçenek sadece ona olan ilgisini kaybedeceği yönündeydi. Kendini suçlu gösterecek bir ifade vermemesi gerektiğini bir avukat olarak en iyi o bilirdi. Mavi de pazarlık konusunda hiç fena değildi. Sedat’a asla reddedemeyeceğini bildiği bir teklifte bulundu: Birlikte gitmek.

Sedat’ı bu konuda ikna edip yola çıkarmak kolaydı. Asıl sorun ise sözünde durmasını sağlamaktı. Sancar’ın kızı Melek’ten daha fazla ayrı kalmasını göze alamayan Mavi, kendi hayatını Sedat’ın arabasına binmekle tehlikeye atamaya dünden hazırdı. Bir insan kendinden nefret eden bir kadının bir gün kendi rızasıyla yeniden denemeyi isteyeceğini nasıl düşünür benim aklım almıyor. O kelimeyi kullanmayı hiç sevmiyorum ama bu adam gerçek bir deli. Yoksa kendi hatası yüzünden kaybettiği kızının yerini doldurmak için kendinden iğrenen bir kadından başka bir çocuk sahibi olmayı istemezdi. Kazayı o yapmışken çocuk borcu olanın Mavi olduğunu düşünmesi çok ilginç.

Ancak arabasına binmeden önce Sedat gibi bir adamın sözünde durmayacağını bilmesi gerekirdi. Kötü adamlar verdikleri sözleri tutsalardı kimsenin hikayesinde kötü adam olamazlardı. Sedat’a da hak vermek lazım, sonuçta o bu hikâyenin kötü adamı. Sancar hakkındaki ifadesini çekmeyeceğini anlayan Mavi aniden değişiverdi. Bu sayede Mavi’nin bugüne kadar hiç görmediğimiz bir yüzünü görmemiz de mümkün oldu. Sedat Mavi’yi kimsenin sesini duyup ona yardım edemeyeceği bir yere götüreceği, sonsuza dek yanında tutacağı ve ondan kurtulmasının tek yolunun ölüm olduğu şeklinde birtakım tehditler savursa da hiçbiri Mavi’nin umurunda olmadı.

Arabadan inmek istedi ancak defalarca arabaya vurarak “Sedat durdur şu arabayı. Durdur şu arabayı” diyerek bağırdı. Sinir krizi geçiren Mavi, Sancar için istediğini aldıktan sonra Sedat’ın tutsağı olmamak içim önce Sedat’ın emniyetin kemerini çıkardıktan sonra direksiyonuna müdahale edip arabayı ağaca doğru sürerek kaza yaptırdı.

Bizim de Aşkımız Tam Olmasın Mı?

Bu Kalp Bir Kavruk Acısını Kaldırmaz

Efesini görmeye giden Kavruk’u ise bu macera sonunda üç sürpriz bekliyordu. İlki Sancar’a götürmesi için Mavi’nin eline tutuşturmuş olduğu ses kaydının, babasını özlemiş bir kıza değil; sevdiğine kızıyla kavuşması için veda etmeye çalışan bir kadına ait olmasıydı. Sancar kadar hayretlere düşen Kavruk “Efem bak, yemin ederim benim de haberim yoktu. Bana da oyun oynadı” diyerek kendini savunmaya çalıştı. Ancak o sırada Sancar’ın ne onu görecek ne de onu işitecek hali yoktu. Mavi’nin peşine düşmek için yola çıkacakken bahçe duvarının oradan birinin fotoğraflarını çektiğini fark etti. Bu da Kavruk’un peşine takıldığını bilmediği ikinci sürprizdi.

Artık Sancar için yakalanmamak gibi bir seçenek yoktu. Zira resmini çeken Güven’in adamıydı. Sancar çok iyi biliyordu ki adam elindeki o fotoğrafla kaçmayı başardığı taktirde onu polise şikâyet edecekti. Bu yüzden de önce adamı takip etmesi gerektiğini fark etti. Arabasına kadar kovaladığı adam elinden kaçamayacağını anladığı anda da Sancar’a silahını doğrulttu. Sancar onunla konuşmaya durumunun aciliyetini anlatmaya çalıştı. Tek derdinin karısını psikopatın birinin elinden kurtarmak olduğunu ve kendine yardım ettiği taktirde ona dokunmayacağını anlatmaya çalıştı. Üstelik kendisine yardım ettiği taktirde onu canı pahasına koruyacağını bile söyledi. Ortada bir silah olduğundan kaba kuvvet yerine adamın insanlığına seslenerek yardım etmeye ikna etmeye çalışıyordu.

Ki düşününce herkesin bir çocuğu, karısı, bacısı hiç olmadı en azından bir annesi vardır. Vicdan ve empati becerisi her normal insanda olan bir özelliktir. Ancak normal bir insanın da Güven ile çalışma ihtimali nedir?

İkna etmesine ramak kalmıştı ki olan oldu. Kavruk diğer taraftan çıkıp zaten diken üstünde olan adamın daha da tedirgin olmasına neden oldu. Sonuç silahtan çıkan bir kurşunla karnından vurularak yerde yatan bir Kavruk. Bu da günün beklenmeyen üçüncü sürpriziydi.  Vurulup düşen kardeşini kavrayan Sancar’ın kollarında ettiği son sözleri kendisini bırakıp karısını kurtarmaya gitmesi ve hayatı boyunca sadece Zehra’yı sevdiğiydi. Adam vuruldu ama hala Sancar’ın iyiliğini düşünüyor ya ölürse bir daha nasıl toparlanırım hiç bilmiyorum.

Ben Kavruk’un sevdasını, vefasını, temiz kalbini ve her şeyden çok da o anlayışlı kalbini seviyorum. Kırk altı bölüm boyunca asla bir hatası olmamış mükemmel insan Kavruk’un hikayesi mutlu bir sonu hak ediyor. Biz izleyiciler bu mutlu sonu hakkediyoruz. Zehra da abisi gibi bir aşkı hak ediyor. Ama daha da önemlisi bu hikâyede Kavruk’u olmayan bir Sancar’a yer yok diyerek yazımı tamamlıyorum.   

 

Göz atmanızı öneririz: Sefirin Kızı Bölüm Yorumları

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

24 dakika Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce