Sefirin Kızı’nda 43. Bölümde de bir önceki haftadaki gibi reytinglerde az da olsa yükselme var… Dizi Total’de 4,10 reyting ile 15. ve AB’de 2,66 reyting ile 17. ve ABC1’de 3,62 reyting ile 14. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Kırk üçüncü bölüm açılışının Mavi ve Melek’in kaçış operasyonundan bir sahneyle yapılmasına çok sevindim. Hatta yüzlerindeki boyanın artık olmadığını fark ettiğimde acaba ne zaman silmeye vakit buldular diye bile düşündüm. Mavi kızı öldüğü halde hala bir anneydi ve başka bir çocuğun daha zalim bir insanın elinde acı çekmesine seyirci kalabilecek değildi. Bu yüzden de Melek’i kendi kurtarmaya karar verdi. Buraya kadar her şey tamam. Ama Melek babasının nerede olduğunu sorduğunda Sancar’ın haberinin olmadığını söylemesi eminim ki bazı izleyicilerde erkenden tehlike alarmlarının çalmasına neden olmuştur.
Ancak olaylar tam da benim tahmin ettiğim gibi hem Sancar’ı zan altında bırakmamak hem de kabul edilebilir bir inkâr hakkı olması için Melek’i Sancar’a haber vermeden o evden çıkarması şeklinde olmuştu. Melek’i arabada oyalayabilmek için oynamayı teklif ettiği oyun ise ancak gerçek bir annenin düşünebileceği cinsten bir oyundu. Anne-babalarımızda arabada rahat durmamızı sağlamak için kim bilir kaç oyun oynamışlardır. Ebeveyn beyni, yaratıcıdır deyip asıl konuya geliyorum. O da Melek’e kemerini taktırmış olduğu gerçeğiydi.
Bir an için bu detayın neden bu kadar önemli olduğunu düşündüm. Sonra da kızını kaybettiği araba kazasını düşündüm. Acaba eski eşi emniyet kemeri konusunda dikkatsizlik etmiş olabilir mi diye düşündüm. Ama bölümün ilerleyen sahnelerinde gördük ki kızı bu yüzden kaza sırasında arabadan fırlamış. Bu kez de ben lanet ettim o babaya. Sonra tam da ana yola çıkacakken polis çevirmesiyle karşı karşıya kaldılar. Melek polisleri görür görmez yeniden dedesinin yanına gitmek zorunda kalma ihtimalinden çok korktu hatta arabayı çevirsin diye Mavi’ye direktif bile verdi. Kimsenin çocuğa aslında kiminle kalmak istediğini sorma zahmetine girmemesi ne üzücü. Onu asla bir arada kalmak istemediği biriyle sözde “onun iyiliği” için kalmaya zorluyorlar.
Polisler tarafından durdurulduklarında ve nereye gittikleri sorulduğunda Mavi’nin soğuk kanlılığını koruyan cevaplar vermesi beni çok şaşırttı. Onu çeviren polisle konuşurken diğer polislerin kendi aralarında kayıp kızın fotoğrafı diye konuşmaya başlamaları sahneye bir gerilim katmadı diyemem. Acaba yakalanacaklar mı diye çok gerildim. Neyse ki fotoğraf ekrana düşmeden önce Efe babasından aldığı pratik zekasıyla bir hamle yapan Melek sayesinde kurtuldular. Ancak rol icabı da olsa Melek’in “Hadi anne. Anne hadi” demesinin Mavi üzerindeki etkisini görmemek mümkün değildi. Ah be Mavi.
Aynı anda Güven Melek’e bakmak için odasına gittiğinde orada olmadığını görüp dadının da nerede olduğunu bilmediğini anlayınca yana yakıla Melek’i aramak için dışarıya çıktı. Tam da o sırada arabasını evin yoluna park etmiş olan Sancar ile karşılaştı. Onu görür görmez Melek’i onun kaçırmış olabileceğini düşünüp hesap sormaya başladı. Sancar da Güven’in kızının nerede olduğunu bilmediğini fark edince kızılca kıyamet koptu. Sancar’ın artık patentini almış olması gerektiğini düşündüğüm yakasından tutarak silkeleme hareketini yapmasına ramak kala Güven’in korumaları tarafından zapt edildi. Ben işler fiziksel bir boyuta geçer diye düşünürken yaramaz iki öğrenciyi kulaklarından yakalamış öğretmen edasıyla Müge duruma müdahale etti.
Müge’nin bu dizideki konumunun ne olduğuna senaristler de pek karar veremediklerinden dün psikiyatrdı, bugün de Sancar ile Güven arasında arabulucu olsun demişler. Melek için birbirlerine girmek yerine nerede olabileceği ve onu nasıl bulabilecekleri konusunda düşünmeye teşvik etti. Önce kaçarak konağa gitmiş olabileceğini düşündüler hatta Sancar evi aradı. Ancak koca konakta Gülsiye’den başka kimse yoktu. ((Senaristler acaba ne zaman Gülsiye için de bir senaryo yazacak merak ediyorum. Tek işlevi konak içinde olması olmamalı. Süs bitkisi mi bu bıraktığın yerde dursun.))
Oğluna Mavi konusunda her fırsatta laf sokan Halise kendini hanım ağa zannederek ücra bir depoda Dudu’nun bebeğinin babasını dövdürmekle meşguldü. Bu senaryo neden uzuyor neden kendi kanından olmayan bir bebeği muhafaza edebilmek için bu kadar uğraşıyor bilmiyorum ama umarım bu durum tek torunu olan Melek’in velayeti konusunda ilerde bir sorun oluşturmaz deyip geçiyorum. Ev halkından olan Elvan ise aynı vakitte sarhoşluğun neden olduğu “şekerlemesini” yapmakla meşguldü. Bütün bunları anladım da Zehra neredeydi acaba? Onu gerçekten çok merak ettim. Melek’in evde olmadığı öğrenilince hemen polis çağrıldı.
Polis karşısında Sancar her ne kadar haklı olursa olsun, Melek söz konusu olduğunda her iki tarafın da farklılıklarını bir kenara bırakarak işi birliği yapmaktan kaçınması hatta birbirlerine saldırması beni ziyadesiyle üzdü. İçimden ya Melek gerçekten kayıp olsaydı o zaman ne olacaktı diye geçirdim. Polis karşısında her iki tarafta ötekinin Melek’i kaçırdığına dair ilginç suçlamalarda bulundular. Ancak bu sahnede beni asıl üzen şey, Güven’in “Ben onun için parti düzenlemiştim. Hayatının en mutlu gecesini yaşıyordu” demesiydi. Ailesinden zorla koparılan bir çocuğun adına düzenlenmiş bir parti var diye sevineceğini düşünmek büyük bir zavallılıktı.
Karakolda Sancar’ın Melek hakkında sosyal hizmetlerden gelen kadına “demek ki olabiliyormuş” demesi ne kadar da yerinde bir sitemdi. Çocuk bu kimi zaman kaçması gayet normal. Hangimiz en az bir kez evden kaçmamışızdır ki. Ancak kızının kaçmasına neden olanın, Mavi ile onu kulübede görmesi olduğunu öğrendiği zaman yaşadığı hüzünle ben de hüzünlendim. Kızı sözünü çiğnediğini bildiği halde kendini almaya gelen sosyal hizmetler ve dedesine karşılık babasını avutmaya çalışmıştı. Ancak Güven bununla da yetinmedi. Polis karşısına çıkmışken Mavi’nin nerede olduğunu sorgulamaya hatta belki de onun kaçırmış olabileceğine dair imalarda bulunmaya başladı. İleri gidip kızını kaybetmiş bir kadının tehlikeli olabileceğini bile söyledi.
Bütün bu kaostan ve kavgalardan çok uzakta bir yerde amacına ulaşmış bir Mavi ve Melek vardı. Melek’i polislere yakalanmadan kurtarmayı başaran Mavi, kimselere görünmeden Melek’i eve sokmayı başardı. Kimsenin onları görmediğinden emin olduktan sonra da Melek ile ilgilendi. Ancak yeni tuttuğu evin soğuk olması hesaba pek de katmadığı bir durumdu. Ancak onun hesaba katmadığı bu durum sonrasında izlemeye doyamadığım çok güzel sahnelere ön ayak oldu. Mavi bu tatlı kıza onu babasıyla buluşturacağına dair bir söz vermişti. Ve bu sözü tutabilmek için gerekli koşulları sağlamaya uğraşıyordu. Ancak babası gelene kadar vakit öldürebilmeleri de şarttı. Tam da bu noktada çizgi filmler yardımına koştu.
Mavi’nin dedesinin kötü biri olduğunu nasıl anladığını sorduğunda Mavi’nin “Ona çok benzeyen birini tanımıştım bir zamanlar” demesi, Melek’in “Ne oldu ona? Çok mu üzdü seni. O yüzden mi sen buraya kaçıp geldin” diye sorular sorması aslında yakın zamanda açılacak olan eski eş hikayesinin tohumlarını atar cinsteydi. Sanki Melek değil de ekranı başındaki izleyiciler sorularını senaristlere aktarıyordu. Herkes bu bölümde en sevdikleri anların Sancar ve Mavi’ye ait olan anlar olduğu konusunda hemfikir olabilir ki bu bölümde gerçekten çok güzel ve naiftiler. Benim en sevdiğim anlar ise Mavi ve Melek arasında geçen anlardı.
Bu güzel anların ilki de çizgi film izledikleri sırada Melek’in kafasını Mavi’nin kucağına koymasıydı. Çocuklar kendilerini sevecek ve kendilerine şefkat gösterecek olan insanı gözünden tanırlar. Melek de onun içindeki şefkati gördü ve bunu bilerek ona yasladı. Bu sahne aslında ikisinin de içten içe özlem duydukları bir sevginin dışavurumuydu. Melek’in annesinin sevgisine olan açlığı ve Mavi’nin ise bir çocuğu sevmeye duyduğu özlem. Bu sahnedeki saç okşama eylemi ise sadece bu özlem ve açlığın giderilmesi için bir aracıydı. Melek’in “Sev” diyerek elini saçına götürmesi beni hem bu özlemi birbirlerinde giderme yolu buldukları için sevindirdi hem de içimin bir buruk olmasına neden oldu. Bazen bir çocuğun ihtiyaç duyduğu tek şey biraz sevgidir.
Mavi’nin Melek’in üstünü değiştirmesi için getirdiği pijamaları Melek’e giydirmesi gibi basit bir eylem bile bu dizide metafor olarak kullanılabiliyor. Aslında çok basit hatta kimisi için bahsetmeye bile değmeyen bir an. Ancak nasıl bir anne olduğunu gözümüzle görmemizi sağlayan bir andı. Bu aynı zamanda Melek’in Mavi’nin de bir anne olduğunu düşünmesine neden olan andı. “Ben hala bir anneyim” diyerek ortada dolaşmak kolay, asli olan bir çocuğa da “sen hala bir annesin” dedirtebilmekte ki Melek tam olarak değilse bile bunu yaptı.
Karakol çıkışında Sancar’ı daha önce nerede olduğunu merak ettiği Kavruk karşıladı. Sancar’ın nereye kaybolduğu hakkında hesap sormasına bile fırsat vermeden arabaya binmesini istedi. Sancar ne olup bittiğini anlamayan şaşkın bir ifadeyle Kavruk’un sözünü ikiletmedi ve arabaya bindi. Melek’in Sancar’da olduğuna ikna olan Güven ise arabasıyla peşlerine düştü. Sancar kızım acaba nerededir diye dertlenirken Kavruk’un bu kadar rahat olması onu epey öfkelendirdi. Ancak Kavruk’un en yakın benzinliğe girip “depoyu dolduralım da. Bu araba sabaha kadar gezecek” söylemiyle anladık ki arkasından bir oyun geliyordu. Kavruk benzinlikte takip edildiklerini söyleyene kadar nasıl oldu da Sancar onları fark edemedi ben çok şaşırdım.
Güven benzinlik çıkışında peşlerine düştüğünde bir an için acaba Sancar ile Kavruk’u takip edip kaldıkları yeri bulacak sonra da bunu mahkemede kullanıp işleri daha mı zorlaştıracak diye düşündüm. Çünkü bu gözler bu dizide daha ne dramlar görmeye alışmıştı. Bunu da görür derken bir evin önünde park etmiş araca yürüyen Güven ile birlikte biz de bir sürprizle karşılaşmış olduk. Kendinden emin adımlarla neredeyse keskin zekamla sobeledim seni diyecekken karşısında Necdet’i bulmuştu. Necdet kardeşi Menekşe dolayısıyla her daim sinir olduğum karakterlerden biriydi. Ancak şu sahneden sonra kesinlikle sevdiklerimden biri olacak.
Necdet’in camı açıp “Nasılsınız? Valla kusura bakmayın. Ben aslında babaanneme gidecektim. Sonra dedim ki en iyisi halana git. Sonra aman! En güzeli teyzenlere git dedim. Valla dolanmaktan başım döndü. Sizin de döndü mü dolanmaktan başınız?” sahnesi belki de bölümün en komik 3-4 sahnesinden biridir. Çünkü kendini çok akıllı Sancar’ı ise aptal bir köylü sanan Güven’i kandırmanın aslında ne kadar kolay olduğunu gösteren bir sahneydi. Sonra benzinlik sahnesine geri dönüş oldu. Bu sayede benzinliğe girdikten sonra Sancar ve Kavruk’un Necdet ile araba değiştirerek bu oyunu nasıl tezgahladıklarını da görmüş oldum.
Bu defa zekice planları yapanın Kavruk olduğunu gördüğümüz bu sahnedeki şaşkınlığım daha geçmeden Necdet’in sahneye dahil oluşu ve kızına gideceğini anlayan Sancar’ın yüzünde beliren kocaman gülümseme ve Necdet’in yanaklarını ezerken “adamımsın” deyişi çok iyiydi.
Tüm gerekli önlemler alınıp o eve gelmeyi başaran Sancar’ın sesini duyan Melek’in içerideki odadan koşarak babasının boynuna sarılması görülmeye değer bir manzaraydı. O sahnede Mavi adeta beni temsil ediyordu. Baba-kızla beş dakika geçiren bir insan bile “seni çok ama çok özledim, babam” dediğini duyduğunda bile birbirlerini ne kadar sevdiklerini anlayabilirdi. Ancak bizim içimizi eriten sahne belli ki Sancar’ı o kadar çok etkilemedi. Mavi’ye daha rahat hesap sorabilmek için Melek’i başka bir odaya yolladı.
Melek’in babasına karşı Mavi’yi korumaya çalışması bile aralarında büyümeye başlayan bu bağın ne kadar kuvvetli olduğunu göstermeye yetiyordu. Ancak bunun üstüne bir de Melek’in “Bana ihtiyacın olursa çağır olur mu? Ben de seni korurum” demesi Sancar’ı olduğu kadar beni de gülümsetti. Mavi sadece Sancar’a huzur vermiyor aynı zamanda kızı Melek’in de yaralarını sarıyordu. Hemen sonrasında ikisinin konuşmak için Kavruk’un gitmesini ima eden bakışları çok iyiydi. Öyle bir baktılar ki neredeyse ben de odadan çıkacaktım.
Sancar ondan habersiz kızının kaçırılması konusunda hesap sormaya başlamadan önce Mavi’nin Melek’i işaret ederek sesinin tonunu alçaltması konusunda kendisini ikaz etmesi müthiş bir ayar verme sahnesiydi. Sesini bile yükseltmeden Sancar’a kendini kontrol etmesini söylemesi görülmeye değerdi. Ne de güzel anlattı kelamını “Ben hayatımda öfke istemiyorum. Kimse bağırsın istemiyorum” diye. Sancar’a hak verse bile sakin bir tonda soru sormasını isteyen kadın şimdi de Melek’i o evden neden kaçırdığını tane tane bir şekilde Sancar’a anlatıyordu. Demek ki Efe’ye derdini anlatmak için avazın çıktığı kadar bağırmaya gerek yokmuş. Güzel bir ses tonu ve içten bir bakışma yetiyormuş. Evet size diyorum eski yazarlar biraz örnek alın.
Şiddet mağduru olmanız için birinin size vurmuş olması gerekmez. Sizi sözleriyle davranışlarıyla kuralları ve dayatmalarıyla da yaşamak istemediğiniz bir hayata hapsedebilir. Güven’in de Melek’e yaptığı buydu. Neyse ki yanında Mavi gibi onu koruyan biri vardı. Geçen bölümde sansasyon olan Harley Quinn imajına bu bölümde Sancar üzerinden gönderme yapıldığı gözümden kaçmadı. Harley Quinn kostümü üzerinden bile kıskançlık yapmak olsa olsa Sancar’ın marifeti olurdu. O kostümle tehlikeli bir göreve atılmak değil de kostümün kısa olmasına takılmak nasıl bir komedidir. Mavi, Sancar ve Melek’in mutlu aile tablosu görülmeye değerdi.
Sancar herhalde uzun zamandır bu kadar huzurlu olmamıştı. Kızını gıdıkladığı o anlarda benim de içime bir huzur doldu. Bir aile olarak koltukta oturup sadece televizyon izlemek gibi basit bir hayali hep birlikte gerçekleştirdiler. Mavi evine geldi diye masada iştahı kaçıp yemeyen Melek, şimdi Mavi’nin kendi elleriyle hazırladığı şeyleri iştahla yiyordu. Ne kadar iyi anlaştıklarını görmek Sancar’ı epey mutlu etti. Sonrasında Sancar Mavi ile yalnız kalmak istemiş olacak ki bir anda Melek’i yatma bahanesiyle aradan çekmeye çalıştı. Masal konusunda Mavi’nin yarasını deşmemek için gösterdiği özen çok kıymetliydi. Yatmadan önce masal okumak için yarıştıkları hatta Sancar’ın geride kaldığını söyleyen Melek’in peşinden koşarak yatağa atladığı o sahne favorimdi. Büyük bir sahne değildi belki ama benim kalbimi bıraktığım sahnelerden biriydi.
Melek uyumuş mu diye son kez bir kontrol edip sonra kanepede hemencecik Mavi’nin yanına kurulması ve ona sarılarak “Sen benim huzurumsun” demesi aslında çok anlamlı. Sancar’ın çocukluk yılları yoksunluklarla geçmiş. Şu hayatta yüzünü güldüren tek şey, Nare. O da Akın’ın tecavüzü, gururlu olmayı adamlık sanan anlayışı ve dokuz yıllık bir kayıpla Sancar’a kâbus oldu. Şimdi ise belki de çok uzun bir zaman sonra ilk kez huzur buldu. Bu yüzden olacak ki kendimi ona huzur veren Mavi’yi sahiplenirken buldum. Kızı öldüğünden beri susan Mavi’nin Sancar’a “Sen de benim sessizliğimi paylaşabildiğim tek kişisin” demesi benim nazarımda eşit derecede kıymetli. O yüzden bu sahneyi birlikte uyuyarak tamamlamaları beni çok mutlu etti. Sanırım bundan daha bir tamamlayıcıyı ben olsam düşünemezdim. Bazen birlikte bir sessizliği paylaşmak da güzeldir.
Koltukta huzurlu bir uyku çektikleri gecenin sabahında insan sevdiğiyle her yerde huzur buluyormuş dedirttiler bana. Ancak uyanmak ile uyku arasındaki o kısacık anda gerçekler gene kendini bir kâbus formunda Mavi’ye hatırlattı. Onunla ilk tanıştığımızda Mavi de Sancar gibi uyuyamamaktan mustaripti ya bu sabah uykularını kaçıran nedeni de öğrenmiş olduk. Meğerse Mavi kızını kaybettiğinden beri aynı kaza anını sürekli olarak kabuslarında görüyormuş. Öyle anlar vardır ki karakterler birbiriyle konuşmasalar bile hakkında sayfalarca yazı yazılır ama öyle anlar vardır ki bu kaza gibi ne yazmaya kalksan elin gitmez. O yüzden de ne kaza anına dönmeyi ne de kızını yerde yatarken görünce alıp kucaklamasını anlatmaya içim el vermedi. Siz de sormayın.
Sancar, Mavi’yi bütün bu kabuslardan uyandıran onu daha umutlu ve mutlu bir geleceğe inandıran, ona bir daha asla sahip olmayacağını düşündüğü “şimdileri” veren adam. Üstelik bunları sadece bir bakışı bir dokunuşu ve bir omuz oluşuyla yapan adam. Tuba’nın bu sahnedeki performansı bana ister istemez hakkında ağlayamadığı ve rolle giremediği şeklinde yapılan eleştirilere karşı senaristlerin verdiği bir cevapmış gibi geldi. Yeni senaristler belli ki ne hayran isteklerini ne de kimi zaman doğru ama kimi zamanda yersiz yapılan eleştirileri görmezden gelmiyorlar. Hatta her bölümde izleyicilerine bir cevap mektubu yazıyorlar.
Sancar’ın bu kâbusu yeniden yaşayan Mavi’ye kollarının arasına alarak hem cismen hem de manevi anlamda kol kanaat germesi içimi ısıttı. Birçok insan Sancar’ı geçmişte yaptığı hatalardan dolayı eleştiriyor ancak kimse kalbinin güzelliğini görmeye çalışmıyor. Kendinden hep gitmesine alışkın olduğu insanların aksine “Gitme. Yanımda kal” diyen bir kadın bulması belki de bu kalbin bir mucizesidir. Birbirlerine nasıl olduklarını sorup karşı taraf incinmesin diye “mutluluk oyunu” oynayan değil; aksine birbirlerine yaralarını göstermekten çekinmeyen bir çift var karşımızda. Tek eksikleri Ekim’in de yanlarında olması desem abartmış olmam.
Sancar’ın Ekim hakkında sorular sorduğu sahne benim için kıymetliydi. Çünkü bu onun Mavi’yi gerçekten ne kadar önemsediğini gösteriyordu. Ekim’in bir an için yanlarında olduğunu hayal ettim de belki de Sancar ona da iyi bir baba Melek de iyi bir kardeş olurdu. Sancar derdini bu kadar sahiplenmişken keşke eski eşinin yaşadığını söyleseydi dedim içimden. Tam da zamanında Sancar’ın “geçmişi bırakalım bizim de bir şimdimiz olsun” diyeceği tuttu. Sancar ile Mavi’nin hiç konuşmadan birbirlerine çekildikleri ve öpüştükleri o anın üstüne kalpleri nefes almaya başladı demekten başka ne ekleyebilirim bilmiyorum. Ve bütün bu acı anıların deşilmesinin tek olumlu yanının, Sancar ve Mavi’nin konuşmalarını Melek’in duyması olduğunu. Böylece Mavi’yi sevmeye başlayan Melek artık onunla bir bağ kurmaya da başladı.
Sabah kahvaltıda sucuklu yumurtaya birlikte bandırılan ekmek kadar hiçbir şey aile olduğunuz gerçeğini pekiştiremez. Tabi bir de polise aile olduğunuzu söyleme yalanı kadar. Huzurlu bir kahvaltıdan sonra Sancar Melek’in velayeti almak için planlarını devreye sokmak adına evden çıkmaya hazırlandı. Mavi ile tam vedalaşacakken Melek’in varlığını hatırlayarak kendisini toparlaması çocuklarının yanında öpüşmeyen anne-babaları hatırlattı bana. Anladım ki Mavi Sancar’a uzun süre önce kaybettiği huzur, kızına da annesi gittikten sonra özlemini duyduğu can oldu. Yaşattığı öyle bir huzurdu ki normalde şüphesinin cehenneminden yanan Sancar gibi bir adama bile Mavi’nin geçmişini sorgulatmadı.
Tabi baba-kız sayesinde Mavi de uzun süre önce kaybettiği umudu geri kazandı. Bazen birbirinin eksikliklerini tamamlayıp yaralarını sarmak koca bir destandan daha güçlü ve gerçek olur. Keza Melek de Mavi ile olan bağını yoksun kaldıkları üzerinden kurmaya başladı. Kızını kaybettiği için artık giyinip süslenmeyen Mavi’nin ayna karşısında hazırlanmasına yardımcı olurken kızı olmayı bile teklif etti. Kimse kimseyi kendi kızı ya da annesi kadar sevemez. Melek de bunun farkında ama birlikte yaralarını sarabilirdiler. Birbirlerinin yaralarını sarmaları ne Mavi’nin kızını ne de Melek’in annesini unutacağı anlamına gelmiyordu. Bunun bilinciyle Melek’in içten dilediği özür ve sarılma dünyalara bedeldi.
Kocaman insanlar bir çocuğu koca dünyaya sığdıramaz ama küçücük bir çocuk koca bir insanı yüreğine sığdırır. Melek’in adı gibi bir kalbi var. Ve o kalpte yolu sevgiden geçen her insan için bir yer mevcut.
Çok uzun süren bir gecenin sabahında Sancar’ın talimatı meyvelerini vermeye başladı. Sancar aradığı adamı bulmuştu ama aradığı adamı bulan tek kişi de kendisi değildi. Güven söz konusu olan Sancar’a hayatı dar etmekse asla vazgeçmez ama söz konusu olan babalık ya da dedelik olduğunda daima sınıfta kalır. Kızın velayetini ister ama kızla ilgilenmek dadının sorumluluğu olur. Bu adam madem sevgi vermeyecekti neden baba oldu neden Melek’i almak konusunda bu kadar ısrar etti anlamıyorum. Dadıya kızıp kovacağına önce kendine baksın. Sancar’a yenilmiş olmanın hırsıyla hem Mavi’nin geçmişinin hem de takip ettirdiği Halise’nin depoda dövdürttüğü adamın peşine düştü. Düştü düştü de bari takip etmeyi de becerebilse…
Güven’i ilgi çekici yapan tek şey Mavi’nin geçmişi hakkında anlattıklarıydı: “Kadın daha 19 yaşındayken ağır cezalık olmuş. Avukatları daha sonra dosya hakkında gizlilik kararı almış ama ben cinayetle yargılandığını düşünüyorum”. Acaba kimi öldürmekten yargılanmış merak ettim. Ama velayet davasına nasıl bir etkisi olur onu da bilemedim. Çünkü eğer bir velayete etkisi olacak olsaydı kadın kızı Ekim’in velayetini alamazdı. Eski kocasını o kadar kolay boşayıp hem de velayeti alabilmiş olması için gerçekten de onu haklı çıkaran bir şeyler olmalı. Mavi’nin kim olduğunu ve karakterinin derinliğini öğrenebilmemiz için geçmişini öğrenmek istiyorum. Yoksa kızında etkisi olmayan “cinayetin” Melek’in velayetinde bir etkisi olması saçma.
Sancar, kızının velayetini Güven’e kaptırmamak için bir şeyler yapması gerekiyordu. O yüzden de ilk iş olarak Güven’in eski şoförünün bulunup bir an önce memlekete getirilmesi konusunda avukatına talimatlar verdi. Bu talimata çok uzun süren bir gecenin devamında avukatın “bir problemimiz var” demesiyle gölge düştü. Ya da biz düştüğünü sandık mı desem. “Selim beni satacak” demesiyle şu dizilerde görevini layığıyla yapıp paranın kölesi olmayan, taraf değiştirmeyen tek bir insan yok mudur demem bir oldu. Ancak sonra öğrendik ki işini layığıyla yapan insanlar da varmış bu dizi dünyasında.
Sancar, Güven’in evine yaptığı ziyaret sırasında ne güzel de oynamış. Sadece Güven’i değil; ekranı başında izleyen biz seyircileri bile inandırdı adamı kaybettiğine. Bu oyunun bu kadar iyi işlemiş olmasında Sancar’ın inandırıcı oyunculuğu kadar Güven’in kibirliliğinin de bir etkisi vardı tabi. Yeni senaristlerimiz her zaman kötü adamların kazandığı bütün oyunların neredeyse finale kadar uzatıldığı hikâyelerin aksine yüreğini ortaya koyan iyi kahramanlarımızın da ne kadar akıllı olduğunu gösteren hikayeler yazdıkları için teşekkür ediyorum.
Benzinlikte Avukat Selim tarafından Güven’in adamlarına teslim edilen eski şoförü, şimdi açgözlü bir adam olmasının bedelini ödüyordu. Güven’in onu içi çamur dolu bir çukura atması yetmiyormuş gibi bir de üstüne beton döktürmeye niyetleniyordu. Söz söylemeye gelince Sancar şiddete meyilli bir adam, Mavi de cinayet işlemiş bir kadın ama Güven ne? Eski bir diplomat mı çünkü benim baktığım yerden tablo bambaşka. Neyse ki çok geçmeden Sancar da olay yerinde belirdi de her şeyin aslında şoförün daha fazla paraya tamah etmesini engellemek için yapılan bir oyun olduğunu gözlerimizle görmüş olduk. Para için atıp tutanların söz konusu hayatları olunca yalvarmalarını ağzım açık seyrediyorum. O anda söylediklerine kim nasıl inansın?
Daha önce dedim ya bu bölümde 3-4 komik sahneye şahit oldum diye. Bu komik anlardan sonuncusu ise Güven’in adamlarıyla karşı karşıya geldiklerinde Kavruk’un ağzından dökülenlerdi: “Ben bu beridekini gözüme kestirdim. O ben de. Geri kalanı da sende. Ne bakıyon ben miyim Efe? Mâni olsa diziveririm de bu kadar çam yarmasını nasıl sıraya dizeceğim ben.” Bu sözler ağzından döküldükten sonra o kadar güldüm ki ne kavga sahnesine ne de şoförün üstüne hala harç döküldüğüne dikkat edebildim. Acaba doğaçlama mı yapıyorlar diye bile düşündüm. Ufak anlara gülebilmek ne kadar güzel.
Ancak benim anlamadığım şoförü kurtarmak için o kadar zahmete girdikten sonra neden sadece hâkime ve sosyal hizmetlerden o kadına Güven’in kumar bağımlılığını anlatmakla yetindiler. Keşke öldürme girişiminin de birkaç fotoğrafını çekmiş olsalardı. Güven’in yaptığı resmen birinci dereceden cinayete azmettirmek. O zaman değil geçici velayetini almak Melek’in yanına bile yaklaşamazdı. Belki de hapis cezası bile alırdı. Bazen sadece günü kurtarma derdinde olduklarından yüzleri hiç gülmüyor. Neyse ki en azından geçici velayet olayından kurtuldular da Melek’i ait olduğu eve götürdüler. Orası da ayrı bir konu. Melek neredeyse Mavi ile kalabilmek için babasına yalvardı. Babasına birlikte yaptıkları anne-kız planlarını anlattı. Ötesi yok bunun…
Mavi, Melek’in dedesi olacak o adamın evinde bir dakika daha fazla kalmaması için başının polis ile derde girmesini bile göze alsın anne sevgisine olan özlemine şifa olmaya çalışsın tek işlevi adam dövdürmek olan Halise tarafından “kırığın” diye anılsın hem yazık hem de günah. Hele de bir kadın bir kadına yaptığında daha da ayıp. Halise’ye o kadar kızıyorum ki onun hakkında yazmak bile istemiyorum. Ancak Ekim adına dökülen lokmanın altında yatan güzel düşüncesi nedeniyle Sancar’ın altın kalbini ve ellerinde çiçeklerle kapılara dayanan aşık halini saatlerce konuşabilirim. Ayaklarım beni sana getiriyor nasıl bir cevaptır, inanamadım.
Daha önceki yazımda aşk kalbe atılan bir ilmektir sevdiğinin eli de atılan bu ilmeklerden dolayı aşığın nefes almasını sağlamasının tek yoludur demiştim. Sanki senaristlerde benim gibi düşünüyor. Zira Sancar Mavi’nin yanına döndükten sonra el ele oldukları sahne de dahil olmak üzere çoğu zaman ele ele oldukları sahnelere ciddi bir odaklanma durumu yaşanıyor. Bu ister senaryo açısından olsun isterse de kamera açısından olsun, ele tutuştukları anlarda sanki el ele verip dünyaya meydan okuyacaklarmış gibi bir mesaj verilmeye çalışılıyor.
Son olarak bölümün büyük bombasına gelecek olursak eğer, hayır bölüm sonu canavarı gibi ortaya çıkan eski eşten bahsetmiyorum; Sancar’ın cesaretini toplayıp Mavi’ye ettiği evlenme teklifinden söz ediyorum.
Hayatı boyunca önce ailesi sonra da kızı için yaşamaya alışmış herkese kol kanat geren Sancar’ın tam da “huzuru” bulduğu yerde kıymetini bilip kaybetmemek için ettiği o teklife çok şaşırdım. Ama üstüne düşününce de çok sevindim. Belki şimdilik ailesi ve kızından saklıyor ama Sancar sonunda kendi için bir şey yaptı. Yaptığı teklif o kadar beklenmedik, o kadar yalın ve içtendi ki bana bile sorsa evet derdim herhalde. Daha önce de ifade etmiştim lüks-gösterişli bir restoranda yenilen bir yemek yerine samimi bir muhabbetin olduğu evde yenilen sıradan bir yemeği tercih ederim diye sanırım aynı şey evlilik teklifi için de geçerli. Bir evlilik hayalim hiç olmadı ama bir gün biri bana evlenme teklif edecek olsaydı bu kadar yalın ve içten edilen bir teklif olmasını dilerdim. Zira avucuna bırakılan bir kalp parmağına takabileceğin bir yüzükten çok daha değerlidir.
Bir anda söylenen “Benimle evlensene. Bak ben sevda nedir biliyorum. Ama sevgili olmak nedir bilmiyorum. Allah’ın her günü birlikte uyuyup uyanmak nedir bilmiyorum. Yaşamadım yani. Akşam işten dönünce iki sevgili ne konuşur bilmiyorum. Ben uyumayı bile senle beraber öğrendim. Senle öğrendiğim her şeyi çok sevdim… Mutluluğu beraber yaratalım, Mavi” sözler bazen nasıl da hayatımızın dönüm noktası olabiliyor şaşırıyorum. Mavi’nin ruh halinin kimseye iyi gelmesini mümkün kılamayacağını söylediğinde Sancar’ın söylediği ilk şeyin kızına ne kadar iyi geldiği olması da bu sahnenin en kıymetli ayrıntılarından biriydi. Tabi sonrasında insanların evlendiklerini duyduğunda ne söyleyecekleri üzerine konuşmaları da. Mavi ne kadar güzel ifade etti bu coğrafyada çocuğunu kaybetmiş bir kadın olmanın ne demek olduğunu.
Acı ama gerçek. Bir adamdan boşanmışsan ve çocuğun da vefat etmişse bir kadın olarak toplum seni başka bir yere koyuyor. Bu konuda Sancar’ın kat ettiği mesafe gözümden kaçmıyor. Daha önce evlenirken hayatına girmiş bir adam olmayan birini aramışken şimdi boşanmış ve üstelik daha önce bir çocuk da doğurmuş kadına evlenme teklif ediyor. Umut ediyorum ki kısa sürede evlilikle taçlandırılmış bu aşk, Mavi’nin eski eşinin ortaya çıkmasından sonra da sağlam kalmayı başarır. Hatta kendini insani olarak gelişmeye açmış olan Sancar, önceki hatalarından ders almış bir şekilde Sedat’a değil; sevdiği ona huzur kızına can olan Mavi’ye inanır.
Düğün sahnesinde Tuba haliyle Mavi’nin güzelliği dışında aynı zamanda ilk öpüşmelerinde olduğu gibi huzuru simgeleyen deniz kenarında yapılmış sade bir nikahın az diyalogla hatta hiç diyalogla çok metafor ortaya koyduğu dışında bir şey söylemem pek mümkün değil. Ancak hem saçı hem de kıyafetiyle Mavi ne kadar asil Sancar da dalgalar kadar huzurluydu diyerek tamamlıyorum.
Geçmiş, gelecek ve şimdi nedir? Onları bu kadar önemli kılan ve hayatımızın her anına böylesine sirayet etmelerini sağlayan güç nedir? Her şeyden önce “geçmiş” ve “gelecek” aslında biz insanoğlunun bu dünyada yaşadığı hayatı anlamlı ve aklının alacağı bir şekilde mantıklı kılmak için uydurduğu birer kelime. Aslında üstünde hiçbir kontrolümüz olmayan zamana karşı hâkimiyet kurmak için oluşturulmuş bir mefhum. Ancak bu çaba bir ejderhaya tasma takmak kadar beyhude. Çünkü geçmiş yok yükleri var, gelecek de yok kaygıları var sadece.
Neden bu konuya girdiğimi sorabilirsiniz. Büyük ihtimalle haklı da olursunuz. Ancak bu bölümde özellikle de herkesin çok değiştiğini dile getirdiği Sancar konusunda bu konu ön plana çıkmıyor mu? Karşımızda değiştiği iddia edilen bir Sancar var. Ancak benim gördüğüm Sancar bu değil. Aksine benim gördüğüm Sancar, yanlış yetiştirilme biçiminin kurbanı olarak sevdiği kadını anlamadan dinlemeden kovmuş ve bu günahının bedelini suçluluk duygusuyla ödemiş bir Sancar. Şimdi ise karşımızda yirmi yıllık ömrü dediği “geçmişi” gittikten sonra yüklerinden kurtulmuş bir Sancar. Bu yüzden de temiz bir sayfa açma konusunda geleceğe hiç düşünmeden daha umutla bakan ve daha önce hiç yaşayamadığı “şimdiyi” yaşamak isteyen bir Sancar var karşımızda diyerek bitiriyorum.
Yalı Çapkını 85. bölümde özlenen Svl analizleri geri döndü. Keyifli okumalar…
Yalı Çapkını 85. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit'i konuşalım mı? Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…