Sefirin Kızı’nda değişim zamanı, karakterden senariste ve hatta hikayeye kadar… 2. Sezonun 38. Bölümünde Total’de 4,95 reyting ve ABC1’de 4,66 reyting ile 11. ve AB’de 2,97 reyting ile 12. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Yeniden bir Sefirin Kızı bölümüyle hep beraberiz. Otuz beşinci bölümüyle birlikte senaryo grubu değişen dizinin yeni senaristlerle olan ilk sınavının aynı zamanda Nare’nin ortadan kaybolduğu bölüme denk geldiğini uzun uzun irdelemiştik. Hatta sizleri bıktıracak derecede uzun bir irdeleme olmuştu. O yüzden de geçen hafta yayınlanan otuz yedinci bölümü, eski defterlerin kapatılmasıyla gelen değişim konusunda tekrara düşmemek için ele almadım.
Şimdi yalan da olmasın her ne kadar son zamanlarda kendisine kızıyor olsam da ellerim Gediz’e Veda başlıklı bir yazıyı yazmaya da gitmedi. Tek söyleyebileceğim bu hikayede ölen kişinin Nare, uzaklara gidenin ise Gediz olması gerektiğidir. Onun dışında bir de Baba Candır dizisiyle tanıdığım ve kendisini çok sevdiğim Uraz’ın oyunculuğunu çok özleyeceğim…
Gelelim otuz sekizinci bölümün kendisine. Daha ilk sahnede Mavi ve Sancar’ın karşılaşmasıyla anladık ki ilişkilerin ana tema olduğu bir bölüm biz seyircileri bekliyordu. Özellikle eski senaristlerin uzun süredir ayak sürümekte direttikleri pek çok ilişki bu bölümle birlikte bir kesinlik kazanma sürecine giriyordu. Bu açıdan bakıldığında da en önemli ilişki, değişen hikayenin ana çifti olan Sancar ve Mavi ikilisi.
Tanıştıkları kısacık sahneyi saymazsak ana ikili olarak bir arada yer aldıkları ilk bölümde, ilk karşılaşmalarının yağmurlu bir havada olması bana çok manidar geldi. Nare ile tanıştığı güneşli bir yaz gününden sonra tam da sevdiği tarafından terk edildiği bir dönemde Mavi Hanım ile yağmurlu bir gecede tanışması bir tesadüf olamaz. Adeta her ikisinin de acıları ve yarım kalmışlıkları yağmur olup bütün Ege’yi ıslatıyordu. İkisi de konuşmuyordu ama onlar yerine doğa konuşuyordu. En azından bende oluşan intiba o yöndeydi.
Sancar’ı tanıdığımız otuz yedi bölüm boyunca yaptıklarını düşününce hiç tanımadığı bir kadına yardım etmek istemesi bana tam da Sancar’lık bir hareketmiş gibi geldi. Bir çok izleyici senaristleri bu konuda eleştirmiş ancak eğer zorda kalmış bir kadına yardım etmeseydi, Sancar hiç Sancar Efe olur muydu? Ki bu adam kendine her türlü kötülüğü eden bir adamın evden attığı sevgilisine yani Ceylan’a bile kapılarını açmış bir adam. Bu yüzden çaresiz bir kadın olarak gördüğü ve adını bile bilmediği Mavi’yi mecburen kulübeye almasına da sesimi çıkarmadım. Ancak oranın Nare ve Sancar aşkını temsil ettiği düşünülünce izleyicilerin neden tepki gösterdiğini de anlamam çok da zor olmadı.
Kadının kendinden rahatsız olmasını engellemek için onu kulübeye yerleştirir yerleştirmez kulübeyi terk etmesi de tam Sancar Efe’ye özgü bir hareketti. Kulübeyi o kadar hızlı terk etmişti ki kadına adını sormayı unuttuğunu bile yarı yoldayken hatırladı. Her ne kadar adını sormak çin geri dönmüş olsa da Mavi’nin tedirginlikle kapıya dayamış olduğu sandalyenin varlığı, kapıyı tıklatmasına engel oldu. Bu hali ben de ister istemez birinden kaçtığı ve erkeklere hiç güvenmediği hissini uyandırdı. Bu tedirgin halleri sanki yakın zamanda yaşanmış bir travmanın semptomlarını gözler önüne seriyor. Ve henüz senaristler tarafından açıklığa kavuşturulmayan gizemli bir havası var, Mavi’nin.
Şu soğuk havalarda arkadaşla içilen bir bardak çay kadar iç ısıtan bir başka şey var mı bu dünyada acaba? Yoksa Karadenizli olduğum için genetik kodlarıma mı işlenmiş çay:)
Sancar kendi dili döndükçe adını bile bilmediği bir kadına aslında neden yardım ettiğini anlattı, Kavruk’a. Bu sayede biz seyirciler de bu yardımın altında yatan asıl nedeni öğrenmiş olduk. Ancak bir anda karşısına çıkan ve adını bile bilmediği bu kadına termosta çayla evde yeni pişmiş böreklerden götürdüğünde kulübede olmadığını görünce verdiği tepkiyi anlamak pek de mümkün değildi. Hem bir mesaj bırakmadığına bozulmuş hem de nereye gittiği konusunda meraklanmıştı. Karşısında bir muatap bulamayınca da mecburen tanışmak başka bir bahara kaldı.
Bahar demişken dedik ya bu bölüm uzun zamandır ayak diretilen ilişkilerin kesinlik kazandığı bir bölüm oldu diye. O ilişkilerden biri de Yahya-Elvan-Dudu üçgeniydi. Yahya her ne kadar dışarıdan belli etmek istemese de Dudu’nun hamilelik haberi nedeniyle boşanma işlemlerini istemeye istemeye de olsa tamamladı. Böylece hem evli hem de kendine dost tutmuş adam olma saçmalığından kurtulmuş oldu. Belki şimdi farkında değil ama bu hikayede en çok canı yanacak olan kişi kendisi. Zira Elvan gibi bir eşi bırakıp Dudu gibi bir kadınla hayatını birleştirmeye karar verdi.
Boşanmanın tamamlanmasına en çok Elvan adına sevindim. Elvan her ne olursa olsun sebebi Nare bile olsa bir dakika daha kendini aldatan bir adamla evli kalmamalıydı. Tam da bu iş gereğinden fazla uzuyor derken yeni senaristlerin duruma el atması çok yerinde bir adım oldu. Elvan dizinin başından beri sevdiğim ve hep mutlu olmasını istediğim bir karakterdi. O yüzden de boşanmasına sevinmiş olmama rağmen Dudu’nun hamilelik haberini almasına bir o kadar üzüldüm. Kendisinin mahrum kaldığı şeye (çocuğa) Dudu’nun ulaşması Yahya’nın kendisini aldatmasından daha çok içini yakmıştır diye düşündüm.
Dertler teker teker gelmiyor ki!
Bir insan daha kaç kere kurban edilir?
Üstelik Elvan’ın yaşadığı haksızlıklar bununla da sınırlı değildi. Hikayede Elvan’ın kısır olduğu söylendiğinden beri aslında kısır olanın Yahya olduğunu biliyorduk ama Halise Hanım’ın bu konuda doktorla konuşup bir işler karıştırdığını hiç bilmiyorduk. Yahya gibi bir adamın kendi basiretsizliğini Elvan’ın üstüne atmasını anlarım da kendisini anne bilmiş bir kadına başka bir kadın böyle birşeyi nasıl yapar hiç anlayamadım. Halise kendini bu kadar seven Elvan’ın durumunun bile bile nasıl üstünü örttü? Bu kadın nasıl bir kız annesi aklım almıyor!!!!! Bir de Elvan bu kadın üzülmesin diye kendini yırtıyor.
Elvan konaktan ilk atıldığı günden aldatıldığını öğrendiği ilk güne kadar en büyük korkusu, boşandığı taktirde kimsesinin kalmayacağı gerçeğiydi. Yalnız olma ihtimalinden korkuyordu ki kısır olduğunu düşündüğü için sahip olabileceği tek ailenin Efeoğlu ailesi olduğunu düşünüyordu. Halbuki bugün Yahya’yı boşasa yarın bir ailesi olabilecekmiş Elvan’ın. Bu kız “kısır” damgasıyla kendini hep eksik hissetti. Eşine, ailesine bir haksızlık yapıyormuş gibi suçluluk duydu. Yahya bu “erkeklik gururunu” o kadar kafaya takmış ki neredeyse kendinden olmayan bir erkek çocuğunu “yavrum” deyip kabul edecek duruma gelmiş. Oysa ki onun bir mucize olabilir mi dediği şey, hakikatin inkarından ibaret.
Bu durumda bebeği aldırılamayacak hale gelene kadar gizleyen Dudu’nun erkek torunla baş köşeye kurulma planının aslında kendi ayağına sıkmak olduğunu öğreneceği anda vereceği tepkiyi çok merak ediyorum. Dudu yıllarca Yahya ile evli kalsa da bu aileye hiçbir zaman torun veremeyeceğini öğrenince ne yapacak? Bebeğin babası aslında kim? Bunlar gerçekten aklımı kurcalayan sorular. Tek iyi yönü aslında Halise’nin sakladığı bu sır, onun Dudu’dan kurtulmasına yardımcı olacak kadar güçlü ama oğlunun gururunu düşürmeden Elvan’ı kendine küstürmeden nasıl yapar merak ediyorum.
Bir insan kaderimizde olmaya görsün hiç beklemediğimiz yerlerde karşımıza çıkar. Bunun adı da tesadüf değil tevafuk olur. Uzun zamandır marinaya gitmeyen Sancar’ın tam da marinaya gittiği gün nereye gittiğini merak ettiği kadınla karşılaşması tam olarak da böyle bir durumdu. Mavi marinada Sancar’ın karşısına çıktı. Bu sahnelerde en çok Kavruk’un verdiği tepki hoşuma gitti: “Vay Annam Vay”. Kavruk’un bu tepkisi bir nevi seyircilerin de tepkisiydi. Zira kadıncağız denildiğinde hiç kimsenin gözünde canlanan bir Tuba olmuyor?
Bu tepkinin üzerine Kavruk’a onu tanıyıp tanımadığını sorgulaması ve pek de kadıncağıza benzemediği konusunda bir yorumla karşı karşıya kaldığı anlarda acaba Sancar gerçekten kadının ne kadar güzel olduğunu fark etmemiş olabilir mi diye düşündüm. Gerçekten de başka kadınlar konusunda bütün dünyaya at gözlükleriyle bakıyor olabilir mi? Senaristlerin bu yönde bir ilerleyişi seçmelerinin arka planında “Sancar 20 yıllık destanını ne çabuk unuttu” yorumlarının olduğunu düşünüyorum. Asıl ölüm unutmayla başlarmış ya Sancar’ın kalbinde Nare henüz unutulmadı.
Sancar’ın hiç tanımadığı bir kadını bu kadar merak etmesi neden diye düşünürken babamın yaptığı bir benzetme hoşuma gitti. Onu sizlerle paylaşmak istedim. Babam bu yeni aşk hikayesini “kontrollü bir yangına” benzetti. Kontrolden çıkmış bir yangının -ki bizim durumumuzda bu sevdiği tarafından terk edilen Sancar’ın kalbi- bütün ormanı yok etmesini engellemek için yangının etrafını bir çember şeklinde saracak küçük bir kontrollü yangının çıkartılması. Bu durumda Mavi de bizim hikayemizin kontrollü yangını. Hayırlı uğurlu olsun.
Sancar, tekne kiralayan Mavi’ye yaklaşan fırtına haberini vererek onu, bu akşam yola çıkmanın çok tehlikeli olduğu konusunda uyarmaya çalıştı. Hatta bu akşam yola çıkmaması için ikaz etti ama belli ki Mavi tanımadığı birinden pek nasihat alacak türde biri değildi. Mavi de Nare gibi inatçı ve burnunun dikine giden bir karakter olacak belli ki. Bu nasihat yüzünden Sancar, daha kızın adını öğrenemeden ikinci tartışmasını da yaşamış oldu. Onlar daha tanışmadan bu kadar inatlaşıyorlarsa bir ilişkiye başladıklarında nasıl olacaklar kim bilir?
Söz konusu Mavi olduğunda daha sorulacak çok soru var: Bu acelesi neden? Neden bir anda yağmur demeden çamur demeden hatta fırtına demeden yola çıkmak istiyor? Yoksa birinden mi kaçıyor? Aklımda bunun gibi daha çok soru işareti belirdi ama belli ki senaristler bu gizemli havayı kolay kolay bozmayacaklar. Ancak belli olan bir diğer durum da Sancar’ın bu merakının da kolay kolay geçmeyeceği. Yoksa hem sahil güvenliği hem de kulübeyi arayıp durmazdı. Onu geçtim bir gece vakti tanımadığı bir kadını sormak için hiç sevmediği Kahraman’ı aramazdı.
Son zamanlarda dizide pek sık görmediğimiz Kahraman’ın kadın için yaptığı “Tanrıça” yakıştırması bir yana “Bir insanı çok merak ediyorsan…” diye başlayan cümlesine kadar eğlenerek izlediğim bir telefon görüşmesi olduğunu söylemeliyim. Yeni senaristler son zamanlarda boşladıkları Kahraman’ın varlığını unutmamalılar. Kahraman için sadece bir telefon görüşmesiyle pekiştirme yapmanın ötesinde hikayeler yazılabilir. Örneğin Elvan ile kardeş olma, Ceylan’nın çocuğunun babası olma ve Müge ile olan garip ilişki durumu vb.
Sonunu düşünmeyecek kadar değil, mutlu bir son hayal edecek kadar çok seviyorum.
Bu bölümün bir ilişkiler bölümü olduğunu söyledik. Gönül ilişkilerinin kesinliğe kavuştuğu tek ilişki sadece Yahya-Dudu ilişkisi değildi. Aynı zamanda geçen bölümde sevdiklerinin yanında olmasının kıymetini bilme konusunda Sancar’ın konuştuğu Kavruk da uzun zamandır beklenilen itirafını yaptı. Tam da Gece yanlarındayken bu aşk itirafının yapılması Gece acaba başka bir aşkın şahidi mi olacak sorusunu sordurdu bana. Kavruk’un hayat tanımını gerçekten çok sevdim. Gerçekten de insan hayatı bir gün, o günde bugün. Hiçbir şey ertelenmeye değmez. Çünkü bir gün gelir o ertelediklerimizi yapma imkanını da kaybederiz.
Dizinin başından beri Zehra’yı sevdiğini bildiğimiz Kavruk’un aşk itirafını yapması eski senaristlerin eline kalsaydı daha uzun yıllar beklerdik diye düşünüyorum. O yüzden de yeni senaristlere teşekkür ediyor ve daha fazla Kavruk ve Zehra sahnesi görmek istediğimizi söylüyorum. Kavruk aşklarının Efe ile Alaca Kuş aşkı gibi bir destan olmasa da kendi için bu aşkın bir destan olduğunu söylemesi çok hoştu. Sonunu bildiğimiz için bırak destan olmasın bari siz mutlu bir çift olun demekten başka bir yorum yapamıyorum. Destanın sevdalıları nasıl yaktığına şahit olduk. Bu saatten sonra sadece mutlu bir çift görmek istiyorum.
Kavruk nikah masasına oturduğunda onu masadan kaldıran Zehra’nın cesur olduğunu biliyordum. Ama daha öncesi sevdasını hiç dile getirmemiş kızımızın, bu aşk itirafı karşısında hayretlere düşmeyip kendi aşkını da açık bir şekilde dile getirmesini hiç beklemiyordum. Üstelik ne olacaksa olsun diyerek değil; ciddi bir şekilde mutlu bir sona ermesini hayal ederek hissettiğini söylemesini beni hayrete düşürdü. Bu bir evlilik teklifi miydi bana mı öyle geldi??????
Sancar’ın kendi marinasına ait bir tekneyle nereye gittiği ve kim olduğu bilinmeyen bir kadının fırtınada başına gelebilecekleri düşünüp endişelenmesi Sancar’lık bir hareketti. O yüzden de yadırgamadım. Sonuçta tekne Sancar’ın marinasına aitti haliyle başına bir şey gelirse sorumluluğunun da kendine ait olacağını düşündü. Bu nedenle de en son Nare için gittiği karakola giderek yardım istedi. Teknenin tek başına terk edildiğini ve botun da kayıp olduğunu öğrenince kahramanlık pelerini taktı ve genç kadının yardımına koştu. Düşündüm de o pelerin değildir ya olsa olsa efelik kılıcını kuşanmasıdır.
Bu tür dizilerde mevcut bir klişe olarak yeni esas kızımızı her yerde arayan polisler değil; eliyle koymuş gibi bulan kahraman esas adamımız bulup kurtarır. Birçok izleyiciyi tam da bu sahnedeki sarılma ve seni bırakmayacağım cümlesi rahatsız etmiş. Ben de daha ilk günden ne oluyoruz dedim? Ama düşününce canı için korkmuş bütün gece fırtınayla boğuşan bir kadını sakinleştirmek için başka ne yapılabilirdi aklıma gelmedi. Sonuçta tokalaşmak da bu durumu pek de iyi yansıtabilecek bir teselli şekli olmazdı. Sonra kendime şunu sordum karşısındaki bu kadar güzel bir kadın olmasa başka bir kadın için de bunu yapar mıydı? Sancar’ı hepimiz biliyoruz ki yapardı.
Yeni senaristlerin bazı konularda geleneksel bir zihniyetle büyütülmüş Sancar’ın biraz değiştirildiğini düşünen varsa, doğrudur. Her yiğidin yoğurt yeyişinin farklı olduğu gibi her senaristin de aynı karakteri ele alış şekli birbirinden farklı olacaktır. Ancak bu değişiklikler bir uçurum şeklinde değil; ufak tefek nüanslar şeklinde gerçekleşmekte. Sonuçta karşımızda da eski Sancar yok. Sevdiği kadın tarafından terk edilmiş belki de onun deyimiyle unutulmuş bekar bir baba olan Sancar var. Her gidişler kalanın hayatında bir şeyleri değiştirir. Kimse olduğu gibi kalmaz. Tıpkı Sancar’ın kendisine kimseye söyleme diye tembih ettiği Kavruk’un boş boğazlık yapması gibi.
Sancar’ın teknede nihayet tanışma imkanı bulduğu kadının adının Mavi olduğunu duyunca verdiği tepki komikti. Ben de daha önce Mavi’yi bir lakap olarak değil de gerçek bir isim olarak hiçduymamıştım. Ancak benim tanıdığım Sancar tanımadığı bir kadının omuzuna kafasını koymasına izin vermezdi gibi geliyor. Sancar da gözle görülen bu gariplikler dışında tanıdık gelen şeyler de vardı. Kadının parmağındaki yüzüğü ve teknede düşen “E” harfi kolyesine sıkı sıkıya sarıldığını fark etmesi gibi. Özellikle de o “E” harfi gerçekten de kafasına takıldı. Kaptanlığı sahte çıkan birini kim merak etmez ki?
Ne yalan söyleyeyim benim de kafama takıldı. Hadi itiraf edin sizin de kafanıza takıldı. Acaba o “E” harfi sevdiği bir adamı mı yoksa kaybedilen bir çocuğu mu temsil ediyor merak ediyorum. Belki de Sancar ile yaraları da aynı yerdendir. O zaman bu ilişki Sancar ve Nare aşkından daha olgun bir aşk olur.
Mavi’nin gidecek bir yeri olmadığı için onu alıp bir yere yerleştirmesini anladım da neden kulübe onu anlayamadım. Kızı Melek’in özellikle “O kulübe benim kulübem. Sadece sen, ben bir de Kavruk girebilir” dediği yere daha yeni tanıştığı bir kadını getirmezdi. Gerçi kızına birine yardım ettiğini söyledi ama ne onun bir kadın olduğunu ne de kulübede olduğunu söylemedi. Bu aralar psikolojik sıkıntılar yaşayan Melek acaba Mavi’nin kulübedeki varlığına nasıl tepki verecek merak etmekten kendimi alamıyorum. Üstelik bunca zaman Nare’ye bir çorba kaynatmayan adamın Mavi’ye çorba kaynatması nasıl bir adalettir, dostlar? Hele de ateşini eliyle ölçtüğünde yüzünde beliren ifade için daha çok erken olduğunu düşünüyorum.
Kendi sorunlarına çare bulamayan Sancar’ın başka bir insana yardım edebilmek için Elvan’a danışması ne kadar güzel yürekli bir adam olduğunu tekrar gözler önüne seriyordu da Elvan nasıl oldu da onun hemen bir başka aşka yelken açabileceğini düşündü, aklım onu hiç almadı. Belki de boşanmanın ve Dudu’nun hamilelik haberi nedeniyle kahrolsun erkekler tarzında bir ruh haline girmiş olabilir diye düşündüm. Umarım ilerde Elvan Sancar abisine engeller çıkartmaz. Zaten bu konuda psikolojisi bozuk Melek’ten yana şüphe içindeyim.
Bölümün en sevdiğim anı da tam olarak bu mutfakta yaşandı. Elvan’ın ön yargısına karşı Kavruk ne güzel söyledi: “ Alaca Kuş alaca kuşluğundan vazgeçince o kulübe küle karştı Elvan Yenge? Sen iyisi mi benim Efemi başkalarıyla karıştırma” diye. Sanırım bu mesaj Nare gidince yirmi yıllık destan hemencecik biti verdi. Bu saatten sonra Sancar başkasına aşık olursa gerçekçi olmaz. Keşke zaman atlaması yapsalardı. Nare gidince Sancar’ın sevdası da destanı da yalan oldu diyenlere cevap niteliğindedir. Umarım senaristler, Sancar ve Mavi aşkını sağlam bir zemin üzerine inşa etmeyi başarırılar. Bir anda birbirlerine aşık olmaları gibi inandırıcı olmayacak bir gaflete düşmek yerine yavaş yavaş alevlenen bir aşk izlemeyi tercih ederim.
Halise Hanım da insan insana iyi gelir derken ne güzel de anlattı oğlunun derdini. Sancar kendi derdine çare bulamadığı için başkasının derdine “merhem” olma peşinde. Bu şekilde geceleri kendini uyutmayan dertlerini düşünmek yerine onlardan kaçmanın bir yolunu bulmuş oldu. Zamanında Nare’ye edemediği yardımı Mavi’ye göstererek farkında olmadan bilinçsiz bir şekilde telafi yolculuğuna çıkmış olabileceğini de düşünüyorum. Kim bilir belki de Halise haklıdır ve insan insana iyi gelir.
Bu ne kadar doğru bir söz ki Sancar ve Mavi arasında tam da olması gereken oldu. Nare gittiğinden beri geceleri kızına sarılıp yatan ama uyuyamayan Sancar ile uzun zamandır iki üç saatten fazla uyuyamadığını söyleyen Mavi yan yana uyudu. Bunu zamanında Nare ile Sancar sahnelerinde de görebilseydik keşke. Ama kısmet #SancarMavi çiftineymiş demekten başka elimden başka bir şey gelmiyor. Halise Hanım ilk defa haklı. Kimi zaman hiç tanımadığımız bir insan yaralarımızı da saracak insan olur. Umarım Mavi destanın neden olduğu fırtınanın ardından gelen huzur olur, tıpkı bu akşam olduğu gibi diyorum.
Genel olarak yan karakterlerin daha fazla ön plana çıktığı, ilişkilerin bir kesinlik kazandığı, Sancar ve Mavi ile başlayan yeni hikayenin yanı sıra eski hikayelerinin de düzenlendiği bir bölüm olmuş. Sanırım yapılan zorunlu değişimlerden sonra en beğendiğim bölüm bu oldu. Tek şikayetim yeni tanıştığı kadına yardım etmeye çalışırken Melek’i birazcık da olsa ihmal etmiş olması oldu. Keşke bu aşk hikayesinin kesişen ilk köşesi Melek ile Mavi olsaydı. Önce Melek’in yaralı gönlüne merhem olmakla başlasaydı. Önce kızını sonra babasını sevdim derdi. Umarım senaristler Mavi ve Melek arasında güzel bir ilişki yazar diyerek yazımı tamamlıyorum.
Sefirin Kızı bölüm yazıları için tıklayın.
(Henüz Yayınlanmadı)
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.