Sefirin Kızı 51. bölümü ile ekranlara geldi. Final yaklaşırken düşük reytingler ile moral bozmayalım ama sırf merak edenler için; bu bölüm Total’de 2,14 reytingle ve ABC1’de 1,92 reytingle 28., AB’de de ise 1,04 reytingle 42. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Diziye veda etmeye yaklaşmış olduğumuz bu elli birinci bölüm hakkındaki genel kanım, finalden bir önceki bölüm olması bakımından işlevini layığıyla yerini getirdiğidir. Her ne kadar bölümün geneli itibariyle ana hikâyenin baş rollerini birlikte çok fazla görme fırsatı yakalayamadığımız bir bölüm olsa da yan karakterlere dair hikayelerin bir sonuca bağlandığı bölüm olması bakımından işlevini layığıyla yerine getirdiğini söyleyebilirim. Böylelikle dizideki yan karakterlerin hikayeleri kesin bir sonuca bağlanmış, geriye de sadece bölüm sonunda ortaya çıkan ve her iyi hikâyede olması gereken iyi-kötü arasındaki son savaşın fitilini ateşleyen bir çatışmanın temelleri atılmış oldu.
Elvan’ı ne kadar sevdiğim yazılarımı takip edenler için bir sır değil hatta kendim bile bunu defalarca yazılı olarak belirtmişimdir ancak senaristlerin ona reva gördüğü sonun Yahya olmasını kabullenemiyorum. Bu bölümde belki de kendisine hak verdiğim tek sahne, evlilikleri boyunca Yahya’nın kalbini kazanmaktan çok annesinin sevgisini kazanmaya kıymet verdiği için onun da hatalı olduğunu itiraf ettiği ve “Bir anneye ihtiyacım yok ama bir kocaya da ihtiyacım yok. Benim sevmeye sevilmeye ihtiyacım var… Birinin elimi tutmasına hiç de bırakmamasına ihtiyacım var” dediği sahnedir. O yüzden Elvan ve Yahya ilişkisinden burada bahsetmemi bekliyorsanız maalesef bulamayacaksınız. Zira ben bu konudaki son sözümü Elvan hakkında yazmış olduğum yazıda çoktan söyledim.
Kendinden önceki bölümlere kıyasla daha kısa çekilmiş olan elli birinci bölüme Sancar’ın hiçliğin ortasındaki bir kulübede önce beş aydır hasret çektiği karısına sonra da baştan aşağıya özlemiyle yandığı kızına kavuşmasına tanıklık etmekle başladım. Onları göremediği beş ayın her bir günün, dakikanın ve saniyenin acısını çıkartmak istercesine onlara sımsıkı sarıldığı bu aile buluşmasını yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izledim…
Beş ayda birbirini deli gibi özlemiş Sancar ve Mavi’nin artık bir saniye daha ayrı kalmaya dayanamayıp bir daha hiç ayrılmayacakmış gibi birbirlerine sımsıkı sarıldıkları sahne çok duygu yüklüydü. Bu sahnedeki performansları aynı anda hem özlemlerinin acısını hem de kavuşmalarının mutluluğunu hissetmeme neden oldu. Üstelik dizinin sonuna yaklaşmışken her fırsatta “Kadınım” diyen Sancar’ı ve “Sevgilim” diyen Mavi’yi izlemek de sahneyi daha kıymetli kılmaya yetiyordu. O yüzden yeni bir bölüme başlamanın belki de en güzel yollarından biriydi: Birbirlerine sımsıkı sarılmaları, birbirlerini öpmeye ve dokunmamaya doyamamaları hatta Mavi’nin hem endişeli bir aşık hem de anne modunda ona zayıflayıp zayıflamadığını sorması ve birbirlerini ne kadar özlediklerini söylemeleri.
Dizlerinin üstüne çökerek henüz anne karnındaki oğlunun da halini hatırını sorduğu sahnedeki oyunculukları da kalbe dokunur cinsteydi. Öyle organik öyle doğal bir geçiş yaptılar ki kalbimi o sahnede bırakmaktan başka bir çarem yoktu. Tam o sırada bahçeden içeriye elinde çiçeklerle giren Melek’in de onu görüp “Babam” demesiyle Sancar’ın yüzü yeniden aydınlandı. “Babam” diyerek karşılık vererek beş aydır özlem duyduğu kızına sarılan Sancar’ı görmek kalbimin erimesine neden oldu. Bu sahnelerin ne kadar güzel ve yürekten oynanmış sahneler olduklarını gördükçe dizinin neden geçen bölümün son sahnesiyle açıldığını daha da iyi anladım. Çünkü bu giriş sahnesinde belli bir çarpıcılık söz konusuydu. İnsan bu sahneyi görünce kendini onlara bakmaktan alıkoyamıyor.
Bunun için hem Engin’in hem Tuba’nın hem de Beren’in oyunculuklarına defalarca teşekkür etmek lazım. Bir bölüm boyunca sadece kulübede takılan bu çekirdek aileyi izlesem asla sıkılmam. Tabi sizi bilemem ama kendi adıma keşke bütün bir bölüm boyunca kulübede birlikte aile olduklarını ve özlem giderdiklerini izleyebilseydim.
Sancar’ın beş aydır görmediği kızına sımsıkı sarılıp onu defalarca öpüp koklaması hatta kokusunu içine çekişi o kadar gerçekçiydi ki bir an için Sancar Efe ve kızını değil de kısa bir süre sonra vedalaşmak zorunda kalacakları için şimdiden vedalaşmaya başlayan Engin ve Beren’i izliyormuşum gibi hissettim. Kızının yüzünü okşayıp Melek onu öptüğünde bir “Oh” çekmesi, kızını boynundan öpüşü ve hayatındaki en önemli iki kadının da onu aynı anda yanaktan öpmesine onları kucaklayarak karşılık vermesi izlemesi hoşuma giden ve imkânım olsa üstüne belki de saatlerce konuşabileceğim çok güzel detaylardı. Üstelik bu sahnelerin hemen peşinden gelen bütün bunları kızına yaşatmış olduğu için hissettiği pişmanlık duygusu ve beş ayda kaçırdığı her şey için duyduğu üzüntü de sahnenin devamlılığı açısından duygusal olarak çok yerinde bir hareketti. Senarist bu konuda işini iyi biliyor.
Bölümün duygusal kavuşma sahneleriyle seyircileri kendine çektiğini söylemiştim ya Sancar saati gibi küçük tatlı anlarla da seyircinin ekran karşısında kalmasını sağladığını söylemek de hiç yanlış olmayacaktır. Babası ve eşi yokken yaptıkları her şeyi daha sonra Sancar’a gösterebilmek için takvim üzerinden kayıt altına almak her kimin aklına gelmişse iyi ki de gelmiş. Çünkü o hapishanedeyken kaybettikleri beş ay için gerçekten çok üzülen ve bu durumun suçlusu olarak da kendini gören Sancar’a bundan daha iyi bir hediye verilemezdi. Melek’in babasının doğum gününü o yanlarında olmasa da unutmayıp kutladıklarını anlatması insanın içini eritip yüzünü güldüren sahnelerden biriydi. Sancar için her önemli anın bir fotoğrafını çekerek takvime iliştirmeleri de güzel bir ayrıntıydı.
Birbirlerine alışma sürecinde olan Mavi ve Melek ortak noktaları olan Sancar’a besledikleri sevgileri üzerinden oynayabilecekleri bir oyun bulmuş onları hem Sancar’a olan özlemlerini bir nebze de olsa dindirebilmiş olmaları hem de bu oyun sayesinde anne-kız olarak daha da yakınlaşmış olmaları bakımından çok önemli bir hamle. Bu sayede başlarda sadece birbirlerinin eksikliklerini tamamlamak için anne-kız gibi olan Melek ve Mavi, bütün “gibi” veya “mış” oyunlarını bırakıp gerçek bir anne-kız olmaya başladılar. Bu yüzden Sancar’a kaçırdığı tüm bu güzel anları gösterebilmek için oluşturmuş oldukları takvimle birlikte başlayan “Sancar saatinde” onunla ilgili anılarını birbirleriyle paylaştıklarını duymak Sancar kadar benim de hoşuma gitti diyebilirim.
Sancar adını duyunca çok şaşırdığı “Sancar saati” oyununun detaylarını öğrendikçe yüzünde beliren gülümseme yerini hafif de bir duygulanmaya bırakarak bir duygudan hızlıca bir ötekine geçti. Bana da bu duygu geçişlerini izlemenin keyfi kaldı. Tam birbirlerine onunla ilgili anılarını anlatarak onu daima kalplerinde taşıdıklarını söylediği o duygusal anda Sancar’ın Mavi’ye olan bakışlarıyla ne anlatmak istediğini çok net anladım: İyi ki seni sevmişim, seni bana getiren o yağmura şükürler olsun. Hayallerini ve geleceklerini Sancar ile birlikte şekillendirdikleri bütün o umutlu dolu gelecek hayalleri bile aslında bu ailenin mutlu bir sonu hak ettiklerinin bir işareti niteliğindeydi.
Sancar’ın duvara kendi için asılmış bütün o resimleri, ailesinin geleceğe dair kurmuş oldukları hayallerinde ona da verdikleri yeri ve ayrı geçirdikleri beş aya rağmen aslında gerçekte kalplerinin hiç ayrılmamış olduğuna dair bütün söylemleri karşısında duygulanması hatta gözünden bir yaş düşmesi verilebilecek en mükemmel cevaptı. Bazen minnettarlık ve sevgi gibi bir duyguyu anlatmanın en iyi yolu, karşındakilere neler hissettiğini göstermektir. Üstelik daha iki bölüm önce ne yazdığını unutan bazı senaristlere inat Melek’e bir kardeşi olacağını söyledikleri gün hediye ettikleri günlüğü de kulübede görmek hele de Melek’in kardeşi dünyaya gelene kadar yaşadıkları her şeyi oraya yazdığını babasına söylemesi iyi düşünülmüş bir detaydı. Senaristleri bu konuda tebrik ediyorum.
Ne yazık ki hayat sadece mutlu olduğumuz anlardan ibaret değil. Ve evrende var olan her şey gibi iyiliğin olduğu yerde zıttı olan kötülüğün de var olması mecburidir. Tam da bu nedenden ötürü Sancar, Mavi ve Melek’in olduğu yerde Güven ve Sedat gibi kötülerin olması da kaçınılmazdı. Sancar çekirdek ailesiyle beş aylık bir aradan sonra kavuşmanın keyfini çıkarıyorken Sancar tarafından oyuna getirildiğini anlayan Güven de “köylü” dediği bir adam tarafından kandırılmış olmanın sinirini yanında çalışan adamlarını aşağılayarak üzerinden atmaya çalışıyordu.
Güven kendi yetersizliğinin acısını adamlarının üstünden çıkarmaya çalışırken son yaşananlardan sonra daha da dengesiz bir adam haline gelen Sedat’ı da idare etmeye çalışıyordu. Sancar’a karşı bir iş birliği yapmayı ona ilk teklif ettiğinde daha önce bir psikopat olan Akın’ı da idare edemediği gibi Sedat’ı da idare edemediği hatta ipi onun boynuna dolayacağı bir anın geleceğini en başında söylemiştim. Finale bir kala tam da o ana şahitlik ettim. Mavi’yi bulma konusunda Güven’in bulduğu en ufak bir bilgiyi bile kendisiyle paylaşmasını bekleyen Sedat, kendi çizdiği sınırların ve isteklerinin dışına çıkıldığında ne kadar tehlikeli olabileceğini “Ya gönderdiğim adrese gelirsin ya da ben polisleri ararım. Yurtdışına kaçışına aracılık ettiğin hani şu lüks yatlardaki paralardan bahsediyorum” şeklindeki şantajıyla da kanıtlıyordu aslında. Bu şantaj da gösteriyor ki Güven’in ipleri Serdar’ın eline geçmişti.
Ben demiştim demek istemiyorum ama ben demiştim. Bu adam kendini çok zeki bir kukla ustası sanırken önce parasına muhtaç olduğu Akın’ın kölesi oldu şimdi de Sancar konusundaki kini onu Sedat’ın kölesi yaptı. Güven’in belki bir işime yarar diye yanında tuttuğu adama şimdi Sancar’ı elinden nasıl kaçırdığı konusunda hesap veriyor olması ne de ironik bir durum. Güven de yavaş yavaş bu ortaklığın kendisi için tehlikeli bir hale geldiğini fark etti.
Bölümün en sevdiğin sahnesi hangisiydi diye soracak olsanız cevabım çekirdek aile olarak yer aldıkları ilk sahne olurdu. Ama Sancar ve Mavi’nin bir çift olarak en sevdiğin anı hangisi diye soracak olsanız bu sefer de cevabım, Melek sofrayı hazırlarken bahçedeki koltukta sarmaş dolaş bir şekilde oturdukları sahne olurdu. Sancar’ın beş aylık ayrılıktan sonra hamileliği epey ilerlemiş olan karısıyla baş başa kalabilmek için “Bu evin gizli bir odası yok mu?” muzipliği bir kenara hamileliğinin epey ilerlemesini bir nevi kompleks haline getiren Mavi’yi izlemek daha da keyifliydi. Bazı evliliklerde hamile eşlerinin parladığını düşünen ve onu hala güzel bulan bazı eşlerin olduğunu duyuyoruz. Kanımca Sancar da o eşlerden biri. Böyle bir zamanda bile Mavi ile yalnız kalmanın bir yolunu arıyor.
5 aylık bir aradan sonra büyümüş karnından dolayı Sancar’ın onu beğenmeyebileceğini düşünen hamilelik beyni ile hareket eden Mavi’nin “Çok değişmiş miyim? İnsan böyle bir yerde kapalı kalınca hamile…hamile bir de canı çok tatlı istiyor. Çok yedim” deyince beni bir gülme aldım. Ramazan da ben de kapalı kalınca ne yalan söyleyeyim kendimi tatlıya verdim. O en azından hamile deyip geçtim ama Sancar’ın başında konuyu tam anlayamayıp daha sonra idrak eder etmez gülümsemesi ve “Böyle yanakların al al olmuş. Ama çok yakışmış, daha bir güzel olmuş” demesi tam da ondan beklediğim cevaptı. Bebeklerini sağlıkla kucaklarına alabilmeyi hayal ettikleri o sahneyi izlemeyi çok sevdim. Sancar’ın kalabalık bir aile istediğine dair yapmış olduğu yorumuyla da bu sahne kesinlikle mükemmeldi. Eminim ki 3-5 bebek istediğini söyleyen Sancar’ı izleyen her #MavSan fanın da favori sahnesiydi.
İlk tanıştıkları zamandan bugüne kadar her iki karakterde de meydana gelen değişimlerin yarattığı nüanslar göz ardı edilemeyecek cinsteydi. Kızının acısıyla yanıp tutuşan ve daha geçenlerde sahil kenarında Sancar’a hiç çocuk istemediğini söyleyen Mavi’nin yeni doğacak bebeğini kucağına almayı dört gözle beklemesi hatta ilerde daha fazla çocuk yapmayı düşüneceğini bile söylemesi aşkla gelen büyük bir değişimdi. Sancar’ın da destandan vazgeçerek kendisini asla terk etmeyecek ve kendisinden şüpheye düşmeyeceği bir insanı sevmeyi tercih edip onunla bir aile kurmayı ve daha fazla çocuk sahibi olmayı düşünmesi de bana sorarsanız epey büyük bir değişim.
Annesinin erkek torun takıntısına rağmen Sancar’ın bebeğin cinsiyetine öncelik tanımayan bu tavrı taktire değer. Aynı zamanda Sancar’ı geri kafalı ve geleneksel bir adam olmakla suçlayan herkese de ders niteliğinde olmalı. Sancar ve Mavi’nin bebeğin cinsiyeti hakkında yaptıkları yorumların üzerine Mavi’nin bebeğin çok tekmelediğini söyleyip şikâyet ettiği ve Sancar’ın da “Babasına çekmiş” dediği muhabbettin üzerine Mavi’nin “Babasına çeksin tabi. Senin kadar güzel bir adam olsun” diye karşılık vermesi fazlasıyla aşk kokan bir sahneydi. Çünkü bir insan bir diğerini canından çok sevmeye başladığında etrafındaki herkesin ve her şeyin de ona benzemesini ister. O yüzden Mavi’nin oğlunun tanıdığı en iyi adam ve baba olan Sancar’a benzemesini istemesi de gayet normal.
Uzun süre birbirine hasret kalmış bu iki aşığın buluşmasında Mavi’nin beni tek başına en çok etkilediği sahneye gelecek olursam o an, kesinlikle doğumuna az bir zaman kaldığı için onu konağa götürmek isteyen Sancar’ın bu isteğini Melek’i düşünerek geri çevirmesiydi. Kulübe ıssızlığın ortasında bir yerde olduğundan aniden bir doğum sancısı bastırdığında doktora yetişmesinin çok zor olduğunu düşünerek Mavi ve bebek için endişelenmesi haklı bir endişeydi. Ancak dünyanın geri kalanından uzakta izole bir şekilde geçirdikleri beş aydan sonra Melek’i orada bırakıp konağa dönmek istememesi konusunda da Mavi sonuna kadar haklıydı. Ailesinden ve babasından ayrı geçen beş aydan sonra bu süreçte en çok tutunduğu şeyi yani kardeşinin doğumunu görememesi Melek adına çok büyük bir haksızlık olurdu. Bu yüzden de Güven velayetini aldığı için yakın bir zamanda Melek’in de konağa dönmesi pek mümkün olmayacağından Mavi’ye göre yapılacak en doğru şey kulübede Melek’le kalmaktı.
Mavi’nin anne olmak için doğduğu çok doğru bir tespit. O gerçekten de bu dünyaya annelik yapmak için gelmiş. Çünkü daha yaşıtları sokaklarda gezinirken o anneannesinin bakımını üstlenmiş. Bu yüzden de empati yeteneği gelişmiş bir insan olarak büyümüş. Melek kendi kızı olmadığı halde yüreğindeki sevgisi, merhamet ve adil olma isteği onu kendisine anne diyen bir kızın kardeşinin doğumunu kaçırınca ne kadar üzülebileceği konusunda hem empati yapmaya hem de onun yararını gözetmeye itiyor. Melek’i bu kadar sahiplenip evde doğumu bile göze alabilecek kadar sevmesi benim içimi ısıtıyor. Melek kendini dışlanmış hissetmesin kardeşinin doğumunda yer alsın diye evde doğumun risklerini göze aldığını düşününce Mavi’yi sevmeseniz de onun anneliğini bilin diyorum.
Daha doğuma iki ay olduğu savunmasından girip o süreçte velayet sorunu çözemediği taktirde evde doğumun en iyi yol olduğu ve her şeyleri ile ilgilenen bir ebeleri olduğunu unutmaması konusundan çıkan Mavi, Sancar’ın onu alıp konağa götürme konusundaki fikrini değiştirmeye başardı. Melek’ten ayrılmama konusundaki bu ısrarı önce Sancar’ı sonra da bu haberi duyan Halise’yi çok gururlandırdığı da gözümden kaçmadı. Beş ay bekledikten sonra huzurla geçirebilecekleri birkaç saati hiç mi hak etmedik düşüncesiyle tüm düşünceleri geride bıraktılar. Baba-kız olarak balık tutmaya çalışmalarını ve tuttukları o balıkları aile olarak sahil kenarına kurmuş oldukları o masada neşe içinde yemelerini izlemek öyle çok heyecanlı bir an değildi hatta çok sıradan bir andı ama izlemeye değer bütün anlarda aslında sıradan bir masa etrafında toplanmış ailelerin mutluluklarından ibarettir.
Sayesinde torununun velayetini aldığını her fırsatta hatırlatan Sedat’ın korkusundan aylar önce velayetini almış olduğu torununun yüzünü hala göremediğini düşünen Güven, Sedat’ı bir süreliğine de olsa bu ülkeden çıkarma adına elindeki her türlü imkânı kullanıp onu göndermeye çalışsa da Sedat artık mantığının sesini duyamayacak kadar kendini kaybetmişti. Olay bir ödeşme meselesi haline gelmişti. Artık Mavi olmadan bu şehirden ayrılması ihtimal dahilinde bile değildi. Ve bu uğurda karşısına çıkan her türlü engeli kaldırmaya da hazırdı. Güven’in neyin peşinde olduğunu anlamakta hiç gecikmeyen Sedat’ın onun akıl oyunlarına ayıracak daha fazla vakti kalmamıştı.
Dedim ya “eden bulur ettiklerin bir gün seni vurur” diye dizinin başından beri çizgisini hiç değiştirmeden Sancar nefretini sürdüren Güven, bütün bu yapıklarının cezasını hiç çekmeyecek mi diye düşünürken doktor randevusu ile başlayan konunun beyninde tedavi edilmesi mümkün olmayan bir tümöre bağlanması beni ziyadesiyle çok memnun etti. Yanlış anlaşılmasın ölecek olması değil; başından beri çok değer verdiği mal varlığının bu konuda ona hiçbir fayda sağlamaması ve bu mal varlığı uğruna paramparça ettiği kızının belki de ömrünün geri kalanında göremeyecek olması hatta bu tümörün tam da en güvendiği organı olan beyninde olması beni ziyadesiyle mutlu eden şey. Ömrünün Sancar karşısında kazanmaya yetmeyeceğini düşünmekte onu kahretmiştir diye düşündüm.
Açıkçası bu bölümün finalden önce yan karakterlerin hikayelerini bir sonuca kavuşturduğu için işlevini layığıyla yerine getirdiğini söylesem de Yahya-Elvan barışması dışında Duru ve Sedat’a ayrılan sahnelerin uzunluğunun da beni çileden çıkardığını söylemeden geçemeyeceğim. Hatta bir ara kendimi Dudu-Sedat şovu izliyormuş gibi bile hissettim. O yüzden her detayı dile getirmezsem kusura bakmayın…
Sancar istediği gibi Güven’i kandırmaya başarınca içerideki köstek olduğu anlaşılmasın diye marinadaki işinden istifa eden Dudu’nun bir anda karşısına çıkarak ona arabaya binmesini teklif eden Sedat’ın arabasına binmemek için bir bahane bulamamasına çok şaşırdım. Onun gibi entrikaları parmağında çevirme konusunda usta biri nasıl oldu da açıkça tehlikeli olduğunu bildiği bir adamın arabasına binmemek için daha yaratıcı bir fikir bulamamasına hayret ettim. Gündüz gözüyle onu zorla tutup arabaya bindirecek hali yoktu herhalde Sedat’ın. Üstelik bu son yaptığı yani Zehra ve Kavruk’u kaçırdığı için polis tarafından arandığı herkes tarafından bilinmiyor mu? Kendisine çaktırmamak zorunda olduğu bir durum da yok. Aksine korkması gereken hukuksal bir durum söz konusu. O halde neden bu psikopatın arabasına biniyorsun? Bu sahnelerin aksiyonu arttırmak için olduğunu düşünüyorum.
Arabasına bindi binmesine ama gergin olduğu her halinden belli oluyordu. Belki arabadan kaçmam gerekir diye kapının koluna sarılmış olduğu da gözümden kaçmadı. Benim gözümden kaçmayan şey Sedat’ın da gözünden kaçmamıştır diye düşündüm. Sedat’ın tüm psikopatlığına rağmen özünde çok zeki bir adam olduğunu Güven’in Sancar’ı takip ettirme operasyonunun patlamasından içlerinde bir köstek olduğunu ve Dudu’nun tüm bu olayların üstüne istifa etmesinden de onun köstebek olduğunu çözmüş olmasından anlamak mümkün. Fakat akla mantığa sığdıramadığım iki şey var ki onları düşünmeden edemiyorum. İlki Dudu’nun köstebek olmasının Mavi’nin kaldığı yeri biliyor olmakla ne alakası olduğu ikincisi de Mavi’nin yerini öğrenmek için hali hazırda arabasına bindirdiği birini neden hiçliğin ortasındaki bir lokantaya götürmek gibi gereksiz bir prodüksiyon yaptığı.
Dudu’yu zaten arabasına bindirmiş bir restoran yerine onu rahatlıkla konuşturabileceği bir yere götürebilirdi. O yüzden restoran sahnelerini ve nereden bulduğunu bile sorgulamayacağım o kelepçeyi koluna geçirdiği sahneyi yorumlamak bile içimden gelmiyor. Sadece Dudu’nun yaptığı her şeyi bile bile kendini bu adamı öpmeye nasıl hazırladığına takıldı kafam. Bir adam tarafından sevilmeye iki güzel sözle yelkenleri suya indirecek kadar muhtaç mıydı yoksa sadece kim olduğunu bile düşünmeden birisinin ondan hoşlanmasına mı ihtiyacı vardı bilemedim. Aklı olan beri gelsin de söylesin yoksa bazılarımızın yanlış adamlara çekildiği doğru bir tespit olabilir mi?
Adamla hiçliğin ortasında bir restorana gidiyorsun hatta ne kadar tehlikeli olduğunu bile bile adamın arabasına biniyorsun ama sonra adam koluna kelepçe takacak yaklaşınca birileri bana yardım etsin diye yardım çığlıkları atıyorsun. Böyle bir durumda sana “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” derler. O yüzden kendi başını da kendin yaktı demek doğru olacaktır ama bu Sedat’ın sadece köstebek olduğunu ortaya çıkardı diye yerini de bileceğini düşünmesi senaryo açısından büyük bir saçmalıktı. Keza ben ikisi arasındaki bağlantıyı kuramadım. Ama ondan boğaz tokluğuna bilgi koparmaya çalışmak hatta bir bardak su için bildiği her şeyi anlatacak hale getirmek Sedat için bile fazlasıyla acımasız bir yoldu. Zira açlık ve susuzluktan ölmek ölümlerin en acı verici ve eziyetli olanıdır.
Geçen haftaki bölümde daha yeni evli çiftimiz Kavruk ve Zehra’nın geçen haftaki durumunu hiç beğenmediğimi söylemiştim. Zehra’nın onu ömrü boyunca sevmiş olan Kavruk’un aşkına karşı bu kadar kayıtsız ve soğuk olması ve onun eşi olmasından utanması kendisinden hiç beklemediğim bir tavır olduğundan hayal kırıklığına uğradım.
Bu hafta ise durumları beklediğimden çok daha da kötüydü. Kavruk, Mavi’nin ortadan kaybolmasında Sancar’ın parmağı olduğunu anlatırken tüm dikkatini internetten ev aramaya vermiş olan Zehra’yı ilk gördüğümde belki de tek sorunları bu konakta yaşamaktı diye düşündüm. Belki de kendilerine ait bir eve çıktıklarında iki kişilik bir aile olmayı öğrenebileceklerdi. O yüzden de Zehra’nın evliliğini kurtarmak için ileriye dönük bir adım attığını düşünüp çok sevinmiştim. Keza bir şeyleri yıkmak çok kolayken esas olanın yapıcı olmaya çalışmak olduğuna inanıyorum.
Ancak başıboş bıraktığı telefonunu açan Kavruk ile birlikte benim hayallerim de yanıp kül oldu. Meğer Zehra’nın niyeti evliliğinde başlayan bu yangını söndürmek değil; bu ateşin altına benzin dökerek daha çabuk kül olmasını sağlamakmış. Kendine baktığı ev Bodrum’da değil üstelik yeni evli bir çifte uygun bir ev bile değildi. Kavruk’u ve tüm ailesini geride bırakarak İstanbul’da 1+1 lüks bir dairede yaşamanın hayallerini kuruyormuş. Benim bildiğim Zehra bu değildi; eğer gerçek Zehra bu ise Halise sonuna kadar evlenmemesini istemekte haklıymış. Yazık!
Belli ki o kadar bekledikten sonra Zehra’nın sevdasına bir karşılık vermesi de engellere rağmen evlenip bir yuva kurmaları da boşunaymış. O zaman biz Zehra’nın onu öptüğüne, Gece’nin aşklarına şahitlik ettiğine ve Zehra’nın Kavruk’u devamlı ne zaman evleneceğiz diye sıkıştırmasına neden şahitlik ettik. Bütün bunlar koca bir hiç için miydi? Zehra daha Kavruk’un ağzından ayrılalım sözü çıkar çıkmaz kendisine tek kişilik bir hayat kurma planını yapmaya başlamış da keşke bundan Kavruk’un da haberi olsaydı da bir yabancıdan bu şekilde öğrenmeseydi.
Kavruk-Zehra sahnesinde en sevdiğim şey, Kavruk’un ilişkilerini elma şekerine benzetmesi oldu. “Benim gerçek sandığım sevda da elma şekeri misali. Ben çocuk gibi kırmızısına aldanmışım. Ama içinde kurt varmış. Şimdi şekeri bitti, elması çürüdü. Ben elimde sapıyla kaldım” diyerek kalp kırıklığını ne de güzel anlatıverdi. Tam da Kavruk’tan beklediğim cinste bir anlatış biçimiydi. Ruhu gibi kalbi de çocuk Kavruk’un kalp kırıklığı da çocuk gibi. Acısını anlatırken bile dilinden şiir dökülen Kavruk, bu saatten sonra sadece evli olmayı sevemediğini söyleyen kadının kendisini sevdiğine asla inanmaz diye düşündüm ki keza onunla olmaktan utandığını düşündüğü Zehra adına da bu evliliği en kısa zamanda bitirmeye karar verdi. Sarf ettiği o sözleri benim bile içimi yaktı:
“Ben kara sevdalanmayı tatlı bulmuşum,
Öyle uzaktan uzağa bakıp kavuşma hayali kurmayı sevmişim, masal gibi.
Ama şimdi gerçek olunca beni koca olarak yanına yakıştıramadın.
Haklısın da ben o masallardaki prenslere benzemiyorum.”
Bu sahnelerden sonra Necdet’in onu çardak yatarken bulduğu o dakikaların komikliği, Necdet’in varlığı ve “Ana Kavruk kuzum buz gibi kesmişsin. İnsanın mabadı donar bu havada. Kavruk, kuzum” deyişi bile o sahnenin ciddi tonunu ve gerilimini düşürmeye yetmedi. Açıkçası Kavruk’u öyle üzgün görmekte beni üzdü. Halbuki o da hatta en çok da o mutlu bir sonu hak ediyordu. Sevdasında olduğu kadar ayrılığında da kararlı olan Kavruk, boşanma için gittikleri avukatın karşısında aldığı karardan tereddüt bile etmeden boşanma için işlemleri başlattı.
Onlar evliliklerinin altına dinamik döşeye dursunlar kurduğu çekirdek aileyi konağa taşıyarak bir ömür mutlu olma hayali kuran Sancar da sabah ailesinin yanından benliğindeki bütün gücü kullanarak ayrılmak zorunda kalmıştı. Beş aydır hava gibi su gibi hasret olduğu eşi ve kızıyla arasına daha fazla ayrılık girmesine dayanamayacağına karar verip soluğu Melek’in velayeti konusunda anlaşabilmek umuduyla Güven’in yanında almaya karar vermişti. Niyeti ilk kez medeni bir insan gibi davranıp Güven’le arasındaki bu savaşa bir son vermekti. O adamın bugüne kadar kendisinin ve kızının annesinin aleyhine yapmış olduğu her şeyi geçmişte bırakarak Melek’in iyiliği için bir orta yol bulma konusunda daha önce hiç olmadığı kadar samimiydi. Ama onun bütün bu çabalarına karşı Güven’ in kendisine karşı takındığı tavrı bu iyi niyetten tamamen yoksundu. Cümleye bile Sancar’ı aşağılayarak başladı.
Güven bu iyi niyet görüşmesinde bulduğu ilk fırsatta Sancar’ı torununu kaçırmış olmakla suçladı. Torununu geri alabilmek için onu polise şikâyet etmekle tehdit ettiği saldırgan bir tavır sergiledi. Sancar da bu tavır karşısında ona karşısında oturanın kim olduğunu hatırlatacak Efelere yaraşır bir konuşma yaptı. Söz konusu kızı olduğunda Melek’i kendi elleriyle ona teslim etmektense bir ömür hapishanede yatmayı tercih edeceğini ve bu süre zarfında da Güven’in torunundan mahrum kalacağını dile getirdi. Sancar’ın karşısındakine meydan okuyan bu gözü kara hallerini ve kendinden emin tavırlarını izlemeyi çok seviyorum. Onun gibi eğitimli ve yüksek mevki sahibi olmasa da zekasının hafife alınmaması gerektiğini ve tüm kozların kendi elinde olduğunu çok güzel bir şekilde anlattı.
Kendisini torununun hayatını düşünmemekle itham eden dedesine bizzat kendisinin deli bir adamın eline güç ve her türlü imkânı vererek torununu ve kendisinin de henüz doğmamış çocuğunu hedef haline getirdiğini söyledi. Melek bir kaçak hayatı yaşamak zorunda kalmasın ve konaktaki ailesinin yanına dönerek herkes gibi kardeşinin doğumunu bekleyebilsin diye Güven ile anlaşmaya razı olan Sancar, düşük bir ihtimal de olsa ona son bir şans vererek velayetten vazgeçtiği taktirde Melek’i haftada bir gün görebileceği ve de hayatının bir parçası olabileceği bir antlaşma teklif etti. Ancak Güven bu teklifi Sancar’a yenilmek olarak gördüğü için kati surette geri çevirdi.
Güven iyi bir baba olmadı ki iyi bir dede olsun. Onun niyeti Melek’i alıp ona iyi bir hayat vermek değil. Amacı kendisinden bir proje gibi büyüttüğü kızını alan Sancar’ın elinden kızını alarak skoru eşitlemek. Ailesinin onun varlığına rağmen devamlı olarak ona tercih ettikleri bu yüzden de kendisinden nefret ettiği Sancar’ı alt edip mutsuz etmek istiyor. Köylü olarak gördüğü Sancar’a haddini bilmediği için hayatı boyunca unutamayacağı bir ders vermek istiyor. Bu yüzden de Melek’i gözünde Sancar ile paylaşamayacağı bir ödül haline getirmiş.
Sancar-Yahya ertesi sabah kendileriyle zeytinlikte buluşmak üzere sözleşmiş olan Dudu’dan haber alamayınca başına bir iş gelmiş olabileceği ya da içerdeki köstebek olduğu anlaşılmış olabileceğini düşünerek soluğu hemen marinada aldılar. Sancar kendisine verdiği şansı kullanamayan Güven’in yakasına yapışarak kendisine Sedat’ın nerede olduğunu söylemesi için baskı yaptı. Sancar’ın bu baskısına görünüşte boyun eğmiş gibi görünen Güven de Sedat’ın saklandığı yeri talep ettiği gibi hemen söyledi. Söyledi mi söyledi ama meğerse bütün bu olan biten Mavi ve Melek’in yerini öğrenebilmek için Sedat’ın deli aklının yaptığı bir planmış. Niyeti Dudu’nun ağzından laf koparmak değil; Sancar’ı ayağına getirerek farkında olmadan kendisini Mavi’ye götürmesini sağlamakmış.
Sancar’ın teklifini kabul etmeyi gururuna yediremediği ve ona yenilmiş gibi görünmeyi hazmedemediği için torununa zarar verip vermeme konusunda hiçbir garantisi olmayan deli bir adamla iş birliği yapmayı göze alıyor. Melek’i alıp buralardan götürürse ve Nare ile buluşmasını sağlarsa tüm geçmiş günahlarının af olacağını, huzur içinde bir aile olduklarını bilerek öleceğini mi düşünüyor hiçbir fikrim yok ama bildiğim bir şey varsa o da bütün bu yaptıklarının beyhude bir uğraş olduğu. Bir tek iyilikle geçmişindeki günahları silmek o kadar kolay bir iş değil. Öyle olsaydı eğer kefaret ölümden korkan herkesin aşındırdığı bir yol olurdu.
Gelmeleri için zaman doldurmaya dikkat eden Sedat, oyununun inanılır olduğundan emin olmak için Dudu ile bir ölüm-kalım oyunu oynamaya hazırlanırken Sancar elinde bir silahla günü kurtaran bir kahraman gibi içeri girdi. Ama o Dudu’yu kurtarmaya gelene kadar Sedat elindeki haplarla çoktan planının bir sonraki aşamasına geçmişti bile. Fakat kimsenin henüz olacak olaylar silsilesinden haberi yoktu. Sedat bir kahramanın en zayıf olduğu anın düşmanına karşı kazandığını ve sevdiklerinin güvende olduğunu sandığı an olduğunu çoktan çözmüştü. Onun ne planladığının farkında olmayan Sancar ve Yahya’nın ortak çabaları sonucunda hem Dudu kurtarıldı hem de polislerin her yerde arayıp da bulamadıkları Sedat ele geçirilmiş oldu. Ancak orda telefon çekmediği için Sancar onu arabasının bagajına bindirerek polise götürmek zorunda kaldı ki Sedat’ın da olmasını umduğu fırsat buydu.
Sedat’ın yüzüne dayatılan silaha rağmen hiç istifini bozmayan o tavrı ve gülüşünden Sancar’ın bir şeylerin yanlış gittiğini anlamasını umardım ama olmadı. En azından iç güdüleri ona bir şeylerin yanlış olduğunu ve her şeyin çok çabuk bir sonuca bağlandığını söylediğini gördüm de biraz rahatladım. Keşke Sancar da içgüdülerinin sesini dinleyen biri olsaydı. Zira sizi bilmem ama ben duyguların da aklın da bazen insanı yanıltabileceğini düşündüğüm için genellikle iç güdülerimin sesini dinlerim. İnsan bazen Peter Parker misali örümcek hislerine güvenmeli.
Sancar bilmiyor ama kalbi kararmış insanlar zaten karanlıkta kalmaya alışmış insanlardır. Boşuna denilmemiş “Uzun süre karanlığa bakarsan karanlık da sana bakmaya başlar” diye. Ama yüzü her daim aydınlığa bakan bir insanın kötü adamların o karanlık zihinlerde yaptıkları her planı bilmesi de pek mümkün değildir. Tıpkı Sancar’ın Dudu’nun kaçırılmasının Sedat’ın arabasına izini sürebileceği bir verici yerleştirmek ve Mavi ile Melek’in kaldığı yeri bulabilmek için yaptığı bir oyun olduğunu göremediği gibi. Sancar başına geleceklerden habersiz bir şekilde Sedat’ı emniyete götürüp polislere elden teslim etti. Karakolda ise olayın mağduru olan Dudu’nun ifadesi alınana kadar da beklemesi için nezarete götürüldü. Sancar da her ne kadar içindeki ses ona bir şeylerin yanlış olduğunu söylese de karakolun önünde kendisiyle buluşan annesinin torun özlemine daha fazla kayıtsız kalamayıp Halise Efe’yi torununu görebilmesi için kaldıkları kulübeye götürmek üzere yola çıktı. Onun da en büyük hatası buydu.
Halise hakkında ne demiştim Mavi’nin bu ani gidişinin altında yatan gerçekleri öğrendiğinde ilk utanan da ettiği beddualardan pişman olan da gene o oldu. Şimdi Melek’i bırakmamak için evde doğumu göze alan Mavi’nin “Efe Kadın” olmasına seviniyor. Yarın bir sorun olsa gene gelinine sırtını dönmeyeceği ne malum. Söz konusu Halise olduğunda başına gelenlerden ders çıkaracağının garantisi yok. Ki gerçek hayatın nasıl işlediği düşünüldüğünde bu da çok yerinde bir hareket. Çünkü bu dünyada sınandığı sınavlara rağmen dersini almayan insanlar hala var.
Dudu ifadesini verdiği sırada nezaretteyken fenalaşan Sedat mecburen hastaneye sevk edilmek için ambulansa bindirildi ama ben Sedat’ın kaçış planını çok saçma buldum. Karakoldan hastaneye sevk edilen failin en azından yanında da bir polis olur ya da kolu kelepçeyle sedyeye bağlanmış olur diye düşünüyordum. Hele de ambulansın ilk durduğu anda kapıyı açıp kaçabilecek kadar iyi durumda olan bir hastayı ilk yardım görevlisi nasıl fark etmez ya da hayati değerlerinden nasıl şüphelenmez hiç anlamadım. Kaldı ki benim bildiğim ambulanslarda çalışan ilk yardım görevlileri tek değil; aksine iki kişi oluyorlar. İlk yardımın çalışma biçimi ve yönetmelikleri bunu gerektiriyor diye biliyorum. Onu da geçtim ağzından az önce içtiği o ilaçlar yüzünden köpükler saçan adam koşarak önce bir polis memurunu atlattı sonra da ormanın ortasında bırakıverdiği aracına yayan olarak ulaşmayı başardı. Garip!
Her şeyden habersiz karakolu terk eden Dudu’nun başına ne geliyorsa kalbi yüzünden geldiğini düşünüyor ama aslında babası tarafından sevilmemiş her genç kız gibi aşkı ve sevgiyi başka bir adamın kollarında bulma çabası ve eksikliğiyle büyüdüğü şeyin yerini içgüdüsel olarak doldurma isteği babası gibi sevgisini asla ona vermeyecek duygusal anlamda ulaşılması imkânsız erkeklere çekilmesine neden oluyor. Çünkü gerçek anlamda sevmenin ve sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyor. Sadece ne olması gerektiğini bildiğini sanıyor.
Polisin elinden kaçan Sedat’ı doğrudan Mavi’nin son beş aydır yaşamakta olduğu yere götürdüğünden habersiz annesini torununu ve gelinini görmeye götüren Sancar’ın onları saklamak için arabayla önüne gidilemeyen hatta deniz yolunu kullanmayı gerektiren bir yer bulduğu için tebrik ediyorum. Zira önce helikopter beklemek zorunda kalan sonra ise dayanamayıp bir tekne bularak karşıya geçmeye çalışan Sedat, Mavi’nin bindiği tekneyi görerek şüphelenmesine ve erken hareket etmesine neden oldu. Mavi gerçekten de akıllı bir kadın. Madem birileri beni takip edecek hiç olmazsa düşmanımın işini kolaylaştırmayayım diyen Sancar’ın eşinden de bu beklenirdi.
Sancar’ın yanaştığı tekneyi görünce Halise’nin verdiği tepki, Sancar’ın “Can parelerimi en kutu yere saklamam lazımdı” deyişi Halise’nin oğlunun aklıyla övünüşü ve Sancar’ın gözünün içine baka baka “Kime çekmişim acep?” deyişi çok güzeldi. Elli bir bölüm boyunca Sancar ve annesi arasında geçen bu gibi komik sahnelere neden daha fazla yer verilmemiş hiç anlamadım. Halbuki bu komedi anları izlerken ben çok büyük keyif aldım.
Onların arabayı bırakıp bir tekneyle karşıya geçtiklerini gören Sedat onlara yetişebilmek için Güven’in kendisine hemen bir helikopter ya da tekne ayarlamasını emretti ancak onu bekleyecek ne gücü ne de sabrı kalmadığından karşıya geçmenin başka bir yolunu bulmaya karar verdi. Ancak öncesinde buraya kadar onları takip ettiği ortaya çıkmasın diye arabayı başka bir yere çekmesi gerektiğini de unutmadı. Ondan habersiz kıyının öteki tarafında ise çok beklenilmiş bir aile buluşması gerçekleşiyordu. Halise’nin aylardır yüzüne hasret olduğu torunu Melek’e sarılmasını bekliyordum zaten ama daha iki gün önce beddua ettiği ve oğlunun boşamasını istediği gelinine bu kadar sıcak davranmasını beklemiyordum. Sanırsam bu durumda torununa hamile olmasının da bir katkısı var.
Velayeti dedesinde olduğu için konağa götüremedikleri Melek’i kulübede bırakmak ve kardeşinin doğumunu da kaçırmasına seyirci kalmak isteyen Mavi konağa dönmeyi reddedince Sancar’ın bulduğu en iyi fikrin doktorundan izin alır almaz annesini doğuma kadar Mavi’ye eşlik etmesi için kulübede kalmaya götürmek çok pratik bir fikirdi. Sonuçta Mavi’nin karnındaki torunu ve yanında da Melek olduğu müddetçe karısını ve kızını emanet edebileceği en güvenli el, annesinin elleriydi. Her ne olursa olsun hangimiz en zorda kaldığında hemen annesinin yardımını istemez ki ya da hangimiz canımız söz konusu olduğunda annemizden başkasına güveniriz? Sancar’ın kararı da doğru bir karardı. Tabi bu karar da Mavi’nin olumlu tavrı da etkiliydi ki Mavi’nin bu ailenin bir parçası olabilmek için elinden geldiğince çabaladığını izlemeyi çok seviyorum.
Sahil kenarında Sancar’ın karısı ve ailesi için “Ölürüm ben size” deyişini sözün gelişi olsa bile Mavi’nin “Sakın ölme yaşa bizim için” diyerek düzeltmesi giderayak eski senaristlerin uğruna ölümlerin göze alındığı destanlarına attıkları son bir taştı gibi geldi bana. Aşk uğruna ölünecek bir şey değil; aksine uğruna yaşanılan ve yaşatılan bir şey olduğunu anlatmak istediler belki de. Ya da bu çıkarım sadece bana malum olmuştur bilemedim…
Sancar annesiyle bu kısa ziyareti tamamlayıp konağa dönüş yolunda kara yolunu kullanmaya geçmişken kardeşi Yahya’nın onu arayıp Sedat’ın kaçtığını bildirmesiyle Mavi ve Melek’e bir zarar gelebileceği korkusuyla hızlı bir U dönüşü yaparak kulübeye doğru yolunu değiştirdi. Ancak Sancar yetişene kadar Sedat çoktan elinde bir silahla karşı kıyıya geçmeyi başarmıştı. Mavi’nin kendisinden beş ay saklandıktan sonra nihayet avuçlarının arasında olduğu düşüncesiyle yüzünde oyunu o kazanmışçasına bir gülümsemeyle kulübeye giren Sedat hiç beklemediği bir sonuçla karşılaşmıştı. Zira eşyaları evdeydi ama ne Mavi ne de Melek’ten herhangi bir iz yoktu. Bunun nedeni de Sancar ve annesi daha yeni gitmişken yaşadıkları kıyıya yanaşmakta olan tekneyi gören Mavi’nin şüphesiydi.
Mavi şüphelenmekte de çok haklıydı neyse ki kulübede saklı duran silahını ve korkutmadan hemen gitmelerinin gerektiğini söylediği Melek’i de alıp kulübeden ayrılmıştı. Ancak fazla uzaklaşma fırsatı bulamadan Efe bebeğin erken doğumunun başlaması ve tam da o sırada adını haykıran Sedat’ın sesini duymasıyla sıkışan Mavi’nin ne yapacağının belli olmadığı muğlaklıkla bölüm sonlanmıştı. Sedat’ın peşlerine düşmüş olması yeterli bir gerilim unsuru değilmiş gibi bebeğin doğumunun da tam o anda başlaması gerçekten de son bölümün girişine yaraşır bir sürprizdi. Artık kılıçları çekip iyi ve kötü arasındaki son savaşı yapmanın vakti geldi diyerek yazımı da burada noktalıyorum. Haftaya son kez bu yazılarda görüşmek üzere hoşça kalın.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.