SEFİRİN KIZI – Sana İhtiyacım Var

Sefirin Kızı’nda 40. Bölüm’de bir önceki bölüme göre düşüşte… Dizi Total’de 4,16 reyting ile 15., AB’de 2,80 reyting ile 17. ve ABC1’de 3,82 reyting ile 13. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Son zamanlarda dikkatimi çeken bir husus var ki ona değinmeden konuya girmem pek mümkün görünmüyor. Yeni senaristlerin gelişiyle birlikte bölümlere verilen her ismin, genel olarak Sancar’ın ruh halini yansıtan onun ağzından çıkmış ya da ona dair başka bir karakterin ağzından çıkmış bir cümle olması.

Sanırım bu durum, sezon ortasında iki başrol oyuncusunu kaybetmiş olmasına rağmen Sefirin Kızı dizisinin ayakta tutan taşıyıcı kolonun Sancar karakteri ve Engin’in alkışlanmayı hak eden sorumluluk bilinci olduğunun farkında olmalarından kaynaklanıyor. O yüzden de bu karakteri oynaması için Engin’in seçilmiş olmasına şükrediyor ve hakkında çıkarılan karalama kampanyalarını görünce üzülüyorum. Ne yazık ki gidenin değil de kalanın suçlandığı bir zaman kuşağında yaşıyoruz. Üstelik, ortada suçlu bile yok sadece oyuncularının birinin yakalanmış olduğu bir hastalık sonucu diziden ayrılması gibi bir talihsizlik mevcut o kadar deyip geçiyorum.

 

Zorunluluk mu yoksa ihtiyaç mı?

 

“İhtiyaç” aslında ne kadar güzel bir kelime. Bir yerde okumuştum her insani duygunun aslında bir zorunluluk değil; ihtiyaç meselesi olduğu savunuluyordu. Hoşuma gitmişti, doğruydu da. Karnını doyurmak ya da nefes almak kadar zorunlu değil aşık olmak ya da sevip sevilmek. Aslında bireyin hayatında bir anda belirmeye başlayan ve varlığını inkar edemediği boşluğu doldurma isteğidir, ihtiyaç. Çünkü insan her ne kadar atomlardan oluşmuş olsa da hayatında var olan boşluklarla yaşamını sürdüremeyen bir canlıdır. Bu yüzden kimisi bu boşlukları bilinçli olarak kimisi ise farkında olmadan doldurma çabasına girer.

Bu süreçte ihtiyaç olan her şey aslında bir seçimdir, insanoğlu için. Kimisi bu boşluğu seçimleriyle Sancar gibi bir yabancının derdine deva olarak kimisi Melek gibi sekiz yıl boyunca görmemiş olduğu babasına tutunarak kimisi ise Kahraman gibi varlığına ihtiyaç duyduğunu hiç bilmediği bir bebekle doldurur bu açığı. Ama her insanın mutlaka yeri bir şekilde dolar.

 

Derda deva olmak

 

Bölümü önceki bölümün kaldığı yerden devam etti. Mavi kaybetmiş olduğu çocuğundan yani kızından, kızının adının Ekin (senaristler KPA gönderme yapmak için o ismi Elif yapar diye düşünmüştüm.) olduğundan ve içinde olmadığı halde kendini suçladığı bir araba kazasında ölmüş olduğundan söz etti. O anlarda ne diyeceğimi bilemedim. Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın. Bir an için bunları anlatırken soğuk ve duygusuz olduğunu düşünenler olmuştur diye içimden geçirdim ki haklı çıktım. Ancak adı dışında hakkında pek de bir şey bilmediği bir adama en acı yarasını anlatırken izleyicileri tatmin edecek doğru duygu durumu ne olurdu bilemedim.

Böyle bir kaybın ardından her duyguya yabancılaşma hatta mutluluklarının içinde bile bir buruk kırgınlığın olması bana verilecek doğru tepkiymiş gibi geldi. Asıl duygu tonları arasında geçiş yapan Sancar’dı. Şu ana kadar kendine yardım edebileceğini umut ettiği bu yabancının derdinin, asla çözüme kavuşturulamayacak hatta yardım edilemeyecek bir acı olduğunu öğrendiğinde Sancar’ın hem içi yandı hem de bütün umutları da tükendi. Sorduğu için bile kendini kötü hissetti. O yüzden de yardım edebileceği bir sorununa el atıp onu karşı kıyıya geçirmeye çalıştı. Ancak bu süreçte sahil güvenlik tarafından Mavi’nin arandığını öğrendi.

Yapacağı eylemin kanunlarla başını derde sokacağını bile bile gene de yardım etmek isteyen Sancar, isterse gene de onu Kos’a götürebileceğini söyledi. Ancak Mavi Sancar’ın başını belaya sokmak istemedi.

 

Başkalarını düşünür hep, Yol Arkadaşım

 

Bunu söylediğimde belki bana inanmayacaksınız ama ben Nare’yi yaşanan her şeye rağmen severdim. Ama Nare hayatın karşına çıkardığı her sorunda ilk tepkisi kaçmak olan bir kadındı. Kendini satan babasına karşı kaçmayı tercih eden kızımız, Efe’si kendini kapının önüne koymaya karar verdiğinde de bu hayattan kaçma yolunu seçmişti. Devamlı olarak kızını da alıp bu memleketten gitme isteği de bu yüzden değil miydi? Belki de hiçbir zaman bir kökü olmadığı için hiçbir yere kök salamadı. Ama Mavi yaptıklarının sonuçlarının bir hukuk davasına neden olacağını bile bile sadece Sancar’ı ve kızını zor durumda bırakmaması aslında ne kadar farklı ve düşünceli olduğunu gözler önüne sermiyor mu?

Sancar ile Mavi karşısındakini düşünme bakımından birbirlerine benziyorlar. Sancar on sekiz yaşında anlık öfkesiyle yapmış olduğu hatası dışında hep birilerine yardım etmenin peşinde, değil mi? Zira anca beraber kanca beraber dedi sana verilmiş bir sözüm var dedi ve kendi başı belaya girmesin diye dönen Mavi’ye polis arabasında eşlik etti. Diğer seyircileri bilmem ama bu yol arkadaşlığı benim hoşuma giden bir detay oldu.

Sancar’ın “Kos adasına gidemedik bir emniyet iyi gider dedim” cümlesinin ardından söze “Kos adasında sana balık ısmarlayacaktım artık emniyette kaşarlı tost ısmarlarım” şeklinde devam etmesi uzun zamandır görmediğimiz bir yanını görmemizi sağladı. En son ne zaman Sancar’ı espri yaparken gördük hatırlayan var mı? İnsanların birbirine yoldaş olması için de bir yirmi yıla ihtiyaçları olmadığını Sancar ve Mavi sayesinde görmüş oldum. Birlikte bir uykuyu, bir acıyı, bir suçu ve bir gülüşü paylaşmak da yetiyormuş. Sancar kesinlikle bir deli ama niyeti her daim iyi.

 

Kader, Kısmet bu işler.

 

Hayatta her daim yolcu olmaya çalışırken kendimizi bazen bir yerde demirlemiş buluruz. Planlı değildir bu demirleme işlemi. Daha çok İlahi bir müdale söz konusudur. Mavi’nin bu memleketten bir an önce kaçabilmek için bulduğu kestirme yol da onu bu memlekette tutmaya yetecek pranga olup ayağına dolandığında tam da bu oldu. Yoksa kelepçe olup bileğine takıldığında mı demek daha doğru olur. Sancar yol arkadaşını burada da yalnız bırakmadı. Her ne kadar polis memuruna Mavi’nin onun nesi olduğunu söylemede zorlanmış olsa da Mavi’ye yardım etmek için elinden geleni yaptı.

“Kader burada kalmanı istiyor” cümlesi aslında mevcut durumu güzel bir şekilde özetliyor. “Mevlam ne eylerse güzel eyler” mantığıyla Mavi’nin aslında kaçmaya çalıştığı bu memlekette belki de en çok ihtiyaç duyduğu şeyi bulmasına hatta boşluklarını doldurmasına yardımcı oluyor. Sancar’a defalarca gitmesi imasını yapması da Mavi’nin birisi tarafından düşünülmeye ne kadar alışık olmadığını gösteriyor aslında. Sancar’ın da herkesin ihtiyacına koşmaya alışık olduğu gibi. O da sarılıp sarmalanmaya alışkın değil.

Daha önce de Mavi’nin peşinden koşmasının aslında Nare’ye yardımcı olamamasının suçunu günahını ona yardım ederek temize çekme çabası olduğunu söylemiştim. Nare’ye yardım edemedi şimdi onun vekili olarak gördüğü bu kadına yardım ederek hem kendi acılarından uzaklaşmak hem de birini kurtarabildiğini bilmek istediğini, bu durumun da klasik bir psikolojik transfer durumu olduğunu belirtmiştim. Üstüne bu bölümde senaristlerimizden hemen cevap geldi. Yeni senaristlerin en sevdiğim özelliklerinden biri de anlayanlara dizi içinde ince ince mesajlar veriyor olması. Tam da herkes Sancar neden Mavi’nin peşinde derken bu cevap çok yerinde oldu. Sancar kendini ve kurtaramadıklarının yerine koyabileceği bir kahramanlığın peşinde.

Ancak birine ya da bir şeye ihtiyaç duymak öyle bir duygudur ki sen farkına varmadan bütün benliğini ele geçirir. Üstelik çoğu zaman ona ihtiyaç duyduğunu hatta neden ihtiyaç duyduğunu bilemezsin. Sancar onun için bir şeyler yaparken Mavi’nin kendine ihtiyaç duyduğunu ve bu şekilde onu kurtardığını düşüne dursun aslında kendinin biri tarafından kurtarılmaya ihtiyaç duyduğunun farkına varmış olacak ki bu durumu Maviyle paylaştı. Mavi’nin kendine ihtiyaç duyduğunu düşüne dursun aslında birinin varlığına ihtiyaç duyan kişinin kendisi olduğunu dile getirdi. Eski senaristler olsaydı bu tarz bir itirafı Sancar’ın ağzından asla duyamazdık.

 

Yemeğin hatrı varsa eğer…

 

Dert ortaklığı ve birbirlerini acıyan yaralarından tutmak öyle bir şey ki bu bağın oluşabilmesi için yıllara gerek yoktur. Hatta tanıdık biri olmasına bile ihtiyaç duyulmaz. İhtiyaç duyulan tek şey, karşındakinin yaralarını görecek cesaretini kendinde bulmadır. Karakolda lahmacun yedikleri sahne yazıldığından daha güzel olabilir miydi acaba?

Sancar’ın şehirli dediği Mavi’nin kendisi için lahmacun hazırlaması, karşınızda büyük şirketlerde yöneticilik yapmış olsa da asla snob olmamış biri var dedirtti. İyi lahmacun için çatal bıçak istemedi. Halkın arasından halktan biri. Üstelik lahmacun eşliğinde yaptıkları sohbet de bir nevi ilk randevu değil miydi? Sancar yol arkadaşım dediği bu kadın hakkında merak ettiği her şeyi tek tek sordu. Onun sayesinde ekranları başındaki bizler de yıllarca yöneticilik yaptığını, İstanbullu olduğunu hatta kaçak olmadığını öğrendik. Bu sahne kimin aklına gelmişse helal olsun. Bu sayede bir yerde cümle arasına sıkıştırıldığında eğrelti duran bilgi akışlarının aksine, organik bir şekilde hakkında bilgi edinmiş olduk.

Kim ne derse desin karakol ortamında lahmacun eşliğinde birbirlerini tanımak için ettikleri bu sohbeti Nare ile şık bir restoranda çıkmış oldukları randevuya tercih ederim. Kültür farklılıklarının uçurumları büyüttüğü değil; aksine iki insan arasında köprü kurduğu yapıcı sohbetleri yeğlerim. İki insanın içten bir şekilde benliklerini ortaya koyarak birlikte yedikleri bir yemek benim için dünyanın en güzel manzarasına bakan herhangi bir restoranın ambiyansından çok daha iyidir. Tabi bana katılmayanız da olabilir. Zevk meselesi…

Mavi’nin kaçak olmadığını söylemesi, sadece yeni bir yerde yeni bir başlangıç yapabilmesini sağlayacak şekilde kendini bırakabilmesi için başka bir yere gitmeye ihtiyaç duyduğunu söylemesi çok anlamlıydı. Karakter sorunlarından kaçan biri değil; aksine başka bir yerde yeni bir başlangıç yapmayı isteyen biri. İster bunu yapabilmek için doğru yeri bulma arayışında deyin isterseniz de kızının ölümü de dahil olmak üzere anıların olduğu o şehirde barınamadı deyin, en azından senaristlerin bu gidişin altını doldurduklarını görerek takdir edin.

 

Kimin Fendi kimi yenerse, asıl savaş şimdi başlıyor.

 

Sancar’ın hayatına giren bu yeni kadının, Sancar’ın hayatında zaten mevcut olan iki kadını çok fazla rahatsız etti desek yanlış olmaz. Bu kadınlardan biri Halise öteki de Melek.

Karakoldan çıkar çıkmaz bu kadını gönderemeyeceğini anlayan Halise’nin Melek’i de yanına alarak Mavi’yi kaçırmanın bir başka yoluna başvurması da bu yüzdendi. Haytalarına giren her kadının oğlunu elinden alacağını düşünen bencil her anne gibi Halise, bu dizinin hiçbir zaman değişmeyen bir kötülük kaynağı olduğu söylenebilir. Gülen bir yüz ve tatlı bir dille Mavi’yi misafir etme niyetini gizlemeye çalışsa da aslında Sancar her şeyin farkındaydı. Hatta Mavi’yi bu durumdan kurtarmak için de uğraştı ama başarılı olamadı. Annesini de uyardı ama Halise’yi durdurabilmek mümkün mü!

Sancar’ı bir hatasından dolayı topa tutan seyirciler kim bilir Halise hakkında ne düşünüyorlardır? Daha kim olduğunu bile bilmediği bir kadını tehdit olarak görmesi geçmişteki hatalarını tekrar ettiğini gösteriyordu. Sancar hatalarından ders çıkarıyor olsa da annesi Halise asla hatalarından ders çıkarmıyor ya da yanlış dersleri çıkarıyor. Geçmişte yaşanılanların çocuklarının hayatlarına fazla karışmış olmasından değil; aksine fazla karışmamış olmasından kaynaklandığını düşünmesi gibi. Son haftalarda Yahya için yaptıkları malum.

Sancar konusunda da oğlunu eve bağlamak için Mavi’nin bu aileden kaçmasını sağlayacak bir taktiğe başvurmayı kendine layık gördü. Daha konağa girer girmez hamamı kullanabileceğini söylemesinin ne kadar ürpertici olduğu bir kenara masadayken Sancar’ın kardeşim dediği Elvan’ın gelini olduğunu, boşandığı halde onu bırakmadıklarını söylemesi, ev halkından olduğunu söyleyip dükkan açma haberini küçümsemesi Mavi için olduğu gibi benim için de fazlaydı. Elvan’ın sanki bir beslemeymiş veyahut sokakta bulunmuş bir yavru kediymiş de acınıp eve alınmış gibi olduğu bu duruma üzüldüm. Elvan acilen o evden taşınmalı.

 

 

Üstelik Sancar kızını yatırmaya gittiği zamanı fırsat bilerek Nare’den yana o bizim örfümüze adetimize uymazdı diyerek “kaynanam sana söylüyorum gelinim sen anla” tavrı hiç hoş değildi. Konağın heybetine sığınıp yaptığı gövde gösterisi hiç hoş değildi. Bir insan ima yaparken kendini de bu kadar açık eder mi diye düşünmeden edemedim. Sancar’ın kulübeyi Nare’nin gidişinden sonra yaktığını söylemesi ise oğlunun özeline ve duygularına ne kadar az saygısı olduğunu gösteriyordu ki bence bu konuşmada Mavi’yi en rahatsız eden kısımlardan biri de buydu.

Kulübenin yeni halinden bahsederken konuyu kulübede birlikte kalmalarına getirdiğinde ise ekrana “Yeter! Artık bir yerde dur!” diye bağıran tek kişi ben değilimdir, herhalde. Hele de yanlış anlama benim oğlum öyle şeyler yapmaz demesi. Mavi’nin bu söyleme kızıp siz beni ne kadar tanıyorsunuz ki benim neyi yapıp yapmayacağımı ima ediyorsunuz demesini bekledim ama olmadı. Mavi’nin bu aralar acısı var. Hiçbir şey ve hiç kimse umurunda değil anlıyorum ama eğer izleyicileri diziye çekmek istiyorlarsa Mavi’ye bir hareket katmaları tepki vermesini sağlamaları gerek. Yapılan her izleyici eleştirisi de haksız ve boş değil.

Ancak Halise’nin ısrarla sorması, ailesi ve geçmişini sorgulaması acılarını anlatmak istemeyen Mavi’ye fazla geldi ve o da çareyi gitmekte buldu. Üstelik Sancar peşinden koşup ısrar etmesine rağmen Sancar ile gitmek istemedi. Zira Halise’nin mesajını açık ve net bir şekilde anladı. Kısaca bir serüvene bir de bu kadını sıkıştırmak istemedi. O gittikten sonra Sancar’ın normalde asla yapmayacağı bir şeyi yapıp annesi üstüne gitmesin diye kızını kaybettiğini söylemesi Halise’yi bir parça etkiler sandım. Ama belli ki bu bilgi sadece çocuğunu onun gibi kaybetmiş başka bir anneyi Refika’yı etkileme becerisi gösterebildi.

Sancar kendi ağzıyla söyledi. Bugüne kadar Nare söz konusu olduğunda kendince haklı sebepleri vardı ama Mavi’yi tanımıyor. Acısını bilmiyor, düşmanlık etmesi için de bir neden de yok ortada. O halde bu düşman tavır niye? Umut ediyorum ki Sancar’ın anlattığı gerçeklerle Halise’nin bu oyunları son bulur. Ancak karşımızdakinin Halise olduğu düşünülünce umut etmek biz seyirciler için çok zor.

 

Bu kulübe sadece bizim olsun mu?

 

Her daim Nare’nin gidişinden en çok etkilenen kişinin Melek olduğunu söyleyip duruyorum. Ama bu bölümle birlikte annesinin gidişinin neden olduğu saç dökülmelerinin yanı sıra Mavi’nin gelişinin de Melek’i ne kadar etkilediğini görmüş oldum. Melek’in adliye önündeki daha ilk sahnesinde babasının kucağına atlayıp bir koala gibi sarılmasından bile babasının ilgisini ve sevgisini kimseyle paylaşmaya hazır olmadığı belli oluyor. Sancar annesinden gelebilecek bir belayı bertaraf etmeye çalışadursun, Melek’in babasının kucağındayken Mavi’yi tepeden aşağı süzmesi beni benden aldı. Bu kız bu gidişatıyla babaannesine benzeyecek gibi görünüyor.

Mavi ile Melek’in tanışması sırasında acısını bilen tek kişi olarak Sancar’ın olabildiğince dikkatli olmak istemesi gözümden kaçmadı. Mavi’nin yarasının yeniden kanamasına istemeden de olsa sebebiyet vermeme konusunda dikkatliydi. Sancar’ın Nare’ye yaptığı haksızlığı fark ettikten sonra çıktığı yolculukta, karşısındaki duygularına daha fazla dikkat eden bir karaktere dönüşmesi dikkatimden bu sahnede de kaçmadı. Melek’in ise babasını paylaşmak istemezken Mavi’nin konağa gelmesi konusunda omuzuna dokunarak neden bu kadar ısrarcı olduğunu çözemedim. Aklıma gelen tek mantıklı açıklama o kadın gelirse babasının da konağa geleceğini düşünmüş olması.

Yalanlar ve altüst olan dünya

 

Melek yemek masasında Mavi’yi dikizlemeye devam etti ama bu süreçte Melek’in daha önce hiç görmediğim bir yüzünü görmüş oldum: KABALIĞI. Elvan’ın bir daha bir şey dökmeyiz dediği anda içi su dolu bardağını bilerek devirmesi, babası yanlarında değilken bulduğu ilk fırsatta “Sen ne zaman gideceksin? Sen ne zaman evine döneceksin?” demesi ve onun olduğu sofrada tavırlı olduğunu yemek yemek istemediğini söyleyerek belli etmesi bir çocuk için fazlasıyla belirgin tepkilerdi. Masadaki kimsenin nasıl olup da fark etmediğine şaşırdım. Sanırım kimse aslında Melek’e dikkat etmiyor. Gediz bebeğe dediği gibi sessizce içine ağlama konusunda çok başarılı olduğundan olsa gerek. Ne de olsa onun annesi de mutluluk oyunlarını iyi oynardı.

Melk’in ısrarla babasına o kulübenin sadece ikisine ait bir kulübe olması gerektiği sözünü verdirmesi de babasını paylaşmak istememesinden. Gediz bebeğe söylediği gibi eğer bir sorunu olduğunu belli ederse diğer ebeveynin de kendisini bırakacağı korkusuyla yaşıyor. Bu durumda sorunlarını gizlemek için ekstra çaba gösteren bir çocuğun derdi olduğunu konak halkı nasıl anlasın?  Babası hep yanında olsun istiyor ama herkes de derdi olunca Sancar’dan medet umuyor. Bu durumda da Melek gitgide bir depresyon çukuruna batmaya devam ediyor.

Ancak mevcut akış içinde anlayamadığım bir şeyler de var: Melek ve Güven ilişkisi. Diyelim ki Melek dedesinin ne kadar kötü bir adam olduğunu bilmiyor, babasını sevmeyen bir adam olduğunu biliyor. Üstelik Nare’nin memlekette olduğu 34 bölüm boyunca Melek’i dedesiyle görüştürmek gibi bir girişimi de hiç olmadı. Hatta seninle ben bir çocukluk gömdüm aynısı Melek’e yapmana izin vermem diyerek Melek’i hep ondan uzak tuttu. Güven’in de kızından kalan emanet olarak gördüğü Melek’i zamanında iki milyona Sancar’a satmadı mı? Nerden geliyor bu torun merakı ya da dede sevgisi?

Annesi yanındayken bile dedesiyle görüştürülmeyen ben ölür ya da hapse girersem kızım babamın eline kalmasın diye Nare’nin Montenegro’dan Melek’i Bodrum’a babasına getirmesiyle başlayan hikayede, bizim kız ne ara dedesini seven bir torun oldu. Güven aynı Güven. Hep kendi çıkarının peşinde. Onun sürekli seni düşünüyorum diyerek Melek’e gösterdiği bu ilginin altında Nare ile yapamadığını Melek ile yapma isteği mi yoksa sadece “köylü” olarak gördüğü Sancar’ı ezerek kızını elinden alma isteği mi var bilmiyorum ama ilerleyen bölümlerde bir velayet hikayesi görürseniz asla şaşırmayın. Ben şimdiden senaryoyu görebiliyorum. Hatta bölüm sonunda olan biteni yanlış anlayan ve babasının verdiği sözü bozduğunu düşünen Melek’in ona gitmesi hiç iyi olmadı. Aradığı fırsatı yakalayan Güven, bunun peşini asla bırakmaz.

 

 

Şu dizinin en doğru en tatlı çifti olarak Kavruk ve Zehra için bir parantez açacak olursak eğer ilk Zehra ile başlamak istiyorum. Zehra’nın sahneleri gitgide kısılmaya başladı ve ben bu durumdan çok şikayetçiyim. Zehra’da bir Efeoğlu değil mi? Halise ve Güven’i seyretmektense Zehra seyretmeyi tercih ederim. Çünkü Zehra şu dizi boyunca Akın’ın kendine oynadığı oyun dışında kalbinin ve aklının pusulasıyla doğrudan sapmamış bir karakter. Bu bölümde annesi Halise’ye çocuklarının hayatına bu kadar karışmasan mı diyecek kadar cesur olması eminim birçok insanı şaşırtmıştır. Ben bu Zehra’nın durup durup sonra hiç olmayan yerde patlak veren cesaret eylemlerini izlemeyi çok seviyorum. Böyle de devam etmesini artık üzerindeki bu pasifliği atmasını istiyorum.

Kavruk hep doğru zamanda doğru şeyi söyleyen adam. Eskisi gibi maniler dizmese de Sancar’ın bu Mavi merakının altında yatan nedenler de dahil olmak üzere birçok şeyi daha kendine söylenmeden anlamasına bayılıyorum. Bazen de öyle bir konuşuyor ki bilgeliğine şapka çıkarmak istiyorum. Mavi’nin de Melek’in de yarasını sarabilecek tek şeyin birbirleri olduğunu anında kavraması, bu dizide de sezgileri kuvvetli biri var dedirtti bana. Hep söyledim hep de söyleyeceğim Mavi ve Melek’in derdinin devası, birbirlerinde. Onlar birbirine kenetlendikçe iyileşecekler ki Mavi resim defteri arasına sıkıştırılmış saçları bularak koca konak halkının yapamadığını yapmaya başladı bile.

Kalpli çikolata yiyen Kavruk’un sevgililer günü için Zehra’ya peluş ayı almış olması ne kadar klişe bir tatlılıksa kendine hediye almadığını söyleyen Zehra’ya “sen bana bugünü hediye ettin” diye cevap vermesi de bir o kadar kalbimin erimesine neden olan bir sahneydi. İlk adımı Zehra’nın atmasına şaşırmadım ama bu öpücüğün bu şekilde bir çırpıda geçiştirilmesine biraz şaşırdım. Bence bu çift daha fazlasını hak ediyor ama aşklarının en önemli anlarına her daim Gölge’nin eşlik etmesi hoş bir ayrıntı olarak gözüme girdi.

 

 

Ne demiştik her insan bu dünyada varlığından haberdar olmadığı bir ihtiyaca gebedir. Kahraman Boz için de o ihtiyaç, aslında kucağına alınmayı bekleyen “Gediz” bebekmiş. Kahraman’ın araba kazasında kaybettiği eşinden sonra yaşadığı ve yaşattığı her türlü kötülüğe, şimdi de arkasından iş çevirerek çocuk sahibi olan Ceylan ve bebeğe keseceği ceza da eklenecek derken tam tersi oldu. Marina için Sancar ve Müge ile karşı karşıya gelen Kahraman çocuğunu ve annesini Halise ile çevirdiği oyun sayesinde değil “yüzleşme” sonucu almış olması senaristlerin dehasının bir parçası.

Ağlayan oğlunun yüzünü görüp kucağına aldığında tüm kötülüklerinin silinip gittiği anlar dizinin en duygusal sahnelerinden biriydi. Ama gidişi keşke daha güzel olsaydı. Neyse ki sonları iyi bitti de fazla itiraz etmedim. Güle güle sevimli kötüler arasında sekizinci sıraya koyduğum Kahraman Boz ve ailesi…

 

Sana İhtiyacım Var

 

Bölüm boyunca önce Mavi’nin sonra Melek’in daha sonra da Elvan ve Müge’nin dertlerine koşan Sancar, kendi derdini paylaşacak birine ihtiyaç duyduğunda başını dayayacak bir baş bulamaması çok üzücü ve adaletsiz geldi bana. Başını omuzuna koyacak birini bulduğunda ise izleyicilerin tepkilerine maruz kalması nasıl bir acımasızlık örneği?

Resim defteri arasında bulduğu saç için konuşmaya Sancar’ı ayağına çağıran Mavi aslında nasıl bir velayet davasının fitilini ateşlediğini bilmiyordu. Kızının durumunun farkında olmayan Sancar kızının saçlarını Mavi’nin elinde görünce yaşadığı üzüntüyü tahmin bile edemem. Yüzünde o durumu kabullenmek istemeyen bir babanın inkarı ile gerçek olabileceğine dair korkuyla karışık bir endişe vardı. Melek eğer sesini çıkarırsa elinde kalan son ebeveyni de kaybedeceğini düşündüğünden her şeyin üstünü o kadar güzel örtmüş ki Sancar nasıl anlasın? Kollarını babasına koala gibi sarmasın aslında bir yardım çığlığı olduğunu nereden bilsin?

Sancar için bahane bulmaya çalışmıyorum ama düşen her saç tutamını gizli bir yerlere saklama çabasına giren Melek bir yana, hayatında ilk kez 8-9 yaşlarında bir kız çocuğuna tek başına ebeveynlik yapmaya çalışan her baba bu durumu gözden kaçırırdı. Mavi bunu anladıysa eğer bundaki en büyük pay kayıp acısına zamanında kendisinin de aynı şekilde tepki vermiş olmasıydı. O yüzden de doğruluğunu teyit etmek için doğruca evine koştu, Sancar. Kızının saçındaki eksiklikleri gördükten sonra ise acısının üzerine bir acı daha eklendi. Kızı Melek acı çekiyordu ve o kızın acısını anlayamamıştı. Daha da kötüsü bu acıya çare olamadığı gibi kızını kurtaramıyordu. Herkese çare olan Sancar Efe kızına çare olamıyordu.

 

 

Kızının dedesinin kollarına atılmasına neden olan kulübedeki o konuşmaya gelelim. Kızına söz verdikten sonra bu konuşmanın kulübede yapılması çok gereksizdi. Bu yüzden de Melek’in dedesine gitmesi aşırı uç bir davranış olsa da babasına kızmış olmasını anlamama yardımcı oldu. İnsan zor şartlar altında dahi olsa verdiği sözleri tutmalı. Zira insan tuttuğu sözler ve verdiği güven kadardır. Ancak kulübeye girer girmez karşı karşıya kaldığım manzara kazakları arasındaki uyum görsel açıdan bir şölen sunmaktaydı. Acaba her ikisinin de aynı anda kırmızı giymesi planlanmış bir şey miydi?

Kapıdan girer girmez bakışlarıyla anlaştıklarını fark etmemiş olamazsınız. Birbirlerini yaralarından tanıyan insanlar birbirini tanımak için bir ömre veyahut yirmi yıla ihtiyaç duymazlar. Bir ömürlük tanışıklığı bu kısacık anlara sıkıştırırlar. Birlikte bir acıyı paylaşmaları, bir gülmeleri ve bir ağlamaları yeterlidir anlaşmaları için. Herkesin acısına destek olmaya gelince Sancar’ın her insana omuz olması beklenirken Sancar’ın acı çektiği anda bir omuza dayanmış olması neden bu kadar büyük bir sorun inanın hiç anlamadım. Kendi adıma ben sonunda Sancar’ı da anlayıp dinleyen birinin olduğuna, omuzuna kafasını koyup sarılabilmesine sevindim. Bölümün de dediği gibi Sancar’ın ihtiyaç duyduğunu ona sağlayabilen Mavi gibi bir karakter yarattıkları için senaristlere teşekkür ederim. Zira benim gördüğüm bir sevgili sarılması değil; bir yoldaşlık dayanışmasıydı.

 

 

Aksini düşünenlere ise Mevlana’nın şu sözleriyle karşılık vermek istiyorum:

Uğraşma boşuna.

Seni ancak gördükleri ve duydukları kadar anlayacaklar.

Gördükleri, ancak kendi anladıkları kadar olacak.

 

 

Gerçekten de çok doğru. Bu sahneye baktığında şimdilik kızının yarasına melhem olamamış bir baba ve ona bu yoldan daha önce geçmiş olduğu için destek olmaya çalışan bir dosttan daha fazlasını görüyorsanız eğer, belki de gözlerinizi kontrol etmenin ya da algınızı değiştirmenin vakti gelmiştir deyip bu haftaki yorumumu burada tamamlıyorum. Haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

 

Göz atmanızı öneririz: Sefirin Kızı Bölüm Yorumları

 

 

Sefirin Kızı 41. Bölüm Fragman

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

5 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Özünü Görmek İsteyen

Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

2 hafta Önce