Teşkilat 36. bölüm reytinglerinde her kategoride üçüncü oldu. Sonuçlar, Total’de 6,87, AB’de 6,03 ve ABC1’de 6,81. Bölümün değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
36. bölümün açılış sahnesi sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz gibi bir önceki bölümün bittiği yerden yani Karargâh ekibiyle Özel Tim Türkmen köyündeki insanları yapılacak olan kimyasal saldırıdan kurtarmaya çalışırken Serdar’ın da eş zamanlı olarak füzeyi durdurmak için düzenlediği operasyonunun istenilen sonucu vermemesinin neticesinde füzenin ateşlenmesiyle başladı. Serdar Türkmen köyüne yapılması planlanan saldırıyı gerçekleştirecek teröristlerin hepsini öldürmeyi başarmış ancak içinde ölümcül kimyasalın olduğu füzenin ateşlenmesini engel olamamıştı. Ekip füzenin hedefindeki köyde yaşayan insanları depoya zincirlenmiş olarak bulunca gördükleri insanlık dışı manzara karşısında hissettikleri şoku hemen üstlerinden atıp onlara füzenin ateşlendiğini bildiren Serdar’ın varlığına rağmen onlara yardım etmeye başladılar. Ben de Türklerin daima mazlumların yanında olduğu gerçeğiyle gururlanmaya…
“Başroller ölmez” sözüne tutunduğum halde bölüm açılışının beni germediğini söyleyemem hele de o arka planında çalan müzik benim için bu gergin bekleyişi daha da stresli bir hale getirdi. Koşullar her ne olursa olsun; mezbahada öldürülmeyi bekleyen kurbanlıklar misali ölmeleri için depoya zincirlenmiş Türkmenlere yardım edebilmek için kendi canlarını hiçe saymalarını sevdim. Gerekirse onlarla birlikte öleceklerdi ama onları ölümlerine terk etmeyeceklerdi. Senaristler #Zehser için istediğimiz türde sahneler yazmayarak bizi her hafta çok kızdırıyorlar ama Türk olduğumuz ve bu ecdadın soyundan geldiğimiz için gurur duymamızı da sağlıyorlar. Her hafta “Türkçülük” hislerimin kabardığı hissediyorum. Keşke operasyon anlarındaki aksiyonla #ZehSer aşk sahneleri arasındaki dengeyi de tutturabilseler.
“Zehra beni duyuyor musunuz?
Duyuyorum. Durumun ne?
Füze ateşlendi. Hemen orayı terk etmeniz lazım.”
Uzay’ın o muhteşem zekâsının yapmış olduğu hesaplama sonucunda füzenin hedefini on bir dakikada vuracağını öğrenen Serdar’ın bu süreyi oradaki masum insanların tahliyesi için harcayacağını öğrendiği kahraman Zehra’sının hayatını kurtarmak için verdiği mücadele izlemeye değerdi. Serdar’ın o depodaki masum insanların hayatına önem vermediğini söylemiyorum. Bu yazdıklarımdan sakın depodan canlı çıkmasını umursadığı tek insanın Zehra olduğu gibi gerçeği hiç yansıtmayan bir sonuç çıkarmayın. Serdar bu ülkenin gönüllü neferlerinden biri gerekirse ülkeyi ve üzerindeki milleti korumak için hiç düşünmeden canını feda eder. Benim asıl söylemek istediğim Zehra’nın oradaki varlığının onun için daha güçlü bir motivasyon oluşturduğuydu. Yüreğini avuçlarında tutan ve yaşama sebebi haline gelen Zehra’nın tehlikede olması onun kalbinin sıkışmasına neden oldu. Bu yüzden tekrar rahat bir nefes alabilmek için onu kurtarması şarttı. Kulaklığıyla “siz” diyerek konuşurken ağzından çıkanın “Zehra” olması da bu yüzdendi.
Ülkeleri için canlarını vermeye hazır 2 kahramanın aşkını senaristlerimiz yazabilseler destan olur ama asla sıradan olmaz. O yüzden onlardan aşk romanlarını aratmayacak tarzda romantizm ya da romantik komedilerde alıştığımız türden ateşli sahneler izlemeyi bekliyorsanız yanlış diziye takip ediyorsunuz. #ZehSer’in arasındaki romantizm ve cinsel çekim birbirlerine sürekli dokunmalarından ya da sabaha kadar birbirlerine edebiyat kitaplarından araklanmış kelimelerle aşklarını söylemelerinden kaynaklanmıyor. Aksine bunların hiçbiri olmadığı halde birbirlerinin adlarını söylerken ses tonlamalarındaki yumuşamadan, hiç kimsenin fark edemediği bakışmalarından ve baş başa kalınca gözlerinin gülmesinden anlayabiliyoruz. Konuştuklarında değil; sustukları zaman aşklarını işitebiliyoruz. Üstelik bu sessizliği özenlice dinlerseniz yaptıkları her eylemle birbirlerini ne kadar sevdiklerini fısıldadıklarını da işitebilirsiniz.
Hiçliğin ortasında Zehra başta olmak üzere ekip arkadaşlarının ve suçsuz köylülerin hayatlarını kurtarabilmek için olmayan teknik imkanları yaratan Serdar’ın azmini de Vatan’ı için verdiği mücadelenin yanı sıra sevdiğini kaybetme korkusuyla Gürcan’ı aceleye getirmeye çalışmasını da hem gerilerek hem de gülümseyerek izledim. İkisi aynı anda nasıl oldu diye hiç sormayın. Zira söz konusu #ZehSer olduğunda hele de Serdar olduğunda iki uç duygu arasında gidip gelmeye çok alıştım. Bundan sonrasında kazanılan zafer telefonla kontrol paneline erişim sağlayan Gürcan’ın teknoloji konusundaki maharetini kullanmasına bağlıydı. Köye doğru yola çıkan bombanın yönünü değiştirerek bir insanlık suçunun işlenmesini engelleyen kendisine sürekli “hadi” diyerek baskı yapan ekip arkadaşlarının varlığına rağmen Gürcan’dı ama ona bu eylemi gerçekleştirebilmesi için gerekli imkânları sağlayan da bilgisayara müdahale etmelerini engelleyebilmek için peşine takılan teröristlerle elindeki kısıtlı imkanlarla çatışmaya giren de Serdar’dı…
Zehra ve Özel Tim’in füzenin yönünü değiştirmeden kurtulabilmelerinin hiçbir imkânı kalmadığı ve her şeyin füzenin yönünü değiştirebilmeye bağlandığı o kısacık anının birçoğumuz için bir türlü geçmek bilmeyen 1 saat gibi geldiğine eminim. Zira bana öyle geldi. Her bir saniyesinin ekibin hele de o hiçbir suçu günahı olmayan Türkmenlerin aleyhine işlediğini bildiğimden acayip gerildim. Sahnenin arka planında çalan gerilim müziği eşliğinde teröristlerle çatışmaya giren Serdar’ın aksiyon anı izlemeye değerdi. Ölebileceğini bilse de bir eliyle ateş ederken öteki eliyle de Zehra’sını ve köylüleri kurtarmanın anahtarı olan bilgisayarı tutması ve daha çok muhafaza etmeye çalışması konuya verdiği önem gösteriyordu. Şiddet yanlısı değilim ama Serdar’ın onları kafadan vurma alışkanlığını izlerken zevk alıyorum.
Zehra’nın hayatını kurtarma motivasyonuyla hareket eden Serdar’ın füzenin hedefine ulaşmasına sadece kırk beş saniye kaldığını duyduğunda umutsuzca çırpınması ve onların hayatını kurtarması için Gürcan’a yalvarması benim bu hassas kalbimi tam on ikiden vurdu. En kötü koşullarda hatta ölüme giderken bile umudunu yitirmeyen Serdar’ın söz konusu Zehra olduğunda kanadı kırık kuş gibi çırpındığını görmek ve sesinin titrediğini duymak Zehra’ya olan aşkını iliklerime kadar hissetmemi sağladı. Çağlar’ı bu sahnedeki performansından dolayı tebrik ediyorum. Zehra füzeyle görsel temas sağladığını söylediğinde yüzü kireç gibi oldu. Dudakları titremeye boğazı da dolmaya başladı.
“Duyamadım. Oldu mu?
Evet. Yön değiştirdi.
Helal be! Gürcan, Uzay…Zehra iyisiniz değil mi?
Uzun zamandır bu kadar iyi olmamıştım.”
Füzenin son saniyede yönünü değiştirdiğini görmekten duyduğu sevinci onlar için endişelenen insanlarla paylaşma güdüsü sayesinde operasyondaki arkadaşlarının iyi olduğunu öğrenen Uzay ve Gürcan’ın sevinci güzeldi ama asıl üstünde durmak istediğim tepki Serdar’ınkiydi. Onu böyle bitap düşmüş ve sevdiği insanı kaybetme korkusu bütün benliğini sarmış halde görünce aklıma hemen kızı Yağmur’un hayatını kurtarabilmek için kendini teröristlere teslim ettiği zamanki sahne geldi. Ülkesinin sırlarını anlatmamak için intihar hapını içmeyi planladığını bilen Serdar kızının hayatını kurtardıktan sonra Zehra’nın teslim olduğu depoya gelip de onu yerde öyle hareketsizce yatarken görünce onu kurtarmaya geç kaldım diye ne kadar korkmuştu. Aşkını itiraf etmeden önceki Serdar’ın bu korkusundan dolayı uykularının kaçtığını düşününce aşkını itiraf ettikten sonraki Serdar’ın onu kaybettiği düşüncesiyle neler hissettiğini tahmin bile etmek istemiyorum ama biliyorum. Sevdiğin bir insanı kaybetme korkusu kalbinin göğsünden çıplak bir elle koparılıp alınmasına benziyor. Düşünmek istemeyeceğiniz kadar acı verici ve beklemediğiniz kadar öldürücü.
Serdar’ın bu acıyı çok uzun süre hissetmesine gerek kalmadığına seviniyorum ancak bu sahnelerde Serdar’a hele de duygularına odaklanan bir sahne çekmeyerek hikâye bazında büyük bir fırsat kaçırıldığını düşünüyorum. Zehra ilk defa “yön değiştirdi” dediğinde duyamamasının nedeni kulaklarının çınlaması olsaydı mesela. Sonra gürültünün içinde Zehra’nın sesinin yavaş yavaş yankılanmaya başladığını duysaydık. Füzenin yönünü değiştirenlere teşekkür ederken beyninde yankılanmaya başlayan “Zehra iyisiniz değil mi?” sorusunu sorarken sesinin titrediğini işittiğimiz gibi Zehra’nın öleceği korkusuyla tutmaya başladığı nefesini onun sesini duyduğu anda serbest bıraktığını görmeyi de isterdim. En azından Zehra’nın sesini duyduğunda kalp ritminin nasıl değiştiğini duyabilseydik çok güzel olurdu.
Adamın şu 45 saniyelik süre zarfında ömründen ömür gitti. Abartmıyorum on beş yıl birden yaşlandı. Ona bu imkânı tanımadılar ama Zehra’nın “Uzun zamandır bu kadar iyi olmamıştım” dediğinde gözlerinin dolmasından kurtulduğu için en önemlisi de masum köylü Türkmenleri kurtarabileceklerini anladığı için ne kadar çok sevindiği anlaşılıyordu. Bunu bir karşılık bekleyerek yapmadıkları halde köylülerin canlarını kurtardıkları için onlara sarılıp teşekkür ettikleri sahnenin sıcaklığıyla yüreğim ısındı. Az önceki sahnedeki gerginliğimi bir kenara bırakarak kocaman gülümsedim.
“Sen ölü bir adamsın.
Yanlış biliyorsun. Ben ölmekten korkmayan bir adamım.
Peki öldürmekten ondan da mı korkmazsın?
Hak eden kimse öldürürüm. Ülkeme ihanet eden Vatan’ıma ihanet edene herkesi öldürürüm.
Senin de sıran gelecek Halit Başkan.”
O kadar umut etmeme ve adaklar adamama rağmen Halit’in kızı olduğu ortaya çıkan Ceren’le Halit Başkan’ın arasında gerçekleşen yüzleşme anında hakikati öğrendiğinde tarumar olacağını düşünmesem Halit keşke boğazını biraz daha güçlü sıksaydı derdim ama kendi kızını boğarak öldürdüğünde yaşayacağı psikolojik çöküntüyü görmek istemem. Şirket dostu bir terörist öldürüldü diye ne Avusturya İstihbaratı’nın onu hapsedebileceğine ne de koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin bir MİT mensubunu onların olmayan merhametine bırakacağına inanmadım. Bu mevzuda sahnenin üstüne inşa edildiği hikâyeyi çok zayıf ve inandırıcılıktan uzak buldum. Bir gün gelir Ceren’in öldürülmesi gerekirse o kişinin Halit olmamasını umut ediyorum. Ceren’i sevmiyorum ama gözünün önünde aracına konulmuş bombanın patlamasıyla öldüğünü düşündüğü kızı için bir ömre yetecek kadar vicdan azabı çekmiştir aynı şeyi ikinci kere yaşamasına hiç gerek yok. Umarım senaristlerimiz de bu acımasızlığı Halit’e yapmazlar zira adamı seviyorum.
Bu sahnede aklıma takılan tek sorun önceki flashback sahnesi sayesinde 1994 yılında arabası patladığında daha bir yaşında olduğunu öğrendiğimiz kızının Ceren olması durumunda 1995 yılında Berlin’de yanına verildiği ailenin öldürüldüğünü gören ve de yatağın altına saklanmak zorunda kalan kızın kim olduğuydu? Zira bir yıl içinde bunları yapabilecek kadar büyümüş olması mümkün değil. Bu Ceren’in Halit’in kızı olmadığını göstermek adına izleyiciye verdikleri bir ipucu mu yoksa gözden kaçan bir senaryo hatası mı bilemiyorum ama umarım ilkidir. Çünkü bölümler arasında büyük bir ustalıkla paralellikler kuran senaristlerimizin böylesi bir senaryo hatası yaptıklarına inanamam.
Bu işin sonunda yıllar önce birbirinden kopartılan baba ve kızın hasretle kucaklaşarak mutlu bir sona doğru yelken açacaklarını düşünmesem de en azından bu yüzleşme sayesinde Halit Ceren’in onunla olan derdini öğrenmiş oldu. 95’ senesinde Berlin’de yaşanan trajediyi de dile getirerek Halit’e gerçeği öğrenmesi konusunda farkında olmadan epey işe yarar bir ipucu vermiş oldu. Yarıda kesmek zorunda kaldıkları buluşma sayesinde bir şeyler şüphelenerek gerçeği ortaya çıkarmak isteyen Halit onu araştırma görevini de Uzay’a verdiğine göre kim bilir belki de Yıldırım planını devreye sokamadan ve Halit’i kızının önüne atamadan Halit kızı hakkındaki gerçeği öğrenmiş olur. Halit’in hakikati sonradan değil; şimdi öğrenip bozmasını istiyorum. Ceren hayatının koca bir yalan olduğunu öğrendiğinde hissedeceği o öfkeyle Yıldırım’ı yakar mı merak ediyorum. Zira istediğinde ne kadar acımasız olabildiğini gördük.
Çetin’in hikayedeki yerini daha doğrusu gereksizliğini sorgulayan bir seyirci olarak bir türlü girilemeyen hikayesinin bitmesini dilemiştim. Bir keresinde kendisine çok kızıp ölmesini dilediğimi bile hatırlıyorum ama böylesi bir trajediyle hikayesinin son bulacağını da düşünmemiştim. Yaşadığı hayatın kendi seçimi olduğunu düşünsem de ölümünden etkilendim. Islahevinden beri yanında olduğu ve kardeşim dediği adamdan yediği ihanet acısından sonra “yaşama sebebi” olan kadının da ona Yıldırım’a ulaşabilmek için yanaşan bir MİT mensubu olduğunu öğrendiğinde hissettiği hayal kırıklığını yüzünde gördüm ve ona itirafçı olmasını önererek hayatını kurtarması için bir şans vermeye çalışan Pınar’a veda niteliğinde sarılmasında da gözlerinin önünde -mazinin anıları eşliğinde- intiharına gidişinde de acısını en önemlisi de duygu geçişlerini hissedebildim. Çetin diziye başladığından beri oynadığı en iyi performanstı buydu.
Evlenme teklifini reddetme sahnesini kestiklerinde ve sadece bir flashback sahnesi olarak kullandıklarında senarist grubuna çok kızmıştım. Ezgi’nin duygu geçişlerinin böylesine keskin ve lunaparktaki hız treni gibi inişli çıkışlı olduğu sahnelerde gerekli duygu yoğunluğunu layığıyla yerine getirebilecek bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Oynadığı önceki dizisinde oyunculuğuna yöneltilen eleştirilerin hiçbirini hak etmiyordu Bunu da çocukluğu Çetin’in intiharını durdurmaya çalıştığı halde gözlerinin önünde polisler tarafından vurularak öldürüldüğü sahnede yansıtabildiğini düşünüyorum. Canından can koparıyorlarmış gibi çığlık attıktan sonra ağladığı sahneden epey etkilendim. Öyle ki Çetin’in ölümüne değil; onun acı çekmesine üzüldüm diyeceğim ama bu hikâyenin mutlu sonla bitmeyeceği belliydi. Zira sevdiklerimizi korumaya çalışırken bazen onları kendisinden korumaya çalıştığımız gerçeklerle incitebiliyoruz.
Gürcan’ın her zamanki gibi iyi bir ruh halinde olmadığını anladığı Pınar’a Çetin’in ölümünden sonra destek olabilme adına odasına gidip onunla konuşmaya çalışmasına bayıldım. Pınar onun duygularına karşılık vermese de kendine yapılan ihanetin öcünü Pınar’ın gözünün önünde intihar girişiminde bulunarak alan Çetin’in açtığı yarayı kapatmaya ve bunların hiçbirinin onun suçu olmadığını söyleyerek vicdan yükünü azaltmaya çalışmasına bayıldım. Bu ekipteki en hassas ve duyarlı kalbin Gürcan’da olduğuna inanıyorum. Herkesten çok daha naif ve duygusal bir insan olarak yapmış olduğu destek konuşmasını dinleyince kendimi bir battaniyeyle sarıp sarmalanmış kadar sıcak hissettim…
Operasyondan sonra senaristlerin doğrudan karargâh sahnesine atlamış olmalarına çok kızdım. Dizinin senaristleri bölümün yazım aşamasındayken uyuya mı kaldılar yoksa sezonun çok uzun olması dolayısıyla yorgun mu düştüler bilemiyorum ama geçen haftaki bölümde Serdar için endişe eden bir Zehra ve bu bölümün başında sevdiği kadının canı için endişe eden bir Serdar izledikten sonra seyircileri memnun etmek ve hikâye bütünlüğünü sağlamak adına #ZehSer’e kısa bile olsa sarılma sahnesi yazmaları şarttı. Geçen hafta kulaklıkla konuşma sahnelerinin Zehra’nın havalimanında esir alındığı bölümdeki karelerle paralellik taşıdığını söylemiştim ya o paralelliğin tamamlanabilmesi için havalimanındaki gibi sarılmalıydılar. Ben otuz beşinci bölümü tüm bu operasyonların sonunda Zehra ve Serdar kavuşacak ve bizde o anı seyredeceğiz diye eleştirmedim. “Özlemde sevdaya dahil” diyerek dilimi tutup o kavuşma anının geleceğine inandım ama senaristlerimiz sağ olsun; bize bir dakikalık sahneyi çok görerek hayallerimi yıktılar.
Kime niyet kime kısmet derler ya ben Serdar ve Zehra sarılması beklerken Pınar ve Zehra sarılması yaşandı. Kabul Pınar’ın bu haftaya bir trajediye tanık olarak yaptığı açılıştan sonra birinin ona sarılmasına ihtiyacı vardı. Zehra’yla kurdukları kadın dayanışması tadındaki dostluğu da seviyorum ama Pınar ve Çetin sarılana kadar Zehra ve Serdar sarılsa olmaz mıydı? Bu adam Zehra’yı kaybedeceğim korkusundan önce koca bir yerleşkeyi sonra da dağ başında adamları öldürdü de o füzenin atıldığı noktaya kadar geldi. Onun için bir elinde bilgisayarla çatışmaya girdi. Bunun hakkı bir sarılma, değil miydi? Herkesin görmesine gerek yoktu. Şöyle bir kuytu köşede otuz saniye sarılsalardı da olurdu. Geçen haftaki düşüncemde ısrarcıyım. Paraleli olan havalimanı bölümündeki sahneleri çok daha güzeldi…
“Bu sende iyice alışkanlık oldu.
Ne o, gece kahve içmek mi?
Hayır. Bize ateş etmek.
Aaa doğru ama bir de işin iyi tarafından bak.
Bakıyorum ama iyi bir şey göremiyorum.
Demek ki birbirimize ateş ederken bile anlaşabiliyoruz. Bu da bir şey.”
Gelelim bu kadar eleştiriden sonra bölümün konuşmaya değer bulduğum favori #ZehSer sahnemden bahsetmeye. Öncelikli olarak bu sahnede Serdar’a yeşil giydirerek Çağlar’ın gözlerinin ön plana çıkmasını sağlayan stiliste içten bir teşekkürü borç biliyorum. Zehra’yla konuştuğu zamanlarda gözlerinin içi gülen bir Serdar izlediğimiz için gözlerin tam da bu sahnede ön plana çıkması benim için kıymetliydi. Sonra Zehra’nın gri mi yoksa yeşilin bir tonu mu olduğu konusunda net bir karar veremediğim kazağının her iki durumda da Serdar’ın kıyafetleriyle yakaladığı renk uyumu gözümden kaçmadı. En son karargâhta bulunduklarında Halit beden dillerini okuyup ihtarda bulunduğu için mekân karargâh olunca aynı koltukta oturmaktan kaçınmaları da bana üstüne konuşulması icap eden bir şeymiş gibi geldi.
Son zamanlarda #ZehSer aşkında görmeye alışkın olduğumuz koltuk sahneleri gelmemeye başlasa da kahve içme üzerinden yürüttükleri flört dilinin kesintisiz şekilde devam ettiğini gördüğüme seviniyorum. Öyle alelade bir kahve sahnesi deyip geçmeyin. Serdar’ın maskeli balo esnasında az sonra öleceklerini düşündürterek aşkını itiraf etmesi için kandırdığı Zehra’nın sözünü ettiği ilk tanışma da Serdar’ın elinden kahve fincanını alarak ona göz dağı verdiği andı. Serdar onunla ilk flörtünü bile o kahve fincanı üzerinden yapmıştı. Bundan dolayı #ZehSer’i ne zaman birlikte kahve içerken görsem yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyor. Kahve içmek gibi çok basit bir eylemi bile birlikte yaptıklarını görünce içimi pek anlayamadığım ve anlayamadığım için de anlatamadığım büyük bir sevinç kaplıyor…
Kahvesini yudumlayan Zehra’yı izlediği detayı da gözümden kaçmadı. Belli ki Serdar sarılarak gideremediği hasreti onu izleyerek gidermeye çalışıyordu. Karargâhta beden dilleri onları ele veriyor diye ve yan yana oturdukları zaman birbirlerine dokunmadan edemediklerini bildiklerinden yüz yüze oturmak zorunda kalmalarının acısını da birbirlerini seyrederek lehlerine çevirmeye çalışıyorlardı. Ki Serdar’ın onu izlerken yüzünde beliren gülümseme de çok tatlıydı.
Geçen haftaki bölümde kendisini kurtarmak adına düzenlenen operasyonu nasıl engellediğini konuşurken yapmak zorunda kaldığı en zor şeyin Zehra’nın olduğu yöne doğru ateş etmek olduğunu ve iletişim kuramamalarına rağmen ne Serdar’ın onu ne de Zehra’nın onu vurmamasının konuşmadan anlaşmaları anlamına geldiğini söylemiştim. Bu hafta da aynı fikirdeyim ancak ne yalan söyleyeyim senaristlerin aklından geçenin ve izleyiciye geçirmek istedikleri hissiyatın da bu olduğunu düşünmemiştim. “Doğru ama bir de işin iyi tarafından bak…Demek ki birbirimize ateş ederken bile anlaşabiliyoruz” dediğini duyunca hedefi tam on ikiden vurduğumu anlayıp mutlu oldum. Senaristlere bazı konularda kızsam da bazı konularda da benzer düşünüp sayfalara aynı şekilde aksettirdiğimizi düşünüyorum.
“Seninle anlaşmanın kötüsü olmaz diye düşünüyorum.
İnsanların anlaşabilmeleri için birbirlerine ateş etmekten başka yollar da var.
Haklısın ama kusura bakma. Uydu telefonumun kontörü bitmişti. Arayamadım.
Umarım bir gün kurşun bitip de bize el bombası atmazsın.
Pimi çekmeden attığım zaman anlarsın. Değişik bir tecrübe olur.”
Halit Başkan’ın Yuri’ye ulaşma operasyonu öncesinde duygularına hâkim olmaları gerektikleri konusunda yapmış olduğu ihtarı Zehra’nın ciddiye aldığı kesindi ama görünen oydu ki Serdar’ın bu ihtarı ciddiye alma seviyesi birlikte değil; karşılık oturmaya karar vermesinden ibaret ki bunu bile yüzünü görmeyi özlediği için yapıyor olabilme ihtimali yüksek. Zira Başkan’ın açık ve net bir şeklide yaptığı uyarıya rağmen Zehra’nın gözlerinin içine baka baka “seninle anlaşmanın kötüsü olmaz diye düşünüyorum” diyerek flört etmesinin başka bir izahatı olamazdı. Zehra’nın yapma dediği halde Serdar’ın onu her gördüğünde kendini dizginleyemeyerek flört moduna geçmesini izlemeyi seviyorum. Serdar onu o kadar çok seviyor ki onun yanındayken kendine hâkim olamıyor ama iyi ki de olamıyor. Zira kamptaki görevi esnasında ondan ayrı düştüğü için operasyondayken Zehra’ya yürümediği bir bölümü daha izlemeye gücüm yok. Sizi bilemeyeceğim ama ben onun en çok bu halini seviyorum: Âşık olduğu kadına doğrudan yürüyen halini…
Zehra ona doğru yaklaşıp gözlerinin içine bakarak “İnsanların anlaşabilmeleri için birbirlerine ateş etmekten başka yollar da var” dediğinde kulaklarımın duyduğu şeyi doğru işitip işitmediğini anlayamadım. “Halit’in güvenine ihanet edemeyiz. Bizim bu ülkeye karşı ciddi sorumluluklarımız var. Bu yüzden de aramızda romantik bir ilişki yaşanamaz” diyen Zehra farkında bile olmadan onunla flört ediyordu. Ki bu mevzuda mantığı izin vermediği halde aklının sesini dinlemeyen bilinçaltına teşekkür etmek istiyorum ama böyle bir cümle kurduktan sonra dönüp bir kendi yaptıklarına bakmayan Zehra’ya da çok sinirleniyorum. Evet, insanların anlaşabilmeleri için birbirlerine ateş etmelerinden başka yollar da var. Özellikle de birbirlerine âşık olan insanların anlaşabilmeleri için sözlü ve bedensel birçok yol var ama sen bu yolların hepsinin önüne engel koymuşken Serdar ne yapsın? Bu işler onun kontrolünde olsa şimdiye kadar ilişkiyi kim bilir hangi aşamaya taşımıştı da o hep engel oldu. Üstüne bir de dalga geçer gibi de bu cümleyi kuruyor.
Bütün bu olumsuzluklara ve tüm dünyanın onlara karşı olmasına rağmen “konuşmadan da anlaşabilme uyumunu” yakaladıklarını tasdikledikleri sahnedeki flörtleşmelerini izlemeye bayıldım. Serdar’ın ciddi konularda şaka yapmayı alışkanlık haline getiren mizacına uygun bir şekilde dile getirdiği “Haklısın ama kusura bakma. Uydu telefonumun kontörü bitmişti. Arayamadım” cümlesine çok güldüğümü söylemeliyim. Bir insan aynı anda hem komik hem alaycı hem de flörtöz nasıl olabilir hiç bilmiyorum ama Serdar’ın ciddi konulardan konuşurken bile konuyu dönüp dolaştırıp flörtleşmeye getirmesine aşığım ve şimdiden o el bombasını pimini çekmeden attığı sahneyi izlemeyi bekliyorum. Zehra’nın bilinçaltının yönlendirdiği bir flörtleşmede el bombasından bahsediliyorsa bizim o sahneyi görmemiz şart.
Mete Başkan gelmeden önce flörtlerinin başlangıç noktası olan kahvelerini karşılıklı yudumlayan Serdar ve Zehra kahve fincanlarını aynı anda dudaklarına götürüp birbirlerinin gözlerinin içine bakarak içebilmiş olsalardı bu sahne hakkında konuşacağımız alt metin ve gizli mesaj çok daha başka olurdu. Zira çiftler arasında gerçekleşen bununla benzer tarzdaki eylemler genellikle dudaklar birbirine değmeden öpüşme şeklinde algılanır. Mesaj her iki taraf için de açık ve net bir şekilde yaklaşan bir öpüşmeye delalet eder ancak bizimki Mete Başkan yüzünden yarıda kesildi. Zehra’nın Başkan’ı görünce flörtleşirken yakalandık hali beni epey güldürdü. Telaşı da hemen sesine yansıyıverdi.
“Bu ülke için hayatlarınızdan ailelerinizden sevdiklerinizden vazgeçtiniz. (…) Ama son zamanlarda herkes ayrı telden çalıyor. Ne kadar ağır şeyler yaşadığınızı biliyorum ama siz bununla baş edebileceğiniz için buradasınız. Kızınız, oğlunuz, ananız, babanız bu devlet. Sevdanız, aşkınız bu devlet. Bu devletin size verdiği görev. Geçmişteki hiçbir hikâye kafanızı karıştırmayacak. Kızınız, çocukluğunuz, ananız-babanız, eşiniz, arkadaşlığınız ve dostluğunuz. Hiçbiri vazifenizden daha önemli değil. Acı ama gerçek. (…) Kendinize çeki düzen verin. Bir daha söylemeyeceğim. Eğer söylersem sonuçlar çok ağır olur. Anlaşıldı mı? Sizin özel hayatınız yok. Onu geçtim hayatınız bile yok. Sadece ve sadece devletiniz var.”
Karargâh ekibinin toplantı odasındaki masanın etrafında toplanarak peşinde oldukları hedef hakkında önce brifing aldıkları sonra da ona nasıl yaklaşacaklarına dair kolektif planlar yaptıkları sahneleri takım ruhunu yansıttıkları için sevdiğimi daima söylüyorum ama bu seferkini pek sevemediğimi söylemeliyim. Mete Başkan’ı karargâhta görmeyi çok özlemişken onun gelme nedenin ekiptekilere ayar vermek olması üzücüydü. Sakın beni yanlış anlamayın bunu yaparken kurt kadar heybetliydi. İşin ucu bizimkilerin romantik ilişkisine dokunmasa yargı dağıttı bile diyebilirdim…
Konuşmasında Pınar ve çocukluğuna dolayısıyla da Çetin’e, Hakkı ve oğlunun hukuk savaşına, Uzay’ın bebeğini kaybettikten sonra yaşadığı psikolojik çöküntüye, Hulki’nin babasının katilini ele geçirme arzusuna ve Halit’in kızını bulmak için geçmişi eşelemesine ve Zehra ile Serdar’ın gönül ilişkisine aynı anda değinmeyi başarınca içimden bu konuşmanın önceden provasını yapmış mıdır acaba diye düşündüm. Bir konuşma içinde bu kadar taş insan öldürür cinstendi. “Kişisel sorunlarınızı unutun ve işinize odaklanın” konuşmasında bir tek Gürcan’a ihtarda bulunmadı. O da herhâlde oğlunun Pınar’a âşık olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Mesut A. beyin kanaması geçirdiği için sağlığını etkilemeyecek bir iş takvimi oluşturmaya çalıştıklarının farkındayım ama bu yüzden baba oğul hikayesini boşladıklarını görmek üzücü. Oysaki Gürcan ve Mete Başkan’ın sorunlu ama çok da ilgi çekici bir hikayeleri vardı.
Bu diziyle Söz dizisindeki Özel Tim’in aşk ve aile ilişkilerini mukayese edenler olmuş. Onlara hak versem de bunun çok doğru bir mukayese olduğunu sanmıyorum. Özel Tim operasyon bittiğinde evlerine dağılıyorlardı. Bir evleri de yoksa kışlada kalıyorlardı. Her birinin içine doğdukları aileleri ve kökleri vardı. Gönül verdikleri insanlar Fethi hariç asker hayatının dışındaki insanlardı. Burada ise iletişim kurdukları ve âşık oldukları insanlar ya karargâhta ya da görevin bir parçası halinde. Operasyon bittiğinde evlerine ailelerinin yanlarına gitmiyorlar mezarlığın altındaki gizli bir karargâhta yaşıyorlar. Özel Tim’in işi gürültü çıkarmak onların işi ise gittikleri yerde sessizce görevlerini yapmak.
Mete Başkan’ın konuşmasını dinlerken dikkatimi çeken bir nokta da “sevdanız, aşkınız…” dediği noktada Serdar’ın gözlerinin doğrudan Zehra’ya kayması ve onun da kimseye çaktırmadan Serdar’a bakmaya çalışmasıydı. Mete’nin orada bile değilken olan biten her şeyden haberdar olduğunu #ZehSer aşkı üzerinden ima etmesi de ilginçti. Halit’in anladığını biliyordum ama bu konuda Mete B. konuşup konuşmadığı ya da onun kendiliğinden anlayıp anlamadığı konusunda hiçbir bilgim veyahut tahminim yoktu. Serdar’ın konuşmanın geri kalanında Zehra’ya bakmamak adına kafasını eğip yere bakması Zehra’nın da ona her baktığında ifşa olmaktan korktuğu için bütün iradesini kullanarak kafasını başka taraflara çevirmesini izlemek benim için epey eğlenceli bir an oldu. Onlara bakıp durduğumdan Halit Başkan’ı ciddiye bile alamadım. Yalnız herkesin gözlerinin içine bakarak neyin ne olduğunu söylemeyi seçen Mete Başkan’ın onların gözlerinin içine baktığında aşk demek yerine arkadaşlığınız dostluğunuz demeyi seçmesi ilginçti.
Hulki’nin babasından katiliyle yüzleşme arzusu, Hakkı’nın oğlu üstünden sınanması, Pınar’ın çocukluğunu geçirdiği adamın Yıldırım’la çalışıyor olması, Uzay’ın doğmamış kızını kaybetmesi ve onu öldüren gerçek faili araması, Halit Başkan’ın öldüğü sandığı kızının aslında yaşıyor olması, Serdar’ın sezon başında yaşadığı hafıza sorunun yanında bir de kalbindeki aşk ateşine engel olmak zorunda kalması ve Zehra’nın duygusal hayatında yaşadığı inişli çıkışlı dengesizlik özellikle de kalbiyle aklı arasındaki kavga vb. daha birçok hikaye istediğimiz gibi mutlu hikayeler olmasa da karargah ekibinin duygusal dünyalarında yaşadıkları dalgalanmaları anlatan hikayeler ancak izleyicilerin birçoğu yan karakterlerin olmadığı hikâyelerdeki duygusal gelişimlerini izlemek istiyorlar. Zihinlerinde mükemmel bir tablo var ama hayatın mükemmel olmadığını gerçeğini unutuyorlar. Halbuki hayat insanın eline yüzüne bulaşan bir kil. Bir yerlerden tam topladığımızı sandığımız anda avuçlarımızdakinin sadece çamur olduğunu fark ediyoruz diyerek operasyon öncesi yorumumu burada tamamlıyorum.
Sonraki Yazıda Görüşmek Üzere Hoşça Kalın…
Yazıdaki fotoğraflar için @Ezgisenlerfan, @Natasha48109241 ve @CatDoctor_ ‘a teşekkürler…
Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit'i konuşalım mı? Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.