Kategori: İzledimTeşkilat

TEŞKİLAT – Ölmeden Önce Beni Öpmek İster misin?

Teşkilat 33. bölüm reytinglerinde hem totelde zirveden geriye düştü yerini korudu hem de her kategoride kan kaybetti. Total’de 7,92 reyting ile 2., AB’de 7,63 reyting ile 3. ve ABC1’de 9,06 reyting ile 2. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Nemesis Başlıyor

Teşkilat’ın 33. bölümünün açılış sahnesi sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz gibi bir önceki bölümün kaldığı yerden değil; aksine Elçi’nin ölüm haberini bildiren spikerin bir anda silahını ateşleyerek bütün stüdyoyu kana bulamasıyla başladı. Senaryo ekibinin niyeti son zamanlarda diziden kopan Teşkilat seyircisini yeniden diziye çekmektiyse bunu layığıyla yerine getirdiklerini söylemeliyim. Bölümü izlerken kendimi daha ilk sahneden sinema filmi izliyormuş gibi hissettim. Bu yüzden de çok uzun zamandır sinemaya gidememiş bir insan olarak -bir flashback sahnesi- olduğunu anladığım bu sahnenin bölümün geri kalanında nasıl bir rol oynayacağını merak eden gözlerle tüm parçaları hikâye doğrultusunda birleştirmeye ve anlamlandırmaya çalışarak dizinin otuz üçüncü bölümünü seyretmeye koyuldum…

 

“Elçi öldü, Başkanım.

Ceren?

Uzay ve Gürcan’dan aldığımız bilgiye göre mekâna Elçi’yi bırakıp gitmiş…Hakkı Dayı ve Hulki peşinde… Birazdan haberdar oluruz, Başkan’ım.”

 

Hemen ardından gelen Teşkilat jenerik müziğiyle de normal akışa yani Serdar’ın Elçi’yi öldürdükten sonra Zehra’yla dönüş yoluna girdiklerini görme fırsatı buldum. #ZehSer araba sahneleri birçoğumuz için özel olduklarından Zehra ve Serdar’ın bu sahnede Halit Başkan’ı bilgilendirmek ve ekip arkadaşlarıyla iletişime geçmek dışında da bir şeyler yaptıklarını görmeyi isterdim. Ki keyifli araba sohbetlerinin yerini gerginliğe bırakmasının altında Zehra’nın Serdar’ı romantik olarak reddetmiş olmasının etkili olduğunu düşünüyorum.  O yüzden şimdilik Elçi’yi öldürerek izleyicilerini bir terörist belasından kurtardılar diyerek kendimi teselli etmeyi seçiyorum. Ne olmuş daima bardağın dolu tarafını görmeye çalışıyorsam. Vakti geldiğinde öteki teröristlerin de öleceği konusunda senaristlere güvenmeyi seçiyorum.

Hulki’nin geçen sezon Fadi’nin işkencelerine maruz kaldıktan sonra bile yılmadan yorulmadan babasına böbreğini verebilmek için ne badireler atlattığını ve tam her şey yoluna girdi derken babasının gözlerinin önünde can verdiğini görerek nasıl bir acı çektiğini benim kadar herkes hatırlıyordur diye düşünüyorum. O işkence sahnesinde babasıyla ruhlarının kavuştuğu sahne beni çok derinden etkilemişti. Atlattıkları onca sınavdan sonra mutlu son olur diye umut ederken “camın arkasından” babasını kurtarmak için hiçbir şey yapamayacağını bilmenin acısıyla kahrolmuştu. Bu yüzden bu işlere ailesinin katilini öğrenebilmek için katlandığını söyleyen Ceren’in ona babasını nasıl öldürdüğünü keyif ala ala anlatmasına deli oldum. Cesareti varsa bunu aralarında bir duvar ya da çelik kapılar yokken söyleseydi ya. O yüzden kimse kusura bakmasın ama kimsesiz büyüdü diye Ceren’e acıyacak ya da empati duyacak değilim.

Hulki’den neyi çaldığını düşününce bir an için ölümünün Hulki’nin elinden olmasını istedim. Karargâh ekibi konuyla bir ilgisi olduğunu biliyordular ama kendi ağzıyla bunu açık açık söylemesi çok gaddarcaydı. Hikâyenin gidişatından ötürü senaristlerin onu öldürmemesine kızsam da neden öldürmediklerini de anlayabiliyorum. Ortada hala kafaları kurcalayan bir ebeveynlik hikayesi var ancak bu süre zarfında sonunun bu ekipten birinin elinden olacağı mesajının verilmesi de güzel oldu. Senaristler bu kareyi Ceren’in motivasyonunu ailesinin katilini araması yaptık ama psikopat bir katil olduğunu da asla unutmadık demek için mi yazdılar yoksa sevenlerine onun kim olduğunu hatırlatmak için mi bilmiyorum ama “teröristi sempatikleştiriyorlar” iddiası da son bulmuş oldu. Üzücü bir nedenden de olsa Hulki’nin dizideki ana karakterlerinden biri olduğunu anımsamalarına sevindim. Hulki olarak Nihat Bey çok iyi bir performans sergiledi. Yorumlarımda da çoğunlukla #ZehSer’e ağırlık veriyor olsam da ekibin 2 kişilik olmadığının farkındayım.

 

Dertleşmek İyidir

 

Karargâhta tek bir masa etrafında toplanıp gerektiğinde birbirlerini bilgilendiren gerektiğinde de kafa kafaya vererek operasyon planları yapan Karargâh ekibinin kolektif sahnelerini izlemeyi seviyorum. Keşke bu sahnelerin birçoğunu müzikle geçiştirme ya da off-screen olarak gösterme yoluna başvurmasalardı. Bazı anlamsız sahnelerin uzatılması yerine karargâh ekibi arasındaki ilişki dinamiklerini izlemeyi tercih ederdim. Açıkçası geçen sezon ekip arasındaki dinamiklerin daha çok ele alındığı sahneler vardı. Şimdi ise odalarını bile görme imkânı bulamıyoruz. Bu yüzden kısa bir süreliğine de olsa Hakkı ve Serdar’ın Hulki’ye anlayış gösterip onu avutmaya çalıştıklarını izlemek güzeldi.

 

“Elçi nasıl öldü?

Amerikalılar giderken bir anda silahına davrandı, Başkan’ım.

Evet, ben de gereğini yaptım. (…) Ölmeden önce Nemesis ile ilgili bir şeyler zırvaladı. Nemesis’…

Durduramayacaksınız.”

 

Operasyon esnasında neler olduğundan söz etmişken toplantıdaki #ZehSer bakışmasından söz etmemek olmazdı. Araları kötü olmasına rağmen bir bakışından Serdar’ın derdini anlayan Zehra’nın onu korumak adına söze girmesi bile aralarındaki bağın büyüklüğünü anlatmaya yetiyordu. Serdar onu vurduğunda Elçi’nin elinde bir silah olmadığı gibi onu durdurmak için öldürmesine de gerek yoktu ama ona yetmedi. Elçi’yi öldürme kararı tamamen duygusaldı. Zehra’nın normalde hoş görmeyeceği bir şeye arka çıkmasının nedeni de. Doğrusunu söylemek gerekirse onların birbirlerine nasıl baktıklarını gören herkes aralarında duygusal bir bağ olduğunu anlardı. Özellikle de Halit Başkan ekiptekilere “bireysel hareket etmeyin” dediğinde aralarındaki gerilime rağmen bakışmaları ikisini de ele veriyordu.

 

ANKET’E KATILDINIZ MI ? : TEŞKİLAT – Halit Başkan’ın Kızı Kim?

 

Kocasının işlerini sorgulamaya başladığından beri Yıldırım’ı durdurma konusunda ekibe yardım etmesini umduğum Defne’nin ajanlığı kısa sürünce büyük hayal kırıklığına uğradım. Ama hikâyenin ele alınış şekli de dikkatimi çekti. Defne’nin ona ihanet ettiğini gördükten sonra hemen onu eve çağırınca kapıdan girdiği anda boğazına saldıracak sandım. Son zamanlardaki dengesiz halleri beni buna inandırdı ama o aksine son derece planlı ve de kontrollüydü. Karısına hediye ettiği tabloda Hz. İsa ile 12 Havarisini görünce kadına sanatsal olarak hem “Judas gibi bana ihanet ettin” hem de “bu senin ölümden önceki son yemeğin” demiş kadar oldu. Kadının bunu anlayamamasına şaşırdım. Yıldırım direkt yüzüne söylemeden ihanetinin farkında olduğunu bundan daha açık bir biçimde anlatamazdı bence.

Zavallı Defne eşini kandırdığını sanırken hem açığa çıkmaktan korkarak hem de iyi bir şey yapmış olmayı umarak ajanlık yaptı. Halit’i kızının orada olması muhtemel konuma gönderirken onu tuzağa gönderdiğini fark etmedi bile. Karısına oynadığı oyunla Halit’i istediği yere çeken Yıldırım’ı görünce “gene bir adım öne geçti” diye kızıp karısının infazını seyrettirdiği Halit’in arabadaki çaresizliğine üzülürken Halit’in hepimizi ters köşeye yatırması sahiden çok havalı bir an oldu. Ben Halit Başkan ona yardım etmeye çalışırken ölen bu kadının vebalinin altından nasıl kalkacak diye düşünürken onun Yıldırım’ı kandırmayı başardığını ve eşi Defne’ye “ölü süsü” verişini seyretmek muhteşemdi. Başka projelerde görüşmek üzere hoşça kal, Nil. Bir annenin evlat acısını ekrana muhteşem bir şekilde yansıttın…       

 

 

Dizilerde sıklıkla işlenen “kadın kadının kurdudur” temasının aksine farklılığını gözler önüne sererek “kadın kadının yurdudur” mesajını vermeye çalışan Teşkilat senaristlerinin Zehra ve Pınar’a dertleşmeleri için yazdıkları sahnelere olan sevgimi anlatabilecek doğru kelimeleri bulabileceğimi hiç sanmıyorum ama operasyonların yanı sıra çalkantılı bir hale gelen ve kontrolünü yavaş yavaş yitirmeye başladıkları özel hayatları hakkında kimi zaman doğrudan kimi zamansa dolaylı yoldan konuşarak dertleşmelerini seviyorum. Bunun gibi sahneler bana Karargâh ekibinin sadece MİT mensubu insanlardan oluşan bir Vatanseverler ekibi olmadıklarını aynı zamanda da her mensubunun birbirini gerçekten önemsediği bir aile olduklarını hatırlatıyordu. O yüzden Zehra ve Pınar arasındaki kardeşliği seviyorum…

 

“Bazen iyiyim dediğinde gözünün içine bakıp “hayır, değilsin” diyecek biri gerekir. İşte o kişi benim. Zehra hiç iyi görünmüyorsun. Neyin var?… Ben 1 ajanım. Hakkı kadar olmasa da ben de beden dili okumakta fena sayılmam. Ne söylüyormuş beden dilim, Pınar’cığım?

Beden diliniz. Serdar ve sen. Aranızda büyük bir gerilim var gibi. Zehra, ne oluyor?

Yok…Her zamanki şeyler.  Gergin bir operasyondan çıktık ondandır.

Hayır, değil. Her zamanki şeyler değil.

Sen ne yaptın asıl onu anlat. Evlilik falan ne oldu?”  

 

Onların en son böyle gördüğümüzde Ankara’nın meydanlarında ve parklarında bombaların patladığını düşünecek olursak eğer dertleşmeyeli çok uzun bir zamanın geçtiğini söylemek hiç yanlış olmayacaktır. Elçi’nin hapishaneden çıkmasına yardımcı olan havalimanı baskınından önce ellerine geçen ilk fırsatta konuştukları konu Çetin ve Serdar iken bugün de konuştukları konunun Çetin ve Serdar olması iki bölüm arasında paralellikler kurmama neden oldu. Bir paralellik de Serdar’la arasında neler olduğunu soran Pınar’a ağzından bir şey kaçırmamak için konuyu çevirip Pınar ve Çetin’e getirmesiydi. Vücut dili okuma konusundaki başarısı sayesinde aralarında tam olarak ne olduğunu anlamasa da bir şeyler olduğunu idrak etmesine sevinmiş olsam da konu çok çabuk #ZehSer’den #PınÇet’e döndü.

Aldığı evlilik teklifi yüzünden yaşadığı ikilemden söz etmeden önce Çetin onu “kuş uçmaz kervan geçmez” bir yere götürmesiyle yaratılmak istenen gerilimin gereksiz olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Mekânında bulunan böcek için Pınar’ı suçlamayacağını ve onu o binaya evlenme teklif etmek için götürdüğünü biliyorduk. Sahnenin amacı gerilmemizi sağlamaktıysa fragmanda bu sahnelere yer vermemeliydiler. Bunu söyledikten sonra “evlenme teklifinden” konuşmaya başlayacak olursam eğer Çetin’e olan alakamı yitirmiş olmama rağmen bir zamanlar içinde kalmaya zorlandığı “ıslahevinde” evlenme teklifi etmesini çok romantik buldum. Dışarıdan bakıldığında kaba biri gibi görünüyor ama söz konusu Pınar olduğunda içinden bir romantik çıkıyor. Ancak evlenme teklif etme şekli tam sopalıktı. Ki teklifini yapmak için seçtiği yerin özelliğine rağmen Pınar’ın arada kalmayıp “hayır” demesine sevindim.

Pınar kimliğinin ifşa olduğunu düşünerek Çetin’in onu o binaya öldürmek için götürdüğünü sandı ama içeride onu bekleyen sürprizi görünce öldürülmekten beter oldu. Pınar’ı biraz da olsa tanıdıysam eğer içinde olduğu koşullarda öldürülmeyi evliliğe tercih ederdi. Çünkü bu teklif onun için birçok sınırın da bulanıklaşmasına neden olabilecek bir kıyamet alametiydi. Yanlış anlaşılmasın Pınar için Vatan’ı ile onun arasında seçim yapmak bir seçenek bile değil. Gerekirse Vatan’ı için canını verir de onu bir adamın aşkı için asla satmazdı. Onun için bulanıklaşan çizgi şimdisiyle geçmişi arasında. Ona evlenme teklif eden adamın teröristlere çalışan Çetin değil; çocukluğunu beraber geçirdiği ve hayatını borçlu olduğu Çetin olmasıydı. Kimsesiz olarak başladığı bu hayatta gerçek bir bağ kurduğu tek insanın kalbiyle oynamaktı sorun hem de bu yaptığının Vatan’ın güvenliği için gerekli olduğunu biliyor da olmasına rağmen.

Teklifine hayır demesini mantıklı bulsam da aşkın bazen mantık kurallarını zorlayabileceğini biliyorum. Pınar’ın bir yanının Gürcan’ın olmasından korktuğu gibi Çetin’e âşık olduğunun farkındayım. Benim bu sahneyle ilgili şikâyetim kalbinin bir yanının birlikte büyüdüğü o adamı sevmesi değil; aksine odaya girene kadar gereksiz yere yaratılan gerilime o kadar süre ayrılmışken Çetin’in evlenme teklifine ve Pınar’ın buna verdiği tepkiye çok az zaman ayrılması oldu. Operasyon dışında sadece #ZehSer’in değil; karargâh ekibindeki herkesin hikayelerine yer verilecekse eğer bu Pınar’ınkine başlamak için iyi bir kareydi ama teklife verdiği tepkiyi neden kısa kestiklerini anlamadım. Hele de flashback sahnesi kullanmaları anın duygusuna girmeme de engel oldu. Oysaki Pınar karakterini canlandıran Ezgi ortaya çok iyi performans çıkarabilirdi. Ağladığı sahnenin arka planına müzik konulması bence iyi bir fikir değildi…

Bu iki “kadın kahraman” gerektiğinde Vatanları için canlarını ortaya koyarak bir ülkeyi kurtarabiliyorlar ama karşı cinsten insanlarla olan romantik ilişkilerindeki sorunlarına bir çözüm bulamıyorlardı. Demek ki “kahraman bile olsan gönül ilişkilerinden sınıfta kalabiliyorsun” sözü çok doğruymuş. Ki bu paralellikler arasında dikkatimi çeken kontrast da ustaca yazılmıştı. Pınar geçen sefer Zehra’nın Serdar’a karşı hissetmeye başladığı aşkın yeşerdiğini bu seferse Serdar’ın aşkına karşılık vermemesinin yarattığı gerginliği anlamıştı. Geçen seferki olumlu hissiyatın yerini bu defa olumsuz bir hissin alması paralel sahneler arasında bir kontrast sağlanması açısından mükemmel bir seçim olmuş.

 

Operasyon: Viyana, Rüyalar Şehrinin İçinde Kaybolma

 

“…Şimdi beni dikkatli dinleyin. Bugün size ayrılan sürenin sonuna geldik. Nemesis’ten hiçbiriniz kaçamayacaksınız. Korkun çünkü yapabilecek tek şeyiniz bu. Yerinizde olsam ben de korkardım. İyi ki değilim.”

 

Pınar ile Çetin’in Hakkı ile Ceren’in duygusal yüzlemeleri nihayetine erdikten sonra Defne’nin tek seferlik ajanlığının sağladığı bilgilerle hikâyenin esas aksiyonlu kısmına geçiş yapmış oldum. Böylelikle bölümün başında seyrettiğimiz “Nemesis” ajanının stüdyodaki çalışanlara saldırdığı ve sonrasında da intihar ettiği anı bu defa bütün gerçekliğiyle ve daha önce hiç duymamış olduğumuz ayrıntılarıyla seyretme fırsatı bulduk. Önce Uzay ve Gürcan’ın daha sonra ise karargâh ekibinin öteki mensuplarının “Nemesis” videosundan haberdar olmalarında sosyal medyanın gücüne güvenen senaristlerimizi tebrik etmek istiyorum. Ki sosyal medya hesapları üstünden dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olaydan ışık hızında haberdar olmamız artık bir senaryo ya da efsane değil; hayatın bir gerçeği. O yüzden videoyu izleyerek bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalan Uzay ve Gürcan’ın mimiklerinde meydana gelen değişimleri izlemek benim için zevkliydi. Şaşkınlık ve dehşet hissini sadece mimiklerini kullanarak güzel anlattılar…

Haber spikerinin bir Nemesis ajanı olmasından yola çıkarak telefonuna gelen mesajla yüzünde meydana gelen ani değişme bana çok önemli bir detaymış gibi geldi. Eğer Nemesis ajanları telefonlarına gelen bir kodla aktive edilebilir oluyorlarsa Almanya’da gördüğü daha önce denenmemiş tedaviye ve Kale tarafından kendisine uygulanan testlere rağmen dışarıda “Serdar’ı da bir gün aktive edebilecek bir kod var mıdır” diye düşünerek korktum. Bazı konularda senaristlerimizin biz seyircilerini bilerek arafta bıraktıklarına inanıyorum. Serdar’ın tedavi edilmiş olduğu gerçeğine rağmen aklımızın bir köşesinde susturamadığımız cılız bir ses bize sürekli olarak “acaba mı?” dedirtmeyi başarıyor. Bu histen ne zaman kurtuluruz bilmiyorum ama Serdar için böyle bir ihtimalin olduğunu düşünmek bile istemiyorum

Kadın silahını ateşleyip stüdyodaki herkesi vurmadan önce parmaklarıyla masaya vurmasının mutlaka bir anlamı olması gerektiğini biliyordum. Bu konuda haklı çıktığıma sevindim. Özel buluşma için toplanacakları yeri duyurmak adına insanları öldürmenin biraz fazla olduğunu düşünsem de karşımızdakilerin cani olduğunu unutmamakta fayda var. Böyle sahnelerde Uzay’ın zekasını konuşturup gizli şifreleri çözmesine bayılıyorum. Onun analizleri sayesinde bölümün geri kalanında nasıl bir yol izleyeceğimizi de öğrenmiş oluyoruz. Defne sayesinde ele geçirdikleri bilgiler, Yıldırım’ın son zamanlardaki seyahat faaliyetleri üzerine yapılan analizler ve kadının parmaklarını masaya vurarak vermiş olduğu “Rüyalar Şehri” mesajından yola çıkarak ekibin rotasını Viyana’daki toplantıya çevirmiş oldu, Uzay…    

Viyana’ya giderek Yıldırım’ı takibe alan kahramanlarımız Hakkı’nın öncülüğünde dışarıdan bakıldığında bir antikacı dükkânı gibi görünen ancak içerde başka işler döndüğü anlaşılan konumdan Yıldırım’ın elinde bir kutuyla çıktığını görünce Karargâh ekibine düşen görev dükkâna girmenin bir yolunu bularak yapılması planlanan toplantıdan önce toplantının “nerede ve saat kaçta” yapılacağına dair istihbarat almaya çalışmak oldu. İçeriye girip çıkan insanlardan ötürü içeride bir işler döndüğünden emin olan Serdar’ın içeriye girebilmek için bulduğu yönteme kalbimi bıraktım…

 

Ben Bir Tüccara Aşığım

 

Serdar’ın söz konusu Zehra olduğunda operasyonlarda gizli kimlik olarak aklına gelen ilk fikrin evlilik ya da nişanlılık olması niyetini çok belli ediyor diye düşünüyorum. Üstünden haftalar geçmiş olmasına rağmen görevi icabı da olsa İsrail Havalimanında el ele tutuşup pasaport kontrol gişesindeki adama yeni evli bir çift olduklarını söylemesi daha dün gibi aklımda. Üstelik bu el ele tutuşma eylemleri de tek seferlik bir durum değildi. Daha iki hafta önce sinemaya sevgiliymiş gibi el ele girdikleri gerçeğini de unutmamak lazım. Tüm bunları yan yana koyup düşününce insan ister istemez Serdar’ın bilinçaltının Zehra’ya söylemek istediği hatta teklif etmek istediği bir şeyler olduğunu düşünüyor. Serdar ne yaptı etti bu hafta da Zehra’ya temas edebilmenin bir yolunu buldu. Üstelik aralarında yaşanan bu fiziksel temasın Serdar’ın aşk itirafından sonra gelmesi de artık eylemlerini sadece operasyon için diyerek değerlendirmeyi de engelliyordu. Onu geçtim içeriye evlilik arifesindeki bir çift olarak girme fikrini Zehra onaylayınca yüzünde beliren o kocaman ve çocuksu gülümseme de bu durumdan operasyonun ötesinde bir keyif aldığını kanıtlamaya yetiyordu.

Zehra adamı çift olduklarına inandırabilmek için koluna girdiğinde Serdar’ın yüzünde beliren ifadeye dikkatli bakın. Bir an için Zehra’nın koluna girmiş olduğu gerçeğine inanamadı. Daha sonra yani anın şokunu atlatınca da yaşanan gelişmeden mutlu olmuş bir şekilde kasıla kasıla yürümeye başladı ki o anki haliyle Serdar gerçekten çok tatlıydı…

“Randevusuz almıyoruz.

Bence alırsınız. Bu parça yalnız siz de var diye duydum. Biz yeni evleniyoruz. Düğün hediyesi almak istiyorum.”

#ZehSer çiftini dükkâna girmenin bir yolunu buldukları için tebrik ediyorum ama Serdar adamı pazarlık bahanesiyle oyalarken Zehra’nın dükkâna nasıl böcek yerleştirdiğini yorumlamadan önce Serdar’ın bu durumdan faydalanarak ona nasıl sarıldığından söz etmek istiyorum. Ekip onları rol yapıyorlar zannederken Serdar operasyonu bozmamak için ona karşı koyamayacağını bildiği Zehra’ya öyle sımsıkı sarıldı ki bir an hiç bırakmaya niyeti yok diye düşündüm.  Zavallı Zehra bu sarılmayı hiç beklemiyordu ama adamı şüphelendirmemek için mecburen Serdar’a ayak uydurdu.

Dükkâna girdikten sonra bulduğu ilk fırsatta Zehra’ya “sevgilim” demesinden belliydi karşımızdakinin MİT mensubu Serdar Kılıçarslan olmadığı. Yıldırım tarafından Viyana’da düzenlenecek olan toplantı hakkında bilgi toplamak için dükkâna girmişti ama içeride tamamen içinden geldiği gibi daha doğrusu bilinçaltının istediği gibi davranıyordu. Ki antikacı dükkanının sahibi “eşinize sormak istemez misiniz” dediği anda Serdar ve Zehra’nın bakışmaları detayına da kalbimi bıraktım. Ne diyelim 33 bölüm oldu ama hala duygularına göre hareket edip sevgili olduklarını göremedik -ki bu yüzden zaman zaman senaristlerimize çok kızıyorum- ama bunun gibi sahneler yazdıklarında alttan alta bize gelecek hakkında mesaj verdiklerini de düşünmeden edemiyorum. Hayırlısı, Zehra Kılıçarslan kulağa güzel geliyor.

Neyse çok uzatmadan sonraki sahnelere geçmek istiyorum ama Zehra kamerayı yerleştirirken adamın onu izleyip görmemesi için adamı bir köşeye çekip pazarlık yapmaya çalışması gerçekten çok komikti. “Müslümanlıkta pazarlık sünnettendir” derler ya bir an aklıma o söz geldi. O zaman Serdar’ın Türklere yaraşır bir biçimde pazarlık yapmaya çalışmasını izlemek daha da eğlenceli oldu. Eli sıkı esnaf Serdar izlemesi çok keyifli ve renkli bir karakterdi. Ancak en güzelini sahnenin finaline saklamışlar demek daha doğru olur. Zehra kamerayı yerleştirdikten sonra almak için geldiklerini iddia ettikleri antikayı almadan dükkândan çıkabilmek için sıraladıkları bahaneleri izlemek muhteşemdi.

Serdar’ın antika saatin çok pahalı olduğunu söyleyerek sevgilisini almaktan vazgeçirmeye çalışma numarası hele de onun yerine o parayla yapabilecekleri başka şeyleri sıralayarak teşvik pirimi vermeye çalışması çok inandırıcıydı ki dışardan bakan bir gözlemci olsam sevgilisine mahcup olmamaya çalışan bir adam olduğunu zannederdim. İki aylık balayına ek olarak “sonra da senin çok istediğin…” dediği noktadan tıkanıp kalmasını izlemek acayipti. Aklına Zehra’nın isteyebileceği herhangi bir şey ya da doğaçlama yapabileceği bir yalan gelmeyince resmen dudaklarıyla “ne olabilir” diyerek Zehra’dan yardım istedi. Bu gibi durumlarda Çağlar ve Deniz’in gerçek hayatta sahip oldukları kimya ve uyumun Serdar ve Zehra’ya yansıdığını hissediyorum. Ki Zehra koluna dokunup “estetik operasyon mu?” deyince Serdar öyle kala kaldı. Aklına gelen ilk şeyin estetik operasyon olmasına mı şaşırdı yoksa Zehra’nın böyle bir şey söyleyebilmesine mi afalladı bilmiyorum ama estetik operasyon fikrine karşı olduğu yüzünden belli oluyordu.

Bu gerçekten senaryonun bir parçası mıydı yoksa Deniz doğaçlama yaptı bilmiyorum ama o bıcır bıcır neşeli halleri çok tatlıydı. Üstelik Çağlar’ın afallamış hali de çok gerçekçiydi. Ki şunu belirtmeden de geçemeyeceğim bu konuda Serdar’la aynı fikirdeyim. Ne Zehra’nın ne de bu onu canlandıran Deniz’in herhangi bir estetik operasyona ihtiyacı yok. Estetikle eşsizliği öldürmeye karşı olmam bir yana Deniz özellikle de dudakları doğal haliyle zaten çok güzeller. Ki Zehra’nın operasyon için de olsa “ben bir tüccara aşığım” diyerek Serdar’ı kastettiğini görünce bu detaya kalbim gibi ben de oturduğum koltuktan eriyip gittim. Bunun gibi araya sıkıştırılan #ZehSer detayları benden asla kaçmaz…

 

 

Operasyon: Lavanta

Operasyondan önce burada ufak bir parantez açmak istiyorum herkes Yıldırım’ın yürümesini uzun uzun çekmişler diye sahneyi eleştirmişler ama ben Hakkı Dayı’nın yeteneği gösterebilmek için bir fırsat bulabilmesine çok sevindim zira Hakkı diziye ilk başladığında kendisinin takip uzmanı olduğu söyleniyordu. Bu kadarını yapabilmesi de normal. Aslında söylemek istediğim şey Uzay’ı her hafta öngörülerde bulunurken özellikle de Ebru’yu vuran adamın peşine düştüğünde kendisine saldıran adamları dövmeden önce muhtemelen senaryoyu kafasında canlandırırken şikâyet etmeden izleyenler Hakkı’nın takip sahnesine neden Yıldırım’ın yürüyüşü gözüyle bakıp eleştiriyorlar anlamadım…

Hakkı Dayı’nın da yeteneklerini gösterip 2 dakikalığına da olsa parlamaya hakkı yok mu bunu mu düşünüyorsunuz?

Çok şükür antikacı dükkanına kamera yerleştirme planları sonuçsuz kalmadı ki en önemlisi de Yıldırım gibi gizemli bir kutu almaya gelen bir başkasını çok beklemelerine gerek kalmaması oldu. Adamın Yıldırım’la olan bağlantısını çözmeye çalışırken Gürcan ve Uzay’ın teknolojik desteğiyle adamın lavantaya alerjisi olduğu da dahil olmak üzere hakkındaki tüm kişisel bilgileri öğrenmiş oldular. Ki Karargâh için bundan sonra yapılabilecek en mantıklı şey adamı takip ederek dükkandaki adamın kendisine teslim ettiği kutunun gizemini çözmek ve toplantının yerini öğrenmekti. O yüzden Gürcan ve Uzay’dan aldıkları istihbarat doğrultusunda adamın peşine düşerek onu restorana kadar takip ettiler. Ki adamın adının “Harvey” olmasının nedeni acaba “Harvey Weinstein” bir gönderme mi diye de düşündüm.

Serdar’ın restorana girdikleri anda Zehra’nın elini tutması operasyon amaçlı değildi. Zira ortada ne çift olduklarına inandırmaları gereken biri var ne de sevgililer hep el ele gezerler diye bir kural var. İnandırmaları gereken hiç kimse olmamasına rağmen Zehra’nın elini tuttu. Çünkü Zehra’nın elini tutmayı içten istedi. Her ne kadar Zehra’dan istediği gibi bir aşk itirafı alamamış olsa da ona takındığı soğuk tavır sadece bir bölüm sürdü. Zira karşımızda duygularını artık içinde tutamayan ve herkese duyurabilmek için can atan aşık bir adam var. Tam da bu yüzden kendisine âşık olduğunu bildiği adam elini tutunca Zehra’nın yüzü değişti çünkü elini operasyon amaçlı tutmadığını ve bu fiziksel temasa izin verdiğinde Serdar’a hisleri konusunda cesaret vermiş olacağını biliyordu. İlaveten Serdar’ın başka bir dilde de olsa “sevgilim” kelimesini kullanmak için hiçbir fırsatı kaçırmaması da eylemlerinin ne kadarının operasyon amaçlı olduğunu ne kadarının ise gerçek duyguları olduğunu düşünmeye beni sevk etti diyebilirim. Ah Serdar Ah!

Bunu daha önce defalarca söylediğimi biliyorum ancak son zamanlarda senaristlerimizin operasyon odaklı yazmış oldukları senaryoların en büyük odak noktasının A planlarının daima başarısızlıkla sonuçlanıyor olması restoranda da değişmedi. Talih hiçbir zaman Karargâh ekibinden yana değilmiş gibi görünüyor. Hakkı o kadar uğraşıp adamın tabağına gerekli sıvıyı dökmeyi başarmışken garsonun tabağı düşüresi tuttu. Bütün plan bu şekilde iptal oldu neyse ki ekibimiz B planı olmadan herhangi bir operasyona çıkmıyorlar. Pınar elini çabuk tuttu da adamın alerjisi olduğunu bildikleri lavantayla istediklerini almayı başardılar. Yalnız çiçeklere alerjisi olduğu için çiçek kokularından hep uzak duran bir insan olarak yaptıklarının düşündüklerinden daha acımasızca bir plan olduğunu söylemeliyim. Adam terör yanlısı olduğundan onun içim üzülmedim ama durumuyla kendimi özleştirmeden de edemedim. İnsanın doğduğu andan itibaren yapabildiği bir şeyi yapamaması yani “nefes alamaması” sahiden de eziyetlerin en büyüğü olabilir…

 

 

“Problem nedir, Serdar?

(…) İhanet.

Ne ihanetinden bahsediyorsun? Bu yüzden mi böyle davranıyorsun bana? Böyle kinayeli laflar. Garip garip bakışlar. Ne ihanetinden bahsediyorsun sen?

Sen neyden bahsediyorsun?

Bizden bahsediyorum. Bana böyle davranmaya devam edemezsin. Sanki suçluymuşum gibi. Her şeyi anlattım.

Neyden bahsettiğini anlamıyorum, Zehra…Ya da sen beni yanlış anladın. Şuradaki çift var ya kavga eden ben onlardan bahsediyorum. İhanet. Belli ki adam kadına ihanet etmiş. (…) Neyse…sen de içindeki dökmüş oldun…”

 

Otuz birinci bölümde Serdar’ın kendisine yapmış olduğu aşk itirafından sonra neden birlikte olamayacaklarını tüm nedenleriyle açıklamış olmasına rağmen Serdar’ın ona soğuk davranmasından, gözünün içine bakamamasından ve onunla konuşmaktan itinayla kaçınmasından ne kadar rahatsız olduğunu geçen hafta Serdar’ı bir odaya çekerek konuştuğunda haberdar olmuştuk. Bu hafta da Serdar’ın operasyon anları dışında ona yönelik soğuk tavrını devam ettirdiği görünce ve masada yüz yüze oturmalarına rağmen Serdar’ın sanki o yokmuş gibi davrandığını hissedince Zehra da dayanamayıp patladı. Bazen bir insanı deli etmenin en etkili yolu sessiz kalmaktır derler ya bu çok doğru. Konuşarak verdiği cevap belki ilk başlarda sinirine dokunur ya da beyninde yankılanır ama etkisi kısa sürer. Ama söylenmemiş olanı düşünmek tam bir dipsiz kuyudur. İnsanın hayal gücü o anda devreye girer ve insan kafasında kurmaya başlar. En kötüsü de kafamızda kurduklarımızın sahiden söylenebileceklerden daha kötü olmasıdır. Çelik   gibi sinirleri olan bir insanı bile delirtmeye yeter hele de işin içine Zehra’nınki gibi “ihanet” kelimesi de karışmışsa…

Serdar’ın kayıtsızlığına ve hiçbir şey olmamış gibi davranmasına zaten sinir oluyorken bir de “ihanet” sözünü duyan Zehra ilk defa duygularının kontrolünü yitirip içinde biriken her şeyi Serdar’a kustu. Söyledikleri içinde en çok dikkat ettiğim kelimeler “bizden bahsediyorum” ve “suçluymuşum gibi” oldu. Daha öncesinde Zehra’yı çözmüş olduğuyla övünen Serdar’ın verdiği tepkinin “samimiyetine” inanmasam bu sessizliğinin altında Zehra’yı konuşturma stratejisi yatıyor derdim ama onun neyden bahsettiğini ilk seferde anlayamaması hatta anlamakta zorlanması bu ihtimalini elememe neden oldu. Zehra’nın karşısındaki adam ona aşkını itiraf ederken tüm benliğiyle reddettiği “bizi” bu defa karşısında hiçbir zorlama ya da aşk itirafı yokken kendi ağzıyla onaylaması olsa olsa hayatın güzel sürprizlerinden biri olabilirdi ya da mantığı tüm gücüyle reddetse de bilinçaltının “biz” olma fikrini kabul ettiğinin işareti. İster birincisi ister ikincisi olsun tek bir gerçek vardı. O da Zehra’nın içten içe mantığının sesini dinleyip bu aşkı yaşamadığı için kendini suçlu hissettiği ve Serdar’ın da hiç çabalamak zorunda kalmadan bu savaşın galibi olduğunu fark ettiğiydi.

İhanet kelimesiyle yan masadakileri kastettiğini söylediğinde sinsi sinsi sırıtmasının sebebi de Zehra’nın tüm karşı koymalarına rağmen “biz” diyerek bir bizin varlığını kabul etmiş olmasıydı. Elinde kadehiyle sevimliliği de cabasıydı.

Serdar’ın toplantı yerini ve kutunun içindekileri öğrenebilmek için doktor numarası yaptığını görünce aklıma geçen sezonun final bölümünde uçaktaki teröristlere doktor olduğu yalanını söylediği vakit geldi. Paralel sahneyi görünce mutlu oldum. Serdar’ı da tebrik etmek lazım geçen seferki acemiliğini aksine bu defa adamla ilgilenirken son derece profesyoneldi. MİT mensubu olmak kadar havalı olmasa da doktorluk unvanının da kendisine yakıştığını söylemek lazım. Adamın adını, soy adını ve yaşadığı yeri sormakla başlayıp antikacından aldığı kutunun içindekilere ve bu toplantının nerede yapılacağını sormaya geçişi bence kusursuzdu. Koruması yanına gelene kadar süren bu kısacık sorgudan büyük bir verim aldı. Toplantının yapılma nedenini de öğrenebilseydi iyi olurdu ama sonra bölüm sonunun heyecanı kaçardı. O yüzden bu bilgiyle yetinip eleştirmiyorum ki kutunun içine bakıp almamaları da akıllıcaydı…

 

Viyana’da Bir #ZehSer

 

Kutunun içindekileri öğrendikten sonra (maske, yüzükler ve ilaç) geriye sadece sahtelerini üretip toplantıya gitmek kalıyordu. Açıkçası senarist ekibi bunu bilerek mi yapıyorlar yoksa tamamen tesadüfi mi gerçekleşiyor bilmiyorum ama sonu 3 rakamıyla biten her bölümde #ZehSer çiftini daima smokin ve elbiseyle bir etkinliğe katılırken izliyoruz. Yanlış anlaşılmasın bilerek ya da bilmeyerek bu paralellikten şikayetçi değilim. Serdar smokiniyle hep çok yakışıklı ama Zehra her partide bir öncekinden daha güzel. Ki bence bunun için Deniz’in güzelliğine çok teşekkür etmeliyiz.

Zehra’yı süslenirken Serdar’ı da gömlek seçimi konusunda fikir alırken seyretmek çok güzel olsa da müzik eşliğinde bir montaj izlemek yerine Serdar’ın onu üzerinde elbiseyle gördüğünde ne tepki verdiğini ve ne söylediğini duymayı tercih ederdim. Üçüncü bölümde birlikte bir partiye katıldıklarında daha henüz birbirlerini pek tanımıyorlardı. Zehra ona karşı şüpheciydi; Serdar da onu Fadi’den kıskanacak kadar aşık değildi. Ama birbirlerinin hayatını kurtarmaya ilk o partide başlamışlardı. O askıyı kullanarak binanın çatısından indikleri sahne bugün bile aklımdadır. Yirmi üçte ise her şey istediğim gibiydi. Serdar Zehra’yı kıskanmaya başlamış ve aralarında bir aşk doğmuştu. Ancak o zaman Serdar da Serdar gibi görünmüyordu. O yüzden birbirlerine âşık olduklarını bilerek katıldıkları bu ilk partide birçok #ZehSer anı görmeyi umut ediyordum ancak senaristler bize geçen seferki gibi Zehra’nın görüntüsüyle ilgili yorum yaptığı bir sahne vermediler. Onu geçtim hiç olmazsa Zehra’yı gördüğünde yüzünün nasıl değiştiğini görebilseydik.

Yıldırım’ın “kıyamet mi nihayet mi” tartışmasına hiç girmiyorum. Daha önce Serdar üstünden ortaya attığı “hür irade mi yoksa kader mi” tartışmasında da benzer bir tavır takınmıştım. Çünkü bir felsefe mezunu olarak bu konulara bir girersem sayfalarca yazabileceğimi ve Teşkilat’la alakasız konulara atlayabileceğimi biliyorum. Bu yüzden şimdilik sadece nasıl ki insanın kaderine giden yolu hür iradesiyle seçtiğini düşünüyorsam kıyametinin de nihayeti olduğunu düşündüğümü bilin yeter. Serdar ve Zehra’ya dönecek olursak eğer parti mekanına yapmış oldukları girişin havalı olduğunu söylemek istiyorum. Arabadan indikten sonra hiç konuşmadan Serdar’ın koluna girmesi ve bedenlerinin birbiriyle ahenk içinde hareket ettiğini görmek güzeldi. Sonrasında parmaklarındaki yüzüğü gösterdikleri an birçok izleyici gibi benim de aklım aynı noktaya kaydı. Bu yüzüklerin nikah yüzüğü olduğunu acaba bir gün görür müyüz?

Söz konusu Ethem olduğunda nikahlara alerjisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır da en azından son işlerde çiftlerine mutlu sonlar vermeye başladığından kim bilir belki #ZehSer çifti de o şanslılardan biri olur diyebiliyorum… Konunun dışına çıkıp yüzüklerin üzerinde ve duvarlardaki tablolarda olan Ester yıldızından ve İlluminati bahsetmek yerine #ZehSer valsine geçmeyi yeğlerim. O yüzden bu konuda bir değerlendirme yapmıyorsam kusura bakmayın.

 

Bizi Buradan Canlı Çıkarmazlar

 

“Ben anladım. Öleceğiz gibi görünüyor.

Bu adamlar gerçekten özel ve seçilmiş olduklarını mı düşünüyorlar?

Muhtemelen.

Adamdan aldığımız ilaç sanırım bunun içindi.”

 

En gergin olduğu anlarda bile alay edebileceği ya da keyfini çıkarabileceği anlar yaratmaktan hoşlanan Serdar için Zehra’yı vals yapmaya davet etmesi kaçınılmazdı. Sonuç olarak adamın yaratılışı bu ölümüne bile gülerek gidecek. Zehra’nın hislerini söylemeden aralarındaki aşkın önüne set çekmesine kızmış olsa da restoran sahnesi sayesinde bunun Zehra için de zorlu bir süreç olduğunu bilmek ve az sonra ölebilecekleri düşüncesinde olmak tüm kırgınlığını unutup anın tadını onunla çıkarmasında etkili oldu. Dahası Zehra’sına ne kadar kızmış olursa olsun; Serdar’ın aklı başındayken ona dokunma fırsatını kaçıracağını hiçbir #ZehSer fanının düşünmediğine inanmak istiyorum. “Neden anın tadını çıkarmayalım?” diyen bir gülümsemeyle elini ona uzatması Zehra’nın da hoşuna gitti. O da bu davetine sanki aralarında konuşulanlar hiç konuşulmamış ve kalpler hiç kırılmamış gibi olumlu yanıt verdi. Onları içgüdüsel olarak yani üstüne hiç düşünmeden ve sonrasını planlamadan kendiliğinden flört ederlerken seyretmeyi seviyorum.

 

 

Dans esnasında durum değerlendirmesi yapan ve mekandaki herkesin ölümüne yol açacak şey her neyse buradan sağ çıkmanın te yolunun o haplar olduğunu anlayan Zehra ve Serdar’ın konuştukları meseleler ne kadar ciddi olsa da ben dans pistindeki hallerinden biraz konuşmak istiyorum. Öncelik olarak Zehra’nın teklifini geri çevirmemesine çocuklar gibi sevinen Serdar’ın Zehra’nın elinden tutar tutmaz piste doğru süzülüşünü izlemek çok zevkliydi. Sanki etrafları her an kimliklerini açığa çıkarabilecek ve onları öldürmek isteyebilecek insanlarla dolu değilmiş gibi balayı sürecindeki çiftlere özgü bir enerji yayıyorlardı etraflarına. Kim bilir belki de partideki en güzel kadınla dans ediyor olduğu için Serdar’ın koltukları kabarmıştı. Zehra’yı 1 tur döndürdükten sonra onu ilk kollarının arasında tuttuğunda yani Zehra’nın eli omuzuna ilk değdiğinde normal bir insanın anlayamayacağı kadar kısa bir süreliğine aralarında ufak bir elektriklenme yaşandı -ki artık hepimiz benim pek de normal bir insan olmadığımda hemfikirdir herhalde

 

“Zehra Serdar hemen çıkın oradan.

Bu imkânsız…Şu anda bu güzel dansı yarıda bırakıp hiçbir yere gidemem çünkü.

Şu anda dalga geçilecek zaman değil; Serdar. Çıkın hemen.

Nemesis denen şey her neyse şu an onu öğrenmemiz için büyük bir fırsatımız var.

İyi de bunun için ölmeniz gerekmiyor.

Nemesis muhtemelen bizimle alakalı. Gerekirse ölürüz. Tabi kendi adıma konuşuyorum.

Buradayız, Gürcan. Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz araştırmaya devam edin.”

 

Zehra’nın aşk itirafından sonra bölüme dair en sevdiğim diyalog bu olabilir. Çünkü her kelimesi görünenin ötesinde bir anlam taşıyor. Gürcan ekip arkadaşlarının içeride başlarına bir şey gelme ihtimali için endişelenirken Serdar’ın “bu güzel dansı yarıda bırakıp hiçbir yere gidemem” diyerek anlatmak istediği şey normalde anlaşılan anlamından çok farklıydı. Serdar’ın asıl bırakamadığı şey dans değil; Zehra’ydı. Ucunda ölüm bile olsa onu kollarının arasından kayıp gitmesini istemedi. Ayrıca “güzel” kelimesine vurgu yaptığı sırada başını Zehra’ya doğru eğmesi ve doğrudan gözlerinin içine bakması da o sözcüğü aslında Zehra için kullandığını kanıtlıyordu. Ne Serdar ne de Zehra gözlerini bir diğerinin gözlerinden ayırmadan dans etmeye başladıklarında artık dünyanın umurlarında olmadığı çok başka bir aşamaya geçmişlerdi ki Zehra’nın gözlerinin içine baka baka “güzel” diyen bir adamdan etkilenmemesi mümkün değildi. Ama işin en komik yanı Gürcan’ın şaka yaptığını sanmasıydı. Halbuki Serdar daha önce hiç olmadığı kadar ciddiydi -belki aşk itirafı dışında- ve Nemesis’in içeriğini öğrenene kadar Zehra’nın elini bırakmaya da niyeti yoktu.

Gürcan’ın sesi arka planda yer alıp sahnenin romantik ambiyansını birazcık öldürüyor olsa da onun ne söylediğine aldırmadan birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya devam eden adeta birbirlerine kenetlenen Zehra ve Serdar aşırı güzeldi. Etraflarını düşmanları sarmışken içten gelerek “güzel” demenin bir insanı etkilemek için yeterli olmadığını düşünüyorsanız eğer sevdiği kadının gözlerinin içine bakarken hem Vatanını hem de aşkını kastederek “gerekirse ölürüz” diyen bir adam hakkında ne dersiniz bilmiyorum ama Serdar’a o dakikada yeniden âşık olduğumu söylemek isterim. Birlikte ölüme yürümeye bu bir davet değildiyse eğer tam olarak neydi bilmiyorum ama modern zamanların Romeo ve Juliet gibiydiler. Üstelik sadece Serdar da değil; onun gözlerinin içine baka baka “Buradayız. Hiçbir yere gitmiyoruz” diyen Zehra da Serdar’a açıkça “öleceksek birlikte ölürüz” mesajını vermiş oldu. “Bu işte hep birlikteyiz; seni bırakıp gitmem. Gerekirse birlikte ölürüz” mesajından daha Shakespeare’yane bir şey olduğunu sanmıyorum.

Elimizdeki ölüm kalım meselesine dönecek olursak eğer birbirlerinin kim olduğunu bilmedikleri aralarında kurmuş oldukları telsiz bağlantısından anlaşılan bu durumda Karargâh ekibinin Nemesis’in ne olduğunu öğrenmek için tek bir yolları vardı. O da ucunda ölüm tehlikesi de olsa kalıp düzenlenecek saldırıyı izlemekti. Vatan uğruna canlarını feda etmekten yana hiç çekinceleri olmayan #ZehSer çiftinin cesaretlerini ve gözü kara kahramanlıklarını görmek gururlanmama neden oldu. Özellikle de kimliklerinin açığa çıktığını sandıkları anda Serdar’ın yapmış olduğu el ele vererek kaçma planına bayıldım. “Bütün dünyaya karşı bu ikisinin bir şansı olabilir mi ki” diye düşünüyorsanız aşkın gücünü hafife alıyorsunuz derim. Zira mantığı bir kenara bıraktıklarında bu iki aşığın aşamayacakları engel yoktu…

Amaçlarının 1 kimyasal saldırı düzenleyerek kendileriyle aynı fikirde olmayan konukları öldürmek olduğunu anlayıp ilaç içenlerin Yıldırım’ın tarafında olduğunu çözünce az sonra başlarına gelecek felaket ve kendi gözleriyle tanıklık edecekleri toplu katliama karşı Zehra ve Serdar’ın soğukkanlılıklarını sonuna kadar koruduklarını görmek güzeldi. En azından birinin soğukkanlılığını koruyabilmesi gerekiyordu. Çünkü Gürcan oturduğu yerde ecel terleri dökmeye başladı. Bu işe ilk başladığında hapishaneye geri dönmemek için rızası dışında Devlet’e yardım eden o çocuktan bugüne Gürcan çok değişti. MİT eğitimine sahip olmadığı için gösterdiği duygusal tepkiler dışında ekipteki herkese değer veren ve onlara sahada yardımcı olabilmek için elinden geleni yapan bir Vatansevere dönüştü. Helal, Gürcan

Yıldırım’ın görüşleri HYDRA ne kadar çok benziyor derken oraya salınan kimyasalın Nazi Bilim adamları tarafından üretilmiş olduğunu öğrendiğime hiç şaşırmadım. Başımıza ne geliyorsa o Nazi Bilim adamlarından geliyor. Daima birinin hikayesinde kötü adam olma görevini layığıyla yerine getiriyorlar. İstikrarlı olmaları sahiden de göz yaşartıcı.

 

 

“Muhtemelen biraz sonra öleceğiz. Ölmeden önce gerçek duygularını dinlemek isterim. Muhtemelen beni bir daha görmeyeceksin. (…) Zehra, lütfen. Kalbinden geçenleri söyle. Mezara kadar götüreceğim nasıl olsa.

Seni seviyorum.

Maskenin arkasından konuşmak kolay.

Başka biri konuşuyormuş gibi düşün.

Hayır, bu konuşan Zehra.”

 

Serdar’ın ondan duygularını açıklamasını istemesi içinde bulundukları durumun gerilimini daha arttıran bir unsurdu. Her an Yıldırım’a yakalanma ihtimallerini geçtim bu sıvının dökülmesiyle diğer konuklar gibi ölecekleri düşüncesiyle oturduğum yerde terlemeye başlamıştım. Serdar’ın dünyadaki son saniyelerinde Zehra’dan hislerini açıklamasını istemesi ölüm mahkumunun son dileğinin yerine getirilmesini istemesi gibi bir şeydi. Başrollerin hayatları gerçekten tehlikeye girer mi diye düşünürken Zehra’nın aşk itirafıyla büyük şok yaşadım. Ölüm kalım savaşı bile verse Zehra Hanım’ın bu kadar kolay teslim olmasını eklemiyordum. Serdar’ın fazla ısrar etmesine bile gerek kalmadan hislerini itiraf etti. Ama hiçbir şeyin sorumluluğunu almadan gerçekten de bir maskenin arkasından her şeyi itiraf etmek çok daha kolaydı. Zira maskeler gerçekte kim olduğumuzu gizlemek için bize imkân sağlarlar. Gerçek hayatta da insan savunma mekanizmalarının sağladığı maskelerin ardına saklanmıyor mu? O yüzden Serdar’ın “bu konuşan Zehra” diyerek söylediklerinin sorumluluğunu almasını istemesi ve onu daha gerçek kılması çok güzel bir ayrıntıydı bence.

 

“Seni ilk gördüğüm anda sana âşık olacağımı anlamıştım.

Onu ben de anladım.

Yıkılmıştın, yaralıydın. Seni her gördüğümde sana sıkı sıkı sarılmak istedim hep. Sonra bu düşünceleri kovmaya çalıştım kafamdan. Düşünmek istemedikçe daha düşünmeye başladım ve kendimden nefret ettim.

Hiç belli etmedin ama. Ölmeden önce beni öpmek ister misin?

Benim için fazla romantik.

Seni seviyorum, Zehra.

Biliyorum.

Sen de söyle.

Söyledim zaten.

Olsun bir daha söyle.

Seni çok seviyorum. Sana aşığım.”

 

Bölümün en sevdiğim #ZehSer sahnesi buydu. Zira 2 aşığımızın görevlerinin omuzlarına yüklediği sorumluluklarını ve dudaklarından dökülen kelimelerin yaratacağı gerçekliğin sonuçlarını hiç düşünmeden duygularını tüm çıplaklığı ve saflığıyla ortaya koydukları andı. Ama aklıma bazı repliklerin takılmadığını söylersem de yalan söylemiş olurum. Mesela “Seni ilk gördüğüm anda” dediğinde birbirlerini otoparkta göz ucuyla görmelerini mi yoksa onun karargâha geldiği ilk anı mı kastediyordu emin olamadım. Ceren onu elemanlamıştır diye düşünüp Serdar’dan şüphe ederken bir yanının da ona âşık olacağını anlaması ilk bölümlerde onunla neden bu kadar didiştiğini de açıklar diye düşünüp kabullendim. Ki Serdar’ın Zehra’yı ilk gördüğü anda âşık olacağını anlaması bana daha mantıklı geldi. Zira kahve olayını hatırlayan var mı bilmiyorum ama Zehra “gözüm üstünde” dediği anda Serdar “kadınların gözünün üstümde olmasına alışkınım” demesi aslında Zehra’yla flört etme yöntemiydi. Üstelik aralarındaki gerilim de cinsel kimyaydı.

Serdar daha üçüncü bölümde Almanya’nın doğduğu yer olduğunu söyleyip sorulmadığı halde kendisiyle ilgili kişisel bir bilgiyi paylaştığına şahit olduğumda Zehra’ya meylettiğini anlamıştım. Zira âşık olduğumuzda onunla ilgili her şey bilmek ve kendimizle ilgili her şeyi anlatmak istemez miyiz? Serdar da hayatının en travmatik konusunu kendi rızasıyla ona anlatmaya yanaştı ki bence Zehra’nın duyguları da Almanya görevi esnasında ailesinin başına gelen korkunç olayı öğrendikten sonra oldu. “Yıkılmıştın, yaralıydın. Seni her gördüğümde sana sıkı sıkı sarılmak istedim” şefkati sevgilisiyle ihaneti ırkçılıkla da aile özlemini hissetmesinden sonra başladı. Bu sezon kaçırılmasından ötürü gördüğü kabuslar da ona karşı hissettiği şefkat ve koruyuculuk hislerinin tavan yapmasına neden oldu. Şimdi ikinci sezondaki bütün elini tuttuğu ya da kanepede moral verdiği #ZehSer anlarına tek tek dönmeyeyim yoksa biteriz…

Yüzündeki gülümsemenin Zehra’nın gözlerinin içine bakarak açık açık “seni çok seviyorum. Sana aşığım” demesi yüzünden olduğunu zannediyordum ancak sadece itirafla yetinmeyip defalarca söylemesini isteyen Serdar’ın belki kabul eder diye öpücük koparmaya çalıştığı bu gerilim dolu trajik an sadece onun bir oyunundan ibaretmiş. Babam aslında bu kadar rahat olmasına bakarak kesin haplar cebinde demişti ama ben söz konusu ölüm olduğunda Zehra sevdası ağır basar ve onu böyle bir konuda kandırmaya kıyamaz sanmıştım. Meğer Serdar fırsatçının tekiymiş. Haplar cebinde olduğu halde içinde bulundukları durumun vahametini kullanarak biraz da Shakespeare edebiyatı yaparak Zehra’yı duygularını itiraf etmesi için kandırdı. Tamam, tutunacak tek dalı Zehra olduğu için onun da âşık olduğunu söylemesine ihtiyacı vardı ama kulaklarının duyduğu ilk aşk itirafının kandırmaca yoluyla olması ne kadar doğru bir hareketti bilemiyorum. Yalnız Serdar tam bir çakal eğer Zehra öpüşme teklifini kabul etseydi ne olacaktı?

 

 

Zehra elindeki hapları görünce “aşağılık herif” deyince aklım aynı söz öbeğini sinemada da kullandığı geldi. Bu iki sahneyi bir arada düşününce geçen sefer o lafı üstüne alınan Serdar meğer başına ne geleceğini biliyormuş dedim. Zehra’nın kızmasıyla sonuçlanan ve kurnazlıkla koparılan aşk itirafından sonra kaldığımız yere dönecek olursak eğer bölüm Yıldırım’ın talimatıyla neredeyse odadaki herkesin kimyasal silahla öldürülmesi ve Nemesis planının asıl amacının kitle imha silahıyla Ankara’yı hedef almak olduğunu öğrenmeleriyle tamamlandı. Haftaya Ankara’da yaşanabilecek kimyasal felaketi önleyebilmek için zamana karşı yarışan ekibin aksiyonlu sahnelerini izleyeceğimizi düşündüğümü söyleyerek yazıyı tamamlıyorum.

Yazıdaki fotoğraflar için @CatDoctor_ @dizianaIiz @Televizyon_dnys @Ranxedit @believethecd @DiziTeskilat @Happysm33 ve kapak fotoğrafı için @missgecee’e teşekkürler…

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

 

 

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

5 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Özünü Görmek İsteyen

Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

2 hafta Önce