TRT 1’in yeni dizisi Teşkilat ilk bölümüyle reyting sıralamasında zirveye ulaştı; Total’de 10,10 reyting, AB’de 12,27 reyting ve ABC1’de 11.84 reytingle 3 kategoride de birinci… İlk bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Dizinin adını ilk duyduğum zaman Milli İstihbarat Teşkilatı’nı anlatan bir dizinin yapılacak olması beni haliyle heyecanlandırmıştı. Üstelik bu işin son yıllarda sinematik bir evren kurmasıyla dikkat çeken TİMS&B yapım tarafından TRT 1 için yapılacağını duyduğumda daha da heyecanlandım. Çünkü TRT 1 bütün kanallar içinde devlet desteği olduğundan bütçe sıkıntısı yaşamayan tek kanaldı. Üstelik bu kanal daha önce MİT konusunda yapılmış bir diğer iş olan Kızıl Elma’ya da ev sahipliği yapmıştı. “Vatanın için yaşa, aşkın için öl” sloganıyla hareket eden istihbaratçıların yerini şimdi Vatan’ı için ölmeden mezara girmeyi göze alan istihbaratçılarının hikayesinin alacağını duymak yeni perspektifi görmek için daha çok sabırsızlanmama bile neden oldu.
Karakterleri tanıtma çabasının izleyicinin gözüne sokulmadan ve hikâye akışı kesilmeden organik bir şekilde yapılması gerektiğini savunmama rağmen, daha açılış sahnesinde baş rol jönümüz olan Serdar’ın çocukluk travmasıyla başlanması beni hiç de rahatsız etmedi. İlk sahnelerdeki aktif görevdeki ajan kendisi olduğundan hem vurucu bir başlangıç yapmak hem de Serdar hakkında bilmemiz gereken ilk şeyi yani motivasyonunun kaynağının nereden geldiğini bize göstermek açısından böyle bir başlangıç yapması, çok yerinde bir karardı.
Onunla birlikte kısa bir süreliğine de olsa çocukluğunun Almanya’sına doğru bir yolculuk yaptık. Sadece Türk oldukları için onları istemeyen ve ölmeyi hak ettiklerini düşünen Neo-Nazi anlayışıyla Almanya’nın çirkin ve karanlık yüzüne yaptığımız bu yolculuk, aslında şu anda bile hala var olan ama Avrupa tarafından üstü güzel bir şekilde örtülmüş olan bir gerçek. Serdar’ı oynaması için bu kadar sarışın bir çocuğu kullanmaları benim için yanlış bir kast seçimiydi. Ancak evin patladığı ve alevlerin yükselerek ailesini yuttuğu o sahneyi küçük Serdar’ın gözünden seyretmemiz her kimin fikriyse alkışlanmayı hak ediyordu. Çünkü bunun gibi küçük bir detay bile aslında izleyiciyi diziye çekecek olan küçük ekmek kırıntılarından biri olma misyonunu taşıyordu.
Almanya’daki Türk Konsolosluğu’nda çalışan ve ilerde kendisine “Başkan” denilecek olan Mete karakterinin gençliğiyle de bu küçük Serdar sayesinde yollarımız kesişti. Serdar’ın Türkiye’ye götürüleceğini öğrendiğinde benim orada kimsem yok söylemine Mete’nin “Bundan sonra senin ananda babanda Türk Cumhuriyeti” diyerek cevap vermesi aslında dizinin mesajının ne olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Vatan kıymetini bilene gerektiğinde ana kucağı gerektiğinde ise baba ocağı olmasını her daim bilmiştir.
Gelelim Aybüke Öğretmenin şehit edilmesine neden olan teröristlerin peşine düşülen operasyona…
Mete’nin elini tuttuktan sonra Serdar’ın çocukluğundan çok güzel bir kamera efektiyle büyümüş haline yapılan geçiş benim açımdan çok yerinde ve mükemmel bir geçişti. Serdar’ı sınır öteki tarafındaki bir operasyon için teröristlerle dolu bir eve çatışmaya girerken gördük. Hain planlarla sivillere yönelik yaptıkları saldırıların aksine gerçek bir Türk ajanı ya da istihbaratçısıyla karşı karşıya kaldıklarında fare gibi bir delikte nasıl saklandıklarını gösteren betimleme gerçekten gururlandırıcıydı. Daha önce hiç Arapça ya da onun gibi bir dilin olduğu dizi izlemediğimden telaffuz konusunda başarılı olup olmadıkları konusunda bir yorum yapmakta tereddütte kaldım. Kendilerine en güvendikleri anda saldırıya uğramaları çok manidardı.
Bu konuyu uzmanlarına bırakmak en iyisi. Tabi bilen birinin paylaşımda bulunması da takdir edilir.
Serdar operasyonun bu kısmında tek başına bir Türk ajanının bile nelere kadir olduğunu gözler önüne serdi. Üstelik “seni almaya geldim” söylemine “sen kimsin” diyen teröriste “Türk Devleti” dediği o sahnede benim gibi tüyleri diken diken olan başkaları da oldu mu merak ettim. Gerçekten öz ama yerinde bir cevap olmadı mı? Ele başlarını hiç beklemediği bir noktada ele geçirdiği sahne de iyi düşünülmüş gerçekçi bir sahneydi. Telefonda direktif veren adama “Merak etme. Sıra sana da gelecek demesi” ise iyi bir tamamlayıcı olmuş.
Serdar sayesinde gördük ki Türk Cumhuriyeti Devlet’i kendine yapılan hain terör saldırılarını asla unutmaz. Geç de olsa mutlaka sorumlularına hesabını sorar. Bu üç yıl sonra da olsa otuz yıl sonra da olsa fark etmez.
Üç yıl önce Hakkari’de bir öğretmeni öldürerek şehit eden teröristi de yanına alarak Türk topraklarına dönüş yoluna girdi. Biz izleyiciler de bu sırada Serdar’ın yeteneklerine şahit olduk. İlk önce Türkiye’ye dönmek için ulaşması gereken “varış” noktasına giderken karşısına çıkan devriyeyi konuşarak geçmeye çalıştı. Kod adının “Sancak” olması adamlarla anlaşmaya çalışırken ki sergilediği soğuk kanlılığı izlemeye değerdi. Bagajı açmama konusundaki ısrarından dolayı teröristler tarafından bagaja açılan ateşten sonra acaba adam vuruldu mu diye bir yüreğim ağzıma geldi. Ancak bagajı açıp baktıklarında boş olduğunu gördüğümde hayret etmediğimi söylesem yalan söylemiş olurum. Ancak keşke o çiş kokusu da kendini ele vermeseydi.
Ancak bir çiş kokusu yüzünden deşifre olma noktasına gelen Serdar durumun kontrolünü hemen eline alarak devriye görevindeki tüm teröristleri öldürdü. Bu sahnedeki dövüş anlarını biraz yetersiz bulsam da ilk bölüm için kabul edilebilir olduğuna kanaat getirdim. Üstelik silah tutmayı doğru öğrenmiş bir oyuncu görmek gözlerimi yaşarttı. Silahını iki elle tutan bir oyuncu sandığınızdan daha büyük bir nimet. Sonra da bu nedenden ötürü peşine takılan diğer teröristlerle köşe kovalamaca yarışına başladı. Bu kaçma-kovalamaca sahneleri çekim kalitesi bakımından gerçekten başarılıydı. Hatta Amerikan filmlerini aratmayan cinsteydi.
Peşine düşen arabalardan birini atlatma sahnesi de görülmeye değerdi ancak tam da üzerine doğru sürmekte olduğu ağır silahlı araca karşı yapılan SİHA saldırıcı daha göz alıcıydı. Üstelik Serdar’ın o alevlerin içinden aracıyla geçtiği sahne adeta geçmişine yönelik bir mesaj gönderme niteliğine sahipti. Ateşlerin arasından çıkan çocuk şimdi de ağır ateşlerin arasından ölüme meydan okuyordu. Üstüne doğru gelmekte olan kafileyle burun buruna çarpışma mücadelesine girdiği sahnelerdeki o bakışmaların gereğinden uzun sürdüğünü düşündüm. Ancak dramatik etkiyi arttırmak için yapılan bir sahne olduğunu da göz ardı etmedim. SİHA sayesinde bir kez daha aşılan düşman hattı sayesinde “paket” teslim edilmiş ve helikoptere binilmiş olundu.
Her ne kadar bu sahnelerde odak noktası Serdar olsa da operasyonun nasıl işleyeceği konusunda karar verme mercii olan Zehra’nın çabaları da göz ardı edilemezdi. Karanlık bir koridorda “paket yola çıktı” haberini Mete Başkan’a vererek operasyonu kontrol odasından yöneten Zehra ile tam da bu dakikalarda tanıştım.
Odadaki en yetkili kişi olduğu otoritesi ve duruşundan bile belli olan Zehra, operasyon boyunca “Sancak” kod adıyla görevli ajan olan Serdar’a devamlı olarak direktifler verdi. Tahliye işlemi esnasında kullanılan teknik jargondan odadaki çalışanlara hatta ekranların duruşuna kadar kesinlikle bir taht odasıydı orası. Dizinin çekimlerinin gerçekten KALE’de yapılıyor olmasının da avantajıydı belki de bilemiyorum. En ufak detayların bile düşünüldüğü şu ortamda içeriye girer girmez ceketini çıkarması bile ince düşünülmüş bir hareket. Ancak onu bilgilendiren analizcinin verdiği bilgilendirmede geçen “terörist unsurlar” sözcüğünün yanı sıra helikopter için önceden belirlenmiş sürenin ekranda gösterilmesi beni gerçekten de MİT’in içine, o dünyaya götürdü.
Nerede dizi izlediğimi unutacak bir noktaya gelmişken operasyonun en heyecanlı anında SİHA emri verirken kendine gelen bir başka telefonu daha açtı Zehra. Üstelik bu hattın ucunda başkan değil; aksine özel hayatı vardı. Kızı annesinin ortalıkta olmamasından dolayı isyan çıkarmış ve bakıcısı ne yapacağını bilememiş. Tam da o anda Milli Güvenliği ilgilendiren bir operasyonla boğuşurken bir yandan da devamlı olarak babasına gitmek isteyen kızını sakinleştirmeye çalışması görülmeye değerdi. Dünya’nın neresine giderseniz gidin, sadece kadınların boğuşmak zorunda kalacağı türden bir sorundu bu. SİHA ile saldırıp çözülmesi mümkün olmayan bir sorun. Kadın dediğin hem ülkesi için hem de çocukları için aynı anda boğuşmak zorunda.
Ajanda olsan istihbaratçı olsan da herkesin bir özel hayatı vardır.
Operasyondan sonra hem Zehra’nın hem de Serdar’ın sivil hayatlarına şahit olduk. Zehra’nın özel hayatı işi nedeniyle altüst olmuştu. Boşandığı bir eşi ve sürekli işte olduğu için isyan edip babasıyla yaşamak isteyen bir kızı vardı. Eski eşiyle kızının durumu hakkında konuştuğunda bir kez daha anladım ki bu dünya döndüğü sürece cinsiyet ayrımcılığı da var olmaya devam edecekti. Zira Zehra’nın yaptığı mesleği bir erkek yaptığında evi çekip çeviren ve çocuklarına kol kanat geren bir anne var diye bir sorun çıkmıyor. Ancak söz konusu olan bir anne olduğunda babanın evdeki yükü üstlenmesi sorun oluyor. Babanın ilgisizliği neyse de anne kıracak dizini çocuğunun yanında olacak. Aksi taktirde eski eşin bile sana kendini kötü bir anne olarak hissettirir.
Eski eşinin Zehra’yı “işkolik” olmakla suçlaması hatta evliliklerini bitiren nedenin şimdi de kızına sirayet ettiğini söyleyerek karşısındakine kendini kötü hissettiren cinsten konuşması, aslında neden boşandıklarını da gözler önüne seriyordu. Boşanmışlardı çünkü eski eşi Devlet’in bekası ve bu toprakların vatandaşı olan herkesin ama öncelikle de kızının üzerine bastığı topraklarda bir gün daha özgürce gezebilmesi için yapılan bütün bu fedakârlıkları sıradan bir işmiş gibi değerlendirmişti Ancak Zehra kızını almaya eski eşinin evine geldiğinde, eski eşin kızına annesi hakkında takındığı tavrı taktir ettim. Adam bu durumdan yararlanmaya ya da kızına karşı annesini kötülemeye çalışmadı. Üstelik eski eşini kırmayıp annesiyle gitmesi konusunda kızını ikna etti. Keşke anlaşamayan bütün eski eşler, çocukları konusunda ağız birliğine varabilse.
Serdar’ın özel hayatı ise sevgilisi Ceren’di. Parkta buluştuğu zaman da çiçeği burnunda olan ilişkilerinin henüz altı aylık olduğu ortaya çıktı. Tam olarak hangi gün ve saatte altı aylık süreyi doldurduklarını söylediğinde Serdar’ın romantik bir yanı olduğunu keşfedip hayretler içinde kaldım. Ancak sevgilisine işi ve kim olduğu konusunda yalan söylediği beliydi. Nitekim Ceren’in restoranında yemek yedikleri sırada Ceren’in neden hiçbir iş arkadaşıyla tanışmadığını sorgulaması üzerine kendinden bir şeyler sakladığına ve gizemli bir havası olduğuna dair şüphelerini dile getirmesi de durumun vahimi yetini gösteriyordu.
Ceren konusunda bölüm boyunca beni şüphelendiren ya da rahatsız eden diyelim birçok şey oldu. Bunların ilki restoranda konuşurlarken arka planda yankılanan üç yıl önce öğretmeni şehit eden terörist unsurun yakalandığı haberine verdiği tepkiydi. “Aybüke öğretmeni öldürmüşlerdi” demesi bana biraz garip geldi. Zira Serdar da onu “şehit edilmişti” diyerek düzeltti. Biz nasıl ki terörist unsurlar için “öldü” kelimesini değil “etkisiz hale getirildi” tabirini kullanıyoruz hain saldırılarda ölen siviller için de “şehit edildi” tanımını tercih ediyoruz. Tabi Mete Başkan’ın bu konuda Serdar’ı da uyarması da dikkat çeken bir başka ayrıntıydı.
Haklıydı da “iyi bir istihbaratçıyı normal bir doktor kontrolünde bile akıl hastanesine yatırılacak kadar paranoyak olmasından” anlarsın. Sadece paranoyak insanlar hayatta kalmayı başarabilir. Mete Başkan’ın sözüyle kendimi Person Of İnterest dizisinde veyahut Münih filminde gibi hissettim.)
Dizi iyi-kötü hak-batıl arasındaki bu savaşta yer alan öteki kanadı göstermek için istihbaratçıların ve vatanı için çırpınan MİT cephesine ufak bir ara verdi. Bu cephede karşımıza şerler ittifakı olarak adlandırabileceğimiz bir yuvarlak masa etrafında toplanmış unsurlar çıktı. Masanın başı karanlıklar içinde bir gölge misali terör üretme ve bu terörden kar elde etme peşindeydi. Temsil ettiği karanlık dolayısıyla yüzünü göremediğimiz bu adamın, Serdar’ın ailesinin ölümünden sorumlu olan ve Serdar’a “hak etmişlerdi” diyen kişiyle aynı kişi olduğuna dair her şey üzerine iddia girebilirim.
Düşük bütçenin neden olduğu yuvarlak bir masa tarafında birkaç kişinin düzgün bir dille Türkçe konuştuğu bir yönetim şekli olmaması beni estetik açıdan tatmin ettiğini söyleyebilirim. Kocaman bir masa etrafında toplanmış birbirinin dilinden anlamadıkları için söylediklerini çeviren bir teknoloji kullanan multi-language bir topluluk vardı karşımda. Dünya devleti dedikleri çok uluslu bir yapıyı aralarında paylaştırmakla meşgullerdi. Serdar’ın operasyon sırasında “sıra sana da gelecek” dediği adam da masanın üyelerinden biriydi. Kendine verilen altıncı bölgede Türkler yüzünden aksaklıklar yaşadığını söylediğinde ise görevine son verildi. Bu masada başarısızlığın bedelini de görevin sonlandırılması da tek bir şekilde oluyor. O da “kafanın kopması”.
Bu masada nasıl ki hataların cezası ölümse başarıların ödülü de masaya oturmak oluyor. Onun ölümünü bizzat eline aldığı bir kılıçla mümkün kılan Zayed Fadi, topluluğa ait damgayı da vurdurarak masaya oturdu. Ve bu oturuş Türk Cumhuriyeti ile girilecek çetin bir savaşın ilk kıvılcımlarını oluşturuyordu. Zayed’e altıncı bölge olarak adlandırılan Türk Cumhuriyet’i ve çevresinin sorumluluğunun verilmesiyle birlikte gerçekleştirdiği ilk faaliyet, stratejik bir saldırı düzenlemek oldu. Bu saldırının baş rollerini Ortadoğulu bir terörist olan Murat ile hakkında pek fazla bir bilginin olmadığı Fransız bir kiralık katil olan Pascal oluşturmaktaydı.
Amaç; ülke savunması için gece gündüz çalışan Türk mühendislerimizin olduğu bir araca ve SİHA/İHA güvenlik protokollerinin olduğu bir binaya saldırı düzenlemekti. Pascal MİT ait olan tesise girebilmek için o tesiste çalışan bir kadını kullandı. Onu öldürerek başka bir kadını “maske yöntemiyle” yerine geçirmesi ajanlık temalı dizilere taş çıkarır cinsteydi. Bir zamanlar Alias diye bir dizi vardı bana nedense onu anımsattı. Kılık değiştiren bu kadın içerdeki herkesi zehirleyerek ilk yardım ekiplerinin çağrılmasına ön ayak olmuş oldu.
Kendilerine ilk yardım görevlisi süsü veren Murat ve Pascal, mühendislik binasına girmeyi başardı. Ancak SİHA güvenlik protokollerine ulaşabilmek için baş mühendisin giriş iznine ihtiyaçları vardı. Tam da bu noktada ödül almaya giden mühendislerin aracına silahlı bir saldırı düzenlendi. Bu saldırıyla daha önceki operasyonda ele geçirmiş olduğu şemalar, bina planları vs. hakkında aynı zaman diliminde Mete Başkan ile konuşmaya gelen Serdar da hikâyeye dahil oldu. Binadan çıkan mühendislerin aracına pusu kurulacağını anlayarak saldırıya karşı çatışmaya katıldı.
Ancak Serdar duruma müdahale ettiğinde çok geç kalınmıştı. Araca açılan yaylım ateşi sırasında neredeyse bütün mühendisler hayatını kaybetti. Araca giriş yapan bir terörist içerde henüz ölmemiş olan tek mühendis olan baş mühendisin zor kullanarak parmak izini kopyaladı. Parmak izlerinin kopyalanarak bir internet alıcısı yardımıyla başka cihazlara aktarılabilmesi, eskiden olduğu gibi bir hayal değil; aksine mümkün bir senaryo. O parmak iziyle birlikte SİHA güvenlik protokolleri de çalınmış oldu.
Serdar canlı birine rast gelirim umuduyla aracın içine adımını attığında ölen bütün mühendislerin cesetleriyle karşılaştı. Son anda elini kaldırmasıyla hala yaşadığını fark ettiği baş mühendisi gördüğünde ise hemen yanına gidip ilk müdahaleyi yapmaya çalıştı. Ancak baş mühendisin derdi kendi canı değil; çalınan güvenlik protokolleriyle birlikte geleceği tehlikeye giren Devleti’nin bekasıydı. Serdar’a gerçekleştirilen hain saldırının asıl amacı olan hırsızlık konusunda bilgilendirdikten ve çalınanı geri alması konusunda söz verdirdikten sonra hayata gözlerini yumdu. Bu sahneyi bu kadar değerli kılan şey, bu sahnenin daha sonra bölümün geri kalanı için hatta dizinin ana teması için “kilit” bir nokta oluşturacak olmasıydı.
Her ne kadar bu noktaya gelene kadar aksiyon sahnelerinde daha iyi olabilecekleri konusunda yaptığım eleştiri dışında pek bir eleştiri de bulunmasam da bu sahne hakkında naçizane bir eleştirim var. O da Serdar araca bindiğinde sadece baş mühendise yardım etmek yerine ölen bütün mühendisleri onun gözünden görmemiz mümkün olsaydı sahnenin daha etkileyici olacağı hatta daha etkili bir duygu vereceği yönündedir.
Baş mühendis “Söz ver” dediğinde Serdar’ın “Söz” demesiyle direkt olarak Söz dizisini düşünen kaç kişiyiz?))
Mühendislerin ölümü ve SİHA güvenlik protokollerinin çalınmasıyla birlikte basılan acil durum butonuna basıldı. Böylelikle Zehra yeniden ekranımızda arzı endam etmeye başladı. Mete Başkan’a saldırıda büyük rol oynayan Murat ve Pascal hakkında bilgilendirme yaptıktan sonra Pascal’ın kendi eşini öldürebilecek kadar soğuk kanlı bir katil olduğu konusunda henüz varlığından haberdar bile olmadığımız bir cesedin de hikayesini anlatmış oldu. Dedim ya mühendislerin ölümü bu hikâyenin “kilit noktası” diye. Tam da bu noktadan hareketle Müsteşar, Başkan’dan bu düşmanlarla savaşmak için kendine en iyilerden oluşan bir ekip kurmasını istedi.
Başkan Zehra’yı karşısına alarak konuştu. Ona Bosna Savaşı sırasında sahada olduğu eski bir hikâyeden yola çıkarak bir istihbarat ajanının başına gelebilecek en kötü şeyin ölmek değil; düşman tarafından yakalanmak olduğunu anlattı. Çünkü o zaman sadece bir yük değil aynı zamanda konuşmasından korkulan bir silah haline geldiklerinden söz etti. Sonrasında ise yaşanılan son hadiseler ışığında oluşturulan bir görevin varlığından söz etti. Ancak Zehra’nın bu görevin ne olduğunu öğrenebilmesi için bile ölmeyi göze alması gerekiyordu. Her ne kadar bu görevi kabul etmenin aynı zamanda kızını geride bırakmak olduğu anlamına geldiğini ve bu yüzden hakkında kötü bir anne gibi hissettiğini söylese de uğruna hizmet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne olan aşkı ve saldırıda öldürülenlerden birini tanıyor olmasından dolayı görevi kabul etti.
Mete Başkan ekibi için MİT’in en iyi analistlerinden biri olan Uzay ile de konuştu. Onun süresi önceden beli olmayan hatta can güvenliği bile vaat etmeyen bu teklifine karşı Uzay’ın da istatistik verileri değerlendirme konusunda ne kadar akıllı olduğunu gösteren bir ön gösterim yapmış oldu. Bir mahalleye ait görüntüleri incelerken bacalarından çıkan dumanın rengine bakarak patlayıcılarla ilgilenen terörist unsurların hangi yapıda olduğunu söyleyebilmesi ve bunu bilime bağlayarak açıklaması karşımızda çok zeki ama sosyal açıdan garip olarak değerlendirilebilecek bir adam olduğunu düşündürttü bana.
Ekibine MİT’in en iyi silahlarından biri olarak gördüğü adamı almak için peşine düştüğünde Hulki bir mahalle kavgasının tam ortasındaydı. Takip görevi sırasında yanlış yola girmiş bir şoförün başka bir kadın şoförle konuşma biçimini beğenmeyip karşılık vermesi sonucu başlayan kavgada, adamları dövüp üstüne üslük yerden yere savurması ne kadar kuvvetli bir karakter olduğunu gösteriyordu. Ben onun yer alabileceği dövüş sahnelerini şimdiden hayal ederken Mete Başkan ona ekibine katılması konusunda bir teklif yaptı ve iyi düşünmesini söyleyerek bir kart uzattı. Ancak onun cevabı çok hızlı bir şekilde verilmiş bir evet şeklinde oldu.
Bir sonraki hedefi MİT’in en iyi takipçisi olan Hakkı’ydı. Bu sayede Hakkı ile MİT için önemli bir adamı takip etme görevini üstlenmişken tanışma fırsatı yakalamış oldum. Takip ettiği adam peşinde birinin olduğunu hissettiği halde, takip edenin kim olduğunu bulmamaktan dolayı tedirgin oluyordu. Size de hiç olmaz mı bazen birinin sizi takip ettiği hissine kapılır, tedirgin olursunuz. Sonra da nedensiz yere bir ürperti gelir. Hakkı tam da o ürpertinin sebebiydi. Takip ettiği adam karşıdan karşıya geçmek için ışıklarda durduğunda ise belki de ilk bölümün en havalı sahnelerinden birine şahit oldum. O da adamı siyah bir aracının açılan kapısından içeri attığı sahneydi. Muhteşem bir kamera açısıyla çekilen bu sahneden sonra Mete Başkan ona ekibine katılması konusunda bir teklif yaptı ve iyi düşünmesini söyleyerek bir kart uzattı.
Ekibi için son olarak ise MİT’in en iyi kılık değiştireni Pınar’a teklifte bulundu. Pınar ile Fransa’da bir binanın asansöründe panik atak krizi yaşarken tanıştım. Bu kısa süreli andan sonra aşağı inip de peruğunu çıkarmaya ve giydiklerinin tarzını değiştirmeye başladığında, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anladım. Meğerse asansörde birlikte mahsur kaldığı adamın çantasında bu bölgedeki Türk istihbaratçıların gerçek kimliklerinin yer aldığı bir bellek bulunmaktaydı. Pınar da sözüm ona gerçekleşen bu kesinti sırasında geçirdiği panik atak kriziyle adamın dikkatini başka bir yere çekip neler olup bittiğini anlamasına bile fırsat vermeden belleğin içeriğini silmeye hatta içeriğine başka bir şey yüklemeye çalışıyordu. Nitekim öyle de oldu. Tam havaalanına doğru yola çıkarken bir banka oturmuş onu bekleyen Başkan’ın kendine uzatmış olduğu kartla kala kaldı.
Sonlar ve Başlangıçlar
Başkan’ın en iyilerden oluşan ekibine seçilen herkes teklifi kabul ederek Türk Cumhuriyeti için “Vatan göreve çağırmışsa hayır demek olmaz” mantığıyla hiç düşünmeden canlarını feda edebileceklerini gösterdiler. Ancak bu ekipte yer alabilmenin koşulu, her birinin ölmedikleri halde “ölü” olmayı, ölmeden mezara girmeyi kabul etmeleriydi. O yüzden de Türk Cumhuriyeti için sadece canlarından değil; sevdiklerinden de vazgeçmeleri gerekiyordu. Bu yüzden olacak ki ekipte olmayı kabul eden herkes ailelerine hissettirmeden vedalaştıkları bir gece geçirdiler.
Ben de bir hayvan severim dolayısıyla Pınar’ın köpeğiyle kurmuş olduğu bağın ne kadar güçlü olabileceğini tahmin edebiliyorum. Ancak bütün üyeler içinde vedalaşma konusunda en az zorluk çekenin Pınar olduğunu söylemem yanlış olmayacaktır. Köpeğini tanıdığı ve güvendiği bir arkadaşına teslim ederek eşyalarını topladı ve yola çıktı. Hulki ise kalp rahatsızlığı olan babasıyla ilaçları konusunda yaptığı küçük bir konuşmadan sonra tek varlığı olan anne ve babasını geride bırakarak buluşma noktasına doğru yola çıktı.
Teşkilat gibi MİT’i anlatan bir dizi çektiğinde hikâyesinin içeriğinde seyircinin gülmesine neden olacak fazla bir şeyin olmayacağı konusunda peşin hükümlü oluyorsun ve öyle bir beklentide bulunmuyorsun. Ancak büyük ihtimalle kendini bırakacağını düşündüğü eşi konusunda Uzay’ın izlediği yol, beklenenin aksine tam bir komediydi. Kadınları en çok kızdıran şeylerin ne olduğuna dair internette yapmış olduğu bir istatistik araştırması sırasında görmüş olduğu “aldatma” seçeneğini kullanmaya karar verdi.
Bu görevin ne kadar süreceğinin belli olmadığından Uzay, o gittikten sonra karısının hür olabilmesi için bir yol bulmuştu. Restoranda yemek yerken birdenbire karısına onu aldattığını söyledi. Hatta bunu karısının güzel olduğunu söylediği bir kızla yaptığını anlatarak kadını çileden çıkardı. Aldatma itirafları normalde komik olmaz ancak beni bıraksın diye uydurulmuş bir hikayeyle “Birbirimizden hoşlandık” diye bahsetmesi gerçekten büyük bir komediydi. Bu ilişki biti diye düşündüğünden “eve gider eşyalarımı toplarım” dediği sırada kadının masadaki bıçağı alarak üstüne saldırması gerçekten inanılmazdı.
Hakkı’nın ailecek yediği son yemekte çıkması gereken bir yolculuktan söz ederken oğlunun takındığı tavır, bu ailenin onun gitmelerine alışkın olduğu yönündeydi. Ben olmasam da siz idare edersiniz şeklinde yapmış olduğu yorum da keza bu savı destekler cinsteydi. Hakkı karısını ve kızını oğluna emanet etti. Oğlu onu ilk önce ciddiye almadı. “Bana bir şey olursa… diye başladığı cümlesini bile kesti. Durumun ciddiyetini anlaması için oğluna bıraktığı köstekli saat bu ana damgasını vurdu. Keza Zehra da bir görev için gitmesi gerektiğini söyleyerek eski eşine kızını emanet ettikten sonra kızının yanına giderek eline kondurduğu öpücüğü annesini ne zaman özlerse yanağına koymasını çünkü annesinin daima onunla olacağını söylediği sahne benim için dizinin en duygusal sahnelerinden biriydi.
Bu sahneyle birlikte ekip seçilen her üyenin kendilerine verilen kartları telefonlarının ekranına koyup parmak izlerini okuttukları sahne sayesinde bir bilgisayara işlendiklerine tanık olduk. Onlar artık adlarını kimsenin bilmediği kahramanlar olma yolundaydılar. Bu amaçla evlerinden çıkarak yeni karargâha doğru yola çıktılar.
Mete Başkan önce naaşlarının yatacağı mezarlığı gösterdi onlara. Sonra da mezarlıkların ortasında yer alan derme çatma bir oto yıkamacı binasına hep birlikte giriş yaptılar. Yıllardır gizli karargahların olduğu film ve dizileri izlerim, daha önce böyle köhne bir yapının altına kurulmuş bir karargâhı hiç görmedim. Aşağıya inmelerini sağlayan asansörden sızan ışık bir yana hep birlikte asansöre bindiklerindeki pozları neredeyse afiş olacak nitelikteydi. İtiraf ediyorum kontrol odalarındaki mevcut gri ton baskınlığının karşısında süzülen o mavi ışığın sağladığı kontrast göz alıcı nitelikteydi. Mete Başkan dünyanın her yerinde rahatça operasyonlar yapabilmeleri için kendilerini ölü göstermelerine neden olan “düşman” hakkında bilgi verdi.
Amacın; dünya devleti kurmak olduğu belli çıkarlar etrafında toplanmış bir şirketin İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan geçmişini ve logosunu gördükten sonra kaçınızın aklına benim gibi Rockefeller Ailesi geldi? Çünkü babamla birlikte oturup izlediğim sırada babamın “şirket” kelimesinin duyduğu anda aklına ilk gelen kelime buydu. Dizi MİT’i anlattığından hem ülkemiz hem de dünya için gerçek olan tehditlere ve Aybüke öğretmen ile mühendislerin ölümü gibi gerçek yaşanmış hikayelere yer verilmesi benim için gerçekten büyük bir nimet. Üstelik senaryonun bir noktada tıkanması tehlikesinin de üstünü kapatan gerçek bir çözüm şekli.
Ancak diziyi ne kadar sevmiş olursam dövüş sahnelerinin daha iyi olması gerektiği, mühendislerin öldüğü sahneye daha ayrıntılı bir çekim yapılması gerektiği dışında eleştirilerime tabi olan bir durum daha vardı. O da istihbaratçılarımızın ailelerine gizliden gizliye veda ettikleri sahneler ne kadar duygu yüklüyse, sahte ölümleri için düzenlenen “uçak kazasına” sevdiklerinin verdikleri tepkilerin o kadar yetersiz olduğuydu. İçlerinde sadece Uzay’a boşanma davası açmakta olan eşinin verdiği tepki beğendim. Umarım bunun nedeni ikinci bölümdeki cenaze sahneleriyle birlikte geride kalan sevenlerinin tepkilerine yer verecek olmalarıdır.
Operasyon: Ay Yıldız
Son olarak da henüz ölmeden mezara girenler ekibine katılmadığı halde hikayesini kesim anlarını izlediğimiz Serdar’ın hikayesinin nasıl tamamlandığını söylemek istiyorum. İstihbarat tarafından kimlikleri tespit edilmiş saldırganlardan güvenlik protokollerinin teslim edildiği Murat’ın peşine düşen Serdar, baş mühendise vermiş olduğu sözü tutmanın peşindeydi. Murat’ın nerede saklanıyor olabileceği konusunda eski bir istihbaratçı ile görüşmeye gittiğinde Yavuz Bingöl’ün karakteriyle de tanışmış olduk diyebilirim.
Araştırmalar sonucunda Mamak’ta bir depoda saklandığına dair bir duyum alan Serdar, Başkan’ın kendi başına iş yapma ikazlarına rağmen depoya operasyon düzenledi. Bunun sonucunda diğer adamları etkisiz hale getirse de Murat’ı elinden kaçırdı. Ancak ben peşine düşmeyip yaralılardan birine telefon numarasını sormasının ne işe yarayacağını düşünürken o Murat’a kendini izleyen bir SİHA’nın görüntülerini atması muhteşemdi. Terörist unsuru ona parmağının ucuyla bile dokunmadan teslim olmaya ikna etmiş oldu. Ancak paketin başka bir kuryeye verilmiş olduğunu öğrendi. Teslimat saati ve noktasını öğrenip oraya da bir operasyon düzenlediğinde ise hayatının en büyük ama biz izleyiciler için önceden tahmin edilmiş olan bir manzarayla karşılaştı. SİHA güvenlik protokollerini almaya gelen kişi, Serdar’ın sevgilisi Ceren idi. Bölüm de onun şaşkın ve ne yapacağını bilemez bir şekilde kalakalmasıyla sona erdi.
Her ne kadar Teşkilat’ın ilk bölümünü kaleme aldığım sırada ilk amacım bu kadar uzun bir yazı hazırlamak olmasa da tek bir bölümde gerçekleştirilen iki operasyon bir silahlı saldırı ve ajanların bir araya toplanmasında izlenen süreç, dizi hakkında genel bir kanıya sahip olmanız için planladığımdan daha uzun bir yazmama neden oldu. Çünkü bu dizide anlatılan hikayeler kendimi adeta bir savaş oyunundaymışım gibi hissetmeme neden oldu. Dizideki iyi ya da kötü her karakterin satranç tahtasında bir öneminin olduğu ve eylemlerin bu oyundaki her aktörü birbirine bağladığı “savaş oyununa” hoş geldiniz diyerek yazımı tamamlıyorum. Umarım okuduğunuz da sizde en az benim izlerken aldığım zevki almış olursunuz.