Teşkilat zirveye geri döndü. Dizinin bu haftaki reytingleri Total: 9,08 reyting, AB’de 9,79 reyting ve ABC1’de’ 10,88 reyting ile birincilik. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat dizisinin 20. bölümünün etkileyici olacağı haberini daha önce sosyal medyada görmüştük ama itiraf edeyim senarist grubunun peş peşe böyle iyi bölümler yazmalarını beklemiyordum. 17. bölüm yorumumu okuyan herkes #ZehSer ağırlıklı yazılan bölümleri daha etkileyici bulduğumu bilirler. 20. bölüm #ZehSer çiftinin yanı sıra karargâh ekibinden herkesin de duygusal ve operasyon ağırlıklı olarak etkileyici bir hikâyeye sahip oldukları bölümdü. Ancak sahip oldukları etkileyici sahnelerden ötürü bu haftaki yorumumu sadece #ZehSer üzerine yazmaya karar verdim.
Zehra’nın onun yüzünden uzun süre işkenceye maruz kaldığı ve kızıyla tehdit edildiği düşünülünce Ariel’i indirme görevine bizzat Zehra’nın gitmesini hiç garipsemedim. Asıl ilginç olan bu göreve giderken yanındaki insanın Serdar olmasıydı. Bir anda kendimi ilk sezon çıktıkları “Suriye görevinin” bir paralelini izliyormuş gibi hissettim. O zamanlar amaç Layel’le Hulki’yi takas etmekti; bu seferse amaç sondaj gemisindeki patlamada ölen mühendislerin intikamını almak. Zehra’nın o videoyu izledikten sonra bile bu göreve Serdar’la birlikte gitmesi ona ne kadar çok güvendiğini gösteren en büyük işaret. Zira eski eşinin ölümü ve gördüğü işkenceden dolayı bu onun için sadece bir görev değil; aynı zamanda kişisel bir mesele. Ve hiç kimse onun için büyük anlam taşıyan kişisel bir meseleyi çözme sürecinde yanında güvenmediği ve sırtını dayayamayacağı birini istemez. Zehra her şeye rağmen Serdar’a inanmayı seçiyor.
Karargahtaki arkadaşlarıyla sahada internet üzerinden bağlantı kurduklarında #ZehSer’in hedefleri Ariel’i öldürmek için izlemeleri gereken plan gayet basitti. Gürcan teknoloji konusundaki yeteneğini konuşturarak Kambur’un verdiği telefon numarası sayesinde konumunu ve yaşadığı yeri keşfettiği Ariel’in arabasına bomba koymalarını mümkün kılacak bir zaman aralığı yaratacaktı. Serdar da hareket halindeki arabasına bombayı yerleştirerek gözcü Zehra’nın işaretiyle arabayı kimseye zarar vermeyeceği bi noktada patlatacaktı. Ki bana sorarsanız işler tam da planlandığı gibi gidiyordu. Ariel tam da söyledikleri saatte söyledikleri yere doğru harekete geçmişti. Yıldırım tarafından dikkatli olması konusunda uyarılmamış olsaydı belki de kurnazlık edip #ZehSer’in planlarını bozmalarına neden olmazdı…
Bu sezon daha önce de altını defalarca çizdikleri gibi savunma teknolojilerinin başrolde yer aldığı sezon. O yüzden arabanın altına kimseye fark ettirmeden bomba yerleştirme yolu olarak kullandıkları teknoloji çok hoşuma gitti. Bu makineye benzer bir teknolojiyi yabancı dizilerde bomba imha sahnelerinde çok sık görmüşüzdür, en azından ben öyle olduğunu umuyorum. Böyle teknolojiler sayesinde Türk İstihbaratçıları gereksiz riskine girmiyorlar. Gürcan’ın trafikte arabaları kırmızı ışıkla felç etmesi kadar dayanamayıp kırmızı ışıkta geçen arabaların olduğunu görmek de çok manidardı. Serdar’ın “Demek ki bunlar da kırmızı takmıyor” demesi Avrupa ülkelerine yönelik ince bir eleştiriydi. Sizi bilmiyorum ama ben bunun gibi ülkelere dair ince eleştirilere dayanan ayrıntıları fark etmeyi çok seviyorum…
İnsanı ölümden eceli korurmuş derler ya çok doğru. Ariel’in arabasına yerleştirilen bombanın patlatılmasından son anda kurtulmasına vesile olan da hamile bir kadına yardım etmesi oldu. Kadını havalimanına kadar götürmeyi teklif ettiğinde ilk aklıma gelen bunun karakterine hiç uyuşmayan bi hareket olduğuydu ama kadın arabaya bindikten ve Yıldırım’la konuştuklarını düşündükten sonra kadını “can güvenliğinin sigortası” olarak taşıdığını anladım. MİT olur da yerini bulmuşsa ona müdahale etmelerini engellemek için masum bir sivili arabasına bindirdi. Yoksa bir teröristin merhametli bir yanı ve geçmeyeceği kırmızı çizgileri olabileceğini sanıyorsanız kendi güvenliğini garanti etmek için Yıldırım’ı Yağmur gibi savunmasız bi çocuğun peşine taktığını hiç unutmayın. Ah o kamyonlar yok mu daima görüş açılarını kapatırlar biz de araçtaki sivili bilmeden aracı patlatacaklar mı patlatmayacaklar mı diye endişeleniriz ama Simon’un bile peşinden bir bölüm koşmuşken Ariel’in kendine özgü bir bölümü olmasa olmazdı diye düşünüyorum.
Uzay’ın mükemmel analiz yetenekleri sayesinde bu zamana kadar Ariel’i öldürmeye en fazla yaklaşmış Filistinli şoförü Yusuf’un İsrail hapishanesinde olduğunu tespit etmesiyle birlikte bölümün bundan sonrası Yusuf’tan Ariel’in gizlenmiş olabileceği yerleri öğrenmek için Hulki ve Hakkı’nın İsrail hapishanesine girmesi (başka yazının konusu) Zehra ve Serdar’ın ise neresi olduğu öğrenildikten sonra o konuma giderek Ariel’i yakalamaları olmak üzere hikaye örgüsünde bir kırılma anı başka bir deyişle bölünme yaşandı. Ben bu yazımda Serdar ve Zehra’ya odaklanacağım.
MİT kisvesi altında Devlet-Vatan-Millet için savaşan isimsiz kahramanlarımızın bir teröristi öldürmek için günahsız bir sivili öldürmeyi göze alamayacakları başından belliydi. Üstelik dini bütün bir Müslüman için de atılması gereken en doğru adım masum bir insanın kanını dökmemek olacaktı. İyi ki Halit B. bu kararı vermiş bu sayede biz #ZehSer severler de Serdar ve Zehra’nın sahte kimliklerle İsrail’e gittiklerini görmüş olduk. Daha da önemlisi Simon’u almak için Kıbrıs’a gittiklerinde Serdar’ın yanında eşi gibi davranan ve el ele tutuştuğu insan Ceren değil; Zehra olmalıydı diyen büyük bir kitlenin hayalleri de gerçekleşmiş oldu. Bu sayede kendimi o bölümün bir kontrastı izlerken buldum. Aradaki en önemli fark Serdar’ın Zehra’nın yanında daha rahat olması ve onu tehdit etmek zorunda kalmamasıydı.
Yıldırım’ı hiç sevmiyorum ama Ariel’in arabasının altında bulunan patlamamış bomba için yapmış olduğu yorumu gülümseyerek seyrettim. Ariel’e uyarıda mı bulunuyor yoksa adamla açık açık dalga mı geçiyor anlayamadım ama ötekiler ölürken onun bu kadar zaman yaşamış olmasına şaşırmıyorum. Çünkü kendisi içinde yetiştiği MİT’İ katiyen hafife almıyor. Simon, Kambur ve niceleri aynı hataya düştü. Mevzu Vatan ve Millet ise Halit Başkan’a hak veriyorum “Operasyon yapamayacağımız hiçbir saha yok” çünkü bizi durdurabilecek hiçbir güç yok. Bana inanmıyorsanız eğer Türklerin zaferle dolu tarihine göz atabilirsiniz.
“İster düşman ister onunla iş tutan arkamı dönünce sırtımdan bıçaklayan” şeklinde devam eden o şarkıyı tek seven ben miyim acaba? Bu şarkı Teşkilat’a anca bu kadar yakışabilirdi. Defalarca döndüre döndüre dinledim. Ki şarkının kendisine eşlik ettiği bölümde yayınlanacak olan sahnelerden yapılmış klip izlemeye ise bayıldım. Yabancı formatta sonradan yayınlanacak sahnelerin önceden gösterildiği bir diziyi yıllar önce izlediğimi hatırlıyorum da çok hoşuma gitmişti. Şimdi aynı formülü Teşkilat’ta görmek hem tanıdık geldi hem de #ZehSer sahneleri için heyecanımı arttırdı.
Gözlerinde birbirleriyle kombine etmiş oldukları güneş gözlükleriyle el ele tutuşarak gülümsedikleri havalimanındaki halleri biz #ZehSer sevenlerin keyiften dört köşe olmamıza neden oldular. Ellerin ayrılmamak üzere birbirine gerçek anlamda kenetlendiği o sahnede havalimanında pasaportları inceleyen görevlinin önüne birbirlerine kenetledikleri ellerini sallaya sallaya öyle havalı bir yürüyüşleri vardı ki gerçek bir çift olmadıklarına bin şahit ister cinsteydiler. Bu da el ele tutuşurken de çift rolü yaparken de aslında birbirlerinin yanında ne kadar rahat hissettiklerini ve ilişkilerinin onlar farkına varmadan daha organik daha içgüdüsel bir boyuta geçtiğini kanıtlıyordu. Üstelik kendimi ilk sezonda uçaklarına yapılan sabotaj sonrasında Atina’ya inmek zorunda kaldıkları sahnenin paralelini izler gibi hissettim.
“Hoş geldiniz, Bay Andrel Pino.
Ve Bayan Pino, eşim. Doğru orada sakallıyım. Yeni evlendik. Eşim sakal sevmiyor diye kesmek zorunda kaldım.”
Pasaportlarını havalimanındaki görevli adama verdikleri halde Zehra için “eşim” tanımını kullanmasının tek nedenin Zehra’nın eşi olması fikrinin hoşuna gitmesi olduğunu düşünüyorum. Yoksa Serdar’ın adama özellikle açıklama yapmasını gerektiren herhangi bir gerekçe ya da zorunluluk yoktu. Üstelik Zehra için ağzından “eşim” sözcüğünün çıkması beni benden aldı. Bir insanın ağzına eşim demek ancak bu kadar yakışabilirdi. Adam pasaporttaki resmiyle şimdiki görüntüsü arasındaki farkı gözlemlediğinde sakallarını eşi için kestiğini söylemesi de tamamen Serdar’a ait bi doğaçlamaydı. Zehra ile evli bir çift oyununu oynamaktan zevk aldığı her halinden belliydi. O adamla konuşurken Zehra’nın söylemlerini kanıtlamak istercesine Serdar’ın koluna dokunması ve yüzündeki bebeksi ifade çok güzeldi. Deniz’in masküler karakterleri oynamasından ötürü genellikle kullanmadığı masum prenses bakışını görmek güzel.
Mevzu bahis Türkler olduğunda İsrail’de bir şey yapmasak bile terörist şüphesiyle bu kadar çabuk alıkonulabilecek olmamızı görmek senaryo da olsa gerçek hayatta yaşanma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu bilmek de üzücü. Bunun neden öyle olduğunu çok iyi anlıyorum da anlamadığım şey havalimanında Serdar ve Zehra’nın Türk ajanlar olduklarını nasıl anladıkları. Aynı şey David’i Hollanda’dan Türkiye’ye tabutla getirmeye çalıştıklarında da olmuştu. Serdar’ın resmini dünyanın her yerindeki ajanlara gönderen bi haberleşme servisi var da ben mi bilmiyorum acaba?
Mete Başkan’ın Halit B.’ı Kale’de görüşmeye çağırmasına birçok nedenden ötürü çok sevindim. İlki Mete Başkan’ı görme fırsatı bulduğumuz için belli ki onu da fazla yormak istemiyorlar. İkincisi de karargâh ekibinden sorumlu kişi olarak ekibinin bir parçası olan Serdar hakkındaki gerçekleri bilmeye hakkı olduğunu düşünmem. Yalnız Zehra’nın gördüğü videodaki her şeyi Mete Başkan’a anlatmış olmasına rağmen Serdar’a her ne yapmış olursa olsunlar bu Vatana bağlı bir Teşkilat mensubu olduğunu düşünmekten bir an bile tereddüt etmemesi hoşuma gitti. Tamam, bu meslek şüphe üzerine kurulu Mete Başkan da hep “güvenmen gerekenlere güvenmen gerektiği kadar güven” diyen biri ama Serdar’ı o yetiştirdi sayılır. Serdar’ın üstündeki emeği büyük. Bu yüzden kalbini en iyi bilen de o olmalı. Ki Mete Başkan da öyle düşünüyor olacak ki durumu Halit Başkan’a dikkat edilmesi gereken bir detay olarak anlattı.
Bölüm biz #ZehSer çiftini sevenler için adeta bir şiir gibiydi ama ben en çok kızını ardında bırakmak zorunda kaldığı için derin düşüncelere dalan Zehra ile Serdar arasında birlikte geçirdikleri ilk gece vuku bulan sahneyi çok sevdim. İlk uzaklara doğru kara kara düşüncelere dalan Zehra’yı dikkatlice seyreden Serdar’ın daha ilk tahmininde hemen kızını düşündüğünü anlaması bana hem Zehra’yı kısa bir sürede çok iyi tanıdığını hem de ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu düşündürttü ve aralarında daha sonra yaşanacak olanlar için merakımı cezbetti. Zehra’nın gidip yanına oturduğunu fragmanda görmemiş olsaydım yapacağı bir sonraki hamlenin bu olacağını hayatta düşünemezdi. Zira geri dönüş nedenini Serdar’dan saklamaya çalışan Zehra bu sırından ötürü farkında olmasa da aralarına bir duvar örmekle meşgul. #ZehSer sahnelerinde atılan bütün büyük adımların Serdar’dan gelmesinin en büyük nedeni bu…
Serdar’a bana her şeyi anlatabilirsin derken onun Serdar’dan kendisiyle ilgili çok önemli bir ayrıntıyı gizliyor olması nereden bakarsan bak biraz iki yüzlülük gibi görünüyor. O yüzden Zehra’nın değer verdiği bir insanın yüzüne karşı yalan söylemek yerine araya biraz mesafe koymayı ya da konuyu geçiştirmeyi tercih etmesini gayet iyi anlıyorum. Tam da bu yüzden Serdar konusunda Serdar’ın ona karşı olduğu gibi rahat, iletişime açık, flörtöz olamayabiliyor.
“Sana bir şey söyleyeyim mi bu meslek sana çok yakışıyor.
Kırk yık düşünsem bana iltifat edeceğin aklımın ucundan geçmezdi, Serdar.”
Ben hayatımda daha önce hiç böyle bi iltifata denk gelmemiştim ama Serdar bunu söyleyerek Zehra’nın bu mesleği yapmak için doğduğunu anlatmaya çalışmışsa kesinlikle kendisine hak veriyorum. “Vatanını ve milletini korumak” için kızıyla geçireceği ömürden feragat eden Zehra kesinlikle bu mesleği yapmak için doğmuş örnek bir Türk kadını. Vatanını kanının son damlasına kadar korumaya yemin etmiş kahraman Türk. O yüzden dizilerde sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz kadın karakterlerin aksine bir erkek tarafından kurtarılmaya ihtiyacı yok. Bu yüzden de en büyük hayranının Serdar olmasına şaşırmıyorum. Gidersen ömrün boyunca bu kararından hep pişman olacaksın demişti Zehra’ya ekipten ayrılmaya karar verdiğinde. Şimdi ise kızına kavuşmasına ve tüm sorunları ardında bırakmasına çeyrek kala kendinde ekibe dönecek kuvveti bulduğu için her geçen gün Zehra’ya daha fazla hayran oluyordu. Bu sezon Serdar’ın Zehra’ya olan hayranlığını ve ilgisini belli ettiğin sezon. O yüzden ona olan hayranlığını dile getirme konusunda asla geri adım atmayan aksine bunları cesurca dile getiren yeni Serdar’ı sevdiğimi söylemeliyim.
“Bu meslek sana çok yakışıyor” derken gözlerini Zehra’nın üstünden çekmemesi ve doğrudan göz teması kurması aslında söylediklerinde ne kadar ciddi ve samimi olduğunu gösteriyordu ki onun genellikle ciddi konuşmalar yapma huyunun olmadığını ve işler ne zaman çok ciddileşse konuyu dağıtmak için alaycılığa sığındığını gayet iyi biliyoruz. O yüzden bu cümleyi söylerken ciddiyetini ve samimiyetini koruyabilmesi benim için çok kıymetli. Zehra’nın böyle bi iltifat karşısında bu kadar şaşırması beni de çok şaşırttı. Halbuki bu adam daha hastane yatağında kim olduğunu bilmeden yatarken ona “Güzel kadınsın. Hafızam geri geldiğinde hatırlat da senden hoşlanayım” dememiş miydi? Şimdi ona mesleği üzerinden iltifat etmesine neden böyle şaşırdı? Aklıma gelen tek neden genellikle kendine iltifat etmeye alışkın olması diye düşünürken Serdar’ın da onun ağzından bir iltifat duymak istemesi haklılığımı kanıtladı.
“Ceren’le çok yakışıyorsunuz.
Bak, işte konuyu her seferinde buraya getirmen seni ele veriyor.
Neyi ele veriyor, pardon?
Kıskandığını.
Birazdan senden hoşlandığımı falan da söylersin.
Söylememe gerek yok. Gözlerin söylüyor zaten.
Çok özür dilerim ama senin gibi kibirli bir adamdan hoşlanmam, Serdar.
Nasıl erkeklerden hoşlanırsın?”
Birçok izleyici Serdar’ın Zehra’nın ağzından bir iltifat duymayı beklerken Ceren mevzusunun önüne sunulmasından dolayı üzüldüğünü ve hayal kırıklığına uğradığını söylemişler ama ben bu kanıya katılmıyorum. İlk sezon Ceren’in hain olduğunu öğrendiğinden beri varlığından çok rahatsız olan Zehra, Serdar’ın ona evlilik teklif etmesinden sonra bu rahatsızlığını devamlı sözlü şekilde dile getirerek tahammül sınırlarını zorladığını açıkça belli etmişti. Ki ben de geçen sezondan beri Serdar’la her konuştuğunda konuyu dönüp dolaştırıp Ceren’e getirmesinin, nişanlı olmalarına ve müstakbel eşi olacağına devamlı vurgu yapmasının kıskançlığından kaynaklandığını belirtmiştim. Serdar’ın bu konuda yaptığı yorumlara verdiği tepki ise genellikle gülümseyerek daha önce evlenmiş olmasına vurgu yapmasını sağlayacak sorular sormak olurdu. Serdar’ın yaptığı bu yorumla Zehra’nın onu Ceren’den kıskandığını fark eden tek kişinin ben olmadığımı ve Serdar’ın da başından beri bunun farkında olduğunu bilmek gerçekten içimi rahatlattı.
Serdar onu Ceren’den kıskandığını ve kendisinden hoşlandığını Zehra’nın yüzüne söyleyecek kadar kıskanıldığını bilincindeyse eğer bunun #ZehSer olma adına atılmış olumlu bir adım olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Serdar bunu alaycı bir ses tonunda şaka mahiyetinde söylediğinin farkındayım ama ben her şakanın içinde bir gerçek payı olduğuna inanan tayfadanım. Bu cümleleri söylerken gözlerini bir an için bile Zehra’dan ayırmaması ve kafasını da ona yaklaştırarak aralarındaki “mesafeyi kapatması” durumun ciddiyetini kanıtlamaya yetiyordu. Zehra’nın ister bu konuyu kapatmak için isterse de dağıtmak için yaptığını söyleyin fark etmez ama ben altta kalmamak için yaptığına inanıyorum; onun tipi olmadığını söylemesine Serdar’ın hiç inanmadığını mimiklerinden anlamak mümkündü. Nasıl erkeklerden hoşlandığını yüzünden kocaman bi gülümsemeyle sormasının da nedeni buydu. Ben en çok da onların #ZehSer olmadan önce bir çiftmiş gibi yaptıkları bu kelime oyunlarını ve benter hallerini izlemeyi seviyorum.
“Nazik, kibar, romantik, mütevazi.
Amorti bile vurmadı. Hiç şansım yok sanırım.
En azından senin nasıl kadınlardan hoşlandığını biliyoruz.
Ama bu saatten sonra artık hoşlansam bile hiçbir kadına güvenebileceğimi sanmıyorum. Sen hariç. Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim.”
Özellikle bu sezon çok sık bir şekilde Teşkilat senarist grubunun FHVK dizisinin hayranı olduklarını düşünüyorum. Zira Zehra’nın hoşlandığı tip olarak tarif ettiği erkek Yağız Egemen. Üstelik Serdar’ın bunların hiçbirinin kendisinde olmayan nitelikler olduğunu söylemesi de ekibe döndüğünden beri Zehra’yla aralarında oynadıkları oyunun parçası sadece. Serdar’ın mevzu bahis Zehra olduğunda kendisine devamlı nasıl hissettiğini sorması, Zehra’ya geçişlerde öncelik tanıması ve geçen sezon kızının doğum gününde onu bilgisayardan da olsa görmesini sağlaması bütün bu niteliklere sahip olduğuna gösteriyor. Aralarındaki bu flörtle karışık inkâr durumunun oynadıkları “aşk oyunundan” kaynaklandığını düşünüyorum. Mevzu aşk olduğunda bu konularda genellikle kadınların kendilerini açık etmelerine alışmışız. O yüzden #ZehSer dinamiğinde kendini açık eden tarafın Serdar olması bana daha ilginç geliyor.
Hoşlandığı hiçbir kadına bu saatten sonra onlarla bir ilişki kurmasına yetecek kadar güvenemeyeceğini söyledikten sonra Zehra’yı bu genellemenin dışında tutması onu gözünde nasıl bir konuma yerleştirdiğinin de en büyük kanıtı. Benim için “bu saatten sonra artık hoşlansam bile hiçbir kadına güvenebileceğimi sanmıyorum” cümlesini bu kadar önemli kılan şey hemen ardından gelen “sen hariç” cümlesiydi. Artık hoşlandığı kadınlara güvenemeyeceğini ifade ederken onu bu genellemenin dışında tutması “bugüne kadar hoşlandığım ve gelecekte hoşlanabileceğim kadınlar içinde sen teksin” demek değilse başka ne anlama geliyor olabilir bilmiyorum. Zehra’yla “sen hariç” dedikten sonra birbirlerinin gözlerinin içine uzun uzun bakmalarının ve Zehra’nın bu iki kelimenin maiyetini anladıktan sonra havayı dağıtmak için kafasını çevirmeye çalışmasının da nedeni buydu bence. Bu iki cümle hem Zehra’ya güvendiği hem de ondan hoşlandığı anlamına geliyor. Ki “beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim” cümlesi de 17. bölümdeki “sana ihtiyacım var” anının da devamlılığıydı. İhtiyacı olduğunda kendisini yalnız bırakmadığı için ona teşekkür etti.
Daha on yedinci bölümde “sana ihtiyacım var” cümlesini utanarak “sana ihtiyacımız var’a” çeviren Serdar için ilgisini belli etmek üstelik üzerinden daha üç bölüm geçmişken büyük gelişme. Bu sürecin hızlanmasında sanırım Zehra’yı kaybetme korkusunun yanı sıra onun ayrı oldukları dönemde işkence gördüğünü öğrenmiş olmasının da payı var.
“Serdar bana her şeyi anlatabilirsin. Ne istiyorsan. Söz veriyorum ne anlatırsan anlat aramızda kalır.
Şu anda tam bir MİT mensubu gibi konuşuyorsun. Kayıp günlerimi soruyorsun, değil mi? Sana söz veriyorum. Hatırladığım anda anlatacağım ilk kişi sensin.
“Endişelenmene gerek yok. Bilmiyorum kafamın içine neler yaptılar ama benim kalbim hala bu Vatan için atıyor.
Ondan hiç şüphem yok.”
Zehra’nın gördüğü videodan sonra nasıl olup da Simon’u daha önce görmüş olduğunu hatırlayamadığını anlamak istemesini gayet mantıklı buluyorum. Serdar’ın hain olmadığını ve bunun mutlaka mantıklı bir açıklaması olduğunu düşünmesi aslında Zehra’nın geçen sezondan bu yana ekip arkadaşlarına güvenmek konusunda ne kadar çok yol kat ettiğini göstermeye yetiyordu. Ben Zehra o videoyu gördükten sonra eski Zehra yöntemlerine dönüp Serdar’dan şüphelenir diye düşünüyordum ama yanıldım. Aksine bir şeyler hatırladığı taktirde bunları ona anlatabilecek kadar kendini güvende hissedebileceği bir alan yaratmaya çalıştı. Sadece MİT mensubu olarak değil; Serdar’ın iyiliği için endişelenen bir ekip arkadaşı ve dostu olarak bir şeyler hatırlayıp hatırlamadığını sordu ki Serdar her ne kadar bu durumu MİT mensubu olmasına bağlasa da söylediklerinde samimi olduğunu hissetti diye düşünüyorum. O yüzden eğer hatırladıkları çok korkunç ya da ona kendini hain gibi hissettirecek şeyler değilse hatırladığı anda anlatacağı ilk kişinin Zehra olacağı konusunda dürüst davrandığını düşünüyorum. Zira hissettiklerini bir tek ona anlatabiliyor…
Bölümün en sevdiğim #ZehSer sahnesinin bu olduğunu söylemiştim ya nedenini şimdi daha rahat anlamışsınızdır. Ben bu sahneyi hem Serdar’ın Zehra’ya olan hislerini üstü kapalı şekilde anlattığı hem de aralarındaki ilişkiyi daha derinleştiren ve anlamlaştıran bir konuşma yaptıkları için seviyorum. Ama bu sahneyi daha çok sevmeme neden olan şey bölüm yazımın başlığı olan “bir kurdu vurduğunda öldüğünden emin olmalısın” sözünden sonra bölümün en sevdiğim 2. sözünün söylenmesiydi: Bilmiyorum kafamın içine neler yaptılar ama benim kalbim hala bu Vatan için atıyor. Serdar’ın “Vatanına duyduğu aşktan” da bunu söylerken doğrudan Zehra’nın gözlerinin içine baktığında hissettiği aşktan da hiç şüphe etmedim. Zehra’nın şüphe etmemesinden de bi #ZehSer sever olarak çok mutluyum.
Aralarında konuşmadan geçen o birkaç saniyede Serdar’ın onun gözlerinin içine bakmasının en büyük nedeninin kendisine gerçekten inanıp inanmadığını görmeye çalışması olduğunu düşünüyorum. Zehra’nın ona gerçekten mi inandığından hiç emin olamadı ama Serdar’ın başına gelenlerin bir kısmını bildiği halde ondan saklayan Zehra’nın kaçmak için daha iyi bir nedeni vardı. Serdar’a tam olarak ne olduğunu bilmiyordu ama en azından Serdar’ın kendi hakkında bildiklerinden çok daha fazlasını biliyordu. Zehra’nın dönüp gitmeden önce arkasını dönmesinin en büyük nedeni de buydu bence. Ondan bir şey saklamanın neden olduğu suçluluk duygusu. Bana soracak olursanız çiftim için bu an kaçırdıkları ilk öpücük anlarından biriydi. Sanırım aralarında henüz söylenmeyenler engel teşkil ediyor.
İkisinin birlikte kaldıkları evin oturma odasında yanan şömineyi görünce kesin senaristlerimiz bundan faydalanır ve şömine önünde oturan bir #ZehSer sahnesi yazarlar diye düşünmüştüm ama şöminem Zehra’nın nasıl erkeklerden hoşlandığını, Serdar’ı kıskandığını ve Serdar’ın kalbinin hala bu Vatan için attığını konuştukları sahnede bi metafor olarak yer almakla yetinmek zorunda kaldı. Birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında arkalarındaki şömineden çatır çatır yanma seslerinin gelmesini kalplerinin de aynı şekilde çatır çatır yanmasını temsil ettiğini düşündüm ama kim bilir belki de sadece bir tesadüftür ya da ben en ufak şeyden bile fazla anlam çıkarmaya çalışıyorumdur. Şömineyle ilgili hayalimin gerçek olmamasının üstüne bir de bu ikiliyi birlikte karşılıklı yemek yerken izlemeyi beklerken gelen sahnenin Serdar’ın Adem’le telefonda silahlar hakkında konuşması olunca hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim.
Serdar ve Zehra’nın havalimanında çift gibi davrandıkları sahneyi izlemekten büyük bir keyif almışken daha uzun bir versiyonunu yine aynı bölümde izlemek aldığım zevkin çok daha kalıcı olmasını sağladı. El ele tutuşarak parkta yürüdüklerinde amaçlarının silahları tedarik edecek kişiyle buluşmak olduğunu biliyorum ama on sekizinci bölümde Zehra işkence görürken Serdar’ın Ceren’le çift gibi davranıp parkta oturdukları sahneyi gördükten sonra bu sahneyi seyretmek adeta sinirlerime iyi geldi. Özellikle de Zehra’nın belki kendilerini izleyen birileri vardır diye kimi zaman elini koala gibi Serdar’ın koluna dolaması kalbimi eritti diyebilirim. Bu konuda bilgisi olan var mı hiç bilmiyorum ama el ele tutuşmanın da birden fazla çeşidi var ve içlerinde en samimisi parmakların tamamen birbirine kenetlenmesi. Başka bir deyişle avuç içlerinin tamamen birbirine dönük olması. Avuç içlerinin birbirlerine dönük olmasını bu kadar önemli kılan şey elini tuttuğun insanın avuç içinden kalp atış hızını hissedebilmendir. O yüzden #ZehSer’in rol icabı da olsa parmaklarını birbirlerine kenetlendikleri park sahnesini yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izledim.
Favorim başkaları tarafından izlendikleri anladığı anda onu korumak istercesine elini Zehra’nın sırtına attığı ve kısa bi süreliğine sarılarak yürüdükleri sahneydi. Gördüğü travma ve hafıza kaybından sonra Serdar’ın göreve çıkabilme becerilerinden şüphe eden herkese Serdar’ın aslında sahada ne kadar iyi bir ajan olduğunu göstermiş oldular. Ki Zehra’nın bu işaretleri fark edememesi bana biraz garip geldi. Acaba o sırada aklı nerede ya da kimdeyse ayrıntıları fark etmedi. Serdar’ın kolları arasında olmanın etkisi diyebilir miyiz buna? Ellerini koydukları yerlere gelince boyları arasındaki farkı düşününce Zehra’nın beline Serdar’ın ise elini sırtına atması gayet normal de keşke Serdar’ın eli de Zehra’nın belinde olsaydı. Peşindekilere gelince bazıları o kadar belliydi ki bu sivil halimle ben bile anladım.
Sahneyle ilgili hoşuma giden detaylardan biri Serdar’ın silahları şimdi almayacağını anlatan sinyalinin elini cebine sokmak olması diğeri de onları takip eden insanların yerlerini Zehra’ya selfie bahanesini göstermesiydi. Gerçi onları takip edenler görülmeyecek gibi de değillerdi ama onlardan kurtulmak için tatil yapmaya gelmiş gerçek turist taklidi yapmalarını hele de adamlardan birini tutup poz verme bahanesiyle defalarca fotoğraflarını çektirmeleri gerçekten hem pratik hem de hızlı düşünmenin ürünü bi plandı. “Bu dünyadaki hiç kimse eğer sosyal medya fenomeni değilse bir turist kadar fotoğraf çektirme meraklısı olmaz” düşüncesinden hareket ettilerse çok akıllıca bir hareket olmuş…
#ZehSer’in sarılarak adama fotoğraf çektirdikleri üstelik “gözlerim kapalı çıkmış” bahanesini kullanarak birkaç poz daha çektirdikleri sahnede turistlere yaraşır bir şekilde yön tarifi sordukları sahnede öyle sevimliydiler ki bayıldım. Bir an için gerçekten Zehra ve Serdar değil de balayına çıkmış turist Pino çifti gibiydiler. Belki hedefledikleri silahları alamadılar ama peşlerine takılanları İstihbarat ajanı olmadıklarına güzel inandırdılar. Bu da bir şeydir demek lazım.
Senaristlerin #ZehSer mevzusunda izledikleri yolu akıllıca buldum. Serdar’ın kâbus gördüğü akşamın hatırladığım bi şey olursa ilk sana anlatacağım dediği akşamın aynı akşam olmaması akıllıcaydı. Bu bir büyüleme taktiği aslında #ZehSer hikayesinde akıllarına gelen her şeyi tek seferde harcamak yerinde tadının seyircinin damağında kalması ve daha fazlasını görebilmek için izlemeye devam etmeleri sağlayacak teşvik primini vermeleri zekice. Üstelik bu iki sahnenin aynı gecede olması birinin bir diğerini gölgelemesine neden olabilirdi. O yüzden Teşkilat senaristlerinin yaptıkları işte iyi olduklarını söyleyip Zehra’nın kâbus gören Serdar’a destek olduğu anı yorumlamaya geçiyorum.
Senaristler bu sezon başladığından beri yazmış oldukları Serdar ile Ceren’i bir araya getiren sahnelerden rahatsız olan kitlenin sesini duymuş gibi bu ikili arasında yaşanan her sahnenin bir paralelini yirminci bölümde #ZehSer için yazmaya karar vermeleri dikkatimi çekti. Evli rolünü oynadıkları havalimanı sahnesinin Ceren ile olan havalimanı sahnesinin paraleli ya da kontrastı olduğu gibi bu koltukta birlikte oturma sahneleri ve birinin bir diğerini uykusundan uyandırması da Ceren ile olan sahnelerinin bir paraleli ya da bakış açısına göre kontrastı demek mümkün.
Geçen haftaki yorumumda Serdar’ın sadece operasyon zamanlarında ortadan kaybolduğu bi buçuk aya ait anıların flashback sahnesi olarak anımsamasının inandırıcı olmadığını söylemiştim. Senaristlerde bunu düşünmüş olacak ki kaçırılması ve hafıza kaybı sonrası TSSB yaşayan Serdar’ın bilinçaltının da tepki vermeye başladığını gözlerimle görmüş oldum. Ne yazık ki bu noktadan sonra bi şey hatırlamamaya devam etmesi durumunda bu kabusların daha şiddetleneceği söylemek zorundayım. Neyse ki bu gibi durumlarda yanında onu sakinleştirebilecek biri var, Zehra. Serdar’ın gördüğü kabustan dolayı istemsizce bağırma seslerini duyan Zehra’nın Serdar’ın iyi olup olmadığından emin olabilmek hiç değilse bile onu kabusundan uyandırabilmek için aşağıya inmesi güzel bir sahneye vesile oldu.
“Serdar, Serdar…benim.
Zehra. Yine oldu, değil mi?
İyi misin?
Kusura bakma. Ne oldu…ne oldu bana?
Bilmiyorum. Sayıklıyordun. Kâbus mu gördün?
Bilmiyorum.
Bana her şeyi anlatabilirsin.
Keşke anlatabileceğim bir şey olsa.
Senin için endişeleniyorum.”
Zehra’nın onun yanına inerken yüzünde beliren endişe ifadesi kesinlikle gerçekti. Zehra pek göstermese de Serdar onun için tahmin edilenden daha kıymetli. Üstelik bu sahneler sayesinde Zehra’nın operasyonlardaki soğukkanlılığı ve dişi Asena olma durumunu görmenin dışındaki yönünü yani daha duygusal ve insancıl yönünü de görme fırsatı yakalamış oldum. Ben hikâye örgüsünde çok yönlü karakterlerin gücüne inanan bir insanım. O yüzden Serdar’ı bu kabustan uyandırabilmek için Serdar’a dokunduğunda Serdar’ın yerinden sıçraması ve bu uyandırmaya şiddetli bir şekilde tepki vermesine hiç aldırmadan yanına oturarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Çünkü Zehra yardımsever biri. Serdar’ın onu ilk başta tanımaması ve nerede olduğunu anlamak için boş gözlerle etrafa bakınması sahnesi bana geçen hafta omuzuna dokunmaya çalıştığında Zehra’nın kolunu büktüğü ve ilk olarak kim olduğunu anımsamadığı sahneyi hatırlattı. Doğrusu Teşkilat senaryo grubu bölümler arası bu tarz paralelleri yazmayı çok seviyorlar.
Kafası karışık olduğu halde geçen seferki trans halinde oldu gibi kendine gelir gelmez Zehra’ya iyi olup olmadığını sorması kadar Zehra’nın koltukta yanına oturarak elini Serdar’ın bacağına koyması detayı da dikkatimi çekmiş oldu ki ben bu iki detaya da ayrı ayrı bayıldım. Serdar’ın nazik bir erkek olmadığını söyledikten sonra kendine geldiğinde ilk sorduğu şeyin Zehra’nın iyi olup olmaması olması bu teoriyi çürütüyor. Temas insan hayatının büyük bir parçası. Bir insanı sakinleştirmenin ve şefkat göstermenin en iyi yolu insana ten olarak temas etmekmiş. Bu durumda Zehra doğru yolda diyebilirim. Bacağındaki elini Serdar oturur pozisyona geldiğinde önce omuzuna koyup hafifçe sırtını sıvalaması sonra da kafasına vurduğu en yakınındaki eli parmaklarını parmaklarına kenetleyerek tutması Serdar’a duyduğu sevginin bir göstergesi. Zehra’nın bütün bunları konuşarak acısını azaltabilmesi için yapması da cabası.
Karşı cinsten 2 insan arasında kurulan en sağlam ve anlamlı ilişkilerin temelinde tutku ya da hoşlanma değil; sevgi, şefkat ve birbirlerine dertlerini rahatça açmalarını sağlayan kökleri çok derinlerde bir dostluğun olduğunu düşünen biri olarak Zehra’nın onun zorluk çektiğini anlaması ve bunun hakkında rahatça konuşabileceği bi ortam sağlamaya çalışması benim bakış açıma göre #ZehSer ilişkisinin yavaş adımlarla ilerliyor olsa da sağlam adımlarla bir ilişkiye dönüştüğünü söylemek mümkün. Senaristler bu ilişkiye ne zaman bir şans verirler bilmiyorum ama bir gün #ZehSer ilişkisine şans tanıdıklarında görülmez bağlarla doğrudan kalpleri birbirine bağlanan iki insanı izleyeceğimiz kesin.
Zehra’nın bir dokunuşuyla kendine gelen ve sakinleşen Serdar’ın onun için endişelenen Zehra’nın tüm endişelerini ortadan kaldırabilmek için kendinden önce Zehra’yı düşünüp kendini toparlaması ancak karşısındaki kadına değer veren ya da âşık olan bir adamın yapabileceği türden bir hareketti. Söz konusu Zehra olduğunda düşünceli Serdar’ı izlemeyi her şeyden çok seviyorum. Zehra’nın duygularını çok belli ettiği ve samimi olduğu an olduğu için bu sahne keşke Serdar’ın yaralarını göstermekten çekinip kendini toparlamasının bi sonucu olarak Zehra’nın elini çekmesiyle değil de ikisinin sarılmasıyla daha doğrusu Zehra’nın ona sarılmasıyla bitseydi. Zira ikisinin de buna ihtiyacı vardı…
Serdar’ın parkta almayı başaramadıkları silahları tedarikçisinden aldıktan sonra tedarikçinin peşindeki adamlardan kaçarken bir çıkmaz sokağa girdiği solo sahnesiyle ilgili söyleyebileceğim tek şey, geçen sezon en fazla eleştiriye maruz kalan yakın dövüş sahnelerinde geçen sezona kıyasla sağlanan gelişmenin olumlu yönde olduğudur. Dövüş sahneleri kesinlikle daha gerçekçi, organik ve inandırıcı. Geçen sezona kıyasla yakın dövüş sahnelerinde estetiğe ve teknik detaya daha çok dikkat edilmiş diyebilirim. Gene de bu konuda diğer ülkelerle yarışmamız tabi ki zor.
Bizim ülkemizde bir hafta neredeyse 150 dakikaya yakın bölümler çekildiği için bu gibi sahnelere ayrılabilecek fazla ekstra bi zaman olmuyor. Halbuki başka ülkelerde kablo yayınları da dahil edersek 60 dakikayı geçmeyen bölümler ya yayın tarihinden daha önce çekilmiş oluyorlar ya da sezon araları sayesinde bir haftadan daha fazla zamanda çekilme fırsatı buluyorlar. O yüzden Teşkilat’ı karşılaması zor bu standartlara tabi tutmayacağım da geçen sezonla kıyasladığımda Serdar ve Zehra karakterlerini oynayan Çağlar ve Deniz’in daha iyi olduklarını söyleyebilirim.
Zehra’nın ertesi sabah dün gece hiç yaşanmamış gibi sadece göreve odaklanmak istediğini söylemesine Serdar’ın üzüldüğünü düşünenler haklılar. Ama ben bu durumu Zehra’nın Serdar’dan geri geliş sebebini saklamak zorunda kalmasına bağlıyorum. Bu görevi bitirdikten sonra gidecek mi yoksa kalacak mı sorusunun cevabını daha kendine bile veremezken Serdar’a nasıl kesin bi cevap verebilirdi. Üstelik geri dönüş nedeninin kayıp olduğu bir buçuk aylık döneminde bir videoda yer alması olduğunu nasıl açıklasın? Bunu ona açıklayabilse bile Vatan aşığı Serdar sondaj gemisinin faili Simon’un şoförlüğünü yaptığı gerçeğini kaldırabilir mi? O halde Zehra’nın ona söyleyemediklerini bir sır gibi saklamak zorunda kaldığı için ona biraz soğuk davrandığını söyleyebilirim. Tabi, bu soğuklukta Ariel’le olan kişisel husumetinin de bir payı olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta ona işkence eden ve çocuğunun babası Kemal’in ölümüne neden olan bizzat bu adam. Haliyle bu adamı yakalayarak adaleti sağlamak Zehra için kişisel bir mesele.
Tabi Yıldırım da boş durmuyor. Ceren’den bahsetmemin kimsenin hoşuna gitmediğini çok iyi biliyorum ama kendisi her şeyi kızı için yaptığını söyleyen fedakâr anne pozlarına giriyorken bi başkasının kızını tanıdığını bu kadar kolay Yıldırım’a anlatması kanımı dondurdu. Serdar’a sonradan onu uyaran bir mesaj yazmış olması da umurumda değil. Sonuçta resmi görür görmez onu tanıdığını hemen Yıldırım’a söylemek zorunda değildi. Çetin bile zarfın içinde bir kız çocuğunun resmi çıkınca tereddüt etti ama o etmedi ki Zehra bunu öğrendiğinde nasıl bir tepki verecek acaba?
Serdar ve Zehra’nın Ariel’in nerede olduğunu öğrenir öğrenmez onu öldürmek maksadıyla yapılacak operasyonun düğmesine hiç geciktirmeden bastılar. Birbirleriyle uyumlu kıyafetler giymiş olmalarının yarattığı estetik görüntü bir yana ikisinin de uzun menzilli keskin nişancı tüfeklerinin başına geçmeleri bana casus filmlerini en önemlisi de bu filmlerinin en meşhur çift olan Mr. And Mrs. Smith filmini anımsattı. Gerçi Serdar ve Zehra’nın bu havayı vermesi beni hiç şaşırtmadı. Çünkü Ethem’in elinin değdiği her senaryoda güçlü kadın karakterlerin yanı sıra eli silah tutan çiftler görmeye de alıştım. Söz dizisinde Fethi ve Eylem karakterlerinin birbirleriyle olan dinamiklerini ne kadar çok sevdiysem şimdi de buna benzer bir dinamiği #ZehSer çiftinde görmekten büyük bi zevk alıyorum. Umarım ilişkileri de o noktaya doğru evrilir ama sonları onlara benzetmez. Zira bu kalp aynı şeyi tekrar yaşamaya asla dayanamaz.
Savaş simsarı olarak hayatı savaş alanlarında geçmiş olan Ariel belli ki hiç Türklerle karşı karşıya gelmemiş eğer gelmiş olsaydı Türk’ün operasyon yapamayacağı hiçbir yer olmadığını ve imkansızlıkların bu millete işlemediğini çok iyi anlar. Kendisine Türkler dendiğinde korkar ve bu işlere hiç bulaşmazdı. Bu hayatta her zaman kahramanlar kazanmaz elbette ama yolun sonunda yüzü gülen daima iyiler olur. Sondaj gemisindeki patlama bi yana bu planı yaptığı için bile ölmeyi hak eden Ariel için yolun sonunda Türkler tarafından alt edilmek dışında bir seçenek yoktu. Yalnız #ZehSer olduğu konuma operasyon düzenlemeden önce adamla dalga geçer gibi Pınar’a çektirdikleri video bölümün en eğlenceli sahnelerinden biriydi. Her kim düşünmüşse helal olsun çok da güzel düşünmüş. Gürcan’ın hackleme yetenekleri, videonun arka planındaki Türk bayrağı ayrıntısı ve Pınar’ın spikerlik yeteneği izlemesi keyifli bi videoyu ekranlarımıza yansıtmış oldu. Adamın yakalanma haberini o yakalanmadan önce yapmak da Türk usulü akılla oynamak olsa gerek diyorum. Bi nevi korkutma taktiği ve “olacağa çare yok sen bizimsin” deme şekilleriydi.
“Ariel nasılsın?
Kimsin?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Seni almaya geldik haberleri izlemiyor musun?”
Serdar’ın “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” demesinin çok havalı olması dışında bu cümleyi bir yerden anımsadığını hatırlayanınız var mı bilmiyorum ama bilmeyenler için Serdar’ın bu cümleyi geçen sezonun ilk bölümünde öldürülen Türk Mühendislerin suikastına karışan bir teröriste söylemişti. Şimdi aynı cümleyi sondaj gemisinde öldürülen Türk mühendisler için yeniden kullanmasının hem çok manidar olduğunu hem de 1. bölümle 20. bölüm arasında güzel bir paralellik kurmuş olduğunu söyleyebilirim. Geçen sezonun slogana dönüşen cümlelerinden biriydi. İlk bölümde duyduğumda nasıl içim ürpermişse bugün de aynı şekilde içimin ürperdiğini söyleyebilirim. Sonrasında ise Zehra ve Serdar’ın Ariel’in bahçedeki korumalarını tüfekleriyle tek tek avladıkları sahnenin güzelliğini izleyince cümlenin ve bu birlikte gerçekleştirdikleri eylemin birbirlerini mükemmel bir şekilde tamamladıklarına kanaat getirmiş oldum. İsrail’in evi olduğundan ve burada hiç kimsenin onu almaya cesaret edemeyeceğinden fazla emin konuşan Ariel’in Türklerin geldiğini anladığında imkânı olsa Yıldırım’ın eteğinin altına sığınabilecek korkak halleri beni çok güldürdü.
Adamlarını ölüme gönderip kendisi bir odada korkak bir tavşan gibi öldürüleceği anı beklemeye başladı. Madem Türklerin karşısına çıkacak ya da savaşacak cesaretin yok o zaman onları düşmanın olarak karşına almaya nasıl göze alabiliyorsun anlamıyorum. Müsteşar bir keresinde Halit Başkan’a “düşmanın karşımıza çıkacak cesareti yok; Türkler mertçe onlarsa kalleşçe savaşırlar” gibisinden bir cümle kurmuştu. Meğerse ne kadar haklıymış. Zehra’nın yalnızlığını fırsat bilip ona çeşitli işkenceler ettirerek ağzından laf almaya çalışan adam şimdi en büyük korkusuyla yani öldürülme korkusuyla yüzleşmek zorunda kalıyordu. Ondan beklenildiği gibi adamlarının arkasına sığınmaya çalışması kendisini gözümde çok büyük bir hayal kırıklığı yaptı. Zaten bir teröristten beklentim yoktu ama bu kadar kolay bir lokma olması da ne yalan söyleyeyim hiç zevk vermedi. Ben epik bir çatışma sahnesi olur diye ummuştum. Ama Ariel’in ben önlemimi aldım diye övündüğü o birkaç adamın hakkından Zehra ve Serdar çok çabuk geldiler.
Zehra ve Serdar’ın korumalarını tek atışta vurarak kendilerini zorlayabilecek ve yakın dövüş gerektirecek herhangi bir sahneden kaçınmış oldular ama korumaları öldürerek evin içine kadar girdikleri sahnede en çok hoşuma giden detay Serdar’ın Zehra’nın hayatını kurtarması oldu. Bana ilk sezonda Layel’in Ankara’da olduğunu öğrendikleri eve baskın yaptıklarında Serdar’ın Zehra’ya ateş etmeye çalışan bir teröristi öldürdüğü sahneyi hatırlattı. Senaristlerinin bölümler arasında paralellikler kurduklarını gözlemlemek gerçekten keyifli. Serdar’ın uyum ve ahenk içinde hareket ettiği Zehra’sının canını kurtardığını gözlemlediğimize göre yakın bir zamanda Zehra da Serdar’ın hayatını kurtarıp skoru eşitler diye düşünüyorum. İlk sezonda bunun kontrastı gerçek olmuştu. Fadi görevinde önce Zehra Serdar’ın hayatını kurtarmıştı sonra da Layel operasyonunda Serdar Zehra’nın. Bu defa tam tersi gerçekleşiyor. Önce Serdar onun hayatını kurtardı bakalım Zehra buna nasıl karşılık verecek? Birbirlerinin kahramanı olmaları muhteşem…
Serdar “her zaman” dediğinde yüzünde beliren ve Zehra’da da karşılık bulan o gülümseme gözümden kaçamadı.
Ve sonrası da malum… Bir fare gibi köşeye sıkıştırılan Ariel’in can korkusuyla bütün cephanesini boşa harcaması ve #ZehSer çifti tarafından kıskıvrak yakalanması…On sekizinci bölümde onun bir parmak şaklatmasıyla Zehra’ya dönen namlunun şimdi ona dönmesi ve eli kolu bağlı bir şekilde belirsiz sonunu bekliyor olması “ilahi adalet” denen şeyin bu dünyada var olduğunu kanıtlamış oldu. İnsan bu dünyada kime ne kötülük yaparsa sonuçlarıyla da yine bu dünyada yüzleşmek zorunda kalır. Ariel’i ele geçirenin Zehra olduğu düşünülürse eğer Ariel’in onun varlığından korkuyor olmasının çok yerinde bir korku olduğunu söylemeden edemeyeceğim diyerek yazımı tamamlıyorum. Bu yazıyı noktalamanın en iyi yolunun Zehra ve Serdar’ın son repliklerinden geçtiğini düşünerek onlarla kapatıyorum.
“Bir kurdu vurduğunda öldüğünden emin olmalısın.
Yoksa mutlaka gelir bulur seni.”
İkonik duruşlarını anlatacak bi cümle bulamamakla birlikte şu son hatırlatmayı yapmak istiyorum. Dişi deyip küçük görme ne de olsa kurdun dişisi de kurttur. Kışı atlatır ama yediği ayazı hiçbir zaman unutmaz.
Haftaya Görüşmek Üzere…
Hoşça Kalın…
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları