İzledim

TEŞKİLAT – Buraya Ölmeye Gelmedik, İnsanları Kurtarmaya Geldik

Teşkilat 35. bölüm reytinglerinde total’de liderliği geri aldı. Sonuçlar, Total’de 8,82 ile 1lik.,  AB’de 7,79 reyting ile 2.’lik ve ABC1’de 8,38 reyting ile 3. lük. Bölümün değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Serdar’ı Aldılar, Başkan’ım.

 

Bu haftaki bölümün açılış sahnesi sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz gibi bir önceki bölümün bittiği noktadan yani peşinde olduğu maskeli adamın izini kaybettikten sonra soyunma odasına Serdar’a bakmaya giden Zehra’nın onu sandığı gibi odada bulamamasıyla başladı. Ben senaristlerin aradıkları adamın Serdar’ı kaçırdığını bilmeden bölüm boyunca onu nereye götürdüklerini öğrenmeye çalışacakları birçok operasyon düzenleyerek sezonun ilk bölümüyle paralel bir ekip hikayesi yazacaklarını düşünürken Zehra’nın son anda uyuşturulmuş Serdar’ı bindirdikleri arabayı görmesi benim için büyük bir sürpriz oldu. Serdar’ın kaçırıldığı haberi daha karargâha ulaşmadan Zehra’nın yanına gelen Sermet sayesinde Serdar’ın peşine düşen biz de Zehra gibi Serdar için endişelendiğimiz bir maceraya atıldık.

 

“Uzay acil destek için yönlendirdi. Size desteğe geldim. Uzay karargâhtan Hulki’yle irtibat halinde.

Serdar’ı götürüyorlar gitmemiz lazım. (…) Sermet biraz daha hızlı. Gözden kaçırmayalım, lütfen”

 

“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” diye bir söz vardır ya bölümün daha ilk sahnesinde bu sözün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha tecrübe ederek öğrenmiş oldum. Sermet’in tam da kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu yerde ve zamanda Zehra’nın karşısına çıkarak Serdar’ı neden götürdüklerine dair en ufak bir bilgisinin olmadığı arabanın peşine takılmış oldu. Böylece kaçırılmasına önleyememiş olsa da canı için endişe ettiği Serdar’a herhangi bir zarar gelmeden onu kurtarabilmenin ilk adımını atmış oldu. Zehra’nın normalde operasyonlar esnasında soğukkanlılığını koruyabilme yeteneğine hayran olduğumu her seferinde dillendiriyorum ama bu defa karşımda alıştığım ve bildiğim Zehra’dan çok daha farklı biri vardı. Vatani “görevin” öncelikli olduğunu ve hislerine göre hareket edemeyeceklerini söylediği halde bu defa deli gibi âşık olduğunu bildiğim adam için endişeleniyordu. Operasyona hislerini karıştırıyor; kaçırıldığı dönemde Serdar’dan mahrum kalmanın nasıl bir his olduğunu iyi bildiği için de acele etmeye çalışıyordu.

Serdar’ı kaybetme korkusunu onu gözden kaçırma korkusu olarak dış dünyaya yansıtan Zehra’ya onu asla gözden kaçırmayacağı konusunda teminat vererek Zehra’ya motivasyon aşılayan o koca yürekli Servet sağ ol. İyi ki varsın. Operasyon esnasında dört bir yana çil yavrusu gibi dağılan arkadaşları için ne yapabileceğini bilmediğinden stres olup kaşınmaya başlayan Uzay sen de iyi ki varsın. Bu detaylar gözden kaçırılamayacak kadar değerli benim için…    

Serdar’ı gözden kaçırma korkusuyla telaşlı bir şekilde yola bakarken sahada yaşananlar konusunda Halit Başkan’ı bilgilendirmeyi unutmayan Zehra sayesinde içinde bulundukları durumun ahvali gözler önüne serilmiş oldu. Kimliği açığa çıktığı için mi yoksa farklı bir nedenden ötürü mü kaçırıldığını bilmeden en önemlisi de tehlikede olup olmama mevzusu açıklığa kavuşturulmadan en iyi durum senaryosunu umut eden ama en kötüsüne de kendisini hazırlayan ekip Halit Başkan’ın yol göstermesiyle MİT mensubu arkadaşlarını kaçıran aracın peşine özel timi ve SİHA takmayı başardılar. Bu süreçte koordine şekilde çalışmalarına bayıldım. Ekip arasındaki bağlar o kadar kuvvetli ve doğal ki fiziksel olarak yan yana hiç sahneleri olmadığında hatta ilişkinin duygusal boyutuna geçmediklerinde bile o sıcaklığı izleyiciye geçirmeyi başarıyorlar. Ben bu anda özellikle Zehra ve Halit, Zehra ve Uzay son olarak da Uzay ve Mete şeklinde ilerleyen ilişkiler ağının doğallığına vuruldum. Geçişler o kadar iyi yapılmıştı ki tek 1 anını bile değiştirmem.

Uzun zamandır bölümlerde göremediğimiz için senaryonun eleştiri yağmuruna tutulmasına neden olan SİHA’ların böyle döndüklerini görmek çok güzeldi. Gerçi yarın sabah uyandıklarında kesin varlıklarını da eleştirenler olacaktır.

 

“Kusura bakma şimdiden.

Ne için?

Varmadan seni öldürmüş olacağım çünkü.

Gözünü bile açabilirsen büyük başarı olur.

Birini öldürmek için gözümü açmama gerek yok.

Şu durumdaki biri için çok büyük laflar bunlar.

Son nefesinde bu sözü unutma. (…) Boynunu kıracağım biliyorsun, değil mi?

 

Zehra ve Sermet başta olmak üzere tüm karargâhın Serdar’ı kurtarma çabasından böyle gururla söz ettikten sonra zorla bindirildiği aracın içinde uyanmaya başlayan ve kendisine enjekte edilen ilacın üzerindeki etkisini yavaş yavaş yitirdiğine şahitlik ettiğimiz Serdar’dan bahsetmemek olmaz. “Bir savaşçı şartları her ne olursa olsun; bir savaşçıdır özellikle de bir Türk bilinçsizken bile Türk’tür” sözünün hakkını veren Serdar kolunu kaldıracak gücü bile kendinde bulamazken maskeli adamı tehdit etmesini izlemek benim için bölümün en keyifli anlarından biriydi. Serdar’ın daha başını bile dik tutamazken ona yaraşır bir şekilde kendini savunmaya çalışması Türk olmanın verdiği haklı gururdu.

İçinde ne olduğu bilinmeyen bir sıvıyla uyuşturulduğu halde adamın parmağındaki yüzüğü görüp aradıkları adamın o olduğunu anlayan Serdar’ın görev bilincini sevdim. Ki buna neden şaşırdığımı bilemiyorum Almanya’daki depoda ölüp yeniden dirildiğinde bile silahlı çatışmaya girmiş bir adamdan söz ediyoruz. Ağır kimyasallara maruz kaldıktan sonra bile Vatan aşkı hiç bitmeyen bir MİT mensubu, Serdar. Motor işlevlerini tam olarak kazanamaması önce beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü Serdar’ın önünde acilen kırması gereken bir döngü vardı. Zira bütün dünyaya hiç kimsenin malı olmadığını ve olmayacağını anlatabilmesi gerekiyor. Her önüne gelen onu malı gibi kullanacağını sanıyor. Önce Yıldırım tetikleyici ve kimyasallarla şimdi de bu adam parayla ve otoritesiyle onu kullanmaya çalıştı. O yüzden de Serdar’ın bu durumu tekrar yaşamaması için meseleyi bir çözüme bağlaması zaruri önem arz ediyor.

Serdar’ı kurtarma görevi sırasında ekibe destek olacak Özel Tim’i operasyon öncesinde son hazırlıklarını yaparken izlemek harikaydı. Özellikle de Suriye sınırlarında yapılacak olan operasyonda Özel Tim’e liderlik eden komutanın on dokuzuncu bölümde Zehra’yı gördüğü işkenceden kurtaran ekibin komutanı olması detayına bayıldım. Zehra’yı güvenliği bir şekilde karargâha götürebilmek uğruna can veren askerlerinden sonra yeni bir ekip kurmayı başarmış.  

Özel timde dikkatimi çeken bir ayrıntı hakkında dip not düşmek istiyorum. Bu defa ekibinde kesin nişancı kadınların olduğunu görmek gurur vericiydi. Vatan sevgisinin ve Vatan’a hizmetin sadece erkeklere özgü bir eylem olmadığını gösteren bu sahneler için senaristlerimize teşekkürü borç biliyorum. Neden hiç kimse sosyal medyada bu ayrıntıya değinmemiş bilmiyorum. Dişi Asenalar ülkenin sadece mevcut şimdilerinin değil; şanlı Türk tarihinin de bir gerçeği. O yüzden ezilen kadın imajı yerine bu dizide izleyen genç kızlara örnek olacak kadın karakterler görmek çok güzel.

 

“Hadi çek elini oradan. Uygun zamanı bekle. Elini silah kabzasından çektiğinde silahı boşa çıkacak. Diğer adamın tepki gösterme süresi bir saniyenin altında.”

 

Gelelim bu bölümde Serdar’a dair en sevdiğim sahnelerden biri olan maskeli adamı “rehin alma ve öldürme planını” kafasında yaptığı o sahneye. Hangi sahneden bahsettiğimi bildiğinize eminim. Serdar’ın arabadaki tüm korumaları öldürdüğü sahneden. Birçoğunuz sahneyi görür görmez Serdar’ın sahiden de o korumanın silahını uzanıp aldığını ve sonrasında da hepsini vurduğunu düşünmüş olabilir ancak ben daha en başında Serdar’ın iç sesini duyduğumuz bu sahnenin bir hayal ürünü olduğunu ve sadece onun kafasının içinde gerçekleştiğini biliyordum. Bundan dolayı da bu sahne bana iki hafta önce ağır eleştirilere maruz kalan Hakkı’nın takip sahnesini ve doğmamış kızını öldüren adamın peşinden yolu bir gece vakti hiç tanımadığı etmediği bir mahalleye düştüğünde karşılaştığı birkaç serseriyle dövüşmeye mecbur kalan Uzay’ın kavga sahnesini hatırlattı. Sahneler arasındaki paralelliği çok net görebiliyorum.

twitter

 

Benim asıl anlayamadığım şey karargâh ekibinin her bir mensubunun sahip oldukları yeteneklerini gösterme fırsatı buldukları o sahneleri diğer izleyicilerin neden benim kadar sevip baş tacı etmedikleri. Öngörü sadece Uzay’a özgü bir şey değil; sahada edindikleri tecrübe sayesinde kazandıkları öngörü becerisini kendi yetenekleriyle birleştirmeyi başarmış olmaları takdir edilmesi gereken bir durum. Hakkı’nın Yıldırım’ın ayak seslerini tanıması ve yorumlaması takip yeteneğini; Uzay’ın adamlara göz ucuyla bir baktıktan sonra nasıl hareket edeceklerini tespit etmesi analiz yeteneğini ve durumun kontrolünü nasıl kazanacağının planlayan Serdar da hızlı karar verme yeteneğini gösterdi.

 

Bir Türk Diplomatına Dokunacaksan Ayağını Yere Sağlam Bastığından Emin Olacaksın

 

Söz konusu Teşkilat dizisinin siyasi içeriği ve diğer ülkelerin biz karşı geliştirmiş oldukları “dış politikalar” olduğunda siyaset yapmamak için kendimi tutmaya çalıştığımı hatta bunun için bütün irademi kullandığımı söylemiştim. Ama bu hafta Halit’in bir devlet düşmanını konakladığı Viyana’dan sınır dışı ettirmeye çalışırken yaşadıklarını gördükten sonra kendimi tutamadım. Yıldırım’ın Avusturya İstihbaratı tarafından tutuklandığını gördüğümde sonunda kırmızı bülten konusunda Türkiye’ye istediğini kıvrandırmadan veren bir ülke çıktı diye sevinmiştim ama erken sevinmişim. Tutuklanarak götürüldüğü yerde ona suçlu gibi değil de önemli bir misafir gibi davrandıklarını görüp hayal kırıklığına uğradım.

 

“Bu adam Türkiye’de bir sürü suç işledi. (…) Yanlış yaptım. Zamanında kafana sıkıp geçecektim, Yıldırım. Böyle hak hukuk işlerine girince böyle oluyor işte. Hele burada Avrupa’da. Yeter ki biri Türkiye’ye mermi sıksın. Yeter ki biri bomba patlatsın. Hemen abicilik oynamaya başlıyorsunuz. (…) Yalan mı? Teröristleri burada barındırmıyor musunuz? Vatandaşlık vermiyor musunuz? Avukat tutmuyor musunuz? Sokaklarınızda eylem yapmıyorlar mı? Bir de mazlum gibi haberler yapmıyor musunuz onlarla ilgili? Sizin ülkenizde çatapat patlasa bütün dünyayı ayağa kaldırıyorsunuz? Benim ülkemde ne olursa olsun yalandan bir kınama o da yarım az. (…) Daha bitmedi. Ben diyeceklerimi bitirmeden buradan çıkmam. Dua edin burada T.C bir memuru olarak bulunuyorum. (…) Memur değil de Vatandaş Halit olsaydım ya kendimi öldürtürdüm ya da seni almadan buradan çıkmazdım.”     

 

Halit’in bu sözlerinin yorumlanmaya ihtiyaç duyan bir yanı olduğunu hiç sanmıyorum. Buna rağmen yine de konuyla ilgili 1-2 şey söylemeyi çok isterim. Kelepçelenerek götürülen teröriste içecek ikram ederken Türk İstihbaratından bir diplomatı dışarda bekletmek nasıl bir şuursuzluk örneğidir acaba? Onu geçtim alelade bir korumanın odaya girişini engellemesi büyük bir diplomatik ayıp. Kendilerine yapılmış olsaydı kesin özür beklerlerdi. Tabi Halit Başkan böyle bir saygısızlık karşısında susup oturacak türden bir adam değildi. Bunu Türk milletine karşı yapılmış bir ayıp olarak görerek içeriye alınmasına izin verilmeyen odaya girerek yargı dağıttığı sahne muhteşemdi. Üstelik benim de aklımdan geçen ama apolitik olma adına söylemekten çekindiğim her şeyi de özetliyordu.

Neyse ki hala gösterdiğimiz merhametin kıymetini bilen zora düştüklerinde bütün dünya ölmelerini izlerken olduğu yerde oturmayıp yardım eli uzatan memleket olduğumuz bilenler var da bir Boşnak sayesinde o İstihbarat Şef’inin Yıldırım’dan onu sınır dışı etmemesi en önemlisi de Türkiye’ye iade etmemesi karşılığında rüşvet aldığını öğrendik. Böylece elindeki delillerle onunla yüzleşmeye giden Halit onu tehdit ederek istediğini almayı başardı. İtiraf ediyorum adam odaya girip Halit’i içeride kahve içerken görünce epey etkilendim. İnfaz etmeye gelmiş tetikçiler gibi tekinsiz bir havaya bürünüp oturmuştu. Buna rağmen keşke bu şantaja hiç gerek olmasaydı ve her şey diplomatik olarak çözülebilseydi ama onların kirli oyunlarını bozabilmek için bazen prensiplerimizi biraz esnetmek zorunda kalıyoruz.

 

Kurtarma Operasyonu: Geride Asla Adam Bırakmayız

 

Bölümün en çarpıcı anlarından biri adeta hikâyenin kırılma noktası diyebileceğim Serdar’ı kurtarma operasyonuna geri dönecek olursak eğer uyuşturucunun üstündeki etkisi geçer geçmez hamlesini yapmaya hazırlanan Serdar’ın onu kaçıran maskeli adamla Yıldırım’ın “örgüt kampı ve bomba” hakkında konuştuklarını işittiğinde bu eyleminden vazgeçeceğini ve daha fazla İstihbarat edinebilmek için içlerine sızmayı planlayacağını anlamıştım. Fragmanlarda Serdar’ı terörist kampında görmeseydim bile hikâyenin bu yönde ilerlemesinin mantıklı olacağını söyleyebilirdim…

Serdar sözü geçen kimyasal başlık ve füzeler mevzusunda ne yapacağını düşünüp dururken onun duyduklarından habersiz olan Zehra da Özel Tim’in desteğiyle sevdiği adamı kurtarmasını sağlayacak o operasyonu düzenlemekle meşguldü. Aracın önünü kesmekle başlayacak olan her ayrıntısı önceden planlanmış operasyonun tüm hazırlıkları tamamlanmış ve geriye sadece Serdar’ı kurtarmak kalmıştı. Keskin nişancı sayesinde sürpriz elementini kullanarak iyi de bir başlangıç yapmışlardı gerçi. Sayıca az olan korumalar şanlı Türk askerleri karşısında fazla dayanamamış ve tek tek ölmeye başlamışlardı. Ancak sonra hiç planda olmayan bir aksilik yaşandı ve Serdar onu kurtarmak için planlanan operasyona eline silah alarak karşı koymaya başladı. Bir de bunu Zehra’yı gördükten sonra da sürdürdü.

Eline aldığı silahı ateşleyen Serdar ile Zehra’nın çatışmanın ortasında ilk göz göze geldikleri an çok büyüleyiciydi. Serdar bir an için çatışmanın ortasında olduğunu unuttu. Odaklanabildiği tek şey yanından koparılıp alındığı Zehra idi. O kısa sahneyi daha sonra defalarca seyrettim. Uzun uzun Zehra’ya baktığında onun yüzünde gördüğü tabloya anlam veremeyen bir insanın kafa karışıklığını görebildiğine emindim. Aslında koşarak bir an önce ona kavuşmayı arzuladığı halde yapılacak olan saldırının detaylarını öğrenebilmek için üstüne düşen rolü layığıyla yerine getirmek zorunda kalması onun en büyük sınavıydı. Üstelik çatışmanın ortasında neyi neden yaptığını anlatacak fırsatı da bulamamıştı. Serdar’ın en büyük kâbusu Zehra’ya silah doğrultmasıysa o kâbusun bir parçası da onun gözlerinde ona atfedilmiş bir korkuyu da görme ihtimaliydi. O yüzden durumu anlasınlar diye rastgele ateş etmeye çalışıyordu.

 

“Ne yapıyor bu? (…) Ateşi kesin hemen ateşi kesin. Ters bir durum var. Adamımız bize ateş açtı.

Ne oldu, Zehra Hanım. Elemanınızı kurtarmamız emredildi.

Biliyorum ama siz de gördünüz. Bize ateş etti. Hedefi kurtardı. Eminim bir planı vardır. Serdar’ın o mesafeden o silahla hedefi vurmaması imkânsız. Bize bir mesaj vermek istedi bence. Bir planı olduğunu düşünüyorum.”

 

Korumalar tek tek düşmeye başladığında durumu bir fırsata çevirip adamı öldürmek ya da Zehra’ya koşmak yerine orada kalıp araçtaki adamı korumaya ve ateş ederek Tim’i püskürtmeye çalıştı. Serdar’ı önce Özel Tim’e sonra da kendine ve Sermet’e ateş ederken gördüğünde Zehra’nın ilk ne hissettiğini tahmin bile edemiyorum. Ama şüpheci eski Zehra olsaydı Serdar’ın taraf değiştirdiğini ya da Nemesis’in iradesine sirayet ettiğini düşünürdü onu biliyorum. Neyse ki aşık Zehra “aşkını yaşamayı” pek beceremese de âşık olduğu adama “kesin bir açıklaması vardır” diyerek güvenmeyi biliyor. Onun sayesinde Özel Tim ateşi kesince Serdar da adamı oradan kaçırarak planını sürdürebildi. Birbirleriyle iletişimleri kesikken bile birlikte uyum içinde hareket etmeyi başaran #ZehSer’e düşmeyen bizden değil.

Serdar’ın ağır çekimde arabayla yanlarından geçtiği ve üzerlerine ateş ettiği sahnede Zehra’nın bir anlığına tedirgin olduğunu inkâr edecek değilim. Ancak buna rağmen yakın mesafeden Serdar’a zarar verecek şekilde ateş etmedi.  Serdar’ın yakın mesafeden ateş edip de ıskalamayacak kadar iyi 1 nişancı olduğunu bilmesinin verdiği güvenceyle bir şeylerin peşinde olduğunu düşündü. Ancak Serdar’ın ona ateş ettiğini görmek duyguları konusunda savunmasız olmayı sevmeyen Zehra için yaşadığı en büyük korkuydu bence. Zira Serdar için de neyin peşinde olduğunu ifade edebilme fırsatı bulamadan bir hain gibi görünmek hele de Zehra’nın olduğu yöne doğru ateş etmek azap olmuştur.

 

 

Teşkilat’ın otuz beşinci bölümünün mesaj verme kaygısıyla yazılmış bir bölüm olduğunu düşünüyorum ama yanlış anlaşılmasın senaristler tarafından dünya üzerinde oynanan kirli politik oyunlara dair verilen mesajlar her birini çok büyük bir zevkle izledim ve her birine de içtenlikle hak verdim. Serdar ve maskeli adamın teröristlerin kendi başına bir güç olmadığını aslında Türklere karşı doğrulttukları birer maşa olduklarını taşeronluk kelimesiyle çok iyi anlattı.

 

 

Söz konusu içi terörist militanlarla dolu bir kamp olunca tabi ki Serdar için biraz endişelendim. Ne kadar iyi bir ajan olsa da burada Türkleri öldürmeye ant içmiş bir kamp dolusu haşereden söz ediyoruz ancak SİHA’nın yol boyunca onu takip ettiğini bilmek bir nebzede içimi rahatlıyordu. O yüzden uçuşa yasak bölgeye girdiğini görünce endişemin neden arttığını anlayabileceğinizi düşünüyorum. Gerçek kimliğini öğrendiklerinde onu öldürmek isteyebilecek bir grup haşereyle aynı ortamda bulunması ve ekiple iletişiminin tamamen kopuk olması beni geriyordu. Daha içeriye girer girmez Türk olduğunu öğrenen teröristin ona nasıl davrandığını görünce bu korkumda haksız olmadığımı da anladım. En azından Zehra’nın da Serdar konusunda benimle aynı korkuyu paylaştığını yüzünde görmek güzeldi.

 

“Ben apar topar çıktım evden. Kimlik almayı da unuttum.”

 

Bizler televizyon ekranının karşısında ayı inine giriyor diye onun canı için endişelenirken Serdar’ın soğukkanlılığını kaybetmediğini görmek hele de onu öldürtebilecek şakalar yaptığını seyretmek bana kendimi nasıl hissettirdi inanın anlatamam. Hem espri yeteneğini kaybetmemesiyle gurur duydum hem de bu rahatlığına sinirlendim. Söz konusu Serdar olduğunda ölene dek espri yapmaya devam edecek olan mizacının, hayatı alaya alan felsefi görüşünün ve en ciddi konularda bile ciddiyetini koruyamayışının kişiliğinin büyük bir parçası olarak görüyorum. Açıkçası neden böyle bir insan olduğunu anlamakta da hiç sorun yaşamıyorum. Bilakis ölümüne neden olacak olsa da sivri dilinden ve bildiği doğrulardan şaşmayan biri olarak onunla birbirimize çok benzediğimizi düşünüyorum ama Türk olduğunu öğrendiklerinde adamların dikkatini zaten çekecekken “bakın, buradayım” der gibi davranmanın mantığı var mıydı?

 

“Türk mü?

El Turco. Bir sorun mu var?

Ben olsam ona bulaşmam. Hayatımda gördüğüm en iyi dövüşçülerden biri.

Mermiye karşı yumrukları pek etkili olmaz burada.”

 

Zehra Serdar’ın en çok umudunu kaybetmeme huyunu seviyorsa ben de onun gittiği her yerde çok çabuk arkadaş edinme huyunu seviyorum. Sivri dilinden mi o delip geçen bakışlarından mı yoksa sırıtarak gülümsemesinden midir bilinmez ama bir şekilde gittiği her yerde insanlarla çok çabuk kaynaşmanın bir yolunu buluyor. 34. bölümde “Türk milleti yemini de suyunu da verir. Hayvan severdirler” diyerek Lazarov’la kısa bir sürede nasıl kaynaştıysa terörist kampındaki adamla da öyle kaynaşıverdi. Öyle ki bu adam da hoş geldin açılışını ona mermi sıkma imasıyla yaptı. Serdar’ın enerjisinden kaynaklanıyor diyeceğim ancak bu sefer Türk olması bile öldürülmek istenmesine yetiyordu. Neyse ki yeni edindiği sözde arkadaşlarının hepsi Maskeli’ye çalışıyordu. Onun sadık dostları oldukları için Maskeli bir parmağını şıklatır hepsi yatar yuvarlanır demiştim ama bunlar ödülleri verilince yatıp yuvarlanmayan cinstenler.

Rızası olmadan kendisine verilen uyuşturucunun etkisinden daha yeni yeni kurtulmaya başlayan Serdar’ın gözünü ovuşturması bana Almanya’daki depoda ölüp tekrar hayata döndüğünde ayılmaya çalışmasını hatırlattı. O zaman da aynı semptomları yaşamıştı. O yüzden senaryoda bunun gibi yazılmış ince detayları görmek ve de bu detayların yarattığı nüanslara yaraşır paralel sahneleri izlemek hoşuma gitse de zavallı Serdar bu senaristlerin ellerinde daha ne kadar acı çekecek daha ne kadar travma atlatmak zorunda kalacak diye düşünüp dertlenmeden de edemedim.

Bu bölümün içeriğinin mesajlarla dolu olduğunu söylemiştim ya özellikle öyle bir sahne vardı ki onu izlediğim sırada Serdar’ın kendini nasıl kontrol etmeyi başarabildiğini hem çok merak ettim hem de iradesinin kuvvetli oluşunu taktir ettim. Ben olsam onun kadar sakin kalabilir miydim hiç bilmiyorum. El arabalarıyla üstü örtülmüş ölüleri taşıdıklarını görünce içim bakmaya el vermedi. Şimdi bile o andan söz ederken parmaklarım titriyor. Serdar’ın en büyük zaafının çocuklar olduğunu söylüyorum ya üstlerini örten çarşafın kapatamadığı çocuk ellerini görünce bir anlığına oynadığı oyunu bırakacak sandım. Küçücük çocukları “bunlar çocuk” demeden ırkına, dinine ve milletine bakıp denek olarak kullananların hiç vicdanı olur mu? Olmaz. Peki, vicdanı olmayanın insanlığından da söz edilebilir mi? Söz edilemez. O yüzden ben de onları insan olarak görmedim ama adamın ölümlerden zevk alışı sonsuza dek zihnime kazındı.

 

 

İkisinin de birbirlerini gerçekten tehdit eden hiçbir sözcük söylemeden hatta birbirlerine seslerini bile yükseltmeden birbirlerini tehdit etme tarzlarına bayıldım. Serdar’a kamptaki yaş ortalamasına dikkat etmesini söyleyerek buradan canlı çıkmayacağını ima etti. Serdar da ona kendisinin pek genç olmadığını hatırlatarak onun da ölebileceğini ima etti. Aralarındaki tansiyonun her karşı karşıya geldiklerinde şiddetini arttırmasını sevdim ama Serdar’ın karşısında keşke bu sahnenin efsaneleşmesini sağlayacak iyi bir oyuncu olsaydı demeden de edemedim. Doğru bir eşleştirme sayesinde bu sahne olduğunda daha etkileyici olabilirdi. Hatta bir efsaneye dönüşebilirdi bence. Gene de güzeldi.   

Bu arada Hulki’nin de hiç planda olmayan bir şekilde içinde kimyasalların olduğu kamyonu kaçırıp terörist kampına sızması da mükemmel bir fırsattı. Hulki çoğunlukla düşünmeden hareket ediyor ama eylemleri bir şekilde karargâh ekibinin en çok ihtiyaç duydukları şeylere ulaşmasını sağlıyor. Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama ben buna “eğrisinin doğrusuna denk gelmesi” diyorum. Eğer kafasına göre hareket edip sevkiyat kamyonunu ele geçirmemiş olsaydı; kimyasalların tam olarak nereye teslim edildiğini nasıl öğreneceklerdi. Üstelik onun kamptaki varlığı sayesinde ekip Serdar’la yeniden iletişime geçebilirdi. Bunun hakkında yapabileceğim tek çıkarım söz konusu saha operasyonları olduğunda yapılan bazı doğaçlamaların hem MİT mensuplarının hayatlarını hem de operasyonlarını kurtardığıdır.

Aynı ekipte olduklarını bilmeyen birinin gözüyle bakıldığında ilk kez tanışmış ve birbirlerinden hiç hoşlanmamış iki insan gibi görünüyorlardı. Bilmesem ben bile gerçekten kavga ettiklerini sanırdım. Hele de Serdar’ın daha önce bir terörist kampına yaptıkları operasyon esnasında arabanın kasasında taşıdığı Hulki’den “ayı” diye bahsetmesi geldi aklıma, burada da ayı dediğini duyunca. İkidir Hulki’ye ayı denmesini sevemesem de paralelliği sevdim. O zamanki gizli operasyon Zehra kurtarıldıktan sonra yapılmıştı. Şimdiki operasyon ise Serdar kaçırıldıktan sonra yapılıyordu. #ZehSer ikilisinin birebir aynı olmasa da ortak bir travma yaşadıklarını görünce aradaki paralellik çok hoşuma gitti.  

 

“Zehra, sesimi duyuyor musun?

Serdar. İyi misin?

İyi olmaya çalışıyorum. Yüzüm gözüm ağrıyor biraz.

Ne öğrendin? Neden engelledin seni almamızı?

Bu beni kaçıran adam peşinde olduğumuz Maskeli…Zehra bunlar örgütle beraber bir katliam planlıyorlar.

Kimyasal bir saldırı mı?

Evet. Hatta ilk saldırıyı hemen yapmak istiyorlar.”

 

Serdar’ın kulaklığını alır almaz zikrettiği ilk ismin “Zehra” olması sizce de çok manidar, değil mi? “Yürek kimi özlerse ilk onun adını zikredermiş” hesabı bu kareyi görünce aklıma ölümden döndüğünde de gözlerini Zehra diyerek açtığı geldi. Her şartta ve koşulda ilk Zehra’ya seslenen ve ona sesini duyurmaya çalışan Serdar detayı ne kadar güzelse onun sesini duyduğunda bir nebze olsun içi rahatlayan Zehra’nın direkt adını zikretmesi de bir o kadar güzeldi. Ne olacak sadece adını söyledi diyebilirsiniz ama uzun zamandır birbirlerinin isimlerini söyleme şekillerindeki tonlama farklılıklarını ekranımızın başında izliyoruz. Birbirlerine her isimleriyle hitap ettiklerinde seslerinde meydana gelen yumuşama aslında birbirlerine adlarıyla hitap ettiklerini değil de birbirlerine “seni seviyorum” dediklerini hissettiriyor. Üstelik Serdar gözlerinin önünde kaçırıldığında bunu durdurmak için hiçbir şey yapamayan Zehra’nın bilinçaltındaki acizlik ve uzun zamandır ondan haber alamamasının neden olduğu korku sesinin titremesine neden oluyordu. Ama bir yandan da onun sesini duyabildiği için sevinçten deliye dönüyordu. Zehra yoğun bir duygu patlaması yaşıyordu.

Onları kulaklıkla konuşurken görünce aklıma doğal olarak havalimanı bölümündeki konuşma anları geldi. O zaman teröristlerin ortasında kalan Zehra’ydı. Bu sefer ise teröristlerin ortasında kalan Serdar oldu. Tabi, mevcut durumları farklıydı. Biri rehine biri sözde terörist işbirlikçisiydi ama ikisi de gerçek kimliklerini gizleme konusunda benzerdiler. Bu iki sahnenin paralelliğini sevmiş olsam da havalimanı bölümündeki konuşma sahnelerini daha çok seviyorum.

Zehra’nın operasyon esnasında neden onu kurtarmalarına izin vermediğini sormak yerine önce iyi olup olmadığını sorması sahiden çok tatlıydı. Hele de Serdar’ın bu soruyu iyiyim diyerek geçiştirmek yerine “İyi olmaya çalışıyorum. Yüzüm gözüm ağrıyor biraz” diyerek dürüst ve içten bir cevap vermesine eridim. Serdar bunu onun için korktuğunu anlayıp daha da çok korkması ve kıymetini anlaması için mi söyledi yoksa onun bu soruyu içtenlikle sormasından etkilenerek ona göre bir cevap mı vermek istedi bilmiyorum ama benim bile canı acıyan Serdar için içim parçalandı.

 

İnsanlık Suçuna Tanıklık Ederken

 

Terörist kampında neler olup bittiğini gözlemleyip İstihbarat elde etmeye çalışırken yakalanan Serdar’ın sanki deniz manzarası varmış da onu izliyormuş gibi tavır takınmasına bayıldım. Saha operasyonlarında bu kadar iyi olmasının altında yatanın doğaçlama yeteneği ve içgüdüsel refleksleri olduğuna inanıyorum. Maskeli’yi kendisinin kısa yoldan para kazanmak isteyen ve ahlaki hiçbir değeri olmayan sıradan bir boksör oldurduğuna inandırmışken güvenini de kazanabilmek için yaptığı bu sohbetin yorumlanmaya değer hiçbir yanı olmadığı halde ondan burada bahsetmemin iki nedeni var. Birincisi hava kararmadan uyuyamayan tek kişi olmadığımı öğrenmenin güzelliği ikincisi de adamın onun bu özgüvenine duyduğu hayranlığın Serdar hayranları için yeni bir şey olmamasıydı. Operasyondayken zaten uyuyamaz insan da bütün kampın öldüresiye nefret ettiği bir Türk olarak uyuması da pek mümkün görünmüyordu.

 

“Zehra, bu kampta garip işler dönüyor.

Yeni bir bilgi mi var?

Kimyasal maddeyle ilgili testler yaptıklarını sanıyorum.

Ne gibi testler?

El arabalarında ölüleri taşırken gördüm hatta çocukları da. Yakında daha büyük çaplı bir şey planlıyorlar. (…)

Uzay ve Gürcan da üzerinde çalışıyor ama çok fazla potansiyel hedef var. Senin bir şeyler öğrenmen lazım, Serdar. Bir ipucu, hedefin neresi olduğuyla ilgili bir bilgi.

Bunun peşindeyim ama şimdi bağlantıyı kesmem lazım.”

 

Bu kulaklık tüm ekip arkadaşlarıyla iletişim kurmasını sağlarken Serdar’ın ısrarla iletişimi Zehra üzerinden yürütme girişiminin tatlılığına düşebilirdim eğer konu kimyasal silahlar olmasaydı. Buna rağmen Serdar’ın “Zehra” deyişinin tatlılığına bittim. Birbirlerinin adını her söylediklerinde aslında “seni seviyorum” demek istediklerini biliyoruz. Ancak sevdiğine seslendiğinde Zehra’nın da ona saniyelerle yarışır şekilde hızlı cevap vermesi bana aklının sürekli onda olduğunu düşündürttü. Bununla birlikte her an Serdar’ın sesini duyabilmek ve kendisinden bir haber alabilmek için uyumadığını hatta uyuyamadığını düşünüyorum. O yüzden keşke Zehra’nın bu huzursuzluğunu da izleyebilseydik.

Serdar gece vakti ikinci kere şansını deneyip kampı kolaçan ettiği esnada bulduğu tünelleri ve orada karşıya kaldığı manzarayı yorumlamanın doğru bir yöntemi var mı inanın bilmiyorum. Yüzlerini görmediğim insanların ölülerinin el arabalarıyla taşınmasına bile yüreğim dayanmazken tünelin içindeki hücrelere kapatılan insanlara karşı işlenmekte olan “insanlık suçunu” nasıl anlatabilirim? O anda gördüğü manzara karşısında dili tutulan, kanı çekilen ve dehşete kapılan sadece Serdar değildi. Bu görüntülerin her anı kalbimi kırmaya yetti. Ülkesinde savaş olan açlık ve kıtlıkla boğuşan insanların çaresizliklerinden ve kimsesizliklerinden faydalanıp onları denek olarak kullanmak kötü insanlar için bile fazla acımasızca bir hareketti. Dünyayı böyle mi kurtaracaklarını inanıyorlar? Daha az şanslı insanları yer yüzünden silerek ve bunu yaparken de onlara “hayvan” muamelesi yaparak. Bunu yapanlar katiyen insan olamaz. Kimyasal saldırı sırasında hayatta kalmalarını sağlayacak olan hapları o insanların üstlerinde denemeleri korkunç. O çaresiz ve biçare insanlara uyguladıkları bu insanlık dışı muamele sözüm ona övündükleri medeniyete de aykırı.

Serdar o terör kampında dönen çirkin oyunun gerçek yüzünü hiçbir teröriste ya da Maskeli dostuna yakalanmadan öğrenmeyi başardı ama dikkatleri üzerine çekmeden kaldığı odaya geri dönmeye çalışırken örgüt kampına adımını attığından beri varlığından rahatsız olan adamla koridorda göz göze geldi. Daha önce de söylediğim gibi eğer onun karşısında no-name isimden ziyade tanınan bir oyuncu olsaydı bu sahnede aralarında gerçekleşen meydan okuma durumu seyirci için çok daha etkili olurdu. Mesela karşısındaki oyuncu Elçi karakterini oynayan oyuncu gibi olsaydı mükemmel paslaşırlardı. Unutmamak lazım bir kahramanı parlatan şey rakibinin ne kadar güçlü olduğudur. Benim favorim Superman’i tüm zamanların en iyi kahramanı yapan şeylerden biri de düşmanının Lex olmasıydı. O yüzden adamın Serdar’ın karşısında -gerçek bir çekişme için- fazla sönük kaldığını söylemeliyim neyse ki bu açık usta bir senaryo ekibinin yazdığı dövüşmeyle kapatıldı. Çatışmayı ruhsal olarak sağlayamadığında sahneye fiziksel olarak gerçekçi bir çatışma yazmak akıllıcaydı. Bu sayede bir gelenek haline gelen Serdar dövüşmelerinden birini izledik.

 

 

Aksiyon anlarında her seferinde üstüne koyarak kendini geliştiren ve performansının seyir keyfini arttıran Çağlar’ın bu anda ortaya koyduğu oyunculuk için emeğine sağlık. Dar alanlarda aksiyon sahnelerinin kralı oldu. Üstelik sınırlı bir vakitte sınırlı imkanlarla çekiyor olmalarına rağmen kamera arkası ekibin de bu karelere gösterdikleri özen bana şunu anlatıyordu. Ekran başında bizi izleyen izleyicilerimize çok değer veriyoruz ve elimizden geleni de yapıyoruz.   

       

 

“Ben bu adamların ne yaptığını gördüm. (…) Tahmin ettiğim gibi mülteciler üzerinde bazı testler uyguluyorlardı.

Ne gibi testler?

Bizim içtiğimiz hap benzeri bir hap içirmeye çalışıyorlardı insanlara.  İnsanlar perişan halde yerdeler…yanık izleri kimisi ölmüş kimisi ölmek üzere. Durum felaket yani.

Allah kahretsin. (…) Biz buna bir son vermeliyiz hem de saldırının nereye yapılacağını öğrenmemiz şart, Serdar.  

Haberleşiriz.

Serdar, kendine…

Biliyorum, Zehra. Biliyorum.”

 

Serdar gözleriyle gördüğü dehşet tablosu Zehra’ya aktarmaya çalışırken Zehra da hem operasyon dolayısıyla hem de sevdiği adamın gizli kimlikle bir yerleşke dolusu teröristin içinde olduğu gerçeğinden ötürü uyuyamamış kendini en iyi bildiği şeye yani çalışmaya vermişti. Ancak Serdar’dan gelen bir aramayla aniden her şeyi bir kenara atıverdi. Ki Zehra’nın uyuyamamasının altındaki asıl nedenin ondan gelecek 1 haber olduğuna eminim. Her defasında gerek olmadığı halde birbirlerinin isimlerini söylemeleri detayına neden bu kadar düşüyorum bilmiyorum ama Zehra sanki sesi titreyerek onun ismini söylediğinde adını değil de büyülü bir şey söylemiş gibi hissediyorum. Bir ad bir insanın ağzına bu kadar yakışır mı? Kadın o ismi yürekten gelerek söylüyorsa yakışıyormuş demek ki. Keşke konuştukları konu da #ZehSer romantizmine bir katman daha ekleyen bir konu olsaydı. Ancak konuştuğumuz insanlar MİT ajanı olunca konuda haliyle insan kaçakçılığından insanlar üstünde deney yapmaya kadar uzanan nahoş bir konu oluyor.

Gördüğü manzara karşısında kelimelerinin kifayetsiz kaldığını anlayan Serdar’ın o manzarayı anlatmaya çalışırken ne kadar zorlandığı bazı cümlelerinin yarım kalmasından anlaşılıyordu. Bazen yarım kalan cümleler tam olanlardan çok daha fazla şey anlatır. Neyse ki Zehra sevdiği adamın dilinden anlıyor. Ve ne ilginçtir ki olan biteni ondan tüm çıplaklığıyla dinlerken Zehra’nın verdiği tepkiler de benimkiyle birebir aynıydı. Gerçi ben içimden o teröristlere küfür de ettim ama o sayılmaz. Çünkü onu içimden söyledim hem Zehra’nın aklından geçenin de bu olduğuna emindim.

Kampta yaşananlar hakkında konuşmaları bittiğinde ve bundan sonrasında Serdar’ın ne yapması gerektiği açıklığa kavuştuğunda operasyon hakkında konuşacak artık hiçbir şey kalmamıştı. Tam da o karede hislerine göre hareket edemeyeceklerini söyledikten ve karargâhtan ayrılmadan önce duygularıyla hareket etmemesi konusunda Serdar’ı uyardıktan sonra yokluğunda özlemini çeken ve canı için endişelenen Zehra’nın her zamankinden daha yumuşak bir ses tonuyla bir dahaki görüşmelerine kadar -aslında kavuşmalarına kadar- kendine dikkat et diyecekken Serdar tarafından “biliyorum” diyerek kesilmesini hiç sevmedim. Eğer Serdar sözünü kesmeseydi ve Zehra “kendine dikkat et” diyebilseydi bölümün en sevdiğim sahnesi olabilirdi. Bölüm tamamlandıktan sonra saatlerce Senaristlerin bunu neden yaptıklarını düşünüp sahneden olumlu bir detay çıkarmaya çalıştım. Aklıma sadece Serdar’ın az önce ettiği kavga ve gördüğü manzaradan sonra ne aşk mevzularını konuşma havasında olduğu ne de o adama yakalanmak istediğiydi. Olumlu detayım da “biliyorum” dediğinde kendisini reddeden kadının ona olan hislerini biliyor olmasıydı.

Zehra’nın ona karşı hissettiği duygulara göre hareket etmeyi reddettiği halde sesinden kendisi için endişelendiğini çünkü alttan alta dili her ne söylüyor olursa olsun gözlerinin aşkını haykırıyor olduğunu bilmesi detayına bayıldım. Üstelik konuyu açarlarsa Serdar’ın duygusallaşmasına engel olamayacağından korkmuş olması da muhtemeldi ki Zehra’yı o telefon konuşmasından sonra koltukta boylu boyunca uzanmış gözleri tavana kayarken görünce aklıma hemen operasyon sırasında arabayla mayınlı alana girdiklerinde patlamadan devrilen arabada sıkışıp kalan Zehra için endişelenen Serdar geldi. Zehra kısa bir süreliğine ses vermeyince ona bir şey oldu diye korkmuştu. Belki de geri döndükten sonra Zehra’ya karşı hislerinin olduğunu anladığı ilk an evinde koltuğa yatıp onu düşündüğü o andı. Paralel sahneleri severim hele bir de #ZehSer’le alakalı olunca daha çok severim. Umarım bu süre zarfında Zehra aklını başına toplamıştır da Serdar’sız bir hayatın çekilmez olduğunu anlayarak ona olan hislerine teslim olmuştur.    

Nemesis’i Kimse Durduramaz Eğer Türk Değilsen 

 

Serdar’ın Maskeli’yle teröristin konuşmasını dudak okuyarak çözmesi ve o saldırının bugün yapılacağını öğrenmesi çok havalı bir kareydi. Serdar böylece en başında ekip arkadaşlarının onu kurtarmasını engelleyerek gelmiş olduğu örgüt kampına gelme nedenlerinden birini öğrenmeyi başarmıştı. Saldırı bugün olacaktı ancak bu sahnede kafama takılan bir tutarsızlık vardı. Ben mi yanlış hatırlıyorum bilmiyorum ama geçen sene Ceren’in evini izledikleri esnada Ceren telefonla önemli bir konuşma yaparken dudaklarını okuyabilen tek kişi Uzay’dı. Diğerlerine görüntüye bakın demiş ama dudak okumayı unutarak herkesin anlayabildiğini farz etmişti. O zamanlar dudak okuyamayan Serdar’a ne oldu da şimdi dudak okuyabilmeye başladı yoksa sadece tanıdığı insanların mı dudaklarını okuyamıyor? Rehin olduğu zaman Yıldırım kafasına tetikleyiciyle beraber dudak okuma paketi mi yükletti de haberimiz olmadı? Teşkilat senaristlerinin piyasadaki diğer diziler genelinde çok daha tutarlı ve sezon arası bağlantıları daha güçlü senaristler olduklarını bildiğim için bunun gibi bir detay hiçbir açıklama getirmeksizin nasıl senaryoya dahil edilmiş şaşırdım…

 

“Müsaittim şimdi dinlemedeyim.

İstihbarat geldi. M. diye bir Türkmen köyüne yapılacakmış saldırı. Biz şimdi oradakileri tahliye için yola çıkıyoruz. Sende durum nedir?

Tamam. Ben de saldırının nereden yapılacağıyla ilgili istihbarata ulaşmaya çalışıyorum.”

 

Sadık sayesinde hangi Türkmen köyüne saldırılacağını öğrenen ekip bu önemli bilgiyi Serdar’a ulaştırarak hedefin konumunu tespit etme görevinin tamamlandığını belirtmiş oldular. Geriye sadece “kimyasalın” köye hangi noktadan atılacağını bulmak kalmıştı ki bu süreçte Serdar’ın hem kamptaki masum insanları kurtarabilmek hem de bombanın atılacağı yeri tespit edebilmek gibi iki ulvi ve önemli görevi vardı diyebiliriz. Tek başına bir yerleşke dolusu teröristi öldürüp üzerlerinde deneyler yapılmış zavallı ve çaresiz insanları kurtarmak öyle hafife alınabilecek bir iş de değildi.

Serdar’ın konuştukları dili anlamadıklarını düşünüp yanında rahat rahat tünellerdeki hücrelerin ardına hapsettikleri çaresiz mültecileri öldürmekten bahsetmeleri özellikle de bunu “temizlik” kisvesi altında söylemeleri Serdar’ı olduğu kadar beni de sinirlendirdi. Temizlik denen şey pisliğe karşı yapılan bir arındırma işlemidir. Ve benim görebildiğim tek pislik insanları canlı canlı yakmayı planlayan ve bunun hoşuna gittiğini söyleyen insan görünümlü bu yaratıklar. Ülkelerindeki savaş ve kıtlıktan kaçan bu çaresiz insanlara önce ümit verip sonra da onları kobay olarak kullanmak işleri bittiğinde de onlar insan demeden malzeme gibi yakmaya çalışmanın yaratık olmaktan başka açıklaması yok.

Serdar’ın yerleşkede kobay olarak kullanılan insanları kurtarmakla Türkmen köyüne yapılacak olan kimyasal saldırı noktasını öğrenmek arasında hangisine öncelik vermesi gerektiği konusundaki kafa karışıklığını çok çabuk çözüme kavuşturmasına sevindim. Tabi bu kararında ekip arkadaşlarına duyduğu güvenin de payı büyüktü. Sonuçta Zehra ve diğerlerinin hedefteki köye gideceğini biliyordu. Hiçbir şey yapamasalar bile köyü boşaltabileceklerini düşünmüş olmalı. Buna kıyasla yerleşkede kötü muamele gören insanları yanmaktan kurtaracak kendisinden başka hiç kimse yoktu. Benim naçizane düşüncem bu seçimi yapmasında mantığından ziyade hislerinin daha büyük bir motivasyon kaynağı olduğuydu. Ailesinin gözlerinin önünde yanarak öldüklerini izlemek zorunda kalmış içindeki küçük çocuk başka insanların da onlarla aynı kaderi paylaşmasını istemedi. Hele de içerdeki çocukların çok daha kötü bir kadere mahkûm edilmelerine yüreği razı olmadı. Bu yüzden Serdar bu sahnede bin kaplan gücündeydi demek doğru olur.

Serdar’ın operasyon sahnelerini izlemeyi seviyorum. Özellikle de kendi başına yaptığı doğaçlama performanslarını izlemeye bayılıyorum. Bu operasyon da ötekilerden farklı değildi. Önce kendine has alaycılığıyla başladı sonra da eline geçirmeyi başardığı bir silahla ciddiyet kazandı. Serdar’ın yerli Terminatör gibi geride kalan teröristleri tek tek öldürmesini seyretmek çok heyecanlıydı. İnsanların canının tehlikede olması ve operasyonu tek başına yürütüyor olması yeterince gerginlik yaratıyorken bir de arka planda çalmaya başlayan müzikle beraber gerilimin de dozunun arttığını hissettim. Neyse ki Serdar yanar halde olduğu halde tünellerdeki kötü muamele gören insanları kurtarmayı başardı. Ayrıca kucağında çocukla tünelden çıktığı sahne bölümün en ikonik sahnelerinden de biriydi. Onu görünce aklıma Yağmur’u kurtardığı zaman onu da kucaklayıp götürdüğü aklıma geldi. Serdar çocuklar konusunda sahiden de çok hassas. Olur da ileride bir baba olursa çocuğunun üstüne düşen ama eğlenceli olan bir baba olacak bence.

Tünellerde tutsak tutulan ve üzerlerinde deney yapılan insanları kurtarmakla Serdar’ın işi biter mi hiç? Bir de geriye kalan sağ teröristlerden birini sorguya çekerek kimyasal bombanın köye atılacağı noktayı bulup oradaki teröristleri kurtarmaya koyuldu. Gerçi füze sisteminin yerleştirildiği yerdeki teröristlerin yerini eliyle koymuş gibi nasıl bulabildi bilmiyorum ama Serdar tam zamanında oradaydı. Elini beş saniye daha hızlı tutabilseydi o adamın füzeyi ateşleme eylemini de engelleyebilirdi. Ama ona takmış olan terörist yok mu uzaktan da olsa hemen onu tespit etmeyi başardı. Bu bölüm yirmi ikinci bölüm gibi Serdar dünya karşı bölümü olmuş. Bomba hariç her soruna Serdar çözüm buldu.

 

Türkmen Köyünde Operasyon: Hakkım Helal Olsun

 

“Terörist unsurlarla temas sağlandı mı?

Sadece görsel temasımız var. 15-20 civarı terörist unsur olduğunu değerlendiriyoruz.

Sivil hassasiyet üst seviyede. Caminin arkasındaki beyaz depoda topluyorlar.

Köyü temizleyip insanları tahliye etmemiz gerekiyor. 

 

Bölümün ilk yarısında Serdar’ı kurtarmak için düzenlenen operasyon sırasında Özel Tim’in hazırlık süreci ve ekiple olan etkileşimine makul ölçüde yer ayrıldığından senaristlerin aynı şeyi yazarak tekrara düşmek istememeleri gayet anlaşılabilir bir istek. O yüzden Özel Tim’in köye yapılan operasyonda nasıl bir anda belirdiklerini sorgulayacak hiç değilim ama kadın keskin nişancının operasyon esnasında Hulki’yi kurtarmasına bayıldığımı söyleyerek ben kendi kendimi tekrar edeceğim. Belli ki ben daha uzun bir süre bu detayın etkisinden çıkamayacağım. Bunu söylemekle birlikte karargâh ekibinin saha operasyonlarında kontrolünün daima Zehra’da olması da bu sahneler içinde hoşuma giden bir ayrı detay. O yüzden senaristlerimize Türk kadınının gücünü ön plana çıkardıkları için teşekkür ediyorum.

Serdar’ın bu bölümde seyretmeyi en sevdiğim sahnesinin o masum mültecileri yanmaktan kurtarmasıysa Zehra’nın da bu bölümde izlemeyi en sevdiğim sahnesi Türkmen köyündeki operasyon anlarıydı. Özellikle de koca koca ekip arkadaşlarının arasında elinde tüfeğiyle çatışmaya giren ve bir yandan köyü tahliye etmeye çalışırken öteki yandan da teröristleri temizleyen Zehra’nın bir anda karşısına çıkan terörist karşısında soğukkanlılığını kaybetmeyip bellik tabancasını çıkartarak adamı vurmasıydı. Bunu daha önce de söylemiştim ama tekrar söylemek istiyorum Zehra’m dizinin en iyi yazılan karakteri. Serdar’ın hislerine karşılık vermediği ve bir ilişki yaşama ihtimallerinin önünde engel teşkil ettiği için ona kızdığımız anlar oluyor ama ben Zehra’nın sorumluluklarının bilincinde çok katmanlı bir karakter olmasını seviyorum. Bir an geliyor kızını özleyen bir anne olarak bizi ağlatıyor; sonra başka bir an geliyor Serdar’la yaşayamadığı aşkı iliklerine kadar hissettiği sahnelerde aşık bir kadın olarak bizi gülümsetiyor. Hele de bunun gibi operasyon sahnelerinde içinden çıkan o savaşçı Türk kadını beni her seferinde bir şekilde büyülemeyi başarıyordu.

Bunu söylemesem içimde kalırdı o yüzden söyleyeceğim. Zehra, Hulki ve Sermet’i Özel Tim’le beraber bir Türkmen köyüne yapılacak olan saldırıyı durdurmaya çalışırken görünce aklıma “SÖZ” dizisi geldi. Sanırım yıllar önce bitmiş olduğu halde bu diziye olan sevgim asla bitmeyecekmiş gibi görünüyor. Ancak bu benzerliğin bir kısmının da aynı yapım şirketine ait olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum. Tabi yazar grubunun başında Ethem’in olmasının da bir etkisi olduğuna inanıyorum. Hele de Hulki’yi ve Zehra’yı oynayan iki oyuncunun da aynı dizide oynadıklarını düşününce kendimi Twilight Zone düşmüş gibi hissettim. Ki bunun kendi adıma iyi bir şey olduğunu söyleyebilirim.

Operasyon sahnelerin temposu ve mantıksal anlamda tutarlı oluşları beni tatmin etti. Özellikle de kesin nişancının tüfeğiyle yaptığı atışların etkileyici olduğunu söylemek istiyorum. Ağaçların otların arkasına saklanınca kurşundan kaçabilmek gibi saçmalıkların olmaması da muhteşemdi. Hulki’yi hayatını kurtaran hanımla shiplemedim diyemem.

 

 

Benim aklıma takılan tek sahnesi deponun kapısına yerleştirilen bomba düzeneğinin Zehra tarafından etkisiz hale getirilmesiydi. Tamam, bu gibi durumlarda ekipte mutlaka bir bomba uzmanını olması lojistik anlamda kulağa doğru gelse de bu kişinin Özel Tim’den biri olması gerekmez miydi? Bu iş neden Zehra’ya düştü ve tam olarak göremediği bir bombayı bu kadar çabuk nasıl etkisiz hale getirebildi? Uzay’dan yardım alması ve içeriyi daha net görebileceği bir açı bulması gerekmez miydi? En önemlisi de o deponun camları vardı unuttular mı diyerek eleştirdim. Ancak bütün bu eleştirilerime rağmen kapıyı açtıklarında karşılaştıkları depoya zincirlenmiş insanların varlığının üstüne bir de Serdar’ın teröristleri öldürdüğü ama füzeyi durduramadığını bu yüzden de köyü boşaltmaları gerektiğini söylediği anın çakışmasıyla heyecanlı ve tempolu bir biçimde bölümü tamamladık diyerek yazımı tamamlıyorum.

 

Yazıdaki fotoğraflar için  @CatDoctor_ ‘a teşekkürler…

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

 

 

Noel Pazarları
AVRUPA – En Güzel Noel Pazarları
sığacık ada masalı
SIĞACIK SEFERİHİSAR – Ada Masalı’nın Çekildiği Yer, Nam-ı Diğer Kırlangıç Adası
Alaçatı Tatil
ALAÇATI – Sanki Ege’de bir Vaha
gezdim gördüm san diego
AMERİKA – San Diego
Mekanlar Tarifler
Sütlü Tatlı
Yılbaşında Yapabileceğiniz 5 Şahane Sütlü Tatlı
LONDRA – Londra’da Öğleden Sonra Çayı
künefe
Bir Değil İki Değil Çok Çeşitli Künefe
BRIDGERTONE
BRIDGERTONE – Gölge Oyunları
BRIDGERTONE – Dearest Gentle Reader
Şimdiki Aklım Olsaydı (Si lo Hubiera Sabido)
ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI (Si lo Hubiera Sabido) – Ne Dilediğine Dikkat Et!
Poldark
POLDARK – Korkunun, Umutsuzluğun ve Sevginin Derinliklerinde
bergen
BERGEN – Bir Tek Şarkı Söylerken Utanmadım Ben
romantik komedi filmler
Latte Kıvamında Romantik Komedi Filmleri
Yarına Tek Bilet Elle Çekim
YARINA TEK BİLET – Belki de Karşılaşmalar Tesadüf Değil Kaderdir
BİZ BÖYLEYİZ – Olsaydı Nasıl Olurdu?
Deli Bayramı
DELİ BAYRAMI – Kim Akıllı Kim Deli, Nasıl Ayırt Etmeli?
evlat oyunu
EVLAT – Her Şey Çok Zor
übü hep übü
ÜBÜ HEP ÜBÜ – Übülük Müessesesi Üzerine
yaşamaya dair
YAŞAMAYA DAİR – Yaşamayı Ciddiye Alacaksın
Copy link
Powered by Social Snap