Teşkilat reyting ikinci bölümü de zirvede kapattı, üstelik ilk bölüme göre reytingleri 3 puan arttırıp 2021’in en iyi reyting oranları ile. Teşkilat Total’de 13,67 AB’de 14,95 ve ABC1’de ise 15.67 reyting aldı. İkinci bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
İkinci bölümü mühendislerin öldürüldüğü saldırıda çalınan SİHA güvenlik protokollerinin geri alınması için yapılan operasyonda Serdar’ın karşılaştığı büyük sürprizin hayatında nelere sebep olduğunun gösterilmesiyle başladı. Dosyayı almaya gelenin sevgilisi Ceren olduğunu fark eden Serdar hem özel hayatında hem de uğruna hiç düşünmeden canını feda edebileceği ülkesi için olan sadakatinin sorgulandığı iş hayatında büyük bir yıkım yaşadı. Sadık olup olmadığının ispatlanması için Teşkilat tarafından yapılan sorgusunda yalan makinesine bağlanarak kendisine Ceren hakkında birtakım sorular yöneltildi.
Bu sorularla birlikte bizde Ceren ve Serdar’ın ilk tanışmasına doğru zamanda kısa bir yolculuk yaptık. Altı ay önce meğerse bir havaalanında romantik komedilere yaraşır bir tanışmaları olmuş. Ceren fazla ağır olan bavullarını güvenlikten geçirme konusunda sorun yaşarken Serdar ona yardım etmeyi önermiş. Bavulların ağırlık kapasitesini aşması nedeniyle geçirilemediği güvenlikte yaşanan ufak çaplı kriz, Serdar’ın bavulları değiş tokuş yapma şeklindeki önerisiyle bir çözüme kavuşturulmuş. Kendisine devamlı olarak yöneltilen “Hiç şüphelenmedin mi” sorusuna “hayır” cevabını veren Serdar’ın düştüğü durumu düşününce içim sızladı. Adam basit bir mantıkla ilk iletişim kuran kendisi olduğu için Ceren’den hiç şüphe etmemiş.
Bir Türk ajanı nasıl böyle bir duruma düşer diye sorgulayan olmuştur. Ancak sahneyi ikinci kere izlediğimde normalde bir kadının kaldırabileceğinden daha ağır bir bavulla havaalanı güvenliğinden geçemeyip zorda kalmasını, ek ücreti ödemeye maddi gücünün yetmemesini ve sırada bekleyenlerin acele etmesi gerektiğini söyleyen taleplerini düşündüğümde olayın iyi tasarlanmış bir oyun olduğuna kanaat getirdim. Hiçbir centilmen zorda kalmış bir kadına yardım etmeden duramazdı hele ki o kişi milletini korumak için yetiştirilmiş biri ise. Sürekli operasyonların neden olduğu insanları karşı karşıya kalmış oldukları zor durumlardan kurtarma alışkanlığı, özel hayata da kahramanlık kompleksi şeklinde sirayet etmekteydi. Üstelik Serdar’ın açıkça hedef seçildiği bu oyuna Ceren’in hazırlanmak için kim bilir ne kadarlık bir süresi vardı.
Sorgu odasında yaşanan gerginlik, bir kız yüzünden sadakatinin sorgulanmasının neden olduğu öfke ve arka planda müzik ne olduğunu çözemediğim gürültülü sahnenin etkisini tırmandırıyordu. Mete Başkan’ın ailelerle konuştuktan sonra sorguyu izlemeye dönmesiyle birlikte sorgulanmaktan sıkılan Serdar’ın vermiş olduğu esprili cevaba tanık olduk: “Beraber çalışıyoruz. Bizi Ceren’le birlikte buraya gizli bir görev için yolladılar. Buraya bu dünyaya. XCN-12 gezegeninden yollandık. Küçük yeşil organizmaların hükmettiği bir imparatorluk. Bizi gizli bir görev için yolladılar. İnsan neslini yok etmek için. Çünkü siz insanlar uzayı da koskoca bir çöplüğe çevirdiniz. Yüce imparator Mibar’ın oğlu Timar dedi ki gidin şu insanların bir kulağını çekin, akılları başına gelsin.” Adam gözlerinin içine baka baka ben istersem yalan makinesini bile kandırırım dedi ki çok havalıydı.
Bütün bu sorguyu camın arkasından izleyen Mete Başkan’a odaklandığımızda ise bir anda gündem değişti. Geçen haftaki sözde uçak kazasında ölen yakınları hakkında bilgi alabilmek için gelen aile fertleri Mete Başkan’ı bekliyordu. Geçen hafta aile yakınlarının verdikleri tepkilerin yetersiz kaldığını eleştirmiştim. Bu hafta bir cenaze işlemleri olmadı ancak Uzay’ın karısının “Bu kadar mı açıklamanız?” şeklinde daha fazla cevap talep eden tutumuna, Hakkı’nın oğlunun “Benim babam yok mu şimdi?” hüznüne, Hulki’nin annesinin haberi alır almaz kocasının geçirmiş olduğu kalp krizi yüzünden ocağına düşen ateş konusunda sitemine ve Zehra’nın eski eşinin bu ölümü kızına nasıl anlatacağını bilmediği itirafına tanıklık ettik.
İlk başta acaba bir duygu yoğunluğu geçmeyecek mi diye endişeli bir şekilde izlediğim sahneden biraz olsun tatmin olmamı sağladığını söylemeliyim. Çalıştıkları işin hassasiyeti dolayısıyla Mete Başkan’ın fazla detay veremeyeceğini söyleyen açıklaması belli ki Uzay’ın eşini tatmin etmedi. Bu işin peşini pek bırakacağa da benzemiyor. Ancak onun bu merakının ilerde gerçekleri ortaya çıkarma konusunda bu tim üyelerinin hayatını tehlikeye atacağından çekiniyorum. Aile yakınlarının çektiği acı ne kadar büyük olursa olsun, aktif istihbarat çalışanlarının nerede ve nasıl öldüğü hakkında detaylı bir bilgi operasyon içeriği dolayısıyla verilemez. O yüzden de bu sahneye gerçeğe yakın buldum. Tabi Mete Başkan’ın ailelerle birlikte dolan gözlerini de.
Hulki’nin babasının kalp krizi geçirdiğini duyar duymaz Mete Başkan’ın devletin tüm sağlık imkanlarından faydalanabilmesini sağlamak için aldığı önlemler de beni pek şaşırtmadı. Çünkü basında yankılanan sahte haberlerin aksine bu devlet, kendinden olanın üzerinde her daim ulu bir çınar olmuş ve halkına her daim kol kanat germiştir. Ancak bu sahnede beni en çok etkileyen şeyin Hakkı’nın oğlunun “Benim babam yok mu şimdi?” sorusuna Mete Başkan’ın verdiği “Senin baban artık benim” cevabıydı. Bu bir nevi seni baban artık bu Türk Cumhuriyeti demekti. Bu söylemle birlikte aklıma ilk bölümde annesi ve babasını kaybeden küçük Serdar’a vermiş olduğu cevap geldi. Ancak içlerinde işi en zor olan Zehra’nın eski eşi bunu kabul edelim. Çünkü o, henüz yedi yaşında olan bir çocuğa annesinin öldüğünü açıklamak zorunda.
Ekip üyelerinin düşen uçak haberini izledikten sonra ölümlerine dair yaptıkları yorumlar da ilginçti. Kaza yapan gerçek bir uçağın olup olmadığı konusundaki teoriler bile havada uçuştu. Her birinin aklı ölüm haberlerini alan sevdiklerinin ne halde olduğundaydı. Ne de olsa onların yaşadığı “ölmeden evvel ölmekti”. Biz Pınar’ın bir ailesi yok sanırken durumunun uzun hikâye olduğunu söylemesi beni bir meraka sürükledi. Bakalım bunun altından ne çıkacak? Asıl Uzay’ın verdiği “Benim Hanım bu olaya pek üzülmemiştir” tepkisi sahnenin bütün ciddiyetini alıp götürdü. Uzay Bey’in sosyal becerileri pek iyi değil belli.
Heroes vs. Villains
Pascal’ın hala Türkiye’de olduğuna dair beklenen haberin gelmesiyle birlikte ekibimiz yeni bir operasyonun düğmesine basmış oldular. Gözetim teknolojisinde meydana gelen gelişmeler sayesinde artık araçların içinin bile bir izlenebiliyor olması istihbarat açısından iyi ancak insani boyutta düşünüldüğünde ürpertici bir durum.
Her an izlenebiliyor olmamız kendimi bir George Orwell romanı olan 1984’ün içindeymişiz gibi hissettirdi☹
Pascal’ın telefon görüşmesiyle birlikte de işin terör ayağı olan Zayed’e dönüş yapmış oldum. Görünüşe göre saldırı sonrasında Berlin’de buluşma planları pek yolunda gitmiyordu. O buluşma noktasına çoktan varmış olmasına rağmen Pascal henüz ülkeden bile çıkış yapma imkânı bulamamıştı. Her yanının sarılmış olması ve yakalanacağına dair korkusu, aslında MİT’in ne kadar da kudretli bir yapı olduğunu ima eder cinsteydi.
Varlığından haberdar olan Teşkilat tarafından altı ayrı arabayla 7/24 takip edilmeye başlanan Ceren’in bir diğer misafiri ise olan bitenden dolayı öfkeli olan Serdar’dı. Onun yüzünden hizmet etmekten gurur duyduğu bu vatanın gözünde “hain” damgası yemişti. Mete Başkan onu Ceren ile kurmuş olduğu bağlantı dolayısıyla kullanmak istedi. Ancak Müsteşar belli ki oluşan güvenlik izafiyetinden dolayı aynı fikirde değildi. Serdar evin önüne geldiğinde Ceren’i izleyen istihbarat üyeleri tarafından durdurulmaya çalışıldı. Ancak Serdar bir araba alarmı sayesinde hem orada olduğunu Ceren’e duyurmuş oldu hem de istihbarat üyelerini kaçırmayı başardı.
Arabanın çalan alarmıyla dışarı fırlayan Ceren karşısında “Aşkım” diyerek kollarını ona açmış bekleyen bir Serdar görünce çok sevindi ama aslında neye sevindiğinin farkında değildi. Zira Serdar ona artık çok farklı gözlerle ve çok farklı bir niyetle bakmaktaydı. Serdar başlarda biraz tutuk ve düşünceliydi. Sevdiği biri tarafından kandırıldığını öğrenen herkes biraz tutuk olurdu ama işine duygularını karıştırmamayı çoktan öğrenmiş olması gerekirdi. Ceren ise tahmin ettiğimden çok daha iyi bir oyuncuydu. Serdar’a bakarken gülümsemesi, gözlerinin içine bakarak samimiyet bağı kurması ki Serdar’ın tutukluğu onun da gözünden kaçmadı: “Sen iyi misin? Bir şey mi oldu, işle ilgili?” sorularını yöneltmekte geç kalmadı.
İnsanlar arasında genel bir kanı vardır: O da “her şeyin taklitti olur ama duyguların ve samimiyetin taklitti olmaz.” Benim size tavsiyem bu genel kanıyı unutmanız yönünde olur. Zira her şey gibi duyguları da taklit etmek mümkündür. Sadece yalanına ne kadar inandığına, karşındakinin sana inanmaya ne kadar hevesli olduğuna ve ne kadar özverili olabildiğine bakar. Yeri gelir bütün dünyayı bile iyi biri olduğuna inandırırsın. Bunu acı bir şekilde deneyimlemiş biri olarak söylüyorum “fake it till you make it” bir hakikat. Önce yalanına birazcık da olsun inanmayla başlar sonra bir bakmışsın, bir bakışınla bir gülüşünle bir sözünle ve günün nasıl geçtiğini sormak gibi basit bir iletişim tekniğiyle Serdar gibi bir hainin ağına düşmüşsün.
“Niye öyle bakıyorsun bana?” sorusunun ardından gelen Ceren ve Serdar sahneleri adeta gerilim filmlerini aratmayan cinsteydi. İhanete uğramış kahramanımızla ihanet eden düşmanı arasında gerilime dayanan tutkulu bir tango izliyordum. Bu sahneyi benim kadar seven oldu mu bilmem ama Çağlar-Ezgi arasındaki uyum kelimelerle anlatılamayacak kadar iyiydi. Ezgi’nin oyunculuğunu alışık olduğumuz kalıpların dışında da görme fırsatı elde etmiş oldum. Bu halleriyle bana Nikita-Micheal ilişkisinin ilk sezondaki halini anımsattılar.
Serdar’ın sevgilisinin yüzüne dokunup iltifat ettiği ve elini boynuna götürdüğü sahnelerde görünüşte sevgili olan ama birbirlerini boğmak için her an fırsat kollayan iki düşmanı soluk almaksızın izliyordum. En son Ceren’in boynunun ağrımasını fırsat bilerek ellerini boynuna götüren Serdar’ın aklından geçeni izlediğimiz sahnede içim ürperdi. Bir insanın boynunu kırmayı hayal etmek nasıl bir şeydir bilemem ama bir zamanlar sevdiğin bir insana karşı büyük bir nefret duymayı ve onu neredeyse boğmak istemenin nasıl bir his olduğunu iyi bilirim. Üstelik kızımız Ceren de bu sahnede pek masum değildi. Serdar’ın hali ve tavrından şüphelenmiş olacak ki eli lazım olursa diye bıçağın üstündeydi ki tam da bu esnada Serdar’ın telefonu çaldı.
Mete Başkan “Kimsenin kişisel duyguları bu ülkeden daha önemli değildir. Bunu sana öğrettiğimi düşünüyorum, Serdar” diyerek ikaz etti. Neyse ki Serdar bu uyarı ciddiye aldı. En azından şimdilik öfkesini dizginlemeye karar verdi. Ceren’in Berlin’den dönünce kendisine soracağı şeyi hatırlatması almış olduğu yüzüğü düşününce Serdar’ın canını epey yaktı. Ancak çabuk toparlanıp “İşi bırakıp senin yanında çalışmaya mı başlasam” demesi güzel bir baştan savma taktiği oldu.
Ceren daha bu konuda herhangi bir yorum yapamadan telefonuna mesaj geldi. Rahatça anlaşmak için şifre kullanıldığını duymuştum ama bunun için “kan bağışı” kisvesi altında kullanılan bir aplikasyonun kullanılması gerçekten şeytanice. Banyoya gidip acil tahliye planını öğrendiğinde Ceren hemen evden çıkabilmek için kan bağışını bahane etti. Evden çıkmayı başardı ancak bilmediği şey Serdar tarafından takip edildiğiydi. Bu takip Serdar’ı şüphelendiği gibi bir hastaneye değil; dükkâna getirmişti. Serdar bir köşeden onun dükkân sahibine verdiği parayı gördü. O dükkândan çıktıktan sonra Başkan’a haber verdi. Ne olup bittiğini anlamak için içeri girdiğinde olayın Pascal’ın yurt dışına kaçırılması olduğunu anladığında da yeniden Başkan’la irtibata geçti.
Ekibin ilk davası SİHA güvenlik protokollerinin çalınması olduğundan, dosyayı teslim alan Ceren hakkındaki her şey ekibin önüne geldi. İlk etapta amaç Pascal’a ve çalınan belgelere ulaşmak olduğundan Ceren’in evine girmek için ilk operasyonlarına hazırlandılar. Söylemeden geçemeyeceğim ki her türlü silahın ve kıyafetin bulunduğu o oda neydi öyle! Kendimi gerçekten bir ajan filminde gibi hissettim?
Doğalgaz şirketi kılıfıyla bir minibüs içine tıkılarak olay yerine vardılar. Olay yerine gelir gelmez operasyonun beyninin kim olduğu belliydi: Zehra. Soğukkanlılıkla her şeyi hesaplama özelliği bu operasyona liderlik etmek için kendisine mükemmel bir imkân sağlıyordu. Aldığı ilk karar Pınar’ın minibüste kalarak etrafı gözleme yani gözcü olma görevini vermesiydi. Evin kapısına geldiklerinde ilk hamle Hulki’den geldi. Kapıyı açmak için kullandıkları aparat gerçekten de ajan filmlerini aratmayan cinsteydi. Davetsiz gelen komşuyu Zehra’nın başından savması büyük bir soğukkanlılık ve inandırıcılık gerektirirdi ki bu konuda gerçekten iyiydi.
Sosyal medyada yapılan eleştirilerin aksine özellikle operasyon sahnelerindeki profesyonelliği, planlamacı yapısı nedeniyle Zehra’yı ve dolayısıyla da Deniz Baysal’ı övdüğüm için birçoğu bana kızacaktır. Ancak kabul edin ki işindeki profesyonelliği ile ekipteki birçok isme göre en az bir adım önde.
Kapı açıldığında Zehra’nın komutuyla Uzay devreye girdi. Eve girmeden önce herhangi bir güvenlik sisteminin olup olmadığı kontrol etti. Ancak Hulki’nin bunu düşünmeden içeriye girmek istemesi bana pek de profesyonel gelmedi. Sonuçta düşman safında yer alan bir ajanın evine giriyorsun. Ancak yanlarında taşıdıkları bir çanta dolusu alet bana ajan filmlerindeki yüksek teknolojik aksesuarlardan çok daha gerçekçi geldi. Evde yapılan araştırma sonucunda Uzay, evde harekete duyarlı bir cihaz olduğunu tespit etti.
Uzay bulduğu her fırsatta siber uzmanı olmadığını söylese de analist olmanın sağladığı risk değerlendirme uzmanlığı çözüm üretme konusunda onu biçilmiş kaftan yapıyordu. Ancak çok yavaş hareket etme şeklinde bulunan çözüm önerisi bana zaman doldurmak için bullunmuş bir yöntem gibi geldi. Ne akıllıcaydı ne de izlemesi keyifliydi. İnsanın karşısındaki ajan olunca daha havalı ve akıllıca bir yöntem bulmasını bekliyor. O yüzden bu sahneleri beğendiğimi söyleyemem. Üstelik cihazı nasıl etkisiz hale getirdiklerini de göstermediler.
Ancak dizinin müzik olarak eksik olduğunu söyledikten bir hafta sonra yapılan gerilim müziği gerçekten iyiydi, ben beğendim. Söz dizisinde yapılan müziklerin aksine bu dizide kullanılan müzikler daha Avrupai bir yapıda.
Tam her şey bitti derken asıl sürpriz Zehra’dan geldi. Mutfağın önünden geçen Zehra, buzdolabına asılı olan Serdar ve Ceren’e ait fotoğrafları gördü. Görür görmez de Serdar’ı Teşkilat’ın otoparkında gördüğünü anımsadı. Daha sonra araştırmak için hemen bir fotoğrafını çekti. Ancak orada bulduğu tek bomba bu resim değildi. Aynı zamanda Ceren’in başka ülkelere ait olan dövizlerinin, pasaportlarının, silahının ve SİHA’lara ait olan güvenlik protokollerinin bulunduğu dosyanın olduğu kasayı buldu. Ancak kasayı açma fırsatı bulamadan evi tahliye etmek zorunda kaldılar. Detayları fark etme konusunda Zehra’nın işinde çok iyi.
Kahramanlarımız Serdar sayesinde Ceren gelmeden önce aletlerini ve evi toparlama konusunda kısa da olsa zaman kazanmışlardı. Üstelik Mete Başkan’ın emirlerine karşı gelerek Pascal hakkında toplamış olduğu bu istihbarat Serdar’ın ekibe de katılmasının önünü açmıştı. Ekip yakalanmamak için toparlanırken Hakkı herkesi riske atmama adına bir fedakârlık yaptı. Ve onlara kendini beklemeden gitmelerini söyledi. Buna gerek var mıydı bilemedim ancak hareket sensörünü yeniden birinin çalıştırması gerekiyordu. O kişi de Hakkı olacaktı.
Ekip tam Ceren’e yakalanmak üzereydi ki Pınar gösterisini yaparak Ceren’i oyalamayı başardı. Peruklu ve hamile bir şekilde karşımıza çıktığı anda bir şaşırmadım diyemem. Onun bu ekipteki rolünün de ne olduğu açık ve net bir şekilde ortaya konmuş oldu. Ceren gibi bu devletin aleyhine çalışan birinin zor durumdaki bir kadına yardım etmesi bana biraz tezat gibi geldi. Ancak sonuçta insanoğluyuz, karmaşık olmak bize özgü deyip geçiyorum. Yine de bir insan hem ambulans çağırıp hem de birinin elinden tutabilir. O kadar da iyi bir bahane değildi, aceleye gelmiş bence diyorum. Pınar’ın normalde nasıl olduğu konusunda henüz kafamda net bir resim oluşmadı ama başka karakterleri oynamak konusunda el çabukluğu olduğu gözümden kaçmadı.
Şer İttifakı Görüşmeleri
Zayed’e döndüğümüzde onu önemli bir siyasetçiyle görüşmede buldum. Konu ortak düşman olarak gördüğü Türkler. Ancak Parlamento üyesi Zayed’in beklemediği bir üslupla “Türkleri kastediyorsanız onlar düşmanımız değil. Burada hep beraber yaşıyoruz” şeklindeki tutumunu dile getirdi. Sonrasında Fayed’in bu tutuma karşı özellikle Fransa başta olmak üzere Avrupa Devletlerin Türkler hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği ifade aslında ne kadar da doğru, değil mi? Sahip oldukları güçle bizi parçalamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Zayed görüşmelerine hiç ara vermeksizin Avrupa’nın en popüler dergilerinden birinin editörüyle de yemekte buluşuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nden hala Osmanlı olarak söz etmeleri bile hala geçmişteki başarılarımızın tarihteki izlerinden kurtulamadıklarını gözler önüne seriyor. Er meydanında yenmeyi başaramadıkları Türkleri basında karalayarak kendilerini batıni davalarında haklı göstermeye çalışıyorlar.
“Türk’ün işi zor çünkü bütün dünyayla karşı karşıya gelmek zorunda ama dünyanın işi daha zor, çünkü onlar Türkler ile karşı karşıya gelmek zorundalar” sözü boşuna söylenmemiş. Türk’ün gerçekten tek bir dostu yok. Avrupa hala Türklere ait devletleri parçalayıp aralarında pay etme peşindeler. Çünkü bir millet olarak Suriye, Libya, Azerbaycan ve Akdeniz’deki askeri başarılarımızın çıkarlarına engel olmasından korkuyorlar.
Karargâha döner dönmez Serdar’ın güvenilirliğine dair şüphelerinden kurtulmak için Zehra’nın izlediği ilk yol, Uzay aracılığıyla Serdar’ın personel dosyasına ulaşmaya çalışmak oldu. Ancak Serdar’ın dosyası yetki alanlarının dışındaydı ve yapmış oldukları bu araştırma Başkan’a da yetkili mercii tarafından bildirilmişti. Mete Başkan Serdar’ın dosyasına kimin neden baktığını sorduğunda Zehra’nın “Ceren ile ilişkisi var. Muhtemelen bu adam sızdırdı. Birlikte çalışıyor olabilirler. Serdar Kılıçaslan büyük ihtimalle bir hain. Üstelik Teşkilatta çalışıyor. Ceren’in onu da elemanladığını düşünüyorum” demesinin tam üstüne Serdar gelmiş oldu.
Ceren’in sevgilisinin bir Teşkilat mensubu olmasının neden olduğu yankı üzerine gelen Serdar’ın pek iyi karşılanmadığını söylemek doğru olacaktır. Kendisine bu kadar tepkiyle yaklaşıldıktan sonra bir de ekibe katılıp saha operasyon sorumlusu olacağını söylenmesi Zehra nezdinde küçük bir kıyamet kopardı. Zehra bu karara karşı gelerek Başkan’a “Her şeyi tehlikeye atıyorsunuz” şeklinde bir uyarıda bulundu. Serdar’ı uzun zamandır tanıdığını söylemesi üzerine birtakım soruların da sorulması kaçınılmazdı. Bunlardan ilki Pınar’ın sorduğu “Kızın yanına bilerek mi sokuldu?” sorusuydu. Kıza yanaşmasının bir oyunun parçası olup olmadığı sorulurken Serdar’ın verdiği tereddütsüz ve dürüst cevap etkileyiciydi: “Maalesef doğru değil. Öyle olmasını isterdim ama. İlla merak eden birisi varsa her şey güzel bir aşk hikayesi olarak başladı.” Dedim ya kimse ondan daha fazla kendini yargılamıyor çok doğru ama bu durumun bir de istisnası var, Zehra.
Ölmeden ölmüş olanlarla tanıştırdığında kendisinin ne zaman öleceğini öğrenme konusunda epey sabırsız bir Serdar vardı karşımızda. Ancak bu hevesine rağmen Serdar ölecek olan o şanslılardan biri değildi. Çünkü hala bağlantıda olduğu Ceren sayesinde ulaşılmaya çalışılan gizli bir ağ mevcuttu. Hulki ve Hakkı Başkan’ın bir sözüyle Serdar’a güvenmeye hazırdı ancak Zehra bu konuda daha çok baş ağrıtacağa benziyordu.
Belli ki Zehra’nın Serdar’a güvenebilmesi için Mete Başkan’ın sözünden çok daha fazlasına ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacı karşılamanın ilk tohumu da Serdar’ın mühendislerin öldürülmesinden dolayı aranan Pascal’ın kaçış planının ne olduğunu bildiğine dair bir bilgiyle gelmesiydi. Onun gümüşçü dükkanına sahip bir insan kaçakçısı tarafından ülkeden çıkarılacağına dair bilgilendirmesi ekip için yeni bir operasyonun da fitilini ateşlemiş oldu. Başkan bu konuyla ilgilenmesi için hemen takip konusunda uzman olan Hakkı’yı görevlendirdi.
Uzay’ın “Benden böyle bir şey istediğiniz zaman ben geriliyor. Yapamadığım zaman kendime kızıyorum. O zaman da strese giriyorum. Strese girince ben kaşınıyorum. Ben kaşınmayı sevmiyorum, Başkanım. O yüzden o adam lazım” şeklindeki savunmasına gerçekten çok güldüm. Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama Uzay şu anda en iyileri olabilir. Adam espri yapmaya çalışmadığında bile komik olabiliyor. Hele de o bu açıklamayı yaparken Serdar’ın kaşının oynaması ve Hakkı’nın yüzündeki ifade net bir şekilde beni temsil ediyordu.
Hulki’nin her olayı döverek çözmeye çalışması da ayrı bir olay. Adam sadece kas gücünden ibaret bir Teşkilat ajanı gibi görünüyor. Hali ve tavrı bana fazlasıyla kaba geliyor, karaktere bir türlü ısınamadım. Uzay ile iki ayrı ucu temsil ediyor gibiler. Serdar konusundaki kararı sorgulaması bana Başkan’ı mı sorguluyor dedirtse de Zehra aslında Başkan’ın ilk bölümde Serdar’a yaptığı uyarıyı eyleme döküyor: “Başarısız olmak istemiyorum. Birinin buradaki her bilgiyi muhtemelen başka bir gizli servise uçurmasını istemiyorum. Ben paranoya yapmıyorum. Ben işimi yapıyorum. Bu devlet bana her şeyden şüphe etmem için maaş veriyor.” Haklı, Serdar’da onun kadar dikkatli olsaydı şimdi “hain” damgası yememiş olurdu.
Ve gelelim Zehra ve Serdar’ın yalnız konuşma sahnesine. Bu sahnede görünüşte birlikte çalışma konusunda enerjileri uyuşmamış iki ajanın yaptığı sıradan bir konuşma ve kahvesini elinden alarak Zehra’nın verdiği küçük bir göz dağı var. Ama daha derinden bakınca vücut diller ve ne söyledikleri bu sahneyi çok daha önemli kılıyordu. Bir kere Serdar sahada herhangi bir planı olmadığında taktirde doğaçlama yapmaya alışmış bir adam. Zehra ise her operasyonun en ufak detayını bile planlamış, sahadan ziyade arka planında hizmet vermiş bir kadın. Karakter olarak taban tabana zıt olmalarına Zehra’nın şüpheleri de eklenince bana bu çiftin fanı olanlara şimdilik şapkalarınıza hâkim olsun demek düşüyor.
Serdar’ın yalan makinesini bile kandırdığı eninde sonunda herkesi kandırabileceğine dair söylemi karşısında Zehra’nın kendinden emin tavrı Serdar’ın dikkatini çekti: “Bazı acılar vardır Serdar Bey, hayal bile edemezsin. Adamı bülbül gibi öttürür” şeklinde bir cevap vermesi beni düşündürdü. Zehra’yı ne kadar iyi tanıyoruz? Ne demek istiyor? Acaba ekip üyelerinin geçmişlerine döndüğümüz bölümler yapılacak mı? Ben sadece Serdar’ın çocukluk yaralarını biliyorum. Zehra’yı motive eden şeyin ne olduğunu bilmiyorum.
Serdar’ın “Ben o acılarla çocukken oyuncak diye oynadım, Zehra Hanım” şeklindeki cevabının sahnenin gerilimini tırmandırmadığını söylemeyin, yalan olur. “Gözüm üstünde olacak” söylemine “sorun değil, kadınların gözünün üstümde olmasına alışığım” şeklinde bir cevap vermek nedir ya? Asıl “görev dönüşlerinde seni ne kadar özlediğini söyler miydi” demek nedir ya?
Operasyon: Prison Break
Her siber uzmanına ihtiyaç duyduklarında Mete Başkan’ın Zehra’ya o olmaz diyerek itiraz etmesine bir anlam verememiştim. Ancak Uzay’ın kendinden bu konuda bir şey istenildiğinde ne kadar gerildiğini devamlı dile getirmesinden sonra Mete Başkan teslim oldu. Zehra hapishaneye ekibe dahil olacak üyeyle görüşmeye gitti. “Nerede oğlum, o paralar?” diyerek tepesine tünemiş bir oda dolusu adam varken tanıştım kendisiyle. Kendi çabasıyla sanal para kavramını anlatmaya çalışıyordu. Teknoloji çağının eski usul suçlularla bir araya geldiği o sahnelerde umarım amaç güldürmekti. Çünkü ben bu sahnede gerçekten gülmeme engel olamadım.
Gürcan’ın ziyaretçisi geldi de yeni usul suçlumuz eski usul bir şişlenmeye kurban gitmedi. Zehra’nın “Seni buradan çıkarmaya geldim” deyişi adeta “yaşamak istiyorsan benim gel” tarzıyla Terminatör’ü anımsattı. Gürcan’ın devlet konusundaki görüşlerini paylaşan çok insan var da biri bile çıkıp yerine konulabilecek daha iyi bir sistem önerisinde bulunmadı. Zehra’nın “Ben İstihbarata çalışıyorum. Ben düşmanım yoktur, ilişkilerim vardır. Söylediklerimi yap yarın özgür biri olursun” şeklindeki cevabı bu tarz dizileri neden sevdiğimi hatırlattı. Tek başına C Bloğunda başlayan yolculuğu ölmeden ölmüş süsü verilen diğer üyeler gibi olmasına ve hapishaneden çıkmasına fırsat sağladı. Üstelik karşılayanın da Pınar olması bir işaret olmalı diye düşündüm. Ancak en büyük sürpriz Gürcan’ın Mete Başkan’ın oğlu olmasıydı. O anda taşlar yerine oturdu.
Hakkı yanına Pınar’ı da alarak insan kaçakçılığı yoluyla ülkeden çıkacak olan Pascal’ın peşine düştü. Bunun için önce gümüşçü dükkânı olan adamın yanına gittiler. Hakkı yüklü miktarda para, kızının hasta olduğu yalanı ve Suriyeli geçmişi gibi bahanelerle adamı, kendilerini yolculuktan önceki buluşma noktasına götürme konusunda ikna etmeyi başardı. Adresi alır almaz operasyon çarkları dönmeye başladı.
Plan gayet basitti. Hakkı ve Pınar kaçakçıların aracına binerek Pascal’a içine ilaç koyulmuş böreklerden birini yedireceklerdi. Zehirlendiği taktirde de durumuna müdahale etmek için aracı durdurmak zorunda kalacaklardı. Tam bu esnada aracı durdurduklarını gören Hulki ve Serdar kamyona yaklaşarak herhangi bir ambulans gelmeden Pascal’a doktor gibi müdahalede bulunacaklardı. Hedefin zehirlendikten beş dakika sonra kalp atışlarının durmasını fırsat bilerek hastanın acil hastaneye nakledilmesi gerektiğini söyleyip kendi araçlarına alarak kaçıracaklardı. Bir aksilik olması durumunda ise çevirme bahanesiyle polisler tarafından durdurulan araca Hakkı ve Serdar müdahale edip adamı alacaklardı. Bu sırada Pınar üzerindeki kamera ve mikrofonlar sayesinde Zehra da karargâhtan destek sağlayacaktı. Ancak hiçbir şey planlandığı gibi olmadı.
Daha araca bindikleri anda astım krizi geçiren kızının varlığı Pınar’ı fazlasıyla zorlamaya başlamıştı. Üstelik hedef de daha ortada yoktu. Araca sonradan binen Pascal’ı börekten bir ısırık almaya ikna edemediler. Ortaya çıkmamak için fazla ısrarcı olmayınca da A planı haliyle suya düştü. Aracı çevirme noktasında basıp adamı alma planına doğru dönüş yaptıkları sırasında aracın içindeki mülteci kızlardan birinin geçirdiği astım krizi tüm planları bozdu. Pınar Zehra’nın tüm ikazlarına rağmen kesin emre karşı çıkarak kıza yardım etmek için yer değiştirdi. Pınar belli ki kılıktan kılığa girme konusunda çok başarılı ama emirlere uyma ve sivillerle etkileşime girmeme konusunda pek de iyi değil. Ben bu itaatsizliği fazlasıyla amatörce buldum.
Sahnenin gerilimi artırmak ve çatışma sahnesine zemin hazırlamak için yapılmış bir teknik taktik. Ancak bu tür sahneler yazılırken ele alınan karakterlerin İstihbarat uzmanı oldukları ve bu karakterlerin gerçek olmasalar da MİT temsil ettikleri gerçeğine dikkat etmeleri gerekiyor. Senarist grubu bence bu konuda geçmişinde İstihbarat deneyimi olan birilerinden destek almalı. Çünkü o küçük kıza ettiği yardım yüzünden kız Pınar’ın yüzünü okşadı ve Pınar’ın kulağındaki iletişim cihazı Pascal tarafından fark edildi. Hakkı da bu şartlar altında silahını ateşlemek durumunda kaldı. Tabi bu çatışmada şoför vuruldu ve kızın annesi Pascal tarafından rehin alındı. Araç durduğunda Serdar ve Hakkı ile Pascal arasında canı için çok korkan bir sivil bulunmaktaydı.
Serdar saha operasyonları sorumlusu olarak Zehra’nın ikazlarına rağmen kendi durum değerlendirmesini yaptı. Kendi karısını soğukkanlılıkla öldüren bir adamın ne rehin aldığı kadını ne de kamyondaki diğer sivilleri canlı bırakmayacağını düşünerek silahını bırakıyormuş numarası yaptı. Sonra Pascal’ın boşluğunu yakaladığı anda ateş ederek onu etkisiz hale getirdi. Ancak neresinden vurduğunu göremedim. Sonrası ise malum. Her ne kadar Zehra kızmış olsa da Başkan gibi ben de alınan kararın doğru bir karar olduğuna inandım. Ancak kimse Zehra’yı dinlemeyecekse hattın öteki ucunda olmasının da ne anlamı var diye düşündüm. En kısa zamanda bir ekip olmayı öğrenmeleri gerekiyor.
Pascal’ın araca bindiği andan itibaren kamyonu takip eden bir başka aracın varlığı daha söz konusuydu. Hulki çatışmayı sevdiğinden bu araçla herhangi bir çatışmaya girme ihtimali onu çok sevindirdi. Kamyon, şoförü vurulduktan sonra durmak zorunda kaldı. Serdar Pascal’ı almak için kamyona koşarken Hulki de araçlarına ateş açan elemanın peşine düşmekle meşguldü. Birbirlerine belli bir mesafeden ateş etmekle bu çatışmanın sonunun gelmeyeceği kesindi de Hulki’nin ateş eden diğer adamı durdurmak için bulduğu yol, bir aracının kapısını söküp üstüne saldırmaktı. Gerçekten mi? Ben kahraman filmi başka kanalda oynuyor diye biliyordum ama neyse. Üstelik o kapıyı ne ara söktü nasıl söktü insan düşünmeden edemiyor.
Pascal’ı yakalama hedefi gerçekleştirildikten sonra ekip “black site” tarzı kendi özel hapishanelerine ufak bir ziyarette bulundular. Bu hapishane her odası hücre şeklinde tasarlanmış hapishanelerden biriydi. Keşke biraz daha özen gösterilmiş bir mekân olsaydı ama neyse deyip geçiyorum. Başkan Pascal’ı ziyaret etmek için hapishaneden içeri girdi. O sırada Hulki de Murat’ı konuşturmanın peşindeydi. Bu sayede sadece Pascal’ı değil; saldırıda rol oynayan bir diğer eleman olan Murat’ı da yeniden görme fırsatı yakalandı. Pascal’ın başındaki çuval çıkarıldıktan sonra kısa bir süreliğine de olsa Serdar’ı, Zehra’yı ve Başkan’ı onun gözünden gördüğümüz kamera açısı güzel detaylardan biriydi. Henüz tam ayılamamanın neden olduğu konsantrasyon sorunu ve bulanık görme benim hoşuma gitti. Aşağıdan yukarıya doğru olan kamera açısı da iyi düşünülmüş.
Pascal’ın “söz gümüş sessizlik altın” sözünün üstüne Başkan’ın “Sevindim. En azından bir şey öğretmişiz sana” deyişi gerçekten güzel bir cevap oldu. Ancak Pascal konuşmaya yanaşmayınca Başkan’ın şehit ailelerine verilen sözü hatırlatıp vurulması komutunu vermesi ve Serdar’ın da bu emri yerine getirmesi kesinlikle beklemediğim bir senaryo hareketiydi. Sonradan anladık ki aslında bu bize karşı yapılmış bir senaryo hareketi değil; Pascal’a karşı yapılmış bir korkutma hareketiymiş.
Sosyal medyada özellikle Zehra’nın dile getirdiği “Bizim teşkilatın en büyük başarısı ne biliyor musun? Sizin bizi küçümsemeniz” cümlesine karşı ciddi eleştiriler yapılmış ancak ben bu cümlenin senaryodaki bağlamından koparıldığına inanıyorum. Bence asıl ifade edilmek istenen size fark ettirmeden ne işleri başarma kudretine muktedir olduğumuzu dile getirmekti. Kartlarımızı tüm dünyaya açmadan işlerimizi başarıyla sürdürme kudretine sahibiz. Siz tüm dünyaya kibrinizle gösteriş yaparken biz işlerimizi derinden ve mütevazi bir şekilde gerçekleştirme hikmetine sahip olduğumuzu dile getirmekti.
Bölüm kapanışında karşımıza çıkan hapishane baskınındaki güvenlik izafiyeti, Hulki’nin vurularak düşürülmesi ve Murat ile Pascal’ın alınmasının MİT açısından hesaplanmış bir plan olduğuna inanmak istiyorum. Aksi taktirde bu durum MİT ve istihbarat çalışanlarını kötü ve yetersiz göstermekten başka bir işe yaramayacaktır. Ve daha izleyici kitlesini daha yeni oluşturmaya başlayan bir dizinin seyirci kaybı yaşamasına neden olacaktır diyerek bu haftaki yazımı tamamlıyorum. Ve herkes için önemli bir gün olan 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Gününüzü kutluyorum.
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları