Kategori: İzledimTeşkilat

TEŞKİLAT – Gün Delirme Günü: Bir Yerde Biz Varsak, Son Sözü Biz Söyleriz

Teşkilat iki kategoride zirvedeki yerini rakibine kaptırdı. 26. Bölüm reytingleri Total: 8,84 reyting ile 1., AB’de 9,13 reyting ve ABC1’de 9,62 reyting ile 2.lik. Küçük bir yer değişikliği olsa da reytinglerin düşmemesi gösteriyor ki Çağlar Ertuğrul aleyhine açılan Teşkilat İzlemiyoruz vb.  TT ler izleyicileri değil, diziyi izlemeyenleri etkilemiş. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Mr. Ve Mrs. Kılıçaslan: Vardır Mutlaka Bir Hesabın

 

26. bölüm geçen haftaki bölümün sonunda bir çözüme kavuşturulmadığı için hafta boyunca cevabını en çok merak ettiğim yerden yani Yuri’nin gözlerinin önünde öldürülmesiyle İsviçre’deki bir otoparkta başlayan silahlı saldırıdan sağ çıkmaya çalışan #ZehSer çiftiyle başladı. Açıkçası bu sahnede onlarla birlikte Ceren’in de olması beni birazcık bile rahatsız etmedi. Ta ki eline silah alıp namlusunu Zehra’ya doğrultana kadar. Zira o ana kadar orada olduğunu bile unutmuştum. Serdar ve Zehra’nın namlusu onlara doğrultulan silahların kurşunlarından kaçınmak için arabanın arkasına saklanmaları ancak refleks olarak açıklanabilecek bir hızda gerçekleşti. Ben daha tam olarak ne olduğunu anlayamadan onlar sıkı bir çatışmanın içine girmişlerdi. Aralarında konuşma gereği duymadan koordine olmuş bu halleri #ZehSer diye bir şeyin olduğunu yeniden anımsatmış oldu. Her iki tarafın kurşunlarının da aynı anda bitmiş olması bana çok inandırıcı gelmese de #ZehSer’in düşmanla giriştiği dövüş sahnelerini görmek hepsini telafi etti…

Serdar belaya koşarcasına adamlara doğru koşup onlara doğrudan saldırırken Zehra’nın da cüssesinin neredeyse üç katı bir adama meydan okuması izlemek çok keyifliydi. Son zamanlarda Serdar’ın dar alanlarda yaptığı dövüşleri izlemek bölümlerin en keyifli geleneklerinden birine dönüşmüştü ama Zehra’nın dövüşmelerini de özlemişim. Onları aynı anda dövüşürken izlemek beni gerçekten #ZehSer olduklarında izleyebileceğim çift dövüşleri konusunda daha fazla heyecanlandırıyor. Söz konusu senaryo olduğunda hayal gücü insanın en büyük dostudur derler ya şimdiden kafamda yaşanabilecek bu tür anlara dair çeşit çeşit senaryolar kurma suretiyle heyecanlanmama neden oluyorlar. Serdar üstünde ceketiyle dövüşürken Zehra’nın montunu çıkararak o adama doğru yürümesi ne kadar cool bir andı anlatamam. Zehra’nın içinden gerçek bir “Lara Croft” çıktı desem dizinin dikkatli takipçileri hem ne demek istediğimi hem de neden Serdar’ın ona âşık olmaktan başka bir seçeneğini olmadığını çok daha iyi anlarlar diye düşünüyorum

#ZehSer dövüş sahnelerini büyük zevkle izledim. Çağlar hakkında kim ne derse desin görünen köy kılavuz istemez. Dövüş sahnelerinde doğal ve otantik görünebilmek için gerekli özeni fazlasıyla gösteriyor. Bu sahne için harcamış olduğu saatleri ve eforu düşününce set fotoğraflarında neden hep uykulu ve yorgun olduğunu anlamak çok daha kolay oluyor. Zehra karakterindeki Deniz’e gelince o da sahne partnerinin performansını aratmayan bir performans gösteriyordu. Senelerdir televizyonda güçlü kadın karakterler görmek isterken Zehra adeta bu duaların bir cevabı olarak ekranımızda beliriverdi. Zehra Türk televizyonlarındaki en büyük mucizelerinden biri ve bu mucize için önce sahnelerdeki doğallığıyla Deniz’e sonra da güçlü kadın mucizelerini yaratmayı seven Ethem’e teşekkür etmeliyiz.

#ZehSer çiftinin kötü adamlarla dövüşmelerini seyretmek öyle zevkliydi ki Ceren eline silah alıp namlusunu esas kızımız Zehra’ya doğrultana kadar varlığını bile unutmuştum dedim ya keşke hep de öyle kalsaydı. #ZehSer anının keyfini çıkarırken araya girip gene varlığını hepimize hatırlatmış oldu. O anlarda Zehra’nın gözünü bile kırpmadan üstüne gelmesi Serdar’ın ise Zehra’nın vurulma ihtimalinden korkmasını izlemek bir şeyi fark etmemi sağladı. Ne Serdar ne de Zehra ölmekten korkmuyor aksine bu ülke için seve seve canlarını vermeye hazırlar ama birbirlerinin ölme ihtimali onları -iradelerinin kontrolünü kaybedecek kadar- çok korkutuyor. Birbirlerini kaybetme korkusu adeta en büyük korkuları haline gelmiş. Ki bu ruh halindeki iki insana neden aşk sahneleri yazıldığını sorgulayan insanlar ya bu duyguyu daha önce hiç tatmamışlar ya da bu duygunun nasıl işlediğini çözememişler. Onlar arasında değilse kimler arasında aşk var merak ediyorum. Aşk evrensel bir duygu ve ben onun olmadığı bir diziyi düşünemiyorum…

Gözünün hem Ceren hem de kötü adamlardan biri tarafından ablukaya alınan Zehra’da olması ve yüzündeki korku Serdar’ın zaafının Zehra olduğunu çok belli ediyordu ama Ceren’in elindeki silahı Zehra’nın hayatını kurtarmak için ateşlemesi tamamen sürpriz oldu. Keşke kahramanımız Zehra’nın hayatını kurtaran Ceren haini olmasaydı ki bunu yapmasının altında yatan nedenin Serdar’ı onun tarafında olduğunu inandırabilmek olduğunu biliyoruz ama boşuna uğraşmasın. En başta Serdar olmak üzere herkes gerçek niyetini iyi biliyor. Kızlar arasında her bölümde daha fazla artmaya başlayan bu gerilimin sonu ne olur ve ucu ne zaman Serdar’a dokunur bilmiyorum ama onların birbirlerine daha fazla tahammüllerinin kaldığını hiç sanmıyorum. Zavallı Serdar! Sanki arada olan ona olacakmış gibi geliyor.

 

Vatan Uğuruna Ölmek İçin Güzel Bir Gün

 

Libya’nın Türkiye’yle anlaşma yapması Şirket’in Türkleri Doğu Akdeniz’den koparma planlarını sekteye uğratması ve Libya’yla Türkiye arasında diplomatik olarak tanınan bir anlaşmanın kamuoyuna duyurulmasının yarattığı tehlike yüzünden Şirket’in bu sefer canını alacağını ya da en iyi ihtimalle sert yaptırımlarda bulunabileceğini düşündüğüm Yıldırım’ın Nemesis planını dillendirmesi aklımı karıştırdı. Nemesis hikayesine geçtikleri için sevindim -ki sezonun başında kayıp olduğu dönemde ona ne olduğunu öğrenmeyi çok istiyorduk- ama bu hikâyenin altından Serdar’a zarar verecek bir şey çıkar mı diye de korktum. Yıldırım’ın nihai planını harekete geçirdiğini söylemesinin üstünden 2 dakika bile geçmemişken Serdar’ın tek başına kaleye gittiğini duymak beni olası tehlikeden ötürü endişelendirdi.

Gecenin bir vakti bebek arabasıyla Serdar’a yanaşan kadını gördüğümde içimi kemiren bu şüphede ne kadar haklı olduğumu bir kez daha görmüş oldum. Ben mi çok paranoyağım yoksa gençlik yıllarımda çok fazla Criminal Minds izlemekten mi bilmiyorum ama kadını görür görmez bunun bir tuzak olduğunu anladım. Serdar’ın merhametli iyi bir insan olmasından faydalanıp gardını indirmesini sağlamaya çalıştılar başardılar da. O sahneyle “hiçbir iyilik cezasız kalmaz” sözü bir kez daha hafızalarımıza kazımış oldu. Serdar’ın en büyük zaafının aile olduğunu bilen biri yapmış bu planı. Onun bayıltılarak yol kenarından kaçırıldığını görünce umarım karargahtaki arkadaşları yokluğunu çabuk fark eder diye umdum. Ne gariptir ki yokluğunu garipseyen ve hala gelmediği için tedirgin olan tek kişi Zehra oldu.

 

 

Zehra kayıp olduğu bir buçuk ayda Serdar’a ne yaptıklarını ve Almanya operasyonu sırasında kendisine ulaştıkları adam sayesinde süreci nasıl geriye çevirdiklerini anlatırken Serdar da hiç bilmediği bir yerde bedenine bağlanmış kablolarla karanlık bir odada gözlerini açmaktaydı. Onu sandalyede görünce aklıma Almanya’daki depoda bir baş ağrısıyla uyandığı an geldi. O zaman gözlerini açtığında ona kucak açan ve şefkatiyle sarıp sarmalayan bir Zehra vardı. Bu seferse kocaman bir karanlık. İki sahne arasındaki paralellikler ve kontrastlar dikkat çekiciydi. Kaybolduğu dönemde yaşadığı ve zihnine yapılanlardan ötürü hatırlayamadığı o anılar yüzünden kabuslar görmesi yetmezmiş gibi kendini yeniden o kâbusun içinde bulduğunda hissettiği endişeyi -Çağlar sayesinde- iliklerime kadar hissettim.

 

“Saklanmana gerek yok, korkak herif. Gel de yüzüme konuş. Gel bir göreyim kimsin nesin.

Senin sahibinim. Serumu tak. Ölürsün.

O serumu takacağıma ölürüm daha iyi.

Büyük gün geldi. Bugün buradan çıktığında biz ne istersek sana ne dersek onu yapacaksın.”

 

Yıldırım’ı kaçırdığında ondan “kadere” dair duyduğu deli saçması sözlerin üzerine bir de kaçırılarak sokulduğu bu odada sadece onun yapabileceği bir görev için seçildiğine kulak misafiri olunca ister istemez kafamın içinde teoriler üretmeye başladım. Nemesis’in hak edilen ceza anlamına geldiğini de öğrenince sadece Serdar tarafından yerine getirilebilecek bu görevin hedefinde Kale ve Mete Başkan mı var dedim. Keza Yıldırım Roza’nın ölümünden sonra hem MİT’e hem de Mete Başkan’a kin gütmeye başlamıştı. Ben acaba görevi nedir diye düşünürken kafa karışıklığı yerini yavaş yavaş da olsa düşmana kafa tutmaya bırakan Serdar’ı artık o odada tutabilecek hiçbir güç kalmamıştı. Türk’ün gücünü de düşmana karşı koyma azmini de asla küçümsememek lazım. Serdar’ın bulduğu ilk fırsatta zorla tutulduğu odadan kaçıp bu işin sorumlularını bulmak için koridorlarda koştuğu sahneyi izlerken hem çok keyif aldım hem de içine düştüğü döngüden ötürü tüylerim ürperdi. Koridorların sahne ışıklandırması korku filmlerindeki gibiydi.

 

 

Çıkışı olmayan bir kafese hapsedilmiş kobaylar gibi aynı tekerleğin üstünde dönüp duruyormuş gibi geldi. Kim bilir belki sandalyesinden bile kalkmamıştır ve tüm bunlar onun zihnine oynanan bir oyundur diye bile düşündüm. Hatta belki de kaçma girişimi gerçektir ama odasından bu kadar kolay kurtulabilmesi de bir oyundur diye babamla teoriler üstüne teoriler üretip durduk o kısa anda. Hiç bitmeyen bir labirente dönüşen koridorların soğukluğu iliklerime kadar işledi. Serdar’ın şaşkınlığı yerini önce öfkeye sonra da ona bunu yapanı ve çıkışı bulamamanın yarattığı bezginlikle can vermeye bıraktı. Ki ben yaşanan bu hızlı duygu değişimlerini Çağlar’ın oyunculuk performansında hissettim.

Arkadan verilen aksiyon müziğinin etkisiyle onu öyle elinde silahla koridorlarda koştururken -bir çıkış yolu bulmaya- görünce aklıma alternatif evrende üstünde deneyler yapmaya çalışan adamlardan kaçan Fringe karakteri Olivia geldi. O da kaçıp kurtulduğunu sanırken aslında adrenalinin etkisiyle kötü adamlara istediğini vermişti. Acaba hala onlar için mi çalışıyor şartlandırmayı tersine çeviremediler mi derken labirentten kurtulamayacağını anlayan Serdar onların istediğini yapmaktansa kendi kafasına sıkıp bir Vatansever gibi ölmeyi tercih edince oyunun hakikati ortaya çıkmış oldu. Serdar’ı kaçıran Yıldırım değil; düzelmesini test eden Mete Başkan’mış. Dizide uzun zamandır böyle ters köşeler olmadığını düşününce bu ters köşe beni heyecanlandırdı. Serdar’ın yeniden düşman eline düşmediğini ve sahiden düzeldiğini bilmek içimi rahatlattı. Zavallı Serdar silahın ateşlemediğini görünce çıldırdı, ben Yıldırım’ın akıl oyunlarını izlemeyi beklerken Mete Başkan’ın kırmızı kod oyunlarının ortasına düşmüşüm de fark etmemişim.

Serdar’ın yeniden göreve atanabilmesi için ekip arkadaşları ve ülkesi için bir tehdit unsuru olmadığını test etmeleri gerektiğini biliyorum ama Serdar’ın bu sahnelerde yaşadığı panik, öfke kendine bile itiraf edemese de hissettiği bir parça şüphe duygusu ve sonu olmayan koridorlarda koşuşturduktan sonra bir Vatansever gibi ölebilmek için kendi canından vazgeçebilmesi duygu yükü ve yoğunluğu fazlasıyla ağır bir test oldu. Serdar’ın testi geçebilmesinin yanı sıra Mete Başkan’ın kendi yetiştirdiği çocuğa güvendiğini duymak çektiği çileye değdi. Mete Başkan’ı karşısında görünce çocuk gibi ağlayacaktı neredeyse. Karargâhtakiler Vatan’ına olan bağlılığından asla şüphe etmediler ama Başkan’ın ve Zehra’nın Serdar’a duydukları güven onu ayakta tutan en büyük dayanaklar desem abartmış olmam.

 

Ben Yanındaydım: Duygular Ayrıntıda Gizlidir

 

Karargâh ekibinin bir masa etrafında toplanıp beyin fırtınası yaptıkları kolektif sahneleri izlemeyi sevdiğimi söyledim ya en çok da bu tür sahneleri seyircilerin aklındaki bazı sorulara cevap vermek için kullanmalarını seviyorum. Sanki senaristler aradaki perdeyi aralayarak karakterler üzerinden sorularımıza cevap vermiş oluyorlar. Bu bölümde çoğu izleyicinin eleştirdiği konuya düzenlediği terör eylemlerine rağmen neden hala Yıldırım’ı tutuklamadıkları sorusuna cevabı verildi. Gerçek bir delil bulana kadar Yıldırım’la olan savaş tüm hızıyla devam edecekmiş gibi görünüyor…

Duygular ayrıntıda gizlidir hususuna gelecek olursak canlı bomba saldırılarını önleyebilmek ve sivillerin hayatlarını kurtarabilmek için zamana karşı yarıştıkları bölümün nefes kesici aksiyon sahnelerinden bahsetmeden önce bazı duyguların istem dışı bir şekilde dışa vuruldukları iki kareden söz etmek istiyorum. İlki Serdar karargâha dönmeden önce Zehra ve Pınar arasında Serdar hakkında yapılan konuşma ikincisi ise o döndükten sonra Zehra’nın değişen ruh hali. İlk sahnede Serdar’a yapılan tersine çevirme prosedürünün işe yarayıp yaramadığı ve Serdar’ın aralarına ne kadar kısa bir zamanda dönüp dönmeyeceğine dair konuşmaydı. Bu sahne benim için çok önemli zira Serdar’a duygularını kontrol altında tutmak için eğitildiklerini söylediği halde “bana güzel bakma” diyerek hislerini belli eden Zehra konuşulan konu Serdar olduğunda duygularını artık değil kendinden ekip arkadaşından bile saklayamıyordu.

 

“Ben eminim bu süreç kısa sürecek.

Hiç endişeleniyor musun, bu durumdan dolayı?

Yok. O iyi oldu. Ben yanındaydım. Her anına şahit oldum. Dönecek.

Seni böyle görmek güzel. İlk başlarda Serdar’dan en çok şüphe duyan sendin. Şimdi ona en çok inanan sensin”

 

Zehra Serdar’a duyduğu sarsılmaz güven ve şüpheye yer bırakmayan inancının yanı sıra ondan her bahsettiğinde gözlerinde ve yüzünde beliren parıldamayla hislerini belli ediyordu. Serdar’ın bu süreci nasıl atlattığını ayrıntısına kadar anlatırken yüzünde beliren gururu ve içinde tutmakta başarılı olamadığı kelebeklerini gören Pınar’ın yüzünde beliren sırıtmanın Serdar’a olan hislerini olmasa da ona olan hayranlığını anlaması yüzünden olduğu çok belliydi. Karargâhta sonunda birinin derinliğini anlayamasa da aralarında duygusal bir bağ olduğunu anlamasına sevindim.

Üstelik Pınar’ın bu duygu durumunu sadece anlamakla kalmayıp direkt Zehra’nın yüzüne söylemesine ve onun da anında heyecanlanıp panik yapmasına bayıldım. Beklemediği bir tespit olduğundan Pınar’a ne yalan söyleyeceğini bilemedi. Konuyu geçiştirmeye ve başka bir şeyden konuşarak söylediklerini hiç duymamış gibi davranmaya çalıştı ama soruyu cevapsız bırakması Pınar’a öğrenmek istediği şeyi anlatmaya yetiyordu. Bazen bir sorunun cevapsız bırakılması bir cevabın verilmesinden çok daha fazla şey anlatır. Pınar da sorusunun cevapsız kalmasından neyi anlaması gerekiyorsa onu anladı. Bu ikili arasındaki dostluğu ve yürekten sohbetleri özlemişim. En son böyle içten konuştuklarında mevzu Çetin’di. Kadın karakterlerin birbirlerine yurt oldukları anları görmek çok anlamlı. Zehra’nın Serdar’a karşı bir şeyler hissetmeye başlaması anlaşılabilir bir durum ama bu duygular uzun zamandır mevcutlar…

Zehra-Pınar dostluğunun bir güzel yanı da Zehra’yı Serdar’a olan duyguları konusunda sorgulamasının üstünden daha çok zaman geçmemişken aynı durumun bir paralelini Pınar’ın Çetin hakkındaki hisleri ve düşünleri üzerinden yaşamalarıydı. Senaristlerimiz paralel sahneler yazmayı seviyorlar ama bu iki sahnenin aynı bölümde üstelik böyle yakın zamanlı olmaları gerçekten çok tatlı bir dostluğun sımsıcak bir yansıması olmuş. İki kadın da aslında Serdar ve Çetin hakkında konuşmaktan kaçındılar ama ikisi de birbirlerinin söylemeyip sessiz kaldıklarından neler hissedip düşündüklerini net bir şekilde anlamış oldular. Duygular söylenmeyenler de gizlidir dedikleri bu olsa gerek. #PırÇet

 

 

 

“Tekrar aramıza döndün yani.

Üzülmüş gibisin.

Saçmalama.”

 

Zehra’yla ilgili ikinci sahneye geçecek olursak aradan geçen zamanın uzamasıyla Serdar’ın dönüp dönmeyeceğine dair endişelenmeye başlayan Zehra’nın henüz ondan bir ses ya da haber gelmemesine verdiği tepki yemek yemeyi reddetmek şeklindeyken Serdar’ın içeri girdiğini görüp testi geçerek ekibe döndüğünü öğrenmesiyle değişen ruhsal durumundan bahsetmek istiyorum. Serdar için endişelenirken ağzına tek lokma koymayan Zehra onu görür görmez neşelenip yemek yemeye başladı. Tabi iki dakika önce yemek yemeyi reddeden Zehra’nın onu görür görmez tostun üstüne atlaması detayı ekip arkadaşlarının özellikle de Pınar’ın gözünden kaçmadı. Bu bölümdeki Pınar sırıtmaları bölümle ilgili en sevdiğim detaylardan biri. Bunun dışında kapıdan içeri girdiğinde ekip arkadaşlarına sımsıkı sarılan Serdar’ın fırsatı varken Zehra’ya sarılmamasının tek nedeninin hislerini belli etmek istememesi olduğunu düşünüp Hulki ona sarılırken bile gözlerini Zehra’dan ayırmamasına bayıldım. Ekip arkadaşlarına duygularını açık etmemek için ona sarılmamış olabilir ama sandalyesine oturduğu anda Zehra’yla flört etme alışkanlığına da engel olamadı.

Sanırım iki tarafta da birbirlerinin ne hissettiğini çok iyi bilirken ve kendi duygularının da bilincindeyken aralarındaki duygusal bağı saklayabilmek düşündüklerinden daha zor oluyormuş gibi görünüyor. Serdar ekiptekiler anlamasın diye sarılma fırsatını teptiği Zehra’ya bakmadan ve onunla konuşurken flört etmeden duramıyormuş gibi görünüyor. Üstelik aralarındaki bu duygusal bağ yavaş yavaş ekip arkadaşlarının dikkatini çekmeye başladı. Halit Başkan çok yakında #ZehSer’i yalan makinesine bağlayıp sorgulayacakmış gibi geliyor bana. Bakalım o vakit ne ara gelecek?

 

Yoksa Hesap Vakti Yaklaşıyor Mu?

Sosyal medya kanalları üzerinden yayınlanan propaganda videosuyla Serdar’ın sadakat testini geçmesinden sonra yavaşlayarak yönünü ailevi ilişkilere ve romantizme çeviren Teşkilat dizisinin hikayesi yeniden ivme kazandı. Ekibin artık yapmaları gereken şey çok açıktı. Libya’daki yenilginin intikamını almaya çalışan Yıldırım’ın eylem planlarını gerçekleşmeden önce durdurabilmek için tüm ayrıntılarıyla öğrenmek. Bunun tek yolu da evini dinlemeye almaktı.

Yıldırım’ın evine nasıl gireceklerini planlama süreçlerini de eve girerek düzenledikleri başarılı operasyonu da uzun uzun anlatacak değilim. Açıkçası ilk bölümde Türkiye’ye Ortadoğu ülkesi dediğinden beri Roza’ya tahammül etmek konusunda sıkıntı yaşıyorum. Dizide o kadar karakter oynadı ama Ceren bile onun cehaleti kadar beni sinir etmedi. O yüzden bu cehaletine küstahlık ve kabalığı eklediği anlardan söz etmeyeceğim. Sadece bu operasyon sayesinde Nihat’ın (Hulki) önceki dizisi Söz’de eşi Güler’i oynayan oyuncuyla aynı sette yeniden çalışma fırsatı bulmuş olması güzel denk geldi. Onun dışında eve böcek yerleştirmeleri sürecinde heyecan verici olan tek şey Pınar işini yaparken Çetin’in gelmesi oldu. Pınar’ı görecek mi acaba diye düşünürken Pınar’ın yan tarafta saklanması çok heyecanlı bir sahneydi. Neyse ki yaşanan bu heyecana ve Yıldırım’ın paranoyasına rağmen operasyon başarılı sonuçlandı. Bu arada Yıldırım Çetin’e böyle tepeden bakmaya devam ederse sonu hiç beklemediği insanın elinden olacakmış gibi.

 

 

“Bu zor, acılı günlerimde hep yanımda oldun. Her zaman yanımdaydın. Sağ ol.

Asıl sen sağ ol. Sayende hem kızım hayatta hem de ben hayattayım.

O konuda ödeştik. Sen de benim hayatımı kurtardın.  

Bir an seni gerçekten kaybedeceğim sandım. Biliyor musun?

Peki gerçekten kaybetseydin ne düşünürdün?

Onu gerçekten öldüğünü gördüğümde söylerim. Olur mu?

Bir fikrin vardır ama.

Bilmem. Uzun zamandır beraberiz. İçimde büyük bir boşluk oluşurdu herhalde.

Galiba. Ben de. Eğer o gün sen ölseydin bir şeyler yarım kalırdı.

Ne yarım kalırdı mesela?

Tarif etmesi zor.”

 

Teşkilat’ın bir #ZehSer klasiği haline gelen arabada konuşma sahneleri hakkında ne düşündüğümü biliyorsanız bu sahneden bahsetmeden geçmenin benim için imkânsız olduğunu da biliyorsunuz diye düşünmek istiyorum. Gürcan ve Uzay’ın örgüt videosu üzerinde yaptıkları ayrıntılı incelemenin sonucunda tespit etmiş oldukları adrese giderek saldırıları durdurabilmek için bir ipucu bulmaya çalışan #ZehSer çiftinin gündemi devamlı Devlet meseleleriyle dolu olduğundan operasyon aralarında buldukları bu kısacık anlarda ya hislerinden ya da en zor anlarında destek olmak için daima birbirlerinin yanında oldukları gerçeğinden söz ederek geçiriyorlar. Birbirlerine doğrudan seni seviyorum demiyorlar ama bir insan bir diğerini gerçekten sevdiğinde onun için neleri yapmayı göze alabileceğini gösteriyorlar.

Ülkesi için canlarını feda etmekten çekinmeyen bu iki kahramanın en büyük korkusu birbirlerini kaybetmek. Ölüm sadece söz konusu canlar birbirlerininki olduğunda içlerini kemiren bir korku. Zehra’nın o depoda Serdar’ın kalbinin atmadığını gördüğünde hissettiği korku da Serdar’ın Zehra’yı depoda yerde yatarken bulduğunda hissettiği korku da aynıydı. Ama görev aşkları ve Halit Başkan’ın varlığı birbirlerini kaybetmekten ne derece korktuklarını kelimelere dökmelerine engel. Halbuki zincirlerini kırıp hissettiklerini bir anlatabilseler kim bilir dudaklarından neler dökülecek? Ben eminim ki birbirlerine sadece teşekkür edip ödeştiklerini söylemekle yetinmeyip hislerini direkt dile getirirlerdi. Serdar’ın dünden razı olduğunu düşününce bir yanım ekranda romantik Serdar’ı seyretmek için çok heyecanlandı.

Sahneye dönecek olursak eğer dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden iki detay oldu. İlki Zehra’nın “seni gerçekten kaybedeceğim sandım” dediği sahnede aklıma FHVK dizisinde Hazan’ın Yağız’a onu kaybetmekten ne kadar çok korktuğunu söylediği sahne geldi. Teşkilat senaristlerinin FHVK dizisindeki sahnelerine yazmış oldukları bu paralel kareler onların FHVK izleyicisi ve #YağHaz fanı olduklarından her geçen gün daha çok emin olmama neden oluyor. İkincisi de “içimde büyük bir boşluk oluşurdu” dediği sahnenin oluşturduğu paralellikti. Serdar daha önce bu cümleyi kızının yanına gitmek için ekipten ayrılan Zehra’ya vedalaşırken söylemişti. O zaman bu cümle karamsar bir sonun işaretiyken bu defa pozitif bir başlangıcın ilk adımını atan cümle oldu. O yüzden paralellik ve kontrast hoşuma gitti.

Teşkilat’ın aksiyon ayağına dönecek olursak Serdar ve Zehra’nın propaganda videosunun oluşturulma şemasına- hiç yardım almadan- tek bir bakışıyla ip adresini çözen Uzay’ın zekâsı ve konumunu tespit eden Gürcan’ın yeteneği sayesinde buldukları mekâna baskın yaptıkları sahneyi heyecanla izledim. Sırt sırta vererek sadece gönül işlerinde değil; Devlet meselelerinde de ne kadar uyumlu bir çift olduklarını gözler önüne sermiş oldular. Duvardaki bombayı görünce acaba tuzağa düşerler mi diye içimden geçirmedim değil ama bu işleri yıllardır yapıyor olmalarının verdiği tecrübeyle kötü adamların arkalarında tuzak bırakmış olabileceklerini düşünmelerini ve temkinli hareket etmelerini sevdim. Zaten iki tecrübeli “MİT ajanından” beklenilecek performans da buydu. Arkalarında bırakmış olabilecekleri bir tuzak ihtimalini düşünmeselerdi ciddi eleştirilere tabi tutulurlardı. Ama bizimkiler sadece bir tuzak ihtimalini akıl etmekle yetinmediler aynı anda teröristlerin arkalarında istemeden bıraktıkları ipuçlarından hedefi de tespit ettiler.

 

Dolunay Parkında Operasyon

 

Hayatımda Ankara’ya hiç gitmedim hakkında pek bir şey de bilmem ama ilk saldırı için seçilen yerin sivil insanların yoğun olarak toplandıkları bir yer olması dışında adının da “Dolunay” olması çok dikkatimi çekti. Türk halkına sizin için güneş bir daha asla doğmayacak ve sizler karanlıktaki ince bir parıltıya bile hasret kalacaksınız der gibi mesaj içerikliydi sanki. Senaristler sahiden bu mesajı vermek istediler mi yoksa önemsiz bir ayrıntıdan metaforlar yoluyla fazla mı anlam çıkarmaya çalıştım bilmiyorum ancak bölümün içime en çok işleyen sahnelerinden birine ev sahipliği yaptığını söyleyebilirim. Etrafındaki potansiyel hedefler ve gerçekleşebilecek herhangi bir etkinliği araştırma görevi Uzay’a kalmışken patlamadan önce bombayı tespit ederek etkisiz hale getirme görevi de Serdar ve Zehra’ya kaldı.

Sivil polisler ve olay yerine intikal eden #ZehSer çifti ellerindeki belli belirsiz ufacık bir istihbaratla ellerinden geleni layığıyla yaptılar. Bombanın yapıldığı yerdeki fünyeden ve masanın üzerinde yanmış şekilde buldukları fişten yola çıkarak canlı bomba olduğunu düşünmeleri çok normaldi. Koca bir parkta eşkâlinin neye benzediğini bile bilmediğin bir teröristi tespit etmeye çalışmak çok kolay da olmasa gerek. MİT mensubu olarak beden dilini okuma konusunda eğitim alıyorlar ama sonuçta zihin okumayı henüz başaramıyorlar. Ayrıca bir yerde şüpheli hareket bulmak istersen en ufak hareketi bile o psikolojiyle şüpheli olarak algılayabilirsin. Ki Serdar ve Zehra da adamın kimliğini tespit etme konusunda ilk başta biraz deneme yanılma usulüyle çalışmak zorunda kaldılar. Aramızda kalsın ama telsiz frekansı detayına da ufak detayları atlamadıkları için bayıldım. Serdar bombacının kimliğini tespit etmeyi de başardı aslında. 

İnsan denen canlı bu dünyaya elinden gelenin en iyisi yapabilme potansiyeliyle gelmiş de ne yazık ki etrafımızdaki dünya da kontrol edemeyeceğimiz şeylerle örülü. İlk bombayı durdurmanın istatiksel olarak çok düşük bir olasılık olduğunu bildikleri halde o bombayı durduramamalarının MİT’i yetersiz gösterdiğini söyleyerek eleştiren izleyicilerin art niyetli olduklarına inanıyorum. Kimse kusura bakmasın ama söz konusu Teşkilat olduğunda bazı insanların sırf eleştirmek olsun diye eleştirdiklerine inanıyorum. Yaptıkları eleştirilerin hiçbir dayanağı yok zira söz konusu bomba olduğunda hele de ilk bomba olduğunda aynı yerde ikinci bir bomba olma ihtimali Uzay için bile düşünülmesi çok küçük bir ihtimal. MİT’in elindeki kısıtlı süre zarfında kaybın en aza indirilebilmesi için her şeyi yaptığına inanıyorum.   

       

     

Canlı bombanın şüpheli görüntüsü ve az sonra patlatacağı bombanın etkisiyle yerinde duramaz kaygılı halleri onu ele verdi. Bombacının kimliğini o kalabalıkta tespit etmeyi başarabildikleri için sonrasında yaşanan trajediden Zehra ve Serdar’ı suçlamaya kimsenin hakkı yoktur. O parka canlı bombanın kimliğini tespit edip saldırıda bulunamadan ona engel olmaya geldiler ve bunu da hakkıyla yaptılar. Daha düğmeye basma fırsatı bile bulamadan Serdar adamı alnından vurarak eyleme bir son verdi. O parkta gizlenmiş ikinci bir bomba daha olduğunu nereden bilebilirdi ki?

 

 

Parkta yaşanan patlama sahnesine geçecek olursak eğer ses efektinden görüntü estetiğine kadar hakkı verilerek çekilmiş çok gerçekçi bir sahne olduğunu söyleyebilirim. Patlamanın etkisiyle savrulan bedenlere yapılacak yakın plan bir çekim belki daha güzel olabilirdi ama sahnenin izleyiciyi rahatsız edebilecek görüntüler içermesinden ötürü neden böyle bir çekim yapmayı tercih etmediklerini de anlayabiliyorum. Patlama sonrasında duyulan çınlama sesi, orkestra eşliğinde çalınan dramatik müzik ve karargahtakilerin az önceki patlamadan ötürü dehşete düşmüş yüzleri sayesinde sahne tamamlayıcılığı açısından mükemmel bir kompozisyon oluşturulmuş oldu. Bu sahneleri bir araya getiren kurgu ekibini, sahnenin müzik seçimini yapan arkadaşı ve bu sahnedeki oyuncuları uyum içinde mükemmel bir sahne ortaya koydukları için tebrik ediyorum. Patlama sonrasında kendilerine gelir gelmez birbirlerinin isimlerini söyleyen Zehra ve Serdar’ın kendi canlarından önce birbirlerini düşünüp #ZehSer oldukları ana da kalbimi bıraktım.

Kendilerini daha toparlayamadan “birbirlerinin canının derdine” düşen #ZehSer çiftinin birbirlerinin isimlerini yüksek sesle söyleyerek çınlayan o kulaklarla bir cevap duyma telaşlarına, göz teması kurar kurmaz birbirlerinin bir yarası olup olmadığını kontrol etmelerine ve ayağa kalkabilmek için birbirlerine destek olmalarına hele de Zehra’nın elinin Serdar’ın kolunda olması ayrıntısına romantikliği açısından bayılmış olsam da koşarak yaralılara yardım etmek için çabaladıkları sahneler beni daha çok etkisi altına aldı. Her ölüm kalım durumunda birbirlerini düşünüp birbirlerine destek olmaya çalışmaları gerçekten çok ince bir hareket ama hemen karşılarında yaşanan trajedi içimi parçaladığı için bu sahnelerin üzerinde normalde yapacağım şekildeki gibi etkili ve ayrıntılı bir şekilde durup yorumlayamadım.

Serdar’ın bankta bulduğu küçük çocuk ve kanlı oyuncak bebek sadece onun değil; aynı zamanda benim gibi insan olan her izleyicinin de yüreğini kanattı diye düşünüyorum. Serdar ve Zehra’nın bütün güçleriyle o masum insanlara yardım etmeye çalışmalarını ağlayarak seyrettim. Zehra’nın yerde yatan çocuğa yardım etmek için yanına koştuğu ve montuyla üzerini örttüğü sahnede yüreğim parçalandı. Sahibi belli olmayan bir ayakkabı ve her yerde savrulmuş hareketsiz şekilde yatan bedenlerle dolu bu sahnede özellikle kolu kopan çocuğun lütfen diye inlemesi zaten beni avucunun içine almıştı ki bir de üstüne Serdar’ın ağladığını görünce ben de duygusal anlamda tamamen tükendim. Ölenler yeterince yürek burkucuydu ama yaralananların çığlıkları insanı sağır bile edebilirdi. Genci, yaşlısı, çocuğu bunu o masum insanlara nasıl yapabiliyorlar! Benim kalbim daha kurguya bile dayanamıyor, onlar nasıl yapıyorlar?

Bu sahnede beni en çok etkileyen şeylerden birinin de Deniz ve Çağlar’ın karşılıklı olarak sergiledikleri oyunculuk performansları olduğunu söyleyebilirim. Ödül töreninde yapmış olduğu şakadan sonra haksız yere linç yiyen Çağlar hakkında kötü oyuncu olduğunu söyleyenler kusura bakmasınlar ama art niyetliler. Ben hiçbir zaman oyuncuların şahsına yönelik düşüncemi senaryodaki oyunculuk performansları hakkında yapmış olduğum tarafsız yorumlarıma hiç karıştırmamış biri olarak gönül rahatlığıyla bu sahnedeki performansıyla o ödülü hak ettiğini göstermiş olduğunu söyleyebilirim. Bedeni sağlam olduğu halde gördüğü manzara karşısında ruhu yaralanan bir insan portesini o kadar güzel canlandırdı ki o anda Çağlar olduğunu unutup sadece Serdar olduğuna inandım. Bu sahneyi görüp de onun rol yapamadığını söyleyen herkes bu sahnenin duygusallığından etkilenmediği için önce kendi kendini sorgulamalı.

Deniz’in oyunculuk performansı için mükemmelden başka sıfat kullanan bir insan bu işleri tamamen bırakmalı. Zira o anda gözlerinin önünde yaşanan manzaradan ötürü kalbi paramparça olmuş bir Zehra vardı karşımda. Onun bir anne olduğu gerçeğini asla unutmayın. Patlamada yaralanan ya da ölen çocukların onun gözünde kızından hiçbir farkı yoktu. Evet, Serdar’a göre daha metanetliydi ama bütün anneler öyle, değil midir? Yıllarca hakkımızda kırılgan yakıştırması yapıldığı halde evlatları için her türlü derde katlanan annelerin daha güçlü olduğunu yazan senaristler sağ olsun. Zehra gözlerinin önünde yaşanan korkunç manzaraya rağmen ağlayan Serdar’a sımsıkı sarılıp ona güç verecek kadar kuvvetliydi. Ayrıca her ikisi de başlarını kısa bir süreliğine da olsa birbirlerinin omuzlarına dayadılar.  Toparlanmaya çalıştıklarında az önce ona yapılan duygusal desteğin karşılığını vermek istercesine Zehra’ya ayağa kalkma konusunda yardım etmesi hele de eliyle onu belinden kavraması detayına kalbimi değil; yüreğimi bıraktım.

 

Öfkeyle Alınan Kararlar

 

Parkta yaşanan patlama sonucunda hayatını kaybeden sivilleri kurtaramadıkları için çok üzülen karargâh ekibinin büründükleri yenilgi havasına sinirlenerek kendilerini toparlamaları ve üstlerindeki ölü toprağını atmaları için onları uyaran Halit Başkan’a çok sert tepki göstermesinden ötürü kızanlar çıkmış olabilir. Doğrusunu söylemek gerekirse ilk izlediğimde ben de kendisine “ölü olarak bilinseler de onlar hala insan” diyerek kızmıştım ama tekrar izlediğimde bunu neden yaptığını çok daha iyi anladım. Bu daha ilk patlamaydı ve terör eylemleri sadece bu patlamayla sınırlı kalmayacaktı. Bu saldırıyı durduramamış olsalar da bundan sonrakileri durdurarak daha fazla masum insanın can kaybı yaşanmasının önüne geçmeleri gerekiyordu. Bu yüzden ekibin de kendilerine gelmelerini istedi. Çünkü onlar dağılacak olursa masum insanları bu hain eylemlerden ve teröristlerden koruyacak başka bir güç de olmayacaktı. Bunu yapmak istemedi ama masum sivilleri koruyabilmek adına sert-otoriter adam rolüne bürünmek zorunda kaldı.

“Siz çalışırsınız, araştırırsınız. Bunu yapanı bulursunuz ve adalete teslim edersiniz. Bu mümkün değilse cezasını kesersiniz. Sizin işiniz bu. Siz burada otururken belki sokaklarımızda hala bir bomba geziyor.”

Bu yöntem işe de yaradı, yaramadı diyemem ama parkta olup yaşananlara bizzat seyirci olan Serdar ve Zehra için durum çok daha başkaydı. O yüzden belki de Halit Başkan’ın onlara özelden hitap etmesi daha iyi olurdu. Zehra’nın hisleri konusunda daha kontrollü olduğunu biliyoruz ama son yaşadıklarından sonra Serdar adeta patlamaya hazır bomba gibi tehlikeliydi. Maruz kaldığı TSSB tepkilerinin de tahmin edilemez ve duygusal olmasına neden oluyordu. O yüzden Uzay sonraki saldırıların yapılacağı yerleri tespit edebilmenin yolunun Yıldırım’ın elindeki kontrol cihazını almaktan geçtiğini söyleyince Serdar plan yapmaya bile gerek duymadan ve hiç vakit kaybetmeden direkt sorunun kaynağına yani Yıldırım’a evinde saldırmak gibi çılgınca bir eylemi gerçekleştirmeye koyuldu. Serdar’ın bir hışımla karargâhtan ayrılmasında içime sinmeyen tek şey Zehra’nın onu durdurmak için dışarı çıktığı sahnenin çekilmemiş olması. Zehra’nın onu bu eylemden caydırmaya çalışmasını neden yazmadılar bilmiyorum ama izlemeyi isterdim.

Yıldırım’ın her şeyin onun dediği zamanda ve onun dediği şekilde olmasını isteyen aşırı kontrolcü yanı aslında ona ulaşabilmenin de en iyi yolu. “İnsanın en büyük zaafı takıntılarıdır” diye bir söz duymuştum. Onun kontrol takıntısı da Serdar’ın doğrudan evine gelip kafasına silah dayamasına da neden olan özelliği aslında. Kontrolü daima elinde tutmayı sevenler için duygularıyla hareket eden insanlar büyük bir tehlike arz ederler. Zira nasıl hareket edecekleri öngörülemezdir. O yüzden Yıldırım her ne kadar onu bir tehdit unsuru olarak algılamadığını söylese de onu tehlikeli gördüğünü hal ve tutumundan anlamak mümkün. Aksi taktirde Serdar ona saldırdığında neden polisi işe karıştırsın.

Serdar’ın o eve gitmesinin altında yatan nihai amaç Yıldırım’ın kriptolu telefonunu ona hissettirmeden alabilmesini sağlayacak bir kaos yaratmaktıysa bunda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kapıdaki korumaları döverek yolundan çekmesi başlı başına çok havalı bir hareketken Yıldırım’ın kendisine neyin çarptığını bile idrak edemeden Serdar’ın silahının namlusunu ensesinde hissetmesi tek kelimeyle muhteşem bir sahneydi. Serdar dünyaya bu tür aksiyonlar için gelmiş. Onun sinirli, duygusal ve manik halini yanlış yorumlayan Yıldırım Moskova’daki toplantıdan sonra onu kaçıran Serdar ile şu anda karşısında duran Serdar’ı birbirine benzetmekle bana sorarsanız büyük bir yanlış yaptı. Evet, iki sahne arasındaki benzerlikler göz ardı edilebilecek cinsten değil ama Serdar o zamankiyle aynı ruh halinde değil. Moskova’da onun kafasına silah doğrulttuğunda gördüğü videodan ötürü şok yaşayan Serdar ne yapacağını tam olarak bilmiyordu ama bu Serdar ona evinde silah doğrulturken ne yaptığını gayet iyi biliyordu. Her şeyi kontrol ettiğini sanan Yıldırım’ın kibri de onun en büyük zaafı oldu. Gözünün önünde kendisine oynanan oyunu göremedi.

Yıldırım’ın yedek planının ne olduğunu ve ona hala kontrol kendisindeymiş hissiyatını verenin ne olduğunu merak ediyorum. Umarım bunun altından bizi üzecek bir şey çıkmaz da seyircilerin “geliyor gelmekte olan” sözüne neden böyle tepki verdiklerini anlayamadım. Dizinin milliyetçilik yönünü öne çıkarmak adına muhtelif tarafın düşüncelerine de senaryoda yer vermelerinin kahramanlarımızın hangi zihniyetle savaştığını gösterebilmek için hikâyede gerekli olduğunu düşünüyorum ama art niyetli izleyicilerimiz sağ olsunlar; senaristlerimizin Milliyetçiliği de milletin ağzında bir dedikodu malzemesi oldu. Sanki bir başkasının Milliyetçi olup olmadığına karar vermek çok haddimizeymiş gibi.

 

Karakolda Köşe Kovalamaca Oyunu Sırasında Terör

 

Halit Başkan’ın hem kendini tehlikeye atıp böyle çılgınca bir plana dahil olduğu için kendisine kızdığı hem de planı sayesinde ele geçirdikleri cihazla operasyonu tamamlamasını söylediği halleri arasındaki kontrastı izlemek sahiden eğlenceliydi. Üstelik karakoldaki amirin de Yıldırım’ın statüsüne ya da ne kadar parası olduğuna bakmadan vatani görevini icra eden bir adam olmasına da çok sevindim. Son ana kadar Halit Başkan’a yardım edebilmek için elinden geleni yaptı ama statüsünün insana kazandırdığı dostlar sağ olsun hukukun üstünde olduğuna inanan insanlar da olabiliyor. Üstleri tarafından sıkıştırılmasaydı ya da basın bir manipülasyon aracı olarak kullanılmasaydı işleri daha kolay olurdu. Ama haksızlık da etmek istemiyorum adam yeri geldiğinde Yıldırım’a “ağzının payını” çok güzel verdi.

Halit Başkan’ın sen daha emeklerken ben koşuyordum dercesine sorgu odasında Serdar’a uzattığı cihazla birlikte ne yaptığını bildiğini de belli etti. Başkan’ın yüzündeki sırıtmayla Serdar’ın yüzündeki sizden de hiçbir şey kaçmıyor bakışı gerçekten izlemesi keyifli bir sahneydi. Serdar’ın elindeki verileri aktarma yapmaya çalışırken arşiv odasında saklandığı sahne güzeldi. İkinci bir bombanın patlatılmasını engelleyebilmek en kötü ihtimalle geciktirebilmek için Serdar’ın kayıp telefonun peşindeki insanları atlatarak karakolda oynadığı saklambaç oyunu bölümün en kısa ama görülmeye değer anlarından biriydi. Serdar’ın üzerine araması için avukat tarafından sıkıştırılan memur da amiriyle mi birlikte hareket ediyordu yoksa sadece kurallara harfi harfine uyan biri miydi hiç bilmiyorum ama onun sayesinde Serdar paçayı yırtmış oldu. Hem gerekli olan veri aktarımını yaptı hem de üzerinde telefonla yakalanmamış oldu.

Arşiv odasının kapısını açtıklarında içeride sırtını raflara dayamış şekilde duran Serdar çok karizmatikti. Üstünün aranmasına sesini çıkarmayan bu halleriyle beni benden aldı. İnsan her haliyle mi havalı olur? Bölümdeki tek havalı karakter de o değildi. Halit Başkan’ın parktaki terör eyleminde hayatını kaybeden siviller için sinirlenerek Yıldırım’ın boğazına daldığı sahnede muhteşemdi. Serdar’a gereksiz risk aldı diye kızarken kendisi de aynı şeyi hem de polis karakolunda yapması mükemmeldi. Bunu biraz da zaman kazanmak için yaptığını düşünmekle birlikte iyi ki yapmış dedim içimden. Gaddar ve merhametsiz insanların söz konusu kendileri olduğunda mağdur edebiyatı yapmalarına ve “hukuk devleti ve çağdaşlık” kisvesi altında anlattıkları yalanlara düşünmeden kafa sallayanlara da bayılıyorum. Serdar’ın adının bu şekilde basında zikredilmesi bana ister istemez ölüler arasına o da katılır mı diye düşündürttü?

 

 

Yıldırım’ın kibri onun en büyük zaafı. Telefonu kaybettiği halde kriptosunu çözemeyeceklerinden o kadar emindi ki Uzay’ın onun telefonundan alınan verileri bombacının telefondan alınan verilerle karşılaştırabileceğine ihtimal bile vermedi. Uzay’ın verileri karşılaştırmalı analiz etmedeki üstün zekâsıyla Gürcan’ın teknolojiler konusundaki parlak yeteneği sayesinde ikinci bombanın alışveriş merkezinin otoparkında olduğunu tespit etmeyi başardılar. Açıkçası patlamayan bir bombanın masum insanların hayatının kurtulması anlamına gelmesi dışında pek anlatmaya değer bir yönü olduğunu düşünmüyorum. Sadece bombanın yerini bulan Uzay’ın zekasını, içi bombayla yüklü minibüsü durdurmaya çalışan Hakkı’nın cesaretini ve onu yalnız bırakmayan Hulki’nin sadakatini taktir ettiğimi söylüyorum…

Bana soracak olursanız Serdar’ın canlı bombayı alnından vurmasından sonra bölümün en büyük kahramanı Uzay. 2. bomba olayını önceden çözmelerini taktir etmedim sanmayın. 1-0 olan skoru 1-1 yapıp eşitledikleri ve o alışveriş merkezindeki masum insanları kurtardıkları için onları taktir ettim ama üzerine konuşulacak pek fazla sahne yoktu. Sahne ağırlığı Uzay’ın analiz Gürcan’ın da teknoloji yeteneklerini konuşturmalarına verilmiş. Hakkı’nın fedakarlığa açık yapısı ve bombayı durdurabilmek için gösterdiği özveriyi de taktir ettim. Kimse haksızlık ettiğimi düşünmesin. İkinci bombayı tetikleyecek teröristi Osmanlı tokadıyla yere seren Hulki’nin de bu takım çalışmasında payı büyüktü.

Serdar’ın karakoldaki işinin uzamadığına birtakım prosedürler yüzünden artlarında bırakmak zorunda kaldıkları bir MİT mensubu olmamasına sevindim. Senaristler bu hareketle “arkamızda adam bırakmayız” demiş kadar oldular. Özellikle de Halit Başkan’ın karakoldan ayrılmadan önce Serdar’a yangın çıkışını ima etmesi çok hoş bir ayrıntıydı. Tabi onu almaya gelenin Zehra olması da bir o kadar manidardı. İkinci bombayı durdurduktan sonra Hulki’nin değil; Sermet’in değil de Zehra’nın almaya gelmesi #ZehSer çiftinin ayrılamadığının kanıtı olarak gözümüzün önündeydi. Zehra’nın arabanın kaputuna oturup onu beklemesi ve Serdar’ın onu görür görmez sırıtmasını izlemeyi çok sevdim.

 

“Geç kaldın.

Anca çıkabildim.”

 

Zehra’nın bu seferki #ZehSer araba yolculuğunda kuralları çiğneyerek riskli bir plan yapan ama bu sayede başarılı olan Serdar’la gurur duyduğunu söylediği sahnede Serdar’ın bu bölümde hiç olmadığı kadar gülümsemesi detayını da gözden kaçırmadığımı söylemeliyim. Zehra’nın onunla gurur duyması Serdar’ın da kendisiyle gurur duymasına temel oluşturuyor. Çünkü Serdar bu hayatta en çok Zehra’nın onun hakkında ne düşündüğüyle ilgileniyor. Ah Aşk!

Son olarak Uzay ve Gürcan’ın kafa kafaya vererek Yıldırım’ın asla başaramayacaklarını düşündüğü şeyi yani kripto şifresini kırmalarını sağlayan anahtarı yazarak bilgileri tek tek deşifre etmeye başlamalarıyla bu planın örgütün çok daha ötesinde Şirket’e ait bir eylem olduğunu keşfetmeye başlamalarından söz etmek istiyorum. Çünkü bu sayede alışveriş merkezinde başarısız olan eylemin yerine hiç vakit kaybetmeden bir sonrakine geçmek isteyen Yıldırım’ın yeni planının hedeflediği amaçla ilgili bir şeyler bulmuş oldular. Uzay kızının anne karnında öldürülmesinden sonra bu haftayla birlikte kalıcı dönüşünü ve özlenen zihinsel faaliyetlerine de geri dönmüş oldu. Özlemişim seni, Uzay…

 

 

Bölüm kapanışını Uzay ve Gürcan’ın kriptolu telefondan üçüncü eylemle ilişkili olarak yaptıkları hummalı çalışmalar sonucunda ismine ulaştıkları şahsın yeni terör saldırısının hedefi olabileceği düşüncesiyle onu kontrol etmeleri ve gerekirse korumaları amacıyla Serdar ve Zehra’yı çalıştığı havalimanına yönlendirmeleriyle sonlandı.  Artık bir Teşkilat klasiği haline gelen #ZehSer’li kapanış sahnesinde bu defa şahsı aramak ve güvene almak için havalimanında iki kola ayrılan Serdar ve Zehra’nın adamın hedef değil; aksine bir sonraki terör eylemini gerçekleştirecek terörist olduğunu öğrenmeleriyle beklenmedik bu ters köşe yüzünden gafil avlanmalarıyla son buldu. Adamın tam yanındayken bu bilgiyi alan Zehra tepki vermekte geç kalınca adamın suratına tuttuğu silahın namlusuyla Serdar da hem havalimanındaki masum insanların rehin alınışlarını hem de buraya bulmaya geldikleri adamın Zehra’ya silah doğrultmasını seyretmek zorunda kalmakla karşı karşıya kaldılar diyerek yazımı tamamlıyorum. Serdar teröristler tarafından çıkışı kapatılan havalimanında tek başına mücadele vermek zorunda kalacağına göre haftaya Die Hard tarzı takılan bir Serdar görür müyüz en çok onu merak ediyorum…

Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…      

 

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

2 saat Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

7 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce