Kategori: İzledimTeşkilat

TEŞKİLAT – Güven Bana: Sana Bir Şey Olursa Kendimi Affetmem

Teşkilat bu hafta Total’de liderliğini sürdürürken, AB & ABC1’de liderliği Yargı’ya kaptırdı.  22. Bölüm reytingleri Total: 8,56 reyting ile 1.lik ve  ABC1’de 9,30 reyting AB’de 9,22 reyting ile 2.lik.    Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Yağmur Tehlikede Çünkü Hain İçimizde

 

Aslında her şey İsrail operasyonunda uğradığı yenilgiden sonra Şirket tarafından kulağı çekilen ve her sadık köpek gibi yerini bilmesi öğretilen Yıldırım’ın bu yenilginin intikamını alabilmek adına “Yağmur’u Kaçırma” planını kuyruk acısı çeken MOSSAD’la birlikte devreye sokmasıyla başladı. Sanki MİT onlara durup dururken saldırmış da onlar Akdeniz’deki sondaj gemisini patlatarak Türk mühendislerimizi öldürmemiş ya da verilerimizi çalmamış gibi intikam istemeleri çok büyük yüzsüzlük. İtiraf edeyim adama gelen operasyona başla telefonundan sonra yanında etrafında olan biten her şeyden habersiz oturan ekip arkadaşının bu boşluğundan faydalanarak onu öldürecek ve kızı almaya öyle gidecek hatta Yağmur babasından sonra acaba halasını da kaybedecek diye düşünürken adamın bu kaçırma operasyonunu hiç kimseye zarar vermeden yapması bana epey şaşırtıcı geldi. Bu operasyona başlarken kimliğini açık etmek sanırım planının bir parçası değildi de ekip arkadaşını apartmanda görünce de mi hiç şüphelenmedi? Yağmur’un halası yüzünü gördü; kimliğinin açığa çıkmasına neden olabilirdi. O zaman neden geride şahit bıraktı?

Tabi karargâh ekibi de İsrail operasyonunun başarılı sonuçlanmasından ötürü herhangi bir gevşeme yaşamadan geçen hafta Ceren’in onlara göndermiş olduğu resimdeki adamın kimliğini belirlemeye çalışıyorlardı. Ki parçaları birleştirerek adamın kimliğini tespit edenin Uzay olmasına sanırım hiç kimse şaşırmamıştır. Ama adamın MİT’in içine yerleştirilmiş bir hain olduğunu öğrenmek şaşırtmıştır. Sizi bilmem ama ben bu konuda çalıştığı kuruma hele de Devleti’ne ihanet edene insan bile diyemiyorum. Dünyadaki hiçbir zenginlik bi ruhu satın almaya yetmeyecekken ruhunu paraya satmak olsa olsa kendine değer vermemek demektir. Bunun dışında bu bölümde daha net anladım ki Zehra Ceren konusunda sonuna kadar haklı. Verdiği yarım yamalak istihbaratlar gerçekten hiçbir işe yaramıyor.

Sahnenin içeriği Zehra ve Yağmur’la ilgili olmasa da Zehra ve Pınar’ın konuşup dertleşmelerini özlemişim diyerek Zehra ve Pınar’ın konuştukları sahneyi buradan anmak istiyorum. Pınar gittiğinde seni özleyeceğim dediğinde şaka yapmıyormuş ya da kibarlık yapmaya da çalışmamış. Aralarında kısa sürede iş arkadaşlığından dostluğa şimdi de dostluktan kardeşliğe doğru evirilen bir ilişki var. Kadın dostluklarını “birbirinin yurdu olmaları” bakımından ne kadar sevdiğimi hele de güçlü kadınların birbirlerine destek olmalarını izlemeyi çok özlediğimi ne kadar dillendirsem az.

 

Serdar’ın Çocuk Kalbini Kurtarma Girişimi

 

Serdar ve Zehra arasında gerçek bi romantik ilişki olmasını isteyen kitle için Yağmur-Serdar ilişkisinin nasıl filizlenip gelişeceğini görmenin çok önemli olduğunu biliyorum. Geçen sezon kızını doğum gününde çok özleyen Zehra’sı için kuralları esneten Serdar’ın yaptığı bu jestin ne kadar romantik olduğunu coşkulu bir dille anlatmıştım. Ceren’in Yağmur’un peşine düştüğünü öğrendiklerinde öfkelenen Zehra’ya ona bir şey olmasına asla izin vermeyeceğini de söyleyenin Serdar olduğunu düşününce aradıkları adamın Yağmur’un kapısının önündeki MİT mensuplarından biri olduğunu öğrenince ne ani fren yapmasına ne de arabasına U dönüşü yaptırmasına hiç şaşırmadım. Ailesini erken yaşta kaybetmiş biri olarak Yağmur’un kalbindeki yeri Zehra’nın kızı olmasının bile ötesinde. O yüzden de Serdar’ın onun için gerekirse dünyayı bile bükeceğine inanarak izlemeye başladım bu Yağmur’u kurtarma operasyonunu…

Serdar’ın uçarak binanın önüne gelmesi korumaların olması gereken aracın içinde hiç kimsenin olmadığını görüp elini belindeki silaha götürerek apartmanın içinde zamana ve bütün kötülüklere karşı yarışmasını izlediğim o birkaç dakikada zamanında yetişebilecek mi yoksa geç mi kaldı diyerek çok gerildiğimi inkâr edemem. Yağmur’un kaldığı dairenin kapısına koşturmadan önce biraz aralık bırakılmış o kapıyı fark eme detayına da hayran kaldım. Ben onun yerinde olsam sadece Yağmur’ların dairesinin kapısına koşmaya odaklanır belki de önemli bazı ayrıntıları gözden kaçırırdım ama onlar bu gibi durumlarda dikkatli ve soğukkanlı olmak için yetiştiriliyorlar. Önünü bile görmeden onu içerde bekleyebilecek tehlikeleri göze alarak daireye dalan ve sonrasında da içinde olduğu arabayı takip etmekten asla vazgeçmeyen Serdar gerçekten de bazı #ZehSer severlerin ona Yağmur’un üvey babası dedikleri kadar vardı.

Yağmur’u kurtarmak için kuruma ait arabayla giriştiği yarış nefes kesici bir boyuttayken Zehra’nın da bu kaçırmaya müdahale operasyonuna dahil olması Serdar’ın omuzlarına duygusal anlamda yüklenmiş sorumluluğun daha da ağırlaşmasına neden oldu. Ki Serdar için bile böylesine bir sorumluluk çok fazlaydı. 

 

“Serdar yalvarıyorum bu onları. Ona bir şey yapmalarına izin verme, lütfen.

Bana güven, Zehra. Adamın peşindeyim. (…)

Serdar sakın ateş etme. Arabada Yağmur var, tamam mı?

Ateş etmiyorum. Merak etme.”

 

Zehra’yı uzun zamandır karargâhtan operasyon yönetirken görmemiştim. Açıkçası ne yalan söyleyeyim özlemişim ama bu operasyonda söz konusu olan yaşam kızı Yağmur olduğundan her zamankinden daha az kontrolü ve daha fazla endişeli bir Zehra vardı. Bu anlaşılabilir bi durum ama onu bir operasyon yönetirken ilk kez bu şekilde gördüm.  Normalde soğukkanlı ve kontrollü bir ruh halinde olur ama bu değişikliğin karargâhta bir MİT ajanı olmaktan ziyade Yağmur’un annesi olarak bulunuyor olmasından kaynaklandığını söyleyebilirim. Üstelik onun bu duygusallığı sesini kulaklıktan duyduğu anda Serdar’a da sirayet ettiğini anlamak hiçte zor değildi. Küçük çocukların Serdar’ın bir zaafı olmasının yanı sıra Zehra’yı da hayal kırıklığına uğratmamak ve evlat acısı yaşamasının önüne geçmek için elinden gelenin en iyisini yaptı. Gürcan’ın yol göstermeleri de sağ olsun adamı otoparka kadar takip etmeyi de iyi başardı.

Maalesef hiçbir konuda kural tanımayan kötüler bu konuda da önlem önceden otopark kameralarını önceden devre dışı bırakmış olmaları Serdar’ın bütün bu çabalarını boşa çıkardı. Serdar samanlıkta iğne arar gibi araç değiştirmiş olma ihtimali çok yüksek bu haininin kaçırdığı Yağmur’u ararken her MİT ajanının yapması muhtemel bir hata yapıp otoparktan hızla uzaklaşmakta olan aracın peşine düştü ancak tahmin edersiniz ki karargâh ekibi MİT ajanı olmaları nedeniyle bu gibi anlarda adrenaline kapılmayıp sakin ve soğukkanlı olmaları için yetiştirilseler de söz konusu aile olduğunda özünde insan olduklarını belli ediyorlar. Bu sezonun ana temalarından birinin “birbirlerine kenetlenmiş bir aile” olmaya başlamaları olduğunu daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Serdar’ın geride bıraktığı bir ailesi olmadığı için bildiği tek ailenin onlar olması bu duruma olan duyarlılığını da arttıran bir etken özellikle de Yağmur’un Zehra’nın kızı olması onu geri getirmeye çalışırken duygusal kararlar alıp duygusal tepkiler vermesine neden oldu.

Serdar aklı başında soğukkanlı bir ajan olarak düşünebilseydi arabanın asıl hedefe odaklanmasını engellemek için bir decoy (dikkat dağıtıcı) olduğunu anlayabilirdi. Bir sihirbazın en büyük becerisi elinde hiçbir şey yokken herkesi tüm dünyanın avucunun içinde olduğuna inandırmasıdır misali arabadaki adam da Yağmur artık yanında olmadığı halde Serdar’ı son ana kadar peşinden iyi koşturdu. Aynı anda hem onun hem de Yağmur’un araba değiştireceğini düşünebildiler de ikisinin aynı arabada olmama ihtimalini düşünememeleri onların kötü ajan olduğunu değil; karşı tarafın her ihtimali düşünerek plan yaptığını gösterir. Karargâhta kızını kurtaramama ihtimalleriyle gerilen Zehra’nın destekçisi olan ekip arkadaşları kızını kurtarabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Hele Serdar canını ortaya koyup Yağmur arabada diye adamla bir eli arkasında yani silahla karşılık vermeden mücadele etmek zorunda kaldı…

Zehra’nın duygusallığının operasyon sırasında ona da sirayet ettiğini söylemiştim ya adam arabayı bırakıp kaçmak zorunda kalınca Yağmur’u kurtarmak için vakit kaybetmeden koşarak arabaya giden Serdar’ın onu arabanın içinde göremeyince bagajda olmasından ama doğrusu bagajda ölüsünü bulmaktan korktuğu için bagaj kapağını açmadan önce gözlerini kapamasından bunu anlamak mümkün. Hem onu bulamamaktan hem de onu ölü olarak bulmaktan duyduğu endişenin neden olduğu gelgitleri Serdar da dolayısıyla da Çağlar’ın mimiklerinde gördüm ve de inandım. Serdar kızının arabada olmadığını söylediğinde elindeki son umut kırıntısını da kaybeden Zehra’yı o saatten sonra yerinde de karargâhta da tutabilecek hiçbir güç yoktu. Deniz’i oyunculuğu için tebrik etmek istiyorum. Kızı kendisine en çok ihtiyaç duyduğu anda yanında olup onu koruyamadığı için içten içe kendini suçlayan bir annenin çöküşünü ve kızı için duyduğu endişe duygusunu hiç konuşmadan mükemmel bir şekilde yansıttı. Deniz bir ödülü hak ediyor.

Tel Aviv’in göbeğinde Uluslararası Hukuk’u çiğneyip elçiliğe girmeye çalışan MOSSAD’a ağızlarının payını vermiş olmalarının utancıyla bir süre kendilerine gelemezler diyordum ama onlarda utanma olmadığını tahmin etmeliydim. Küçük bir kızı pazarlık malzemesi yapmak ancak onlar gibi mertçe savaşmayı bilmeyenlere yaraşır bi hareketti.

 

Zehra ile Ceren’in Yüzleşmesi: Çünkü Sana Değer Veriyorum

 

Öfkeli bir aslanı sakinleştirme çabasının nafile olduğu gibi bu olanlardan ötürü kendinin sorumlu hisseden Zehra’ya da sakin ol demenin bir işe yaramayacağını Halit Başkan tahmin etmeliydi. Yaralı bir anneyi hiçbir şey durduramaz. O yüzden yapabilecekleri en iyi şey öfkesinin nereye odaklanacağını tahmin edip öfkeyle yanlış bir şey yapmasına engel olmaktı ama o konuda da başarılı olduklarını söyleyemeyeceğim. Uzay dışında bir kişinin bile aklına onlara bu istihbaratı getiren kişiye gidebileceği gelmedi ya helal demek istiyorum. Yanlarında Uzay olmasa ne yaparlardı? Oysa ki ben bilen birini tanıyorum dediği anda bahsettiği kişinin Ceren olduğunu anlamıştım. Zehra’nın onu varlığını öğrendiği günden beri sevmediği bir sır değil. MİT için çalışıyormuş gibi göründüğü halde ona hiçbir şekilde inanıp güvenmediği de malum. Sorgusunda çıkanlardan sonra onun ağzından çıkan her kelimenin yalan olduğunu üstüne basa basa defalarca söylediğini de biliyoruz. Tabi ki bu konuda bir şeyler sakladığını düşündüğü Ceren’e gidecek.

Paranoyaklık gibi olmasın ama ben de Ceren’in ağzından çıkan tek kelimeye bile inanmıyorum. İkinci sezonun ilk bölümünde Serdar’a neler olduğunu bilmediğini söylediğinde ne kadar yalancıysa şimdi de o kadar yalancı. Amacı ne henüz onu tam olarak çözebilmiş değilim ama yalan söylediğini, anlattığından daha fazlasını bildiğini en önemlisi de hangi taraf çıkarlarına uyuyorsa hayatta kalabilmek ve kızını hayatta tutabilmek için ona yanaştığına eminim. 

 

“Sakin ol. Biz aynı saftayız.

Senin gibi iki yüzlü bir aşağılıkla aynı safta değilim ben. Olmadım, olmayacağım da.

Bana istedin kadar vur ama bu kızını bulmamızı sağlamaz, Zehra.

Konuşacaksın. Eğer ona bir şey olursa…

Sen bunu kızını terk edip yalnız bırakmadan önce düşünecektin. Bunların hepsinin olabileceğini biliyordun. Yaptığın yanlış tercihlerin acısını benden çıkarma.”

 

Yağmur’un pasaportundaki isim sahteydi ama Ceren Yıldırım ona resmini gösterir göstermez onu tanıyorum dediği anda kızına rağmen bendeki tüm kredisini tüketmiş oldu. O yüzden olacak ki daha çok gerilim/korku tarzı filmlerde görmeye alışkın olduğumuz Zehra’nın bir anda arkasında belirmesinden çok keyif aldım. Dükkânın içinde bir oraya bir buraya savrulunca aklı başına gelir de rol yapmayı bırakır sandım ama kızının kaçırılmış olmasının nedeninin annesi olduğunu söyleyip Zehra’nın anneliğine laf edince ya bu kendini öldürtmeye çalışıyor dedim. Ben hayatımda çok fazla hadsiz gördüm ama bunun kadar yüzsüzünü ilk defa görüyorum. Zehra’nın yerinde ben olacaktım çoktan sıkmıştım. Sıktın diye öldürmek zorunda değilsin. Ceren MİT için zaruri bi muhbir olduğuna mı yoksa Serdar’ın onu hala sevdiğine mi bu kadar güvenip rahatça konuşuyor bilmiyorum ama Serdar gelmeseydi bugün orada ölecekti.

Koşarak içeri girip Zehra’nın Ceren’i vurmasını engellediğinde Ceren’in yüzünde beliren memnuniyet ifadesi kesin dikkatinizi çekmiştir. O ifade Serdar’ın oraya onu kurtarmak için geldiğini düşünmesinden kaynaklanıyordu ama gerçek bundan çok daha başkaydı. Serdar oraya Zehra’nın yanlış bir şeyler yapmasını önlemek için gelmişti ki bu sahnedeki #ZehSer anlarından sonra en çok hoşuma giden ayrıntı Ceren’in de bunun farkına vardığı yani onun hayatının Serdar için hiçbir şey ifade etmediğini ama Zehra’nın selametinin çok şey ifade ettiğini anladığı andı. Ekip arkadaşları henüz anlamamış olsalar da Ceren aralarındaki güçlü bağı hissetti. Bu dünyada gözlerinin içine bakıp Zehra’yı bir yanlış yapmaktan vazgeçirebilecek sonra da sarılıp teselli edebilecek tek insan Serdar. Özellikle de bir yandan kızını bulacaklarını söyleyip bir yandan da sarılarak teselli etmesini izlemesi çok romantikti. Bölümün en sevdiğim #ZehSer anlarından birinin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sarılmalar ve final olmasa bu olurdu.

 

“Ne oldu eski sevgiline kıyamadın mı?

Saçmalıyorsun. Zehra ne yapıyorsun?

Kızımı bulmaya çalışıyorum.

Ben de en az senin kadar.

Benim kadar mı?

Evet. Nedenini biliyor musun? Çünkü benim için çok değerlisin.

O yüzden mi, Ceren’i korudun?

Ceren umurumda mı? Git ne yaparsan yap.”

 

 

 

Zehra’nın mevzu Ceren olduğunda Serdar’a tam anlamıyla güvenemediğini hatta ona karşı bir zaafı olduğunu bile düşündüğünü hepimiz biliyoruz. Serdar’a yaptığı iğnelemelerin bir kısmı bu güvenememe durumundansa bir kısmı da onların birlikte çalışmalarını kıskanıyor olmasından ama mevzu Yağmur iken zaman ne Serdar’ın sadakatinden şüphe etme ne de kıskançlık yapma zamanı. O yüzden Zehra’nın Serdar’a söylediği ilk cümleyi kızının kaçırılmış olmasına veriyorum. Aksi taktirde “eski sevgiline kıyamadın mı?” cümlesi Serdar’ın kalbini kıracak türden bir cümle. Belki abartıyorum ama Zehra ilk tanıştıklarında ona güvenmediğini hatta bir hain olabileceğini söylediğinde bile bu kadar kalbinin kırıldığını sanmıyorum. Çünkü o zamanlar Zehra’yı onun hakkında düşündüklerine değer verecek kadar umursamıyordu. Ama şimdi durum başka. O yüzden Serdar’ın “saçmalama” diyerek kendisine kızmasını çok iyi anlayabiliyorum. Neyse ki Serdar Zehra’nın içinde bulunduğu o ruh halini anlayacak kadar ince ruhlu bir insandı da söylediklerini ciddiye almak yerine görmezden gelmeyi seçti. Onunla da kalmayıp derdini paylaşmaya da çalıştı.

Zehra’nın gözlerinin içine bakıp Yağmur’u bulmayı “en az senin kadar” istiyorum dediğinde içtenliğinden de samimi duygular içinde olduğundan da hiçbir zaman şüphe etmedim. Üstelik sadece onun kızı olduğu için değil; Serdar’ın büyüklerin savaşında zarar görmüş küçük bir çocuk olma deneyiminin etkisiyle savaştan zarar gören tüm çocuklara zaafı olduğundan yapıyor tüm bunları. Ama kendini yırtarcasına verdiği bu ekstra çaba var ya o tamamen Zehra’sı için. Adam gözlerinin içine bakarak “Benim için çok değerlisin” dediğinde karşısındaki kadın ne demek istediğini iyi anlar diye düşünüyor ama belki de bu duyguları itiraf etmek için doğru yer burası değildir. Açıkçası doğru yer doğru zaman da olsa ben artık #ZehSer çiftinin çift olma yolunda birtakım adımlar attıklarını görmek istiyorum. Evet, kimi zaman bi insan için değerli olduğunu duymak bile hele de bu sözü kimsesiz birinin ağzından duymak çok değerlidir ama ben hislerin etrafında dolanmak yerine direkt olarak içine atlamayı tercih eden bir insanım. O yüzden bu sahne tüylerimin ürpermesine neden olsa da ben artık Serdar’ın ağzından gerçek bir “seni seviyorum” duymak istiyorum.

 

“Delirmek üzereyim.

Biliyorum çok zor ama ben senin yanındayım. Her koşulda sakinliğini kaybetmeyen Zehra’ya nerede? (…)

Benim de bir sınırım varmış demek ki.

Seni böyle görmek hoşuma gitmiyor. Kendine gel.”

 

İki eliyle de Zehra’nın omuzuna dokunarak aralarındaki mesafeyi azaltan Serdar’ın ona doğru eğilmesi ve kızı için çok endişelenen bir anneyi en önemlisi de Zehra’yı sakinleştirme çabasıyla daima yanında olduğunu hatırlatmasını severek seyrettim. Bu sahne bana Zehra’nın ekipten ayrılmadan önce “en zor anlarımda yanımda olmana alıştım” dediği sahneyi hatırlattı. O zaman birbirlerine dokunmaktan çekinirlerken şimdi Serdar desteğiyle her daim yanında olduğunu hissedebilsin diye ellerini omuzuna atması çok anlamlıydı. Onun acı çektiğini görmekten duyduğu eziyeti ifade edip her koşulda sakinliğini kaybetmeyen Zehra’nın dönmesini sağlamaya çalışması çok tatlı bir hareketti de onların bu halini gördükten sonra Ceren’in yüzünde beliren kıskançlık beni #ZehSer’in geleceği için endişelendirdi.

Serdar’ın Zehra’yı tek bi cümlesiyle rahatlatabilmesi “ben senin yanındayım” cümlesinin Zehra’ya aşıladığı güvenlik duygusunu ve bazen konuşmadan sadece bakışarak bile birbirlerini sakinleştirmeyi becerebilmelerini izlemeyi çok seviyorum. Soğukkanlılığıyla tanınan Zehra’nın kolu kanadı kırılıp düşmeye başladığında onu tutup ayağa kaldıran kişinin Serdar olduğunu bilmek #ZehSer’e olan inancımı artırıyor. Serdar’ın anlayışlı ve güven aşılayıcı ses tonuyla Zehra’nın gözlerinin dolmasıyla onun da kalbinin acımaya başladığını belli eden ağlamaklı o hüzünlü ses tonu beni benden aldı. Bu sahnede sadece Zehra ve Serdar’ın değil; Deniz ve Çağlar’ın da uyumlarıyla sahne performansını arşa taşıdıklarını söylemeliyim. Deniz her dakikasından ve saniyesinde beni gerçek bir anne olduğuna inandırdı. 

 

 

Dağda Tanıdığımız Tek Çakal, Şunu Bil Ki Devlet İp Atlamaz Sirk Kurar

 

Operasyon hakkındaki yorumuma geçmeden önce Mete Başkan, Halit Başkan, Yıldırım ve Tövbekar’ı nam-ı değer Mahşerin 4 Atlısını bir arada izlememizi sağlayan o sahneyi yazdıkları için senaristlere teşekkür etmek istiyorum. Mete Başkan’ın dönüşüyle birlikte uzun zamandır görmeyi çok istediğim bir kareye televizyonumda denk gelmek benim için bu bölümü izleme keyfini arşa taşıyan bir faktör oldu. Yıldırım’ın hiç beklemediği bir anda etrafını saran başta Mete Başkan olmak üzere Halit Başkan da Tövbekâr da o alana çok hızlı ve etkili bir giriş yaptılar…

MİT’i alaşağı etmek için yaptığı tüm planlara ve kendini onlardan üstün görmesine rağmen o masada bütün kozları kim elinde tutuyordu ve avantaj kimdeydi anlayamadım. Yağmur onun elinde olduğu halde Mete Başkan gözlerinin içine baka baka onu böcek gibi ezdi. Eğer bir onuru olsaydı onca laftan sonra yerin dibine girerdi ama onuru olan insan Şirket için çalışıp Devletine hainlik etmezdi. Geçen hafta Halit Başkan tarafından MOSSAD’a söylenen kapak niteliğindeki sözlerinin üstünde durmuştum. Bu hafta da bir benzerini senaristlerimiz sağ olsun paralel sahne olarak izlemiş oldum. Senaristlerimizin taşı gediğine koyma konusundaki bu doğal yeteneklerini taktir ediyorum. Yıldırım’a karşı öyle cümleler sarf ettiler ki o parkta Olympos’lular arasındaki muhteşem bir güç gösterisine şahit oldum.

Yıldırım ve Halit arasındaki düşmanlığı daha önce de iki Olympos’lunun savaşına benzetmiştim. Ancak o savaş bu haftaki bölümle birlikte üçe karşı bir olma durumuyla verilen bir göz dağına dönüştü. O ne yaparsa yapsın Türklerin kazanan taraf olacağına dair inançlarını birlikte sergiledikleri güçlü duruşlarıyla çok iyi anlattılar. Yıldırım onlardan korkmadığını ve onlara diz çöktürmek istediğini söylüyor ama aslında Türk Devleti’nin kudretinden korkuyor. Bu yüzden de karşılarına asla direkt çıkmıyor. Aksine aralarına hep başka birilerini sokmaya çalışıyor. Bana soracak olursanız bi zamanlar yuvası olan MİT tarafından dışlanmak kendisinde üstünlük kompleksiyle üstüne kapatmaya çalıştığı bi aşağılık kompleksi yaratmış. Onu dışladıkları gibi dışlansınlar istiyor. Yıllar önce sevdiği kadınla birlikte kaybettiği gücünü yeniden kazanmaya çalışıyor. O kendini korkutanların gücünden hala çok korkan sözde bi zorba.

 

Şimdi Operasyon Vakti: Ankara’nın Göbeğinde MİT’e Kafa Tutmak

 

“İçinizden birine bir şey olursa ben bunun vicdan azabını atlatamam.”

 

Ekibin tuzak olma ihtimalini bile bile Yağmur’u bulabilmek için düzenledikleri operasyona giderken artık birbirlerine sımsıkıya kenetlenmiş bir aile oldukları mesajının arabanın içinde yeniden verilmesi detayı dışında Serdar ve Zehra ikilisinin yan yana isterlerse birbirlerine dokunabilecek kadar yakın oturmalarına bayıldım. Zehra’nın kızı Yağmur’u kurtarmak için bile olsa hiçbirinin hayatını tehlikeye atmak istememesi ve konu onun kızını kurtarmak olduğundan yanındaki her insanın hayatından kendini sorumlu hissetmesi bana adil ve vicdanlı olması dışında bazen dünyanın yükünü omuzlamak için fazla istekli olduğunu düşündürttü. Neyse ki yanında yükünü azaltacak ailesi var da onlar sayesinde tüm dünyayı omuzlarında taşımaktan geçici bir süreliğine de olsa feragat edebiliyor. Onun için nasıl ki Yağmur’dan sonra bir hayat yoksa Serdar onlar için de Yağmur’dan sonra bi hayat olmadığını çok iyi anlattı. Serdar “Asıl Yağmur’a bir şey olursa bunu atlatamayız” dediğinde kısacık bir süreliğine de olsa arabadakilere aldırmadan bakıştıkları o sahnede dudakları sustu ama gözleri birbirlerine anlatmak istedikleri her şeyi oracıkta anlatıverdi.

Operasyona geçecek olursak eğer bu defa arabalarından maskeleri takarak çıkmamalarını garip bulmakla birlikte bu rahatlığı kendi ülkelerinde özellikle de Ankara’nın göbeğinde operasyon yapıyor olmalarına bağladım. Sonuçta daha önce de Türkiye sınırları içinde operasyon yaparken maske takmamışlardı. Bi kere bunu hatırlayınca herkesin bu anı neden bu kadar eleştirdiklerine bir anlam veremedim. Daha önce hiç yapmadıkları bir şeyi şimdi yapmalarını beklemek mi yoksa “ölü” olarak bilindikleri halde Ankara’dayken hiç maske takmamış olmaları mı daha garip? Zira bu mantıkla bakılırsa daha önce yaptıkları operasyonlarda da yüzlerini örtecek maskeler takmalıydılar. Bu ayrıntıyı kısa bir anlığına görmezden gelecek olursak eğer operasyon sahnesi bölümün beğendiğim #ZehSer’e ait olmayan nadir karelerinden biriydi. Depoya girişleri, dağılışları ve silah tutuşlarıyla sahnede çalan müziğin uyumu birbiriyle ahenk içindeydi. Bu müzik adeta sahnenin gerilimli bekleyişini izleyicilerin iliklerine işlemek için özellikle seçilmişti.

Deponun arkalarına ilerledikçe daha önce fark etmedikleri çok sayıda adamın etraflarını sarmasının mantığını en başta anlamakta zorlanıp nereden çıktı bu adamlar bizimkiler neden bu kadar özensiz operasyon yapıyorlar derken etraflarını saran adamların sayıca üstünlüklerine rağmen ekipteki hele de Serdar’daki rahatlık görünenin ötesinde başka bir şey döndüğünü düşündürttü ki bu düşüncem de haksız olmadığımı da kısa bir süre sonra anlamış oldum. Onlar bizim ekibi İsrail operasyonundaki başarılarından ötürü avlamaya gelmişken kendilerinin Ankara’nın göbeği denilebilecek bir yerde av oluşlarını izlemek benim için büyük bir zevkti. Demek ki bizimkiler her operasyona yalnız gitmiyorlarmış da operasyonlarında destek kuvvet olarak bi saldırı timini de yanlarına alıyorlarmış. Yalnız tim bütün bu teröristleri etkisiz hale getirmeden önce Serdar’ın onlara söylediği cümleyi çok havalı bulduğumu söylemeliyim.

Silahlarını bırakmaları gerektiği uyarısını dikkate almadan teröristlere silah doğrultmaya devam ettikleri o deponun ortasına doğru çekilip sırt sırta vererek toplanmaları ve Serdar’ın üçten geriye doğru saymasından sonra meydana gelen patlama sahnesi kimse kusura bakmasın ama bence çok havalıydı. Yabancı ülkelerde yapılan bu tarz dizileri aratmayan cinsten bir sahneydi. Ben izlerken çok keyif aldım. Bunu daha önce duymuşsunuzdur belki ama onların patlama sırasında ortaya doğru çekilmeleri bana doğal afetlerde genellikle en güvenli yerin afet merkezi olduğunu söyleyenleri anımsattı. Üstelik patlamadan sıyrılabilmek için sırt sırta verdiklerini görmek de güzeldi. Bu her zorluğa karşı birlikte savaşacaklarını ve birbirlerine karşı sonsuz bir güven duyduklarını anlatan en iyi metafor olmuş bence.

Bu sahnede canımı sıkan tek ayrıntı resimlerinin çekilmesinin onlar için yarattığı tehlike oldu ki onları çekenin kim olduğunu öğrenmek sonradan daha can sıkıcı oldu. Habercilik kisvesi altında kaç insana zarar verdiğinin farkında mı? Hür habercilik dediği şey bu Vatan için canını ortaya koyan insanları ifşa edip onların ve ailelerinin hayatlarını tehlikeye atmaksa kalsın. O kimlikleri ifşa ettiğinde devletini nasıl bi diplomatik krize sokabileceğini ve başlarına ne gelebileceğini düşünmedi bile. Canla şaka olmadığı gibi böylesine hassas bir konuda da habercilik olmaz. Ki Ebru bunu yaparak o çok sevdiği kocasının inancına saldırmış oluyor. O halde Vatan haini damgasını da hak ediyor. 

 

Mesele Devlet Meselesi: Kızının Canına Karşılık Senin Canın…

 

Kimliklerinin deşifre olmak üzere olduğundan habersiz karargâhta ellerindeki mevcut problemi çözmeye çalışan ekibin o ana kadar Yağmur’u bulma konusunda başarısız olmaları yetmiyormuş gibi Ariel’i öldüren bizzat kendisi olduğu için MOSSAD’ın Zehra’yı istiyor olması problemi de yakında gündemlerine bomba gibi düşecekti. Teşkilat’ın senarist grubu sağ olsun bir önceki haftanın durgun hikâye örgüsünün intikamını almaya çalışırcasına bir problemi çözüme kavuşturamadan bi diğerini yaratma becerilerine hayran kaldım. “Karargâh ekibi nefes almasın” temasını hedefliyorduysalar başarılı oldular. Bu sezonun başında ekibin aynı masa etrafında toplandıkları kolektif düşünme anlarını çok sevdiğimi söylemişken ve onlar da henüz kaçırılmış Yağmur’u bulma sorununu çözememişken bir de başlarına operasyonda ele geçirdikleri telefonlardan birine atılan gizemli bir mesaj ve tedirgin bekleyiş süreci çıktı.

 

“Bu çocuğun annesinin onu ne kadar sevdiğini görmek istiyoruz. Ama bu sefer oyun yok. Sadece dediklerimizi yapacaksınız yoksa kız ölür. Ve onu öldüren biz değil; siz olursunuz.

Bu kızın canına karşılık annesini istiyoruz. (…) Bu sefer kalabalık olursanız kız ölür.”

 

Koskoca Milli İstihbarat Teşkilatı’yla dalga geçer gibi onlardan gelecek telefonu beklemelerini istemeleri resmen bi savaş taktiği. Karşı tarafın direncini kırarak paniklemesini ve bu sayede de hata yaparak isteklerine boyun eğmesini sağlamanın yolu. Onlar için bir dakika ama Zehra’ya bir ömür gibi geldi. Tabi, Türkleri sahada yenemeyeceklerini anlayınca sevdiklerini rehin alıp psikolojik baskı kurma yönteminin daha etkili olacağını düşündüler. Allah düşmanın da yüreklisini ve mertini versin. Bunların yaptığı gibi kaçak dövüşenini düşmanımın bile başına vermesin. Böylesi karşısındaki insanı yüreksizliğiyle tüketir. Küçük masum bir kızı evinden kaçırdıkları yetmiyormuş gibi onun canının karşılığında annesinin canını istiyor olmaları büyük acımasızlık. Üstelik bu istek başka bi tartışmanın da fitilini yaktı.

Zehra’yı isteyerek kör göze parmak sokarcasına biz MOSSAD’ız demiş kadar oldular. Elini belli etmek de böyle bir şey olsa gerek. Belli ki daha önce hayatlarında ne poker oynamışlar ne de gerçek anlamda bir siyaset yürütmüşler. Benim bundan anladığım arkanı Şirket’e dayadığın zaman başka bir ülkenin sınırları içinde istediğin operasyonları yapıp istediğin gibi at koşturmaya hakkın var. Bu olsa olsa arkalarındaki gücün onlara sağladığı cahil cesareti…

Zehra Vatansever bir MİT mensubu ama her şeyden önce bir anne. Kızının canı için hiç düşünmeden kendi canını ortaya koyar. “Aldatılan kadının intikamı cehennem ateşidir” derler ya siz bir de yavrusu elinden alınmış bir annenin neler yapabileceğini düşünün. Boşuna değildir doğadaki her canlının dişisinin daha yırtıcısı olması. Kurt sürülerinin başında bir dişinin olması ve aslan avından dişilerin sorumlu olması. Çünkü hiç kimse bir anne kadar yırtıcı olamaz. Halit Başkan’ın resmi kayıtlara göre ölü olduğu için teslim edilmesinin bir seçenek olmadığını söylemesine rağmen teslim olmayı düşünen Zehra’nın bu planına Serdar’ın verdiği tepki dikkatimi çekti. Asıl hedeflerinin Zehra olduğunu öğrendiği anda yüzündeki bıkkınlık ifadesi yerine korkuya bıraktı. Zehra’nın bu taleplerini kabul edip kendisini onu öldürmeyi isteyen yabancı bir İstihbarat Teşkilatına teslim etmesi fikri hiç hoşuna gitmedi. Zehra’ya bi zarar gelmesi ihtimali onun için öyle kabul edilemez bir durumdu ki Zehra’yı vazgeçirebilmek için elinden geleni yapmaya hazırdı.

 

Sevdiklerimizin Canını Feda Etmeye Hakkımız Var Mı?

 

Devlet için canını vermeye hazır bu insanların söz konusu ailelerinin canı olduğunda Devlet için onları feda etmeye hazır olup olmadıklarını Hakkı’yla sorguladıkları anda sonucu değiştirmek için yapabileceği ya da söyleyebileceği hiçbir şey olmadığı halde daima yanında olacağını söylemesi çok anlamlıydı. Biliyorum bu sahne bir #ZehSer anı kadar çekici değildi ama içlerinde Zehra gibi çocuk sahibi olan tek kişi o olduğu için çocuğun için hiç düşünmeden canını ortaya koyma fedakarlığının nereden geldiğini anlayabiliyor ve onunla gerçekten empati kurabiliyor. Üstelik Zehra ve Hakkı arasında genellikle pek fazla kesişme sahnesi olmadığından bu nadir ama etkileyici sahneden beni büyülediği için bahsettiğimi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bu dünyaya bir insan getiriyorsun ona bi ömre yetecek kadar emek verip gözünden sakınıyorsun. Kendi gözünden bile sakındığın hayatı feda etmeyi göze alabilir misin?

Zehra’nın sevdiği ve uğuruna ömrünü adadığı Devleti’ne olan sadakatiyle canından can verdiği kızına olan sevgisi arasında kalması gerçekten çok kötü. Kızını kurtarmayı seçse MOSSAD tarafından konuşturulmaya çalışılacak ve belki istemeden de olsa arkadaşlarının zarar görmesine neden olacak. Devletini seçerse de göz göre göre kendi kızının mezarını kazmış olacak ki Yağmur bunlar için daha çok küçük. O yüzden bu zehir fikrinin nereden çıktığını anlayabiliyorum ama yenilgiyi kabul edemiyorum. O yüzden tam da o anda Serdar’ın odasına gelmesi çok iyi oldu.

Serdar daha kapıdan girdiği anda bir sorun olduğunu anladı. Zehra’yı o kadar iyi ezberlemiş ki nefes alıp verişinden bile aslında ne demek istediğini anlıyormuş gibi geliyor. Bu da olsa olsa onu iyi gözlemlemiş olmasıyla açıklanabilir. Bir insanın yüzüne bakarak ondan bir şey sakladığını ya da saklamaya çalıştığını anlamak hem çok korkutucu hem de insana rahatlık ve güven duygusu aşılayan bir şey. Sen doğru kelimeleri bulup kendini ifade edemediğinde bile seni anlayacak birini bulmak güzel de başka hiç kimseyle paylaşmak istemediğin yanlarını görür görmez tanıması ondan hiçbir şey gizleyemeyeceğini anladığında korkutucu olabiliyor. Zehra’nın yerinde duramayan enerjik halleri ve kollarını birbirine kavuşturmuş olması beden dilinden iyi anlayan biri için fark edilmemesi imkânsız işaretlerdi.

 

“Gitmek zorundayım, Serdar.

Zorunda değilsin. Bulacağız Yağmur’u.

Ya bulamazsak? Ya…

Kendini bu kalleşlere teslim mi edeceksin? Bunlara mı güveneceğiz? Çocuk kaçıran adamlarla anlaşma mı yapacağız, Zehra? 

Çocuk kaçıran adamlar eğer senin çocuğunu kaçırmışsa, evet.”

 

Ben bu konuda Serdar’la aynı fikirdeyim. Kendini o adamlara teslim etse bile üzerlerine düşeni yapıp Yağmur’u sapasağlam geri vereceklerinin hiçbir garantisi yok. Sonuçta kötü adamlar sözlerinin eri olmakla tanınmıyorlar. Bu yüzden pes etmeden önce verilen bu süre zarfında ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaları daha akıllıca. Zehra’nın bu durumda yapması gereken çok zor da olsa hep arkasını kollayan arkadaşlarına güvenip yine arkasını kollayacaklarına inanmak zira bazen yapılabilecek en iyi şey ne kadar zor olsa da hiçbir şey yapmadan beklemektir. Sadece tüm dünyanın yükünü sırtında taşımaktan vazgeçip arkadaşlarının kendisine yardım etmesine izin vermeli.

 

“O neydi? Neyi sakladın? Ne bu?

Ne olduğunu biliyorsun. (…) Kendimi teslim ederim. Ettiğim gibi de onu içerim, Serdar. Böylece herkesin istediği olur. Hem kızım kurtulur hem de o heriflere istediğini vermemiş olurum. Benim yüzümden ekibimin deşifre olmasına Devletimin itibarının ayaklar altına alınmasına izin vermem. Ben ölür giderim. En azından kızım kurtulur. Elimden başka bir şey gelmiyor, anla beni. Ver.

Saçmalama, hayır. Eğer bulamazsak ve sende teslim olmak zorunda kalırsan sana kendi ellerimle vereceğim. Ama bana lütfen biraz daha süre ver. Bulacağım, sana söz veriyorum.”  

 

Dedim ya uğruna canını verecek kadar çok sevdiği Vatanına olan sadakatiyle canından can verdiği kızına hissettiği sevginin arasında kaldı diye. Bu zor seçimde çıkış yolunu hem Vatan’ı hem de kızı için kendini feda etmekte buldu ama karşısındaki insanın da sevdiklerinden kolay kolay vazgeçmeyen Serdar olduğunu hesaba katmadı. Bu intihar niteliğindeki planını açıkladığı kişi Hakkı olsaydı belki o da bir baba olarak ona hak verirdi ya da karşısındaki insan Pınar olsaydı ona bunu neden yapmaması gerektiğini anlatacak birçok cümle kurarak Zehra’yı ikna etmeye çalışır ama başarısız olurdu. O yüzden bu konuşmayı yaptığı insanın umudunu asla kaybetmemesini sevdiğini söylediği Serdar olması anı olduğundan daha da anlamlı kılan bir durum. Kötü adamların sözlerinde durmaları gibi küçük bir ihtimal için Zehra’nın hayatını tehlikeye atmanın Serdar için duygusal anlamda kabul edilemez bir durum olduğunu bu sahneyi izledikten sonra çok daha iyi anladım. Hele de ellerine düşmemek için bir intihar görevine çıkması asla.

Zehra’nın hem Devleti hem ekip arkadaşları hem de kızının güvenliği için bunu gerçekten yapabileceğini anlamak Serdar paniklemesine neden oldu. Olay Zehra’yı teslim olmamaya ikna etmeye çalışmaktan intihar etmesine engel olmaya çalışmaya dönüştü ki Serdar taşıdığı umut duygusuyla bunu yapabilecek en doğru insandı. Gözlerinin içine bakarak işler o noktaya gelirse kararına saygı duyacağını ama şimdi ona güvenip Yağmur’u bulmasına izin vermesi gerektiğini söylemesi tüylerimin ürpermesine neden olacak kadar etkileyici bi savunmaydı. Ki göz göre göre kendini öldürmesine saygı duymayıp ne olur ne olmaz diye intihar hapıyla yapmış olduğu kendi planını izlemek bu sahneyi daha güzel kılıyordu. Onu bu delice fikirden kısa bir süreliğine de olsa vazgeçiren kişinin Serdar olduğunu bilmek #ZehSer konusunda beni umutlandırıyor. Ki o saatten sonra Serdar anne-kız için adeta kahraman rolüne büründü.

 

Yağmur Nerede?

 

O kızı ve ekip arkadaşları için kendini feda etmek zorunda kalmasın diye Serdar’ın ona vermiş olduğu sözü tutmak adına sabah hiç vakit kaybetmeden peşinde oldukları haini vurduğu yere gidip onu bulmasını sağlayacak herhangi bir iz araması akıllıcaydı. Serdar’ın Zehra için yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu zannetmiyorum. Bu yüzden de işin ucunda onu bekleyen kocaman bir belirsizlik de olsa Zehra’yı hayatta tutabilmek ve Yağmur’u bulabilmek için her türlü tehlikeli maceraya gözü kapalı atlamaya hazırdı ki gerçekten de Yağmur’u kurtarabilmek için bunu yaptı. Adamın kurumuş kan izlerini takip ederek ulaştığı caddede trafik kameraları sayesinde takip edebileceği bir ipucu bulmaya çalışması hem MİT olmanın göz kırptığı polisiye yönüne vurgu yapması bakımından hem de evin yolunu bulmak için ormana ekmek kırıntıları bırakan Hansel ile Gratel hikayesini anımsatması bakımından izlemesi ilginçti.

Serdar olay yerine dönerek hainin izlediği güzergahı ve bu güzergâh üzerinde tuttuğu taksi sayesinde de bir adrese ulaşarak Zehra’ya verdiği sözü tutma konusunda ileriye yönelik mükemmel adımlar attı dersem kimse abarttığımı düşünmesin. Evet, bunu yaparken Gürcan’dan ve Adem’den yardım aldı ama bazen nasıl ilerleyeceğine dair karar verirken kimlerin uzmanlıklarından yararlanacağını bilmek de büyük bir beceridir. Diğerleri Zehra’nın ne kadar ileri gitmeyi planladığını bilmedikleri için ellerinden geleni yapıyorlar ama Serdar kadar kendilerini bu işe adamıyorlar…

Taksici sayesinde öğrendiği ipucunun peşinden yardım istemeden körü körüne giden Serdar’ın atıldığı macera onu haine götürmeyi başardı ama işler hiç umduğu gibi gitmedi. Söz konusu Zehra ve Yağmur olduğunda aslan kesilen Serdar için ortak noktaları Zehra olması dolayısıyla Yağmur’u babası gibi sahiplenen bir Serdar duruşunun mevcut olduğunu düşünenlere ben de hak vermiyor değilim. Serdar için tüm küçük çocuklar trajik geçmişinden dolayı zaaf niteliğinde ama Yağmur konusunda ekstra bir hassasiyeti olduğunu görmemek için de kör olmak lazım. Haini bulup sorgulamaya çalıştığında aralarında çıkan arbedede muhteşem çekim kalitesinde yakın dövüş sahneleri izlememiş olabiliriz ama benim dar alanlarda gerçekleşen dövüş sahnelerine karşı bir zaafım olduğunu söylemeye mecburum. O yüzden de ben bu sahneyi çekim kalitesine ve dövüş tekniklerine fazla dikkat etmeden büyük bir keyifle izledim. Bu konuda hiç tarafsız bir gözle yaklaşamayacağım. Hele siz de dar alanlarda çekilen dövüş sahnelerine harcanan emeği bilseydiniz sizde göğüs gerdiği zorluklardan ötürü Çağlar’ı ve zamana karşı yarışan Serdar’ı taktir ederdiniz.

Duygular konusunda kendi ifade etmede büyük güçlük çeken ve bu yüzden de genellikle duygusuz bi robot olmakla suçlanan Uzay’ın bile kızını bulacakları konusunda ona umut vermeye çalışması ve büyük bi hassasiyet göstererek içini rahatlatmaya çalışması üzerine konuşulması gereken bir andı. Uzay da meydana gelen bu değişikliklerin yakın bir zamanda baba olacak olmasından kaynaklandığını söyleyeceğim ama bölümün sonunda yaşananlardan dolayı konuyu o noktaya getirmek benim için zor. Vatan hainliğinden dolayı Ebru’ya kızsam da bunu hak etmemişti bence.

Serdar adamı etkisiz hale getirmeyi çok güzel başardı ama onun ölümüyle birlikte Yağmur’u bulmak için ellerindeki son umut ışığı da silinip gitmiş oldu. Ben açıkçası Serdar o kadar uğraştıktan sonra elde edebildiği tek şeyin küçük bir kız çocuğunu yatağından kaçıran adama bu yaptığının bedelini ödetmek olmasına üzüldüm. Bu da az bir şey değil; bir nevi Yağmur’un intikamını almış oldu ama eline Yağmur’un nerede olduğuna dair bi ipucu geçmiş olsaydı daha mutlu olurdum. Böylece Zehra da son çare olarak kendini o adamlara teslim etmemiş olurdu. Ki bana soracak olursanız hiçbir şey yapmadan karargâhta oturup Serdar’ın bu sorunu çözmesini beklemeye iyi bile dayandı. Ayrıca fragmanlarda yansıtılanın aksine bıçaklanan tarafın Serdar olmamasına da sevindim. Meğer üstündeki kan ona ait değilmiş. Bunu twitter da yazan dikkatli bir seyirci arkadaş bunun böyle olacağını tahmin etmişti. Tebrikler haklıydın.

 

Bu Seni Son Görüşüm Olabilir

 

“Serdar ben kızım için ölümü göze aldım. Ona daha iyi bir gelecek sunabilmek için ben her şeyden vazgeçtim. Şimdi onu elimden almak üzereler.

Biliyorum. Anlıyorum ama lütfen biraz daha sabret et. Bulacağız Yağmur’u.

Vakit yok. Öldürecekler kızımı. O daha çok küçük, Serdar. Ona zarar verecekler.

Vermeyecekler. Ona zarar vermeyecekler. Sen de teslim olmayacaksın. Onurumuzla kaybetmeyeceğiz. Hangimizin canı onurumuzdan daha kıymetli ki ama onurumuzu kaybetmeyeceğiz. Canlı alamayacaklar beni.”

 

Serdar Zehra’ya kendini onlara teslim etmeden kızını kurtarmanın bir yolunu bulabileceği konusunda yeniden umut aşılamaya çalıştı ama bu defa her şey göründüğünden daha zordu. Zehra’yı ikna etmek neredeyse imkansızdı. Ki nasıl olmasın el bebek gül bebek büyüttüğün çocuğunu niyeti kötü vicdansız insanların elinde olduğunu düşünmek benim gibi çocuk sahibi olmayan bir insanı bile delirtmeye yetiyor. Yaptığı her şeyi kızının daha iyi bi geleceği olsun diye yapan bir anneye teslim olmazsa çocuğunun yaşayacak bir günü bile olmayacağını kim söylese o annenin bu hale gelmesine neden olurdu. Ben gene de güçlü durmayı başaran Zehra’yı ve onu bu kadar iyi canlandıran Deniz’i tebrik etmek istiyorum. Onurunu canının önüne koyan ama kızının canının önüne koymayan anne portesini çok iyi yansıttı. Onun bu güçlü duruşu karşısında Serdar’ın da onun için endişelenen hal ve tavırları güzel tamamlayıcıydı.

“Canlı alamayacaklar beni” dediği anda ne karar verdiğini anlayan Serdar’ın onu durdurmak için elinden hiçbir şey gelmeyeceğini de fark ettiği an olarak kayıtlara geçebilir. Serdar bu defa ne derse desin onu vazgeçiremeyeceğini ve kararından döndüremeyeceğini anlasa da göz göre göre ölüme gitmesine hele de bunu önceden ona emanet etmiş olduğu hapla yapmasını göze alamayacak kadar çok Zehra’ya değer veriyordu. Zehra’ya bu yolu seçmemesi ve son ana kadar Yağmur’u bulacakları umudunu aşılamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Bu sahnedeki Serdar’ın duygu halini anlayabilmek için o hayatının nasıl geçtiğini ve çocukken hangi travmaları atlattığını bilmek çok önemli. Serdar bir çekirdek ailenin en küçük çocuğuyken bir yangın yüzünden bir anda hem yetim hem de öksüz kaldı. Ve ailesini böylesine acı bir şekilde kaybeden her çocuk gibi hayali bir aileye sahip olabilmekti. Hayat bütün boşlukları doldurur diyoruz ya onun bu aile boşluğunu dolduran da bu karargâh ekibi oldu. Bu ekibin her mensubu onun ailesi. Özellikle de Zehra ve Yağmur arasındaki bağdan ötürü onları farkında bile olmadan “vekil ailesi” olarak tayin etmiş.

 

“Üzgünüm ama seni kendi ellerimle o adamlara teslim edemem. Ölüme asla.

Mecburuz. Vakit yok. Belki istediklerini verirsem biraz zaman kazanırız. Bu sırada sen de Yağmur’u bulursun.

Ya bulamazsam?

Ben onu ölüme gönderemem. Bırak da gideyim. Lütfen.

 Bu seni son görüşüm olabilir. (…) Senin başına bir şey gelirse kendimi asla affedemem.”

 

Başka bi deyişle kendi ailesini o zamanlar kurtaramamanın trajedisini bu anne kızı kurutarak telafi etmeye çalışıyor. Zehra’ya yönelttiği ısrarcılığının sebebi de geçmişinde saklı. O yüzden de onu ikna edemese bile en azından kızını kurtarmak için hala bi şeyler yapabileceğine inandırmak istiyor. Ona zaman kazandırmasını istemesi de bu yüzden. Serdar’ın tüm bu trajedilere rağmen hala umut dolu olmasının nedeni de küçük yaşta en kötüsünü yaşamış olması. O yüzden de ailesinin bir ferdini daha kaybetmeye ne tahammülü ne de yüreği var. Zehra’ya bakarken bakışlarıyla “bunu yapma” der gibi baktı. Elindeki kapsülü kullanamasın diye Zehra’ya vermek istemedi. Elini sımsıkı kenetledi ama Zehra’nın bir dokunuşu bütün kapıları açmaya yetiyordu. Serdar’ın imkânı olsaydı o anda ellerini sımsıkı tutar ve katiyen bırakmazdı. Hislerini anlatmaya kelimeler yetmemeye başlayınca belki bu onu son görüşüm olur diye Zehra’ya uzun uzun ve de sımsıkı sarıldı. Onunla konuşurken bu bölümde ikinci defa elleriyle Zehra’nın kollarını kavrayıp ona doğru eğilerek aradaki mesafeyi kapattığı detayı gözümden kaçmadı. Bu samimiyetin işareti aslında.       

Bölümün sonunda Serdar’ın önlemini alıp intihar hapını başka bir hapla değiştirdiğini ve en başından beri amacının Zehra’yı da kurtarmak olduğunu bilince bu sarılmanın altında başka bir neden olduğu fikri aklıma takıldı. Eğer onu kurtarmaya cebindekiyle (galiba adrenalindi) gitmeyi planlamışsa “bu seni son görüşüm olabilir” sarılması durumu Zehra’ya çaktırmamak için bir oyun mu her ihtimale karşı alınan bir önlem mi yoksa sadece ona sarılmak istediği için rastgele gerçekleşen bir eylem miydi çok düşündüm ama karar veremedim. İlk sarılanın o olmasına sevinmekle birlikte onların bu sarılması bana FHVK dizisinde diri diri gömüldükten sonra hastanedeki Hazan-Yağız sarılmasını parmağıyla gözünden dökülen yaşı silmesi ise Yağız’ın meşhur parmak mendili mevzusunu anımsattı. Serdar bunu daha önce bir teröristi oyuna getirmek için gittikleri deneme çekimindeki küçük kız yüzünden duygusallaştığında yapmıştı. Teşkilat senarist grubu bu hafta da #ZehSer’e #YağHaz’la paralel birçok sahne yazmışlar, helal olsun…

Önce sarılarak sonra da gözündeki yaşı silerek farkında olmadan kurduğu fiziksel temaslarla Zehra’nın korkularını dindirmeye çalışan Serdar, kızının hayatını kurtarabilmek için tek yolun teslim olmak olduğunu düşünen Zehra’nın yanından ayrıldıktan sonra önceki daha önce aldığı telefondan çıkan bir bilgi sayesinde Zehra’nın antlaşmaya uyup uymadığını izleyen adamı görüp kendi hamlesini yaptı. “Yaşamak mı istersin yoksa ölene kadar dayak yemek mi?” cümlesi hem çok havalı hem de sonuç odaklıydı. Serdar’ın gerginliğini de anlıyorum sonuçta Zehra’ya kızını bulup ona getireceğine dair bir söz verdi. Ve aralarındaki güven ilişkisinin devamlılığı da onun bu sözünü tutmasına bağlı.

 

Küçük Prensesi Kurtarma Operasyonuyla Zamana Karşı Yarış

 

Son varış noktasına geldiğinde kızı için kendini feda etmeyi hiç düşünmeden kabul eden Zehra onu canlı ele geçirip arkadaşlarının kimliğini deşifre etmelerine engel olmak ve Devleti’nin onurunu korumak için intihar hapını yutarken Serdar da onun yanından ayrılır ayrılmaz kucağına düşen bir ipucunun peşinden giderek Yağmur’un tutulduğu yeri bulmayı başarmıştı. İyi ki verdiği sözünü tutup Yağmur’u buldu yoksa bu adamlar hiç acımadan onu öldüreceklerdi. Uğruna canını vermeye hazır olduğu Devleti ona “sen resmi olarak ölüsün. Anlaşma söz konusu bile olmaz” diyerek karargâhtan çıkmamasını emrettiği halde o emre karşı çıkıp geldi. Siz neden bir kız çocuğunu bırakamıyorsunuz? Zehra ucunda ölüm olduğunu bile bile oraya kendi rızasıyla geldi ama siz bir sözü bile tutmayı beceremiyorsunuz.

Zehra zaman kazanmaya çalışmadı ama ilaç etkisini göstermeden önce kızını serbest bırakmalarını sağlamak için çok uğraştı. İlacın hemen etkisini göstereceğini bildiği için fırsatı değerlendirmeye çalıştı ama adamların anlaşmaya yanaşmayacakları kızı ancak onu ülkeden çıkarınca teslim edeceklerini söylemelerinden belli oldu. Zehra kızını ve onu bırakmayacaklarını anladığı anda ne düşünüp ne hissetti merak ettim. İçinden fedakarlığının kızını kurtarmaya yetmediğini düşünüp bu durum için kendini mi suçladı yoksa Serdar’ın ona verdiği sözü tutmuş olmasını mı diledi? Belki de bunun cevabını asla öğrenemeyeceğim ama ilaç etkisini gösterip onu yerde çırpınırken gördüğümde içim acıdı. Ben en çok o sahnede üzüldüm hele de o ölümle cebelleşirken kızının kurtulduğunu bilmek yüreğimi acıttı…  

Yağmur’un tutulduğu yere arabayla giren Serdar’ı görünce gülümsememe engel olamadım. Bu bölümde aksiyonun kralı olduğunu söylesem abartmış olmam herhalde. Onu oraya getiren adamın aracına bindiğinde ilk söylediği şeyi düşününce küçük bir kızı kaçırıp korkutmanın ve annesini ağlatmanın acısını bu adamlardan fena çıkaracak diye düşündüm. Sevdiklerinin canının yakılmasına öfkelenen Serdar karşına almak isteyeceğin türden bir düşman değil. Zehra’ya verdiği sözün, bölüm boyunca çektiğini gördüğü acının ve onun acı çekmesinin onda neden olduğu yürek acısının etkisiyle Serdar içerideki adamları resmen bir süper kahraman gibi tek tek indirdi. Çağlar’a ve dolayısıyla da Serdar’a aksiyon sahnelerinde olmak yakışıyor ama benim asıl hoşuma giden detay içindeki bu aksiyon yıldızını tetikleyen şeyin duyguları olması yani Serdar duygusal anlamda ne kadar yüklüyse bir o kadar da yenilmez oluyor. Bu da aksiyon sahnelerinin alt metnine duyguları yerleştirerek karakterlere daha derinlikli bir anlam katmış oluyor.

 

“Yağmur iyisin değil mi? Korkuttuk seni biraz, değil mi Yağmur’cuğum? Ben senin annenin yakın arkadaşıyım. Seni burada kötü adamlardan kurtarmaya geldim. Halan da iyi. Evde. Yağmur gidelim mi artık buradan? Sana büyük bir sürpriz var. Annenle görüşmeye gidiyoruz. 

 

Serdar depodaki tüm adamları etkisiz hale getirirken bir yandan da camın arkasından görüp gülümsediği Yağmur’u korkutmaktan çekinmesi detayına kalbimi bıraktım. Bir insan anca bu kadar ince ruhlu ve düşünceli olabilirdi. Bence Zehra’nın bir erkekte aradığı tüm nitelikler Serdar da mevcut. Özellikle de kibarlık. Depoda hayatta kalan son adamı konuşturup Zehra’nın yerini öğrendikten sonra Yağmur’un tutulduğu odada takınmış olduğu tavır çok düşünceliydi. Onunla göz göze geldiği anda kendisini korkutmamak için silahını gizlemesi detayı dışında ses tonunda meydana gelen yumuşama da çok anlamlıydı. Halasının yanından alınmasından kurtarıldığı ana kadar yaşamış olabileceği travmayı düşünerek Yağmur’a gerekli hassasiyeti gösteren Serdar’ın ona yaklaşmadan önce annesiyle tanışıklığını dile getirmesi, yanına yanaşmadan önce iznini istemesi ve belki üşümüştür diye montunu vermek istediğinde onun rızasını alması nereden bakarsan bak ince ruhlu bir adamın yapabileceği şeylerdi. İleride üvey babası olacak diye Yağmur’u Serdar kurtarıp onun kahramanı olmalı diyenlerdenseniz aynı fikirdeyiz. Senaristlerimizin ellerine sağlık.

Serdar’ın sözleriyle onu incitmekten korkar gibi sesini yumuşatması, devamlı iyi olup olmadığını sorması ve ondan korkmaması için elinden geldiğince dikkatli ve sevecen davranmasının yanı sıra üşümüştür diye kendi montunu da verdikten sonra annesine götürmeye söz verdiği küçük kız çocuğunu kucaklayarak götürmesi çok tatlıydı. Hele de bugün yaşadıklarından sonra depodaki ölü adamları görmemesi için gözlerini kapat demesini anlatacak bir cümleyi ben bile bulamadım. Onu bi baba edasıyla yaklaştığını söylemek dışında aklıma söyleyecek başka bir şey gelmedi.

 

Sıra Anneyi Kurtarmaya Geldi…

 

“Zehra, geldim. Aç gözlerini. Geldim. Buradayım.”

 

Serdar’ın kızını kurtardıktan sonra annesine geç kalmış olma korkusuyla vakit kaybetmeden Zehra’nın tutulduğu depoya koşarak gittiğinde karşılaştığı manzara onu çok korkuttu. Hala müdahale edip onu kurtarabileceği inancıyla yanına koştuğu sahne bana FHVK dizisinde sahil kenarında bayılan Hazan’ının yardımına koşan Yağız’ı anımsattı. Bunun MİT mensuplarından oluşan bir ekibin Vatan aşkıyla yaptıkları operasyonları anlatan bir dizi olduğunun çok farkındayım ama bu paralelleri görmemek elimde değil. Serdar’a dönecek olursak eğer Zehra’dan habersiz yapmış olduğu planı uygulamaya geçiren Serdar intihar hapının yerine vermiş olduğu hapın etkisini ortadan kaldırmak için iğneyle kalbine (galiba adrenalin) enjekte ettikten sonra kafasını kucağına alıp uyanması için yüzünü okşadığı an bu bölümdeki favori #ZehSer anımdı. Bana yine FHVK dizisinde diri diri gömülen Hazan’ı kurtarabilmek için elleriyle toprağı kazan Yağız’ın “benimle misin?” repliğini anımsattı. Ki koskoca FHVK evreninde en sevdiğim #Yağhaz anı nedir diye sorsalar öpücükten önce buydu derim. Darısı öpücüğün başına diyeceğim ama TRT bu çok zor…

 

“Hadi, Zehra. Hadi. Aç gözlerini. Ne olursun. Lütfen. Lütfen”

 

Zehra nefes alamadıkça kendisi de nefes alamayan bir Serdar gözlemenin yanı sıra Serdar’ın Zehra’nın yaşamına verdiği değer ve onu kaybetme korkusunun derinliğini çok net bi şekilde bu sahnede gördüğümü söyleyebilirim. Ki mayınlı araziye girdiklerinde yaşadıkları yüzünden Zehra’yı kaybetme korkusuyla gece gözüne uyku girmediyse o depoda yaşananlardan sonra daha uzun bir süre Zehra’yı düşünmekten uyuyamaz diye düşünüyorum. Bir musibet bin nasihatten iyidir sözünde de olduğu gibi onu az kalsın kaybedecek olma korkusu artık hislerini sahiplenmesini sağlar diye umut ediyorum. Zehra’nın nefes almasıyla birlikte Serdar’ın yüzünde de adeta güneş açtı diyebilirim.

Zehra’yla birlikte yeniden nefes almaya başlayan Serdar’ın sesindeki çatallanma sahnenin duygu yoğunluğunu da yansıtması bakımından Çağlar’ın oyunculuğuyla devleştiği bi sahne oldu. Zehra’yı sımsıkı kollarının arasına alarak her şeyin geçtiğini söylediği sahnedeki ses tonundan yaşadığı kaybetme korkusunu anlamamak imkansızdı. Bilinçli ya da bilinçli olmadan yüzünü okşadığı sahnede yüzünde beliren gülümseme olabildiğince gerçekti. Daha önce de söyledim ama Deniz ve Çağlar arasındaki sahne kimyası gerçekten muhteşem. Onların hiç konuşmadan bakışarak anlaştıkları sahnelerdeki enerjileri bile insanı ekran başında büyülemeyi başarıyor. Ben bunu sahne arkasında çok iyi iki arkadaş olmalarına bağlıyorum. Gerçek hayattaki samimiyetleri kamera önündeki performanslarına yansıyor.

 

 

Daha kendine gelmeyi bekleyemeden Yağmur’un nerede olduğunu soran Zehra’nın kızının sesini duyduktan sonra dönüp sözünü tutmuşsun der gibi Serdar’ın çenesine dokunduğu sonra “Annem…annem” şarkısı eşliğinde kendine seslenen kızı Yağmur’a koştuğu an itiraf ediyorum anne kızı buluşturmayı başaran Serdar gibi ben de ağladım. Bu sahnelere eşlik eden müzikleri son zamanlarda kim seçiyorsa işini çok iyi ve özenle yapıyor. Helal olsun da Serdar üzüntüden değil de kendi ailesinin yerine koyduğu ailenin kavuşmasına sevindi diyerek tamamlıyorum.

Bu bölümde Serdar kendi başına bir iş bitirici oldu diyebilirim. Önce Yağmur’u kaçıran arabayı takip et daha sonra arabadan çıkmayan Yağmur’u bulabilmek için olay yerine gidip bulduğun ipucunun peşine düş. Bu ipucu sayesinde adamı bul ama az kalsın bıçaklanma tehlikesi atlat. Sonra da Zehra’nın bindiği arabanın plakasını çekip karargâha gönder. O da yetmedi Zehra’nın peşindeki adamı rehin alarak önce Yağmur’u sonra da Zehra’yı bulup kurtar. Adam tek başına bu ailenin tüm kadınları için imkansızı zorlayıp Kahraman oldu diyorum.

Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…

 

Bölüm resimlerimdeki destek için @CatDoctor_   @Caglar_USA   ve @eadismyIife ’a teşekkürler.

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

5 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Özünü Görmek İsteyen

Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

2 hafta Önce