Teşkilat 9. bölümü ile de zirvede. Total’de 11,16 reyting, AB’de 13,51 reyting ve ABC1’de 13,30 reytingle gün birincisi oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat dizisi ilk bölümde yer alan açılış sahnelerindeki aksiyon ve içeriğindeki Vatan sevgisi dolayısıyla genel olarak aksiyonun kendini hâkim kıldığı işlerden biriydi. Ancak iki bölüm önce hem Mehmet amcanın öldürülmesi hem de Başkan’ın vurulmasıyla birlikte özellikle ajanların iç dünyalarındaki duygusal çatışmalara daha fazla yer vermeye başlayan bir dizi olmaya başladı. Bu yüzden de her seferinde yaptığım gibi işin ajanlar için gerçekleşen duygusal boyutuyla kendi içlerinde yaşadıkları çatışmalarına rağmen Türk Cumhuriyeti’ni korumak için canlarını bile ortaya koydukları her biri bir diğerinden daha tehlikeli operasyonlarını ayrı ele almaya karar verdim. Bunun için öncelikli olarak son iki bölümde öne çıkmaya başlayan Mete-Gürcan ilişkisiyle başlamak istiyorum.
İki bölüm önce suikasta uğramasından dolayı büyük bir dram yaşayacağımızdan korktuğum Başkan’ın sadece bir bölüm süren bir ayrılıktan sonra karargâha döndüğüne sevinsem de oğluyla aralarında çözülmeyen ama asla da dillendirilmeyen sorunun kökenini öğrendiğimde gerçekten çok üzüldüm. Bu zamana kadar onun kadar Vatan sevdalısı bir adamın hükümetlerin varlığına inanmayan hatta komplo teorisyenlerine yaraşır bir şekilde hükümeti parçalamak isteyen bir oğlu nasıl olur diye düşünmüştüm. Üstelik sadece babasının inandığı ve uğruna bir ömür hizmet ettiği devletin kendisine değil; yasalarına da karşı bir hacker olduğunu görmek çok şaşırtıcıydı.
İlk başlarda babasının babalık ve kocalık görevlerini aksattığı ve devletinin selametini ailesinin selametinin önüne koyduğu için Gürcan’ın bu hallerinin bir “başkaldırı” olduğunu düşündüm. Kendini ikinci plana iten babasına karşı burada olduğunu göstermek için “isyan” ettiğini, onun değer verdiği her şeye karşı savaş açtığını bile düşündüm. O yüzden de Mete Başkan aralarını düzeltmek istediğinde buna yanaşmamasına tepki göstermiştim. Başkan’ın icra ettiği mesleği düşününce başına bir iş gelirse çok suçluluk hisseder diye düşünmüştüm ki babası vurulduktan sonra ne hissedeceğini bilemez o halleri aslında durumu bir tür inkâr etme çabasıydı da.
İnsan uzun yıllardır yanında olmadığını düşündüğü ve varlığını görmezden gelerek neredeyse bağları koparma noktasına getirdiği kendisine bir yabancı olan babasının vurulduğunu öğrenince nasıl bir tepki vermesi uygun olur ki? İnsan babasının bir yabancı olduğuna kendini ne kadar inandırsa inandırsın babasıyla olan gönül bağını koparmayı asla başaramaz. Hele de bir erkek çocuğu için babası hareketlerini taklit ettiği ilk idolüyken. İstesek de istemesek de görünmez bağlarla bağlayız ebeveynlerimize.
Ancak bu hafta hikayesini ağzından dinlediğimde babasıyla arasındaki bu ilişki durumunun sadece bir başkaldırı olmadığını daha net anladım. Bırak beş yaşındaki çocuğu yetişkin bir insan için bile sevdiğinin gözlerinin önünde bombalı bir saldırıya maruz kaldığını görmek çok büyük bir travma. Daha iki yaşındaki kardeşini kaybetmenin hatta ölümün bile ne demek olduğunu anlayamadığın bir yaşta tüm bunları yaşamak insanın hayata bakış açısını da etkilemiştir diye düşünüyorum. Kaldı ki bir acıyı atlatmanın en iyi yolu eğer yas tutmaksa ölümün ne demek olduğunu anlamayan bir çocuk nasıl yas tutabilir? Yas tutamayınca da ellinde kalan tek şey hayatın acı gerçekleri oluyor. O da babası kendilerine yalan söylediği için kardeşinin canını annesinin de bacağını kaybettiği gerçeği.
Onun için üzüldüm annemi bir bacağı kopmuş şekilde kaldırımın ortasında yatarken görsem ne hissederim diye düşündüm. Düşünmesi bile korkutucu gelirken hayal etmesi hele de o hayalin bir insanın hayatı olduğunu bilmek çok üzücü. Dizi iyi ki bir flashback sahnesiyle patlama anına gidip annesini kaldırımın ortasında yatarken gören beş yaşında bir çocuk göstermedi. Her zaman bu gibi konularda bir şeyleri seyircinin hayal gücüne bırakmanın en iyisi olduğunu düşünürüm. Çünkü hiçbir görüntü insanın hayal gücü kadar ihtişamlı ve kuvvetli olamaz. Meğer Gürcan o hep gülümseyen ve hiçbir şeyi ciddiye almayan görüntüsü altında kocaman bir acıyı maskeliyormuş.
Babasına kızmakta bir nebze de olsa haklı. Geçen altı yıl içinde yaşadığı bu büyük travmayı atlatabilmek için bir mantığa bürümeye çalışmış. İnsanlar ve savunma mekanizmaları hakkında ne derler: Birinin olduğu yerde diğeri de mutlaka yakınlarda olur. Bu çok doğru. O da mantığını “Babam devleti istediği için tehlikeli bir işte çalıştığını saklamasaydı biz de bunları asla yaşamazdık. Kardeşim hala hayatta olur, annem de altı sene boyunca ölmeye hasret bir şekilde yatağa bağlı bir hayat sürmek zorunda kalmazdı” düşüncesi üzerine kurmuş. Devletinin güven içinde olmasını ailesinin güvenliğinin üstünde tuttuğunu düşündü. Kim bilir belki de haklıdır da. Ama yanılmış da olsa o yaşta düşündükleri hem kişiliğini hem de bugünkü tutumlarını belirlemiş. Ve bazı düşünceleri doğru/yanlış olsunlar değiştirmek çok zordur. O yüzden aralarındaki ilişkinin yakın zamanda değişeceğini düşünmüyorum…
Gürcan karakterini oynayan Ahmet Uğur Say’ı daha önce hiçbir dizide izlemedim. O yüzden de kendisi bana çok yabancıydı ama kısa sürede oyunculuğuyla kendini bana sevdirmeye başladı. Annesinin bombalı araca bindiği hikâyeyi anlatırken yüzündeki gülümsemenin silinip yerini ciddi bir ifadenin almasına çok şaşırmış olmamın yanı sıra dramatik etkiyi attırmak için “çocuğum hemen… koşa koşa gittim” cümlesindeki duraksaması ve sesindeki titreme boğazımın düğümlenmesine neden oldu. Sesindeki titremeden sahneyi ağlayarak bitireceğini düşündüm.
Çocuk yaşta yaşadıkları gerçekten çok ağır. Bu yaşadıklarının etkisini küçültmeye hiç niyetim yok, bir bahaneyle üstünü de kapatmaya çalışmıyorum ama onun yaşadıkları çok uç bir örnek. Hatta herkesin başına kolay kolay gelmeyecek bir emsal. O yüzden de geçmişlerindeki acıyı atlatmayı başaramasalar dahi yakında Gürcan’ın icra ettikleri bu görevin “kutsallığına” inanmaya başlayacağına ve babasını affetmese de onu zamanla anlayacağına inancım tam. Mete Başkan’ın daima doğru kararlar alan mükemmel bir baba ya da eş olmadığının farkındayım. Gürcan hikayesini anlattığında gözlerinde sadece acı ve hüznü değil; aynı zamanda utancı da gördüm çünkü.
Dizinin duygusal boyutu dediğimde aklınıza gelen tek şey acı ve keder olamaz. Aşk ve hoşlanma gibi insani bir duygu da dizilerde kimi zaman duygusal sahnelere neden olduğu gibi komedi anlarına da sebebiyet verebiliyor. Keza Teşkilat dizisinin duygusal boyutu dediğimde kastettim de Türkiye Cumhuriyeti topraklarını, bu topraklarda yaşayan vatandaşlarını ve Türk bayrağını korumak için ekip tarafından düzenlenen operasyonların dışında kalan bütün özel anları özetle onları bir ajan oldukları kadar insan da yapan tüm duygu durumlarını anlatmaya çalıştım.
Gürcan’ı Gürcan yapan tek şey geçmişindeki trajedi değildi; onu o yapan şeyin bir parçası da hacker becerileriyle henüz pek beceremediği aşk meşk meselelerindeki acemiliğinin neden olduğu komediydi. Geçen haftaki bölüm yazımda da dile getirdiğim gibi babası vurulduktan sonra kendisine destek olmak için elini tutan Pınar’ın niyetini çok yanlış anladı. Belki de sadece işine geldiği gibi yorumladı. Benim bildiğim tek şey Uzay’a ısrarla kanıtlamaya çalıştığı “Pınar’ın kendinden hoşlandığına” dair iddiasının tek taraflı bir durum olduğunun açıkça görülebildiğidir.
Pınar’ın kendisinden hoşlandığına dair geliştirmiş olduğu bütün teorileri ve kuruntuları aslında onun Pınar’a karşı hissettiği duyguların bir yansıması. Gürcan henüz kendine bile itiraf edemese de Pınar’dan çok hoşlanıyor; aksi taktirde kontur takibe yakalandığında çekilen fotoğraflarına yüzünde kocaman bir gülümsemeyle neden baksın? Pınar’dan hoşlandığının bilincine varamadığı için de farkında olmadan kendi duygularını dünyaya sanki onun duygularıymış gibi yansıtıyor. Hatta daha da ileriye gidip Pınar’ın ona karşı yaptığı her eylemi, söylediği her sözü ve gösterdiği her tepkiyi bu parametreler doğrultusunda değerlendirip anlamlandırıyor. Türlü bahaneler uydurup her fırsatta yanına geldiğini düşündüğü Pınar, bu haftaki bölümde masasının üstünde duran içeceği kendisinden istediğinde sanki kendisine dünyaları vermiş ya da gel sevgili olalım demiş kadar mutlu oldu, Gürcan.
Pınar kendisinden içeceği istediğinde ne düşündü bilmiyorum. Özellikle gelip benim bardağımdan içmek istedi diye düşünmüş hatta bu durumu flörtün bir parçası olarak algılamış da olabilir. Ama Pınar’ın içeceğini istemesinin arkasındaki neden onun düşündüğünden çok daha başkaydı. Meğerse her şey geçen haftaki bölümde Ceren’in bağlantısının kim olduğunu öğrenmek için peşine düştüklerinde yakalandıkları kontur takipte fotoğraflarını çeken adamı konuşturarak kime çalıştığını ve bağlantılarının kimler olduğunu çözmenin hızlı bir yolunu bulmak içinmiş. O çayın bir kısmını deri altından adama enjekte ederek onu zehirlendiğine ve tek panzehrin de kendilerinde olduğuna inandırarak bildiği her şeyi anlatması karşılığında panzehri alabileceğini söylemekmiş.
Soğuk çayın geri kalanını ona geri verip en başında alma nedenini anlattığında Gürcan’ın yüzündeki o kocaman sırıtışın yerini hayal kırıklığı ve mutsuzluğun aldığını görünce kendisi için üzüldüm. Uzay’ı Pınar’ın kendisinden hoşlandığına ikna etmek için harcadığı o kadar enerjiye ve ısrara rağmen birilerinden hoşlananın aslında kendisi olduğunun farkında olmaması çok acıklı bir durum. Ama bir yandan da düşündürücü. Elini tutma ve bardağını almanın bir flört yöntemi olduğunu düşünmesi bana hayatında daha önce birinin olup olmadığı konusunda etraflı bir şekilde düşünmeye itti. Keza flört olarak gördüğü her flört taktiği lise düzeyinde kalmış durumda.
Gürcan’la olan bağlantısından söz etmişken Pınar’ın kendisinden söz etmemek olmaz. Pınar bu ekip içinde belki de hikayesi en puslu olan kişidir diyebilirim. Hakkında bu görevi kabul ettiğinde ardında bırakmak zorunda kaldığı çok sevdiği bir köpeği olduğu dışında pek fazla şey bilmiyoruz aslında. Dışarlarda bir yerde bir ailesinin olduğunu ama ilişkilerinin onun öldüğünden bile haberleri olmayacak kadar kopuk olduğunu biliyoruz. Onun dışında Berlin görevi sırasında Zehra ile dertleştiğinde hayatında bir zamanlar özel birinin olduğuna dair imasını biliyoruz. İyi silah kullandığını, tahmin edilemez olduğunu ve çok iyi de koşabildiğini bu haftaki bölüm sayesinde biliyoruz. Pınar hakkında bildiklerimiz üç cümleye ve bir paragrafa sığacak kadar. Sadece iyi bir ajan deyip geçiyoruz.
Benim bir insanın karakterinden, şimdisinden, geleceğinden en önemlisi de duygularından bahsedebilmem için o insanı o insan yapan geçmişinden ve onu şekillendiren koşullarla insanlardan haberdar olabilmem gerekiyor. Ama Pınar durumunda bunlardan söz edebilmem mümkün değil. Pınar’ın duygularını gösterdiğine de pek şahit olmadım. Sadece Pascal operasyonu sırasında kamyondaki göçmen kızlardan biri astım krizi geçirdiğinde bir de Hulki’nin meydandan uzaklaştırdığı bombanın sesini duyup kendisinden haber alamayınca ve son olarak da Mete Başkan’ın vurulduğunu öğrendiğinde duygularını gösterdiğini gördüm. O kadarıyla da çıkarım yapmak zor.
Her daim zekasına olan hayranlığımı dile getirdiğim ve birçoğumuzun da çok sevdiğini düşündüğüm bir karakter olan Uzay’ın ruh halinden söz etmek gerekirse bu bölümde en çok dikkatimi çeken mevzunun Gürcan ile yaptığı bir muhabbetle özetlendiğini söylemekten mutluluk duyarım. Uzay’ın durgunluğunu fark edip ne olduğunu soran Gürcan’ın merakıyla başladı aslında bütün muhabbet. Uzay’ın henüz sindirme fırsatı bulamadığı bir husus olan baba olacağı gerçeğinin üzerine bir de kendisinin resmi olarak ölü olduğu gerçeği eklenince yaşadığı karmaşaya bir anlam verebilmek için babasız yaşamış bir örnek olarak Gürcan’a çocukluğuyla ilgili sorular sorması aslında işin özünü anlama ve gerçek gibi gelmeyen bir mevzuyu aklının alabileceği bir şekilde somutlaştırma çabası.
Gürcan’ın babasıyla olan meseleyi anlatmayıp hatta unutmak istediğini söylemesi üzerine verdiği cevap aslında farkında olmasa da Uzay için de geçerli bir durum: “Bir sorunun üstünü örtmek o sorunu ortadan kaldırmaz. Aksine daha büyük bir şekilde ortaya çıkıyor. Psikoloji de buna bastırılanın geri dönmesi deniliyor”. Tıpkı Uzay’ın da bir kalbi olduğunu ama onu hiç kullanmadığını iddia ettiğinde aslında altında yatan gerçekten kaçındığı gibi ya da “bebek sahibi olma ve babalık” mevzusunu düşünmemek için kendini tamamen göreve vermiş olması gibi.
Kalbini dinlemediğini ve her zaman aklın ilkelerine göre hareket ettiğini söyleyen insanların çoğu ya çevresindeki bir insanın daha önce kalbinin kırıldığını görmüştür ya da en az bir kez kalbi kırılmıştır veyahut duygularını kontrol etmeyi asla öğrenememiştir. Ki ben Uzay’ın daima aklına göre hareket etmesinin nedenini ilk bölümlerde olduğu gibi bir şeyler hissedemediğinden değil; aksine çok şey hissettiğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Karısına olan aşkını kimseye hissettirmemeye çalışsa da hissettiği tüm duygular içinde en kuvvetlisi olduğuna inanıyorum. İlişkilerinin bir istatistiğini çıkarmış olmasına rağmen öldüğünü duyduğunda canı yanmasın diye belki de onunla geçirebileceği son geceyi bile feda edebilecek kadar çok seviyor onu.
Baba olacağını öğrendikten sonra yüzünün aldığı o hal ve duygularından kaçarcasına koşuşu teşhisimi koymamı çok kolaylaştırdı. Uzay’ın OCD hastalığının neden olduğu düzen takıntısı aslında zihni için de geliştirmiş olduğu bir savunma mekanizması. Etrafındaki eşyaları bir düzene sokarken zihnindeki tüm düşünceleri ve bilgileri de belli bir düzene sokmuş oluyor. Akıl ilkelerinin süzgecinden geçirerek bir kategori altına yerleştirmeyi başardığı tüm bilgiler zihninin huzur bulmasına ve bir rahatlama yaşamasına yardımcı oluyor. Ama duyguları söz konusu olduğunda onları nasıl bir kategori altına yerleştirebileceğini bilmiyor çünkü söz konusu duygular olduğunda ne bir düzen ne de kategoriler oluyor. Sadece kaos hâkim oluyor ve o kaos da Uzay’ı mahvediyor.
O yüzden o istediği kadar “Kalbim var ama kullanmıyorum” desin Gürcan’a. Ben onun hakkındaki gerçeği küçük anlardaki tepkileri ve mimikleri sayesinde ruhundaki çatlaklardan görebiliyorum.
Pınar-Gürcan arasında henüz filizlenmemiş olan ilişkiden söz etmişken Uzay ve Ebru arasındaki gerçek ilişkiden söz etmemek de ayıp olurdu. En son kar maskesiyle bir hırsız gibi kendi evine girip mutfakta karısını korkutan ve uçak kazasının peşini bırakmasını söyleyen Uzay, hastaneden daha yeni çıkıp gelmiş Başkan’ın ağzından Ebru’nun bu kaza haberinin peşini bırakmadığını öğrendiğinde yüzünde beliren panik ifadesi her şeyi anlatmaya yetiyordu. Dikkat ettim de normalde “kalbim var ama kullanmıyorum” diyen Uzay, söz konusu eşi Ebru olduğunda daima hislerini açık etme hatasına düşüyor. Ne Türk Cumhuriyeti ne Türk bayrağı ne de millet konularında ekibin diğer üyeleri gibi ani tepkiler ya da fevri kararlar vermezken söz konusu Ebru olduğunda ona yakalanmayı bile göze alabileceği tehlikeli kararlar verebiliyor. Ben bu durumu ilginç bir ayrıntı olarak görüyorum. Çünkü Uzay söz konusu kalbe yakın meseleler olduğunda birdenbire bambaşka bir adam olup çıkıveriyor.
Karısının yaptığı haberin karşı istihbarat ajanlarının ekibin ve ailelerinin peşine düşmesine neden olabileceği gibi onun da gizlilik ve hassasiyet isteyen devlet meseleleri hakkında yaptığı bu haberden dolayı hapis yatabileceği gerçeği, durumu fazlasıyla tehlikeli kıldığı gibi konuyla Uzay’ın özel olarak ilgilenmek istemesi de bana soracak olursanız mevcut tehlikeyi daha da alevlendiren bir durum. Çünkü söz konusu olan Ebru olduğunda Uzay, geçen hafta Fadi’yi yakalayabilmek için İsrail hapishanesindeki Kasım’ı almalarını sağlayan tarzda her adımının en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olduğu bir planlama yapma konusunda çok başarısız. O yüzden de bu konunun bir çözüme kavuşturulması Uzay’ın eline bırakılmamalı hele de yaptığı haberden dolayı bir karşıt istihbarat ajanı Ceren de Şef’in emriyle peşine takılmış ve kapkaç numarasıyla dostluk kurmaya başlamışken hiç bırakılmamalı.
Üstelik Uzay’ın bu duygusal dengesizliklere neden olan tek şey de Ebru ve yapmış olduğu uçak kazası haberi değildi; Gürcan ile yaptığı bir sohbette asla baba olmayı düşünmediğini söyleyen Uzay, kar maskesiyle karısını korkutmaya gittiğinde buzdolabına asılı ultrason fotoğrafını görüp baba olacağını öğrenmişti. Ve kendi evinden hırsız gibi kaçmaya başladığından beri Uzay koşmayı hiç bırakmadı. Önce Gürcan’ı tersleyip durdu sonra da bir teröristi tehdit edip operasyona bile katıldı. Uzay “baba olacağı” fikrini düşünmemek için bütün dikkatini Fadi’yi yakalamaya verip İsrail hapishaneden birini kaçırmaya bile gerek duymadan çıkarmayı başardı. Ama ne zamanki kaçabileceği bir yeri ve yapabileceği bir şeyi kalmadı, o zaman baba olma fikri bütün benliğini sarmaya başladı.
Onun bu dalgınlığını fark eden Pınar ve Hakkı yanına gidip derdinin ne olduğunu sorduğunda yüzünde gördüğüm şaşkınlık ifadesi ve derdini kendi içinde çözmeye alışmış biri olmasına rağmen neyi olduğunu anlatmaya gönüllü olması da ne yapamayacağını bilemediğinden aslında. Nasıl bir baba olacağını bilmediğini ve buna hiç de hazır olmadığını düşünürken küçük bir akvaryumun içinde tuttuğu balığı izlemesi bile aslında bir imgeleme aracı olarak kullanılması ince bir detaydı. Onun gibi aklına öncelik tanıyan bir adamın babalığın bile hazırlanılabilecek bir test olduğunu düşünmesi başlı başına kişiliğinin bir göstergesi aslında. Tabi bu kadar derbeder olmasında çocuk söz konusu olduğunda her olasılığı hesaplamanın mümkün olmadığını anlamış olmasının da bir etkisi var diyebilirim.
Ancak itiraf ediyorum Ebru söz konusu olduğunda Uzay’ın bocalıyor olması karakterine çok daha farklı bir boyut katıyor. Onu duygulardan tamamen bağımsız bir robot gibi sadece zekice operasyonlar düzenleyen bir İstihbarat analistinden çok daha fazlası oluyor. Sadece bir tipleme olmaktan çıkıp doğrularıyla yanlışlarıyla etten kemikten gerçek bir insana dönüşüyor. Uzay’ın da etten kemikten bir insan olduğunun hatırlatılması da şahsıma göre çok doğru bir hareketti. Çünkü hep dediğim gibi her ne kadar onun o zekasına hayran olsak da Uzay’ın da bir insan olduğunu hatırlamaya ve hatırlatmaya ihtiyacımız var.
Ekibin karargâh ayağı Kasım’ın pasaport kontrolü sırasında yapılan teknik bir yardımın dışında bu haftaki bölümde ağırlıklı olarak, Ceren’in peşine takıldıklarında yakalandıkları kontur takip sırasında fotoğraflarını çeken adamın sorgusunda Ceren’in bağlantılarını çözmeye başladıkları bir görev ve Ebru’nun uçak kazası hakkında yazdığı makalenin üstünü herkesin iyiliği için örtme çabasını içermesi bakımından sadece Uzay, Pınar ve Gürcan hakkında değil; aynı zamanda Hakkı ve Hulki’nin de duygusal boyutu hakkında bir iki kelam etmeyi gerekli kıldı.
Hakkı Dayı
Özellikle de Hulki’nin en zor zamanlarında daima imdadına yetişip sakinleşmesini sağlayacak bir hikâyesi olan Hakkı’nın geçmişinin de Pınar gibi çok puslu olduğuna inanıyorum. Tamam kanaatkâr bir eşi, babasını düşünen bir kızı ve kumarbaz bir oğlu var ama hakkında bildiklerimizin o kadar. Bir de her durum için hazırda bir hikayesi olduğunu ve bu hikayelerin de genellikle gençken kaybetmiş olduğu aile fertleriyle ilgili olduğunu biliyorum. Ama bu kadar hikâyeyi nereden öğrendiği ve mevzubahis Vatan veyahut Türk Milleti olduğunda ekibin geri kalanının aksine sakinliğini nasıl koruyabildiği hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Üstelik bu zamana kadar yayınlanmış olan dokuz bölümde Hakkı’yı çözme konusunda hiç yardımcı olmadı. Umarım geçmişe yönelik flashback sahneleriyle birlikte hakkında daha fazla şey öğrenebilirim…
Hulki
Hulki’nin duygusal boyutu hakkında söyleyecek çok bir şeyim yok aslında. Söyleyebileceğim her şeyi Berlin’de işkence gördüğü sırada hayallerinde babasını gördüğünde, hastanede ona bir böbreğini verdikten hemen sonra ziyarete gittiği sırada gözlerinin önünde ölen babası için hiçbir şey yapamadığında söyledim. Ama Hulki’nin tüm davranışlarının arka planını oluşturan duygusal boyutu söz konusu olduğunda belki de ekibin en açık seçik olanı diyebilirim kendisi için. Yaptığı her şeyi Vatan-millet aşkıyla ama düşünmeden yapan bir adam Hulki. Bu yüzden de onun gibi duygularıyla hareket eden bir adamın nasıl hala İstihbaratta barınabildiği ve bu kadar uzun bir süre hayatta kalmayı nasıl başarabildiği tam bir muamma. Tabi onun gibi birinin nasıl İstihbaratçı olduğu da.
Diziler söz konusu olduğunda bir senaristin ya da senarist grubunun atabileceği en akıllıca adım izleyici kitlesini yazdığı karakterlerin gerçekliklerine inandırabilmektir. Teşkilat senarist grubu da MİT ajanlarını sadece Vatan ve millet sevgileriyle değil; duygusal ruh hallerini de dikkate alarak yazıya döktükleri için bu kadar başarılılar diyerek de yazımı tamamlıyorum. Bölümün en çok merak edilen kısmı olan Kasım’ı ülkeye getirme operasyonu sırasında canla başla Fadi’nin yandaşlarını atlatarak görevlerini tamamlamaya çalışan Serdar ve Zehra hakkında #ZehSer temalı yazının da çok yakın bir zamanda siz okuyucularla buluşacağını söyleyerek bu yazıyı burada bitiriyorum.
Bu haftanın diğer Teşkilat yazısı Elma Şekeri’den : TEŞKİLAT – Yerli MacGyver
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları