Teşkilat Total’de 10,12 reyting, AB’de 12,74 reyting ve ABC1’de 12,16 reyting ile sezonu tüm kategorilerde birinci olarak kapattı. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Fadi’nin karargâh ekibinin kendine eşlik eden kısmına kurduğu hain pusu ve MİT’in içinden gelen ihanet sonrası hem Fadi’nin ülkeden kaçabilmek için bir koz olarak kullandığı saldırı planı olan “Kaleye” çarpacak yolcu uçağını hem de bu süreçte MİT’in dikkatini dağıtıp yıpranmasını sağlamak için Şef’in planladığı bombalı metro saldırısını aynı anda durdurmaya çalışan ekibin zamana karşı operasyonlar yapmak zorunda kaldıkları bir bölümdü.
On dördüncü bölüm operasyonların ağırlığının hissedildiği ve ekip arası ilişki dinamiklerinin en aza indirgendiği bölümlerden biriydi. Bu yüzden ben de operasyonlara odaklanmaya karar verdim ancak önceki yazılardan farklı olarak operasyonun Serdar, Mete Başkan ve Fadi boyutu ile Şef, Ceren ve ekibin geri kalanı boyutunu ayrı olarak ele almaya karar verdim. Yazının bu kısmı tamamen Serdar ve Başkan’ın Fadi’ye karşı gerçekleştirdikleri operasyonlara yer verdim. Bu bölümün çoğunun göklerde geçmesi ve Serdar’ın tek başına hem uçaktaki masum yolcuları hem de “Kaleyi” kurtarmasına Başkan’ın verdiği tepkiyi bu yazının başlığı yapmaya karar verdim…
Serdar sezon finali bölümü açılışını binmiş olduğu 12:15 Ankara-Berlin uçağında bir anda ayaklanarak hostesin önüne geçen ve bu sayede kokpite girmeyi başaran -Gürcan’ın kendine eşkalinin bir resmini göndermiş olduğu- teröristin peşine düşerek yaptı. Ancak Serdar’ın kokpite doğru giderken hesap edemediği şey, uçağı ele geçiren teröristin bu terör eylemi sırasında yalnız olmadığı gerçeğiydi. Diğer teröristler de ayaklanıp ellerinde silahlarla Serdar’ın önünü kestiklerinde hatta yüzüne silah doğrulttuklarında iyi ki Serdar hemen silahını çıkartmamış diye düşünüp kısa bir an için de olsa yüreğime su serpildi. Aksi taktirde istihbaratçı kimliği hemen ifşa olacaktı. Bu da vurulup öldürülmesine zemin hazırlayabilirdi. O da bunu düşünmüş olacak ki teröristler gidip yerine oturmasını söylediğinde itiraz etmeyip hemen koltuğuna döndü. Tedirgin sıradan yolcu rolünün de hakkını verdi.
Uçakta hayatları boyunca belki de hiç gerçek silah görmemiş olan yolcuların rehin alındıklarını anladıkları anda uçağı titretmeye başlayan panik olmuş çığlık sesleri yeterince gürültülü değilmiş gibi bir de teröristlerden birinin uçakta bomba olduğunu söylemesi paniğin şiddet desibelini daha arttırıyordu. Bu kadar ses içinde değil herkesi kurtaracak bir plan yapmak insanın kafasının içindeki sesi duyması bile neredeyse imkansızken Serdar’ın hemen bir plan yapmaya başlamasını büyük bir hayranlıkla izledim dersem abartmış olmam. Ama düşündüm de o kadar rehineyi kontrol altında tutmaya çalışırken “bombadan” bahsedip paniği arttırmak teröristler adına hiç de iyi bir plan değildi. Tabi onlar yolcuların kontrolünü sağlamakla uğraşırken ve bu konuda da epey başarısız olurken kokpite girmeyi başaran terörist de uçağın iletişim ağını kullanarak anons yapmakla meşguldü:
“Bu uçağa Zayed Fadi tarafından el konulmuştur. Uçaktan ölmeden inmek için yapmanız gerekenler basit. Elinde silah olanlar ne diyorsa onu yapın. Sakın kahramanlık yapmaya kalkmayın. Uçakta bomba var.”
Uçağın pilotlarının cesaretini her ne kadar taktir etmiş olsam da terörist daha az önce anonsunda meramını dile getirmişken “bizi neden kaçırdınız?” tarzı sorular sormalarını aptalca bulmakla beraber bu sahnelerin senaryoyu doldurmak için yazılmış olduğunu düşünüp çok üstünde durmamaya karar verdim. Bu sırada öteki teröristler de yolcuların cüzdanlarını, pasaportlarını ve telefonları toplamaktaydılar. Bu ayrıntıdan söz etme nedenim açıkçası telefon ve cüzdanları toplama nedenlerini mantıklı bir çerçeveye oturtmuş olmama rağmen pasaportları neden toplamaya çalıştıklarını pek anlayamamamdan kaynaklanıyor. Sonuçta yolcuların uçağın dışına bir adım atıp ilk fırsatta kaçacak halleri yoktu. O zaman alır almaz çuvala tıkacağın bir pasaportu ne diye almaya çalışırsın ki?
Serdar’ın bu sahnede yanındaki koltukta oturan küçük Eren’i sakinleştirmeye çalışmasından ve cam kenarında oturan adamla istişare yapmasından anladım ki her iki karakter de sadece Serdar’ın yanında oturan öyle alelade figüranlar değil; aynı zamanda ekipten ayrı gökyüzünde yapmakta olduğu operasyonun da en büyük yardımcıları olacaklardı. Doktor’un Serdar’a silahını saklama konusunda yardım edişi de bu yardımlaşma ilişkisinin sadece ilkiydi. Üstelik elindeki aile fotoğraf sayesinde acıklı hikayesini de öğrenmiş ve karaktere bir yatırım yapmaya başlamıştım. Telefon kontrolünün çok sıkı bir şekilde gerçekleştirildiği bu süreçte karargâh ekibiyle tek bağlantısı olan telefonunu kaybetmemek için aldığı önlem, silahını saklamak için giriştiği akrobasi kadar etkileyici değildi. Zira telefonunu hala elinde tutabilmesini sağlayan tek şey, hemen yanında bir çocuğun oturuyor olmasıydı.
Ne yalan söyleyeyim küçücük bir çocuğun tek başına yolculuk yapması bana hiç inandırıcı gelmese de önce doktorun sonra da Serdar’ın korkmaması için onu teskin ettiklerini izlemekten büyük keyif aldım. Zavallı çocuk kendi başına ilk uçuşun da teröristlere denk geldi. Bir daha uçağa hayatta tek binmez herhalde. Geçen hafta da söyledim Serdar’ın zaafı çocuklar. Söz konusu çocuklar olduğunda duygusal kararlar veren bir adam oluyor. Bu konuda haksız da sayılmaz. Tek başına gözleri korku dolu bir çocuğu dikkatli arayıp ellerine ne geçecek?
Neyse ki Serdar hem Eren’in telefonunu ona vermesi sayesinde kendi telefonunu koruyabilmeyi başardı hem de cam kenarında oturan adam sayesinde doktor olduğunu söyleyerek ilerde teröristlerin burnunun dibine girerek onları etkisiz hale getirebileceği bir planın da temellerini atmış oldu. Doktor’un çantasındaki ilaçların rehineleri uçak “Kaleye” çarpmadan önce kurtarabilmesinde büyük rol oynadı demek daha doğru olur. Ama bu sahnenin beni asıl etkileyen yönü ise Serdar’ın hemen yanında oturan o küçük çocuğun adının “Eren” olduğunu öğrenmek oldu. Her bölümünde gerçek hayatta gerçekleşmiş ülkeye yönelik eski bir saldırıya dip not olarak yer veren dizi bu haftaki bölümde 2017 yılında teröristlerin içinde olduğu evi Türk askerlerine gösterirken 15 yaşında hayatını kaybeden Eren Bülbül’ün anısına yer verilmiş oldu. Zira yerini gösterdiği aynı teröristler tarafından öldürülmüştü.
Uzun bir sürede ülke gündemini meşgul eden bu 15 yaşındaki genç çocuğun cesareti ve hayata kötü bir şekilde veda edişi sonrasında basında hem kendisinden şehit olarak bahseden hem de ölümünü onu oraya götürüp güvenliğini sağlayamayan askerlerin ihmalkarlığı olarak gören birçok haber yapılmıştı. Yalnız bu gence kalkan olmaya çalışırken şehit edilen Astsubay Ferhat Gedik’i de unutmamak lazım. Bu bilgiyi çoğunuz biliyorsunuzdur. Ben asıl bilmediğiniz ama senarist gurubunun çok güzel bir şekilde senaryoya dahil ettikleri detayı paylaşayım: “THY 25 Haziran 2019’da Boeing 787 model yeni yolcu uçağına isim verilmesi için Twitterda bir anket başlattı. Pek çok Twitter kullanıcısı uçağa Eren Bülbül ismi verilmesi yönünde kampanya başlatıp talep oluşturunca THY de bu çağrıya uydu ancak uçağın ismine Eren Bülbül değil memleketi olan Maçka ismi verilmesine karar verdi.”
Bunun için olacak ki Serdar’ın ismin ne sorusuna aldığı Eren cevabı sonrası “Eren’ler çok cesur olur. Sen de çok cesursun. İyi ki bizimlesin, Eren” cevabı bölüme dair en sevdiğim cümlelerden biriydi. Hala düşündükçe tüylerim ürperiyor. Ülke tarihimizdeki böyle acı anları unutmadıkları ve bizlere de unutturmadıkları için dizinin senarist gurubuna teşekkür etmeyi borcum olarak görüyorum. Belki bize her bölüm görebilmek için yanıp tutuştuğumuz #ZehSer sahneleri vermiyorlar ama böyle sahnelerle Türk olduğum için gurur duymamı sağlıyorlar…
Sahneye dönecek olursak Serdar kimsenin burnu bile kanamadan bu yolcu uçağındaki bütün yolcuların ve uçak mürettebatının hayatını kurtarmak için ilk planını, astım krizi geçiren teröristi gördükten sonra yapmaya başladığı doğru bir tespit olacaktır. Zira bu terörist gurubun içinde herhangi bir silah kullanmadan en kolay alt edebileceği zayıf halka, hayatı bir astım krizi geçirmesine bağlı olan teröristi. Ancak onun gibi bir zaafı bir zayıflığı olan terör unsurunu böyle bir saldırıya dahil etmeye nasıl karar vermişler hiç anlamadım. Sanırım bugünlerde ya kaliteli bir terörist bulmak çok zor ya da bulunan epey pahalıya patlıyor, bu yüzden de malzemeden çalıyorlar. Hiçbir fikrim yok ama o ne kadar zaaf sahibi ise kokpitteki terör unsurunun da bir o kadar zaaf göstermeyen bir adam olması gerçekten çok şaşırtıcı. Belli ki “beş parmağın beşi de bir değildir” sözü teröristlere de uyarlanabiliyor.
Uçağın yakıtının onları ne kadar süreliğine havada tutabileceğini öğrendikten sonra taleplerini kuleye bildirmeye başladı. Ve ne istedikleri belliydi: Ekibin ellinden yeni kaçmış olan Fadi’nin ülkeden serbest bir şekilde ayrılması. Merak ediyorum da adamlara “hayır” deseler ne olacak? Belli ki Fadi ülkeden çıkana kadar oyalama taktiğine bulunuyorlar. O ülkeden çıkmadan önce böyle bir şey yapmaya kalkarlarsa Fadi bir daha ülkeden asla ayrılamaz.
Fadi’nin ekibin elinden kaçmayı başardığını öğrenen ve rehin alınan uçaktaki Serdar ile iletişim kuramayan Mete Başkan’ın ele alması gereken çok mesele ve savaşması gereken daha çok cephe vardı. İlki de elindeki kısıtlı istihbaratla Müsteşar’ı bilgilendirmekti. Her ne kadar Müsteşar’ın yüzünü hiç görememiş olmamaktan yana dertli olsam da ne “Kaleyi” boşaltmaya ne de Berlin uçağındaki yolcuları feda etmeye niyetli olmaması hoşuma gitti. Bu konuşmada aklıma takılan tek bir şey vardı ki o da Başkan’ın Müsteşar’dan aldığı izinle “Fadi operasyonuna” yeşil ışık yakmasıydı. İzlerken Fadi konusundaki bu sakinliğine ve operasyondan kastının ne olduğuna bir anlam verememiştim ama bölüm ilerledikçe özellikle de sonuna gelince neden olduğunu çok iyi anladım ve taktir ettim.
Mete Başkan’ın düzenlenen saldırı hakkında devletin ilgili birimlerini bilgilendirmek amacıyla “Kalede” yapmış olduğu toplantının detaylarına çok fazla girmeyeceğim ama Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü ve bu topraklar üzerinde yaşayan Vatandaşlarının hürriyetini koruyabilmek için devlet tarafından sadece askeri değil; politik ve bürokratik de hangi adımların atıldığını görmek kendi adıma epey bilgilendirici oldu. Görünürde devletin önemli kademelerinde görevli bir grup devlet adamının bir araya toplanmasıydı. Ama aslında gerçekleşen ve altı çizilmeye çalışılan mesaj, Mete Başkan’ın uçaktaki İstihbarat ajanı Serdar’dan emin konuşması sayesinde devlet kademelerinin İstihbaratın göz bebeği olan “Kaleyi” boşaltmak veyahut ona çarpamadan yolcu uçağını düşürmek gibi senaryolara katiyen ihtiyaç duymadığını göstermekti. Ki mesajın dizinin izleyicilerine de geçtiğinden eminim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin MİT’in göz bebeği olan “Kaleyi” saldırı ihtimaline karşı boşaltmak veyahut ona çarpamadan yolcu uçağını düşürmek gibi senaryolara katiyen ihtiyacı yoktu. Çünkü “Millî İstihbarat Teşkilâtı bu sorunu göklerde çözecekti”. Bu sahne Türkiye’nin onları koruma ve bu tür terör saldırılarını durdurma konusunda MİT’e ve ajanlarına ne kadar güvendiklerini gösteren sahne olması açısından önemliydi.
Aralarında kötü durum senaryolarını konuştukları anlarda -yani Serdar’ın uçaktaki saldırganları durduramaması halinde- uçağın göz bebekleri olan “Kaleye” çarpmasının önüne geçebilmek için savunma sistemlerini çalıştırıp içinde masum insanların olduğu uçağı düşürmeyi olasılıklar içinde değerlendirmelerini acımasız bulmuş olabilir ve bunu fazlasıyla adaletsiz bir düşünce olarak görebilirsiniz ama bir düşününce aslında öyle olmadığını anlamak hiç zor olmayacaktır. Burada söz konusu olan sadece bir simge ya da bina değil; söz konusu olan bu devletin ve milletinin namusudur, şerefidir. Üstelik o uçağın “Kaleye” çarpması demek sadece yolcuların değil; o binada çalışan İstihbarat görevlilerinin de ölmesi anlamına gelecektir. Şanlı tarihimize sürülmeye çalışan bir lekedir.
Bu sahneden sonrası ise sonrası malum… Bu toplantıya katılan bakanların teröristler tarafından düzenlenecek saldırılara karşı Türk devletini, “Kaleyi” ve Türk milletini korumak için savunma faaliyetlerine verdikleri hız ki bu faaliyetlerin başında THK’nin F-16 uçaklarını havalandırması ve PÖH ekiplerinin yola çıkması gelmekteydi.
Zehra’nın insan üstü tüm çabalarına rağmen Fadi ellinden sabun gibi kayarak kaçmayı başardı. Ellerinden kaçar kaçmaz da ilk yaptığı şey de ülkeden çıkışını planlaması için Şef’i aramak oldu. Şef de sağ olsun, her türlü durum için hazırlıklı. Bugün kıyamet kopsa “Merak etme. Ben hazırlığını yapmıştım” derse şaşırmam. Fadi’nin ülkeden çıkabilmesi için “Kaleye” yolcu uçağıyla yapılacak olan terör saldırısının yeterli olmayacağını düşünen Şef, MİT’in dikkatini dağıtmak en azından kaynaklarını bölmek için başka bir saldırı daha yapılması gerektiğine karar verdi.
Tam bu sırada restorana Mervan’ın geldiğini görmek benim için büyük bir şok olmuştu. Kimsenin hele de Türk İstihbaratı’nın dikkatini çekmeden nasıl ülkeye girmeyi başardığını çok merak ettim. Ancak restorandaki hal ve tavırlarında öncekine oranla büyük ölçüde artmış bir paranoya hakimdi. Layel ile yaşadıkları bozgunu düşününce kimseye güvenmemesini anlamak hiç de zor değildi. Üstelik Ceren hakkında Şef’e yapmış olduğu yorumlarla ne kadar haklı olduğunun bile farkında değildi ya da en azından ben öyle sanıyordum. Nerede bilebilirdim ki artan paranoyanın aslında bir kılıf olduğunu ve Ceren hakkında konuşurken aslında içerden bilgi almış olduğunu. Şef Mervan’ın bu güvensizliklerinden ötürü kendisinde irrite etmiş olsa da Fadi’ye ulaşacağı adresi kendisine verdi.
Uçaktaki teröristlerin daha fazla sağı solu kurcalamadığını gördüğü anda kendi planını devreye sokmaya karar veren Serdar’ın ilk adımı silahını ve telefonunu sakladığı yerden kimseye hissettirmeden çıkarmaya çalışmaktı. Serdar bu amacına ulaşabilmek için üzerindeki gömleği çıkarıp koluna sarma suretinde yapmış olduğu kamuflajı kullandı. Açıkçası Serdar’ın hiç kimseye hissettirmeden telefonunu saklamış olduğu yerden alması ve hiç vakit kaybetmeden ekibe ulaşmaya çalışması son derece takdire şayan bir hareketti. Tek sıkıntı telefonların çekmiyor oluşuydu. Ancak Serdar o zamanı da teröristlerin bombayı koymuş oldukları çantayı gözetleyerek geçiriyordu.
Bu süreçte içinde bomba olan çantaya ulaşabilmek ve uçaktaki yolcuları kurtarabilmek için yapmış olduğu plan, ilk olarak astımı olan teröristi etkisiz hale getirmeyi gerektiriyordu. Bunun için de yanındaki doktorun mesleki bilgi ve becerileriyle yol göstericiliğine ihtiyaç duyuyordu. Plan gayet basitti: Doktorun çantasındaki uyku ilaçlarından birini teröristin astım spreyinin içine zerk ederek astım krizi olarak görülecek bir kriz geçirmesini sağlamaktı. Bu sayede Serdar yanında ilaç olduğu bahanesiyle içinde bomba olan çantayla bavul bölümüne gitme ve onu etkisiz hale getirme fırsatı bulacaktı. Daha sonra da gerekirse teröristlerin hepsini tek tek indirecekti. Ve böylece saldırı gerçekleşemeden engellemiş olacaktı. Serdar’ın tuvalet bahanesiyle adamın yanına yanaşıp astım spreyini alma becerisi beni epey etkiledi. Eğer İstihbarat ajanı olmasaydı iyi bir yan kesici olurmuş. Nasıl aldı hiç anlamadım.
Teröristin astım spreyini alır almaz koltuğuna dönen Serdar, planının ikinci adımına geçmeye hazırdı. Planının bu kısmında kendisine yardım etmesini umduğu cam kenarında oturan cesur ve gözü kara Doktor, çantasındaki uyku ilacının bir kısmını enjektör yardımıyla astım spreyinin içine zerk etmeyi başardı. Ama düşünüyorum da o ortamda nasıl oldu da kimse onların açıkta alelade bir şekilde yapmakta oldukları eylemi görmedi hiç anlamadım. Can korkusu bile olsa böyle durumlarda mutlaka her şeye burnunu sokan bir yolcu veyahut onları gözlemleyen bir terörist en azından onları teröristlere gammazlayan bir hain mutlaka olurdu deyip çekiliyorum. Sadece Serdar değil; bütün soğukkanlılığıyla hamile yolcuyu bahane ederek hemen yanlarından geçen ve Serdar’ın kendisine teslim ettiği astım spreyini sanki yerde bulmuş gibi numara yaparak teslim eden hostesi de tebrik etmek gerek. Onun sayesinde adam önce yemi yuttu sonra da kriz geçirmesine neden olacak spreyi içine çekti.
Astımı olan terörist kriz geçirmeye başladığında ise yanındaki arkadaşı daha önce kendini doktor olarak tanıtan Serdar’dan arkadaşına yardım etmesini istedi. Serdar bütün dikkatlerin kendi üstünde toplanmış olduğu bu kriz anından faydalanarak hem hostesin kimseye hissettirmeden bomba yüklü bavulu kargo bölümüne götürmesine hem de “Ben de bunun ilacı var. Ama bavulumda” diyerek kargo bölümüne serbestçe geçişe yol hazırlamış oldu. Hayret! Tuvalete bile gitme izni vermeyen bu teröristler nasıl oldu da doktorun kendi başına ilaç almak için kargo bölümüne gitmesine izin verdiler onu anlamadım. Herhalde ekibin dikkatli ve titiz çalışanı kriz geçiren bu teröristi.
Bu senaryo hiç kuşkusuz “Teröristler aptaldır” mesajı verebilmek için yazılmış. Yanlış anlaşılmasın kötü bir plan değil aksine kısa sürede düşündüğü göz önünde bulundurunca gayet pratik. Bana göre bu planın tek handikabı başarılı olmasının Serdar’ın şansına bağlı olmasıydı. Böyle tehlikeli bir süreçte geç kalmadan hem bombayı hem de teröristleri durdurma planının “şans” işi olması senaryo açısından da çok riskli bir seçim. Ağır eleştirilere tabi tutulma riski büyük. Yoksa planının sorunsuz işlemesine ve Serdar’ın tüm bu olan bitenin altından tek başına kalkmasına sevdim. Kargo bölümüne girmeyi başaran Serdar, bulduğu ilk fırsatta uçağın içindeki teröristlerin sayısını ve bomba hakkında bildiği tüm istihbaratı Mete Başkan’a ulaştırmayı başardı. Bu karşılıklı istihbarat alış-verişi sırasında uçağın hedefinin “Kale” olduğunu öğrenen Serdar için artık bombayı imha etmekten başka bir seçenek kalmamıştı. Serdar işlerin yanlış bir yere gidebilme ihtimaline karşı helalliğini de alıp işe koyuldu.
Yolcular camdan bakıp uçağa eşlik eden F-16’ları görünce çok sevindiler ama onların “Kaleye” doğru alçalmaları durumunda yolcu uçağını düşürmek için orada olduklarını bilmiyorlardı. Bilseler sevinirler miydiler?
Üstelik bütün bunlarda yetmiyormuş gibi Fadi’nin Şef ile iletişime geçmesi sonucu Serdar’ın da o uçakta olduğu gerçeği ortaya çıktı. Tabi o bir kere duydu mu uçaktaki teröristlerin de bu bilgiyi öğrenmeleri kaçınılmaz olmuştu. Serdar elindeki makyaj malzemesiyle bombaya “müdahale” etmeye hazırlanırken uçakta bir “İstihbaratçı” olduğu haberini alan terörist de kokpitten çıkarak ötekileri uyardı. Bundan sonrası ise asla planda olmayan kocaman bir kaostu. Uçaktaki teröristlerin tam bir beceriksiz olmaları yetmiyormuş gibi daha az önce yolculardan toplatmış oldukları pasaportlara bakmadan küçük bir çocuğu yem olarak kullanarak Serdar’ı ortaya çıkarmaya çalışmaları tam bir şakaydı. Kokpitin dışındaki teröristleri zaten ciddiye alamıyordum ama şimdi daha da fenası iş komediye dönüşmüştü. Bunu sahneye bir gerilim katmak için yaptıklarının farkındaydım ama keşke başka bir senaryo hilesi kullanmaya çalışsaydılar. Halbuki uçakta terörist fikri ve detaylı aramaları iyi başlamıştı.
Uçakta bir Türk İstihbaratı ajanı olduğu bilgisinin yayıldığından habersiz olan Serdar elindeki imkanlarla bombayı etkisiz hale getirmeye çalışırken teröristlerden biri tarafından kafasına dayatılmış bir silah olan Eren’i kurtarmak da ailesini araba kazasında kaybetmiş doktorumuza kalmıştı. Serdar elleri titreyerek biraz da kararsız bir şekilde de olsa bombayı durdurmayı başarmıştı ama küçük Eren’i kurtarabilmek için zamanında yetişememişti. Küçük bir çocuğu bile öldürmekten çekinmeyeceğini anladığı teröristin Eren’i öldürmesini engellemek ve aynı zamanda uçaktaki herkesin hayatını kurtarabilecek tek adamı da ifşa etmemek isteyen Doktor, kendisinin Serdar olduğunu söyleyerek ölümü göze aldı. Bu yalanının bedelini de o terörist tarafından vurulup can vererek ödedi.
Bana soracak olursanız Doktor, trafik kazasında hayatını kaybeden oğlunun yerine koyduğu bu çocuğun hayatını kurtaran kişi olmak istedi. Bu sayede evrende bir şeylerin eşitleneceğini bir denge sağlanacağını düşündü. Belki de sadece ailesinin yanına gitmek istemiş olabilir. Bir doktor olduğu için önceliği diğer insanları korumak olduğu için bile Serdar olduğu yalanını söylemiş olabilir. Adam bu nedenlerden herhangi biri için ölüme atlamış olabilir ama değişmeyen tek şey, onun söylediği bu yalan sayesinde herkesin hayatını kurtaracak olan Serdar hayatta kalmaya devam edebildi. Ve onun bu yalanı sayesinde küçücük bir çocuk bir gün daha yaşamaya devam etti. O yüzden adını hiç öğrenemediğimiz “Doktor” da isimsiz kahramanlarımızdan biri olarak adlandırılmayı hak ediyor. Ne de olsa “Şehitlik” mertebesine sadece askerler erişmiyor. Kendi canından geçen herkes “şehittir”.
Doktor’un onu korumak için can verdiğini gören Serdar’ın içindeki oldukları durumun ciddiyetine rağmen önce Eren’i sakinleştirmeye çalışmasını sonra da elindeki enjektördeki krize girmiş olan teröriste öldürmek istercesine saplamasını izlerken ben büyük bir zevk aldım. Serdar için hep söyledim hep de söylüyorum. Söz konusu “çocuk” olduğunda tepkilerine hâkim olmayı ve soğukkanlılığını korumayı başaramıyor diye. Elinde imkân olsa enjektörü kalbine saplamak isterdi ya da ölümcül bir yara almasını sağlayana kadar batırıp çıkarmanın peşinde olurdu.
Uçaktaki en büyük tehlikeyi yani bombayı etkisiz hale getirdikten sonra yapabileceği hamlelerinin sayısının azaldığını idrak eden Serdar, daha fazla can kaybı olmasını önlemek için hemen harekete geçmeye karar verdi. Ama beni bu sahnede asıl etkileyen kararı, daha az önce teröristler tarafından gözünün önünde bir adam üstelik onun hayatını kurtarmak için canını hiçe sayarak yalan söyleyen bir adamın öldürüldüğünü gördükten sonra- her ne kadar adamlar birer terörist olsa da- Eren’in gözünün önünde o teröristleri öldürerek kan akıtmaktan itinayla kaçınmış olmasıydı. Elinden geldiğince kendi gözetimi altındayken Eren’in masumiyetini korumak istedi. Eren’in az sonra olanları göremeyeceği bir yere baktığından emin olduktan sonra da belindeki silahıyla harekete geçti.
Teröristler kendilerine daha ne olduğunu bile anlayamadan burunlarının dibine kadar giren Serdar tarafından vurularak oracıkta öldürüldüler. Ancak Serdar’ın hesaba edemediği bir şey vardı. O da yolcular arasında kimliğini gizleyen bir teröristin daha olduğuydu. Serdar’ın “doktor” olduğu yalanını söylemesi gibi kendisini “yolcu” olarak gösteren terörist unsur da hiç beklemediği bir anda Serdar’ı sırtından vurdu. Serdar geri dönüp adamı vurmasına vurdu da adamın asıl hakkından gelen eski bir asker oldu. Geçen haftalardan birinde Pınar’ın ne kadar talihsiz olduğundan söz etmiştim ya arkasında beliren ve vurulmasına neden olan bu problemi düşününce Serdar’ın da pek şanslı olmadığına kanaat getirdim. En azından uçaktaki yolcular adına değil; kendi sağlığı adına şansız…
Ama o adamda bir şey oldu belliydi. Teröristlerden biri astım krizine girdiğinde yardım etmek için hemen başında toplanmıştı. Üstelik telefonları topladıkları zaman telefonu olmadığını söylediği halde üstünden bir telefon çıkınca teröristler ona bir şey yapmamıştı. Uçaktaki diğer yolcuların aksine bir repliği vardı tıpkı onu öldüren adamın eski asker olduğunu söylediği bir konuşma yapmış olması gibi. Senarist burada “İzleyiciler dikkatli izleyin. Eğer repliği varsa senaryoda bir rolü de vardır” demek istemişler. Hiçbir ayrıntının boşuna olmadığı bir dizi izlemek ne güzel.
Astım spreyi sayesinde teröristlerden birini etkisiz hale getirdikten ve bu karmaşadan faydalanarak içinde bomba olan çantayı alıp kargo bölümünde zararsız hale getirdikten sonra yolcu kabinindeki bütün teröristleri de ortadan kaldıran Serdar’ın görevinde başarılı olabilmesi için yapması gerek son bir şey kalmıştı. O da kokpitteki teröristi yaralı haliyle durdurmaktı. Ancak kokpitin kapısını dışardan açmak imkansızdı. Üstelik kokpitteki terörist de bir hamle yapması taktirde pilotlardan birini öldüreceğini söyleyerek geri çekilmesi için Serdar’ı tehdit ediyordu. Zira uçağın yakıtının azaldığını ve yakında irtifa kaybedip düşeceklerini söyleyerek kendisini sıkıştıran pilotu öldürdü de. Düşündüm düşündüm az önce bir hamle yapmaması için Serdar’a karşı koz olarak kullandığı bir canı hemen az sonra öldürmesinin stratejik açıdan bir intihar olduğuna kanaat getirdim. Elinde artık bir pazarlık kozu kalmadı.
Üstelik Serdar’ın bu yaralı haliyle “uçağın pilotunun bir terörist tarafından rehin alınması” durumuyla baş etmeye çalışması yetmiyormuş gibi ülkeyi terk etmesine çok az bir zaman kalan Fadi yüzünden dertlerine bir de uçağın “Kaleye” doğru alçalması eklenmişti. Artık ne pahasına olursa olsun, o kokpite girmenin bir yolunu bulmak elzem hale gelmişti. Ancak şimdiki önceliği vaktinden önce bayılmaması ve uçaktaki yolcuları kurtarabilmesi için yarayı kapatacak, en önemlisi de geçici bir süreliğine dahi olsa kanamayı durduracak bir şeyler bulmaktı. Bu konudaki en büyük yardımcısının da yarasıyla yakından ilgilenen hostes olduğu söylenebilir. Serdar ise bildiğimiz Serdar. Kendinden önce daima başkalarını düşünme huyu yaralandığında da performansından hiçbir şey kaybetmedi. Hostes yarası için ona yardım etmeye çalışırken o hala yarasını görüp korkan Eren’i teskin etmeye çabalıyordu.
Mete Başkan’ı uçakta gerçekleşen son hadiselerle ilgili bilgilendiren Serdar, Başkan’ın ağzından uçağın “Kaleye” doğru alçalmakta olduğunu öğrendi. Terör saldırı gerçekleşmeden önce o kokpite girmenin ve içerdeki teröristi durdurmanın bir yolunu bulmak artık daha elzem bir hale gelmişti. Zira kokpite girmenin bir yolunu bulamaması halinde “Kaleye” çarpmasını engellemek için F-16’larla uçağı düşürmek zorunda kalacaklardı. Benim için uçak yolculuğu hikayesindeki bütün gerilimi tırmandıran sahne buydu. Bütün o masum insanlarla birlikte “Kalenin” ve Serdar’ın kurtuluşu da kokpite girebilmesinde düğümlenmişti. Üstelik nihai kararı verecek olan kişi de Başkan’dı.
Neyse ki kafasına silah dayatan teröristin kendisine verdiği koordinatların “Kale” olduğunu anlayan pilot, teröristin kendisine bir anlığına da olsa sırtını dönmesinden faydalanarak adama yangın söndürme tüpüyle vurup kapının açılmasına imkân yaratacak kadar zaman kazandı. Onun kapıyı açmasıyla birlikte kokpite giren Serdar, pilotun beklenmedik saldırısıyla afallayan uçaktaki son teröristin de işini bitirmiş oldu. Sonra da o yaralı haliyle kolundan yaralanan yardımcı pilota yardım edebilmek amacıyla öldürülen pilotun koltuğuna yerleşti. Zor olan bitmiş geriye sadece çok az yakıtı kalmış bu uçağı sapasağlam ve tek parça halinde yere indirmeye çalışan pilota bu konuda yardım etmek kalmıştı. Yaralı olmasına rağmen kendi canını bir kenara koyup uçaktaki bütün yolcuların ayakları yere değene kadar mücadelesine devam eden Serdar dışında kokpitteki terörist tarafından vurulmayı göze alıp uçaktaki yolcular için karşı koyan yardımcı pilotun çabasını ve cesaretini de taktir etmek gerektiğine inanıyorum.
Serdar’ın karargâh ekibi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kendine sağladığı her türlü imkândan yoksun olduğu halde gökyüzünde Türk olmasına yaraşır bir şekilde hem bombayı hem de bütün teröristleri etkisiz hale getirmesini ve yaralı olduğu halde uçaktaki bütün yolcuların sapasağlam bir şekilde Esenboğa havalimanına indiğini görmeden yıkılmayışını hayranlıkla seyrettim. O yüzden de gökyüzü operasyonundaki favori repliklerim kokpite girer girmez Mete Başkan’ı arayarak ağzından dökülen cümlelerdi. Çünkü Mete Başkan’ın verdiği karşılığı çok beğendim:
“Ankara-Berlin uçağı kontrolümüz altına alınmıştır. Tekrar ediyorum Ankara-Berlin uçağı teröristlerden temizlenmiştir. Hepimize geçmiş olsun”
Aslanım benim”
Öyle bir aslan ki uçaktan inerken bile küçük Eren’in yanından asla ayrılmadı. Ne zaman ki bütün yolcular güvenli bir şekilde havalimanına iniş yaptı ve havalimanında Özel Kuvvetler tarafından karşılandıklarını gördü; ancak o zaman yarasına bakılması için kendini ambulanstaki görevlilerin ellerine teslim etti. Gitmeden önce de iyi olacağı konusunda Eren’i teskin ederek havalimanından ayrıldı. O küçük yüreği de Özel Kuvvetler timine emanet bıraktı. Bu arada Esenboğa havalimanına iniş yapan rehine yolcu uçağının kapılarını açarken izlenilen Özel Kuvvetler protokolü dikkatimden kaçmadı. Gayet düzgün, gerçekçi ve uzatılmadan çekilmiş bir sahne olmuş. Açıkçası ben beğendim ama tabi bir Özel Kuvvetler üyesi değilim. Bu yüzden de kendi bakış açım dışında ne kadar gerçekçi olduğuyla ilgili detaylı bir yorum yapamıyorum. Bu yüzden lütfen beni linç etmeyin…
Mervan’ın kimseye güvenmediğini defalarca tekrar etmesi, üstünde her zamankinden daha fazla olan gerginlik hissi, Fadi’yi alıp bir an önce yola çıkma isteği ve yolda defalarca adamlara güvenmediğini söylemesi benim de onun motivasyonundan şüphe etmeme neden oldu ki bölüm sonunda kısmen de olsa haklı çıktım. Şef’in kendisi için gönderdiği adamların onu ülkeden çıkarma yöntemi olan “kamyon arkası” yolculuğunu şüpheli bulan Mervan, patronunu daha kamyonun arkasına bile bindirme imkânı bulamadan bütün adamları öldürüp Fadi’yi de yanına alarak kaçmaya başladı. Ya da ben kaçmaya çalıştığını düşündüm. Ne yalan söyleyeyim bütün bölüm boyunca Mervan’ın fazla temkinli fazla sadık olduğunu düşündüğüm zamanlar olduğu gibi MİT’e çalıştığını düşündüğüm zamanlar da oldu. Bir ara bu bölümün gündemi olan “Uyananlar” hücresinin bir parçası olduğunu bile düşündüm.
Meğerse sadece bölümün başında Mete Başkan’ın Müsteşarla konuştuğu “Fadi operasyonun” bir parçasıymış. Fadi’nin yokluğunda bir otel odasında saklanan Mervan’ın Âdem tarafından ele geçirilip ülkeye getirildikten sonra bütün ömrünü hücrede geçirmemek için Fadi’yi elleriyle Mete Başkan’a teslim etti. Ah Fadi Ah! Bölüm boyunca o kadar gittin gittin de ne oldu? Bir arpa boyu kadar yol kat edemedin. En sonunda yine Türk Cumhuriyeti’nin o şefkatli ellerine kaldın. Adamına keşke güçlünün yanında olmak yerine prensip sahibi olmayı öğretseydin…
Fadi’nin Mete Başkan’ın eline geçtikten sonra hala kuyruğunu dik tutabilmek için “Uyuyanların” uyandığıyla ilgili birtakım tehditlerde bulundu lakin Mete Başkan da “Sizin uyuyanlarınız varsa bizim de ölmeden evvel ölenlerimiz var. Biz bu savaşı kaybetmeyiz” diyerek haddini bildirmesi de bölümün en sevdiğim kapanış sahnesiydi. Ancak Fadi kendisine söylenenleri anlamış olacak ki Mete Başkan’ı öldürmek için son bir girişimde bulundu ve bu da o değersiz hayatında yapmış olduğu son eylem oldu. Zira elindeki bıçağı alan Mete Başkan tarafından öldürüldü.
Yazımı burada noktalarken son olarak bu yazının kahramanı Serdar’ın muğlak durumunu bir değinmek istedim. Onu en son havalimanında binmiş olduğu ambulansta bırakmıştım. Ancak tam da bilincini kaybettiği anda içinde olduğu ambulansın bir kamyona yüklenerek götürülmesi ben de hem şok etkisi yarattı hem de kafamda birçok soru işaretinin oluşmasına neden oldu. Serdar’ı götürenler gerçekte kimdiler? Serdar’ı neden götürdüler? Yoksa bu eylemin arkasında “Uyuyanlar” mı vardı? Onlar Serdar’dan ne istiyor olabilirler ki? Üstelik uçakta olduğu daha yeni ortaya çıkmışken bir operasyon planlayacak vakti nereden bulmuşlardı? Bu durumun Ceren ile bir bağlantısı var mıydı? Serdar’a ne yapmayı planlıyorlar? Bütün bu sorularla yazımı tamamlayarak vedalaşıyorum…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.