Teşkilat 12. bölümü Total’de 10,54 reyting, AB’de 12,04 reyting ve ABC1’de 12,70 reytingle bir önceki haftaya göre düşüşte olsa da yine gün birincisi oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat’ın on ikinci bölümü içerik olarak önceki bölümlerde de olduğu gibi Fadi’yi ele geçirip Türk mühendislerine ve Başkan’a karşı düzenlemiş olduğu saldırıların yanı sıra onu Türk Cumhuriyetine karşı geçmişte işlemiş olduğu suçlarına denk Türk adaletiyle tanıştırmayı amaçlayan karargâh ekibinin gerçekleştirmeyi planladığı operasyona odaklanmaktaydı. Ancak bu seferki operasyon Fadi’yi indirmekten ziyade MİT’in yuvası olan “Kaleye” yapılacak muhtemel bir saldırıyı önlemek amacıyla kendisini hayatta tutmak hatta Türkiye’ye getirmeye odaklanmıştı.
Ekip bunun için Fadi’nin korunduğu kliniğe girip kendisine hem panzehri zerk etmek hem de kendisini kaçırarak Türkiye’ye getirmek için plan kurarken ve planla da başarıya ulaşmışken Pınar bir yan görevi daha halletmekle mesuldü. O da Kale hakkındaki yazışmalarda karşılarına çıkan Pierre’in bilgisayarına sızmaktı. Ama önce bizim ekip bütün bölüm boyunca Fadi’yi ele geçirmeye çalışırken tam onu ele geçirdikleri andan sonra karşı istihbarat ajanı Ceren’in onları bertaraf etmek için neler yaptığından başlayalım… Daha sonra da buna karşılık Pınar’ın da üstlendiği solo görevin ne olduğuna ve neler yaşadığına bir dönüş yapmış oluruz…
Ekip bütün bölüm boyunca Kale’ye düzenlenecek olan saldırıyı durdurabilmek için Paris’in göbeğinde Fadi’ye ulaşarak hem kendi verdikleri zehrin panzehrini zerk edip hayatını kurtarmaya hem de kimseye yakalanmadan Fadi’yi Türkiye’ye getirmeye çalışırken Ceren de Ankara’da hiç boş durmuyordu. Gizemli uçak kazası sırasında ölmemiş olma ihtimalleri olan MİT çalışanlarının kimliklerini tespit edebilmek için Uzay’ın eşi Ebru ile samimiyetini ilerleten Ceren, bu yeni arkadaşının ağzından İstihbaratçıların kimliklerine ve Yağmur’un telefon numarasına dair daha fazla bir şey koparamayacağını anlayınca çareyi telefonuna sızmakta buldu.
Ebru’yu da tebrik etmek istiyorum. Daha iki gündür tanıdığın bir kadına gizemli uçak kazası ve Devlet’in yapmış olduğundan şüphelendiğin ört pas hakkındaki bütün komplo teorilerini anlattıktan sonra bu işlerin çok tehlikeli olduğuna kanaat getirip Ceren’i dışlamaya karar verdi. Önceden aklı neredeydi acaba? Yağmur’un adını söyleyip küçük bir kızı hedef haline getirip ağzına bir parmak bal çaldıktan sonra geri kalanını paylaşmasan ne olacak? Yalnız devletini senden çok seviyordur belki diyerek Ebru’yu gaza getirmeye çalıştığını anlasam da bu yapmış olduğu yorumu fazlasıyla acımasız buldum. Bunun Ebru’yu daha az sevmekle bir ilgisi yok, aksine sevenleri olan insanlar dünyayı onlar için daha iyi bir yer yapmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Amaç da o zaten.
Telefonun şifresinin 1903 olması da gözümden kaçmadı. Senarist gurubunda Beşiktaşlı var sanırım. Koyu bir Beşiktaşlı olarak Süper Lig ve Ziraat Kupasını aldığımız bir yılda adımızdan söz edilmesini hak ediyoruz bence.
Sonra bununla da yetinmeyip Ebru ve Zehra’nın eski eşi Kemal arasındaki bir konuşmayı dinleyerek Yağmur’un saat kaçta tam olarak nerede tek başına ve savunmasız bir şekilde olacağını öğrendi. Fadi’nin kaçırıldığının fark edilmesi sonrasında Fadi’yi bulup Filistin Başkan’ı olma konusunda önünde bir engel teşkil eden tüm Türklerin kimliklerini ve ülkeden ayrılış şekillerini tespit edebilmek için Şef’le operasyona Ankara ayağından destek verdi. Hedef, Mervan’ın şüpheleriyle kimliği tespit edilen Serdar’ın ülkeden çıkış için hangi havalimanını kullanacağını tespit etmekti. Bunun için Ceren onlara Paris’teki her havalimanını kontrol edebilmeleri için gerekli olan Serdar’a ait bir resmi gönderdi. Hatta onun Paris’teki hangi havalimanından uçağa bineceğinin tespit edilmesine yardımcı oldu da onlar herhangi bir müdahalede bulunamadan uçağının kalmış olması Serdar’ın hayatını kurtarmış oldu.
Serdar’ın kaçmış olması içimi çok rahatlattı. Zira yeni bir Hulki vakasıyla başka bir değiş tokuşu kaldırabilecek ne sabrım ne de bu kadar tahmin edilebilir bir senaryoya gösterilebilecek takatim kalmıştı. Üstelik Serdar oyun icabı da olsa daha geçen hafta bir işkence sürecini atlattı. Bu kadar yakın zamanda yeni bir tanesi bu dizi için bile fazla acımasızca olurdu. Serdar’ı gözleriyle uyumlu bir takım elbise içinde görünce ister istemez kendisini 2016 yapımı The Nice Guys filmindeki Ryan Gosling’e benzettim. Sadece iki ton kumralı…
Ceren bu, hiç Serdar ile yetinir mi? Asla. Havalimanına ait güvenlik kayıtlarını defalarca izleyerek önce Serdar’ın telefonuyla birini aradığını sonra da hattın öteki ucundaki kişiye söylediklerini dudak okuma yöntemiyle keşfetti. Ceren’e helal olsun. Zira koca ekipte bunu yapabilen tek kişi zamanında onun konuşmalarını tespit eden Uzay’dı.
Bu şekilde hem Zehra’nın da Paris’te olduğunu hem de üç saat içinde kalkacak uçağının hangi havalimanından kalkacağını öğrenmiş oldu. Artık yapılması gereken şey, havalimanında toplanmış olan kötü adamlara Zehra’nın kimliğini teşhis etmelerini sağlayacak herhangi bir fotoğraf ya da şahsı bizzat teşhis edebilecek birisini bulmaktı. Ki tam da o sırada Ceren, önceden ele geçirdiği kozu kullanarak resim atölyesindeki Yağmur ile konuşmak için Şef’in yanından ayrıldı. Atalarımız “Yiğidi öldür ama hakkını yeme” demişler. O yüzden Ceren’e hakkını vermek lazım zira kendisi her yere elini kolunu sallayarak girip hedef aldığı insanlara ulaşmanın bir yolunu daima buluyor.
Yağmur da bir istisna olmadı. Benim anlamadığım şey ise görür görmez onun Yağmur olduğunu nasıl anladığı ama o noktaya gelene kadar Zehra’nın bir resmine ulaşmak varken kızıyla konuşma zahmetine neden girdikleri konusu da var. Zira babam sahneyi izlerken eski kocasının telefonuna girip kadına ait bir resim bulmaları daha kolay olmaz mıydı, dedi. Açıkçası pek haksız sayılmazdı. Bölümün sonlarına doğru bu sefer de aklını çelmiş olduğu küçücük bir kız çocuğunu annesini tespit etmek için manipüle ettiği sahnede acaba Zehra deşifre olacak mı diye yerimde hop oturdum hop kalktım. Ki Zehra da bir şeylerin döndüğünü anlayıp epey gerildi.
Ceren söz konusu işi olduğunda küçücük bir çocuğu kullanmaktan bile çekinmeyen bir insan. Ona göre Şef’in görev olarak kendine atamış olduğu insanlar, insan bile değil. Vicdanı yok, değerleri ya da kıymet verdiği bir şeyi hadi onu da geçtim bir kırmızı çizgisi bile yok. Söz konusu empati duygusundan bu denli yoksun bir insanın diğer insanları kandırmakta ve kısa sürede bu kadar kolay sosyalleşebilmekte bu kadar iyi olduğuna inanmak çok zor. Bu aklıma bir arkadaşımın içinde yer aldığı bir sosyal deneyi hatırlattı. Arkadaşım sosyal becerilerden ve empati duygusundan yoksun bir grup insana hissetmedikleri duyguları taklit etmeyi öğreterek insan içine karışmalarını sağlamaya çalışıyordu. Bir keresinde bana “Öyle öğrencilerim var ki inanamazsın. Çoğu insani duyguyu o kadar güzel taklit ediyorlar ki sen ben, onlar kadar gerçekçi yansıtamayız” diyordu. Ne demek istediğini görmüş oldum.
Ebeveynler daima haklıdır. Çocuklar tanımadıkları yabancılarla konuşmamaları lazım. Ki o yabancılar onun adını biliyor ve ebeveynlerinin bir arkadaşı olduğunu söylüyor olsalar. Her şeyden önce çocuklarınıza “yabancılara her ne olursa olsun güvenmemeyi öğretin” mesajının verildiği bu sahnede bence. Yağmur kendisine gösterdiği video görüntüsünde annesini tanısa bile annesinin sırrına sadık kalıp kimliğini Ceren’e açık etmeyecek.
Zehra, Serdar ve Hakkı eve dönüş yolunu tutarken en zor görev de Pınar’a kalmıştı. Zira herkes ülkeye dönerken o sahte kimliği olan “Lisa” olmaya bir süre daha devam etmek zorundaydı. En azından Kale saldırısı için yapılan ödemelerde ve ses kayıtlarında adı geçen Pierre’in şirketteki bilgisayarına erişim sağlayana kadar ortalıklardan kaybolmaması gerekiyordu. Durumun farkında olan Pınar, Fadi’yi alma operasyonundan sonraki karmaşadan da faydalanabilmek için Mete Başkan’ın emriyle direkt olarak şirkette girdi. Ve Amir’in sekreterinden biraz aklını biraz da el çabukluğunu kullanarak hem Pierre’in odasının yerini öğrendi hem de odaya giriş kartını ele geçirdi.
Bazen insanın ihtiyaç duyduğu tek şey, fırsatları değerlendirebilme becerisiyle azıcık da şanstır. Pınar da Amir’in babasının ülkeden nasıl çıkarılacağını düşünerek hem onu bulmak hem de onu burnunun dibinden alıp götüren Türk istihbarat ajanlarını yakalayabilmek için gözünü şirketten ayırdığına ve Pierre’in de odasından ayrıldığına emin olduktan sonra ilk fırsatta, Pierre’in odasına girip bilgisayara erişim sağladı. Amacı; finansal kayıtlara ulaşıp “Kale” ilgili planlarını öğrenebilmekti. Bilgisayardaki dosyalara ulaşıp bir kısmını telefonuna indirmeyi başardı lakin bilgilerin çoğunluğunu alabilmek için gerekli vakit konusunda fırsat yaratmada olduğu kadar şanslı değildi.
Kendisini geri çağıran Amir yüzünden şirketten ayrılmadan geri dönen Pierre yakalandığında “Ah! Yanlış odaya girmişim” yalanı artık klişe olduğundan pek tutmadı. Ama benim bu sahnede asıl hoşuma giden şey, adamın bu yalana inanmadığını söyledikten sonra Pınar’ın “Biraz da önünden ye” deyip adamın en hassas noktasına attığı tekmeydi. Hadi itiraf edin, hanımlar. Kaçınız haddini bilmeyen bir adama bunu yapmak istemişsinizdir? Zira ben hayatımda en azından bir kez bu hareketi yapıp bir adama kadın olduğum için beni küçümsememesi gerektiğini öğretmek istemişimdir. Öyle bir tekme olsun ki acısını bir daha asla unutmazsın. Tam da bu yüzden aferin Pınar. Kimliğinin açığa çıkmasıyla Pınar için o şirkette artık bir gelecek kalmamıştı. O yüzden de böyle bir durumda her ajanın yapması gerekeni yapıp binanın otoparkından kaçmaya yeltendi. Ama şans, gerçekten büyük bir nimet.
Peşindeki korumaları dövüşerek yere serişini defalarca ağır çekim olarak izledim. Ve bir dövüşte avantajlı olanın kaslı olmak değil; aksine tam olarak nereye vurmak gerektiğini bilmek ve sürpriz faktörünü unutmamak olduğunu anlamış oldum. Adamlara beklemedikleri bir anda saldırmasını geçtim, ikinci adamın boğazına doğru yapmış olduğu vuruşu tam isabetti. Ama Pınar’ın şans konusunda payına düşenin pek de bir şey olmadığını belirtmiştim.
Tam adamların elinden kurtulmuşken Amir’in suratına doğru doğrulttuğu silah ve Pierre’in de onun bir hain olarak resmetmesi hakkında pek de hayırlı olmadı. Üstelik bu defa güzelliği de asıl suçlunun Pierre olduğu konusundaki yaratmaya çalıştığı şüphe tohumları da bir işe yaramadı. Amir’in Türklere olan nefreti ağır bastı. Amir elindeki o silahı ateşleyebilir veyahut onu babasının takası için kullanmaya çalışabilirdi. Kafamın içinde olabileceklere dair daha birçok senaryo uçuşurken “doğru zamanda doğru yerde olma” deyiminin tam karşılığını gözlerimle gördüm. Her insan doğru zamanda doğru yerde bulunarak “kahramanlık” statüsüne erişebilir. Aynı Gürcan’ın durumunda olduğu gibi. İcra ettiği görevin kutsallığının farkında olmadan ekibi yüz üstü bırakan, başını bin bir türlü derde sokarak neredeyse Pınar ve Hakkı’nın ölümüne neden olan şirkete gelerek Pınar’ın kimliğinin açığa çıkabilmesi tehlikesini yaratan Gürcan da doğru zamanda doğru yerde olup Amir’i indirerek Pınar’ı vurulmaktan kurtardı.
Elindeki demir levyeyle Amir’i sırtından vurduğu o yara ölümcül müdür yoksa sadece geçici bir yara mıdır, o kadarını bilemem ama her iki türlü de hayatında ilk kez birini yaralayarak pasif konumunu terk eden Gürcan için bu eylemin etkilerini psikolojik olarak hissettiği günlerin yakın olduğunu düşünüyorum. Hatta Pınar’ın kurtarmak adına yapmış olduğu bu eylem, kaçışının ekipte neden olduğu hayal kırıklığını ve güvensizliği temizler diye de düşünüyorum. Bütün bunlar yeterli değilse de en azından Gürcan’ın yaşadığı dünyanın gerçek yüzünü görmesini ve de büyümesini sağlar diye düşünüyorum. Üstündeki bu büyümemiş Peter Pan sendromunu atması için ideal. Üstelik bu sayede Pınar ile arasında daha önceden sadece olduğunu sandığı gerçek bir bağ bile kurulabilir. Ki yüzünün halinden bir insana saldırmanın kendisinde yarattığı etkiyi okumak hiç zor olmadı.
Hep söylüyorum ama hep de söylemeye devam edeceğim, Teşkilat dizisinin diğer dizilerin aksine kendi kadın karakterine yüklemiş olduğu her şeyi becerebilecek kadın savaşçılar unvanının büyüklüğü ve dünyadaki büyük küçük her kadına ya da kız çocuğuna verdikleri derinlikli mesajla bu kısa yazıma bir son verip yazıma bir nokta koyuyorum. Haftaya görüşmek üzere…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.