Teşkilat 40. bölüm reytinglerinde Totalde uzun zamandır uzak kaldığı zirveye yerleşti. Bu bölüm Total’de 7,76 reyting ile 1. ve AB’de 8,65 reyting ile 2. ve ABC1’de 8,35 reyting ile 2. oldu. Bölümün değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Dizinin 40. bölümü dört haftalık bir aradan sonra ilk kez sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz gibi bir önceki bölümün bittiği yerden yani Yıldırım’ın bir Suriyeli General ve Alman diplomatla birlikte kurmuş olduğu hain tuzak sonucunda Suriye’de yalnız başına kalan Mete Başkan’ı önce sırtından sonra da göğsünden vurmasının “neticeleriyle” başladı. Hedefin Mete Başkan olduğunu öğrenen ekip onu kurtarabilmek için aralarında duran bütün teröristleri öldürdükten sonra yanına gittiklerinde Başkan’ı vurulmuş yerde yatarken buldular. Bu acımasız dünyaya bir babasını daha feda etmeye hiç niyeti olmayan Serdar ailesini kaybettiği gece elinden tutarak onu hayata bağlayan o elin sahibine olan gönül borcunu ödemeye çalışırcasına elini tutup Mete Başkan’ı hayatta tutmaya çalışıyordu. Bütün gücünü toplayıp Vatanında ölmek istediğini söyleyen Mete Başkan’ın söylediğine aldırış etmeden kendisini arabaya bindiren Serdar Zehra’yla birlikte hastaneye ulaşana kadar kanamadan ölmemesi için arka koltukta zamana karşı savaşıyorlardı…
“Zehra yenisini versene. Bırakma…tamponu bırakma.
Bilincini açık tutmamız lazım.
Başkan’ım…Başkan’ım duyuyor musun beni? Baba…baba buradayız.
Serdar sen misin oğlum?
Benim. Buradayım, Baba. Sakin ol. Tamam, sakin ol. (…) Az kaldı, Baba. Sen dayan, lütfen.”
Fadi’nin Ceren vasıtasıyla gerçekleştirdiği suikast girişimiyle manevi babası Mete Başkan’ın vurulmasına şahit olan Serdar için Mete Başkan’ı tekrar yerde kanlar içinde yatarken görmenin travmasını tetikleyecek bir uyarıcı olacağını biliyordum. O yüzden de bu bölüm duygusal anlamda sarsılmış bir erkek çocuğu gibi tepkiler vermesini bekliyordum ama daha arabayla onu güvenli bir yere taşımaya çalıştığı dakikadan Mete Başkan’a “Baba” diyerek sesleneceğini ve arabanın içinde çaresizce çırpınacağını hiç düşünmemiştim. Hastaneye ulaşana kadar operasyondayız diyerek kendini tutar demiştim. Mete Başkan’ı ikinci kere kaybetme korkusu yaşadığı için mi yoksa Zehra arka koltukta ona eşlik ettiği için mi bilmiyorum ama kontrolünü çok hızlı kaybetti. Zehra’nın da onu hayatta tutmak için savaşacağını ve tampon yapmayı asla bırakmayacağını düşünemedi. Ve onun gözünden akan yaşlarla benim de ciğerim yandı.
Tamponu bırakmaması konusunda çaresizce Zehra’ya yalvaran Serdar’ın gözünden süzülen yaş ve dudaklarından dökülen “Baba” sözcüğüyle Zehra’nın hüzün ve şefkat dolu bakışlarını ona yöneltmesi beni derinden etkiledi. Zehra ilk o an Serdar’a sarılıp acısını paylaşmak, yaslanacağı omuz olup güç vermek istedi. Kendi acısını unutup saçının teline bile zarar gelmesine izin vermeyeceğini söyleyen adamı “Ben hep yanındayım. Her şey yoluna girecek; sakın umudunu kaybetme” diyerek avutabilmek istedi ama içinde olduğu mevcut koşulları bunu yapmasına izin vermedi. Arka planında birçok aksiyonun döndüğü kamera açısının ise onlara odaklanmadığı kısacık sahnede bile hissettiği aşkı bakışları vasıtasıyla bana geçiren Deniz’i ve babası gibi gördüğü adamı kucağında taşıyan hiç büyüyememiş erkek çocuğunun çırpınışlarını bana hissettiren Çağlar’ı karşılıklı performanslarından ötürü tebrik etmek istiyorum.
Mete Başkan’ı güvenli bir şekilde helikoptere yetiştirmeye çalışırlarken ona yapılan bu saldırının sorumlularının da hak ettikleri gibi suçlarının cezasını çekmelerini yani ölmeleri gerektiğini düşünmeye başlayan ekip intikam planları yapmaya başlamışlardı. İlk hedefleri de olay yerinde gözleriyle gördükleri Yıldırım’ı uçuşa yasak bölgede SİHA’larla vurmaktı. Doğrusu Yıldırım’ın ölmeyi hak ettiğini ve ona ayrılan vaktin artık sonuna gelmemiz gerektiğini düşünsem de daha bölümün başında öldürülmeyeceğinin farkındaydım. Kesin araya bir şey girer diye düşünürken yanılmamış olduğumu görmek gururumu okşadı. Türklerin bir çılgınlık yapıp uçuşa yasak bölgeye girmişken Yıldırım’ı vurmaları harika olurdu. Buna rağmen bölümü tamamlayıp bu sahneye tekrar döndüğümde iyi ki öyle olmamış diyebiliyorum. Mete Başkan’ı tuzağa çekip sırtından vuranın ölümü daha acılı olmalı hatta Serdar ya da Gürcan’ın elinden olmalı. Babalarını onlardan alan kalleşin onlara bir hayat burcu var. Bunu da en iyi operasyon esnasında ölerek alabilirler.
“Babam ölüyor, Uzay. Babam ölüyor.
Gürcan kendine gel! Onların hayatı şu anda bizim elimizde toparla kendini. Baban falan ölmüyor. Şimdi olabildiğince alternatif yollar tespit edip onları oradan sağ salim çıkartacağız ve Mete Başkan da helikopterle buraya gelecek.”
Mete Başkan’ın vurulmasının Serdar’da yarattığı duygusal gelgitlerden söz ettikten sonra Gürcan’a hissettirdiklerini konuşmamak çok taraflı bir bakış açısı olurdu. Mete Başkan kendi elleriyle seçerek oluşturduğu karargâh ekibinden herkes için bir baba figürü ve o da hepsini kendi evlatları gibi görüyor ama dünyaya gözünü açtığından beri tanıdığı insan olması bakımından kaybının Gürcan’ın hayatında yaratabileceği boşluk çok daha farklı. Gürcan onların aldığı eğitimi almadı onu geçtim bu işlere kendi rızasıyla bile girmedi. Yavaş yavaş gerçek dünyayı çözmeye ve anlamaya başladı ancak ülke için verdikleri bu savaşta daha önce hiç kimseyi kaybetmedi. Onlar gibi silah arkadaşlarını, akıl hocalarını ya da Devlet büyüklerini kaybetmedi. Bu yolda birlikte yürüdüğü insanlardan birini özellikle de “babasını” kaybetme ihtimaliyle başa çıkamayıp dağılması ve fiziksel anlamda yanında olan tek insana saldırması çok normal. Çünkü Gürcan bu dünyada yürümeyi daha yeni öğrenmeye başlayan bir bebek kadar acemi. O yüzden bu sahnede verdiği tepkileri garipsemedim. Robot olmakla suçladığı Uzay’ın da söylediklerini üstüne alınmamasına sevindim…
Babasının sağlık durumunun nasıl olduğunu bilmediği için bilebileceği bir şeye yani Yıldırım’ı öldürmeye odaklanan Gürcan için ikinci yıkımın sivil hassasiyeti olan bölgeye girerek Yıldırım’ın SİHA’nın elinden kurtulmasıyla geldiğini söylemek gayet normaldi. Haliyle biraz önce babası gözlerinin önünde vurulmuş bir evlat olarak Yıldırım’ın ölmesini istemesi ve elinden kaçacağını anladığı an öfkelenmesi de babasını çok seven bir evladın vereceği tarzda bir tepki. Panik ve kaybetme korkusu insana en büyük hataları yaptıran duygulardır. O yüzden Uzay’ın onu kendine getirmek için biraz sert davranmasına ve fiziksel olarak sarsmasına sesimi çıkarmadım. Gürcan’ın içine sığmayan öfkesinde ve intikam isteğinde haklılık payı var ancak olaya Uzay’ın açısından bakıldığında onun da haklı olduğu yanlar var.
“En azından böyle robot gibi durmayı kesebilirsin.
Eğer şu an duygularım mantığıma hükmediyor olsaydı şu köşeye çöküp hüngür hüngür ağlamam gerekirdi. Şu anda benim için çok değerli bir insanın hayatı tehlikede. Ve eminim böyle bir Uzay’a kimsenin ihtiyacı olmazdı.”
Gürcan gibi bir pesimistin aklına gelen ilk senaryonun Mete Başkan’ın ölümü olması normaldi ama Uzay’ın ölebilme ihtimaline verdiği tepkinin onu yumruğuyla tehdit etmek olması umulmadıktı. Uzay’ın duygusuz olduğunu sananlar aslında çok yanılıyorlar. Uzay duygusal olmadığı için değil; aksine duygusal olduğunda su yüzüne çıkan duygularla nasıl baş edebileceğini bilmediği için çoğu zaman kalbini dinlemekten kaçınıyor. Çünkü Uzay hissettiği zaman tüm duyguları en yoğun şekliyle yaşıyor. Buzdolabına asılı ultrason resmini gördüğünde, Ebru’nun patlayacak olduğunu bildiği metroda olduğunu öğrendiğinde ve karısı vurulduğunda verdiği tepkileri anımsayın. Uzay da kendini seçerek bu ekibin ve ailenin bir parçası haline getiren Başkan için endişeleniyor. Hislerini dinlese belki de bir köşeye sinerek ağlayacak ama o Başkan’ı ölmeden önce Vatan’ına getirebilmek için kalbinin sesini bir süreliğine susturuyor. Onları duygusuz olmakla suçluyoruz ama bazı ölüm kalım olaylarının çözüme kavuşturulabilmesinin de bu duygusuzluğa bağlı olduğunu unutuyoruz. Vatan görevinde yas tutmaya da acı çekmeye de zaman olmadığını idrak edemiyoruz.
Onlar da bizim gibi insanlar ama onların yerine getirmekle mükellef oldukları bir Vatan görevleri var. O an için neler hissediyor olursa olsunlar hislerini bir kenara bırakıp mantıklarının sesini dinlemek zorundalar. Çünkü bu hislerine göre hareket etiklerinde hata yapma payları oluyor ve onlar hata yaptıklarında masum insanlar ölüyor; bir ülkenin, milletin ve bayrağın refahı tehlikeye girmiş oluyor. O yüzden kimi zaman onlardan beklenen tepkiyi vermediklerinde onları robot olarak yaftalamak yerine içlerinde kopan fırtınalara rağmen nasıl bu kadar güçlü olabildiklerini düşünüp anlamakta fayda var. Zira bu gözler istedikleri tepkileri alamayınca oyunculuklarına laf edenleri de gördü. Ki elindeki tüm ihtimaller Mete Başkan’ın ölümünün daha yüksek bir ihtimal olduğunu gösterdiği halde analizlere ve hesaplara inanmak yerine kalbinin sesini dinleyerek Başkan’ın yaşayacağına inanmayı seçen Uzay bence gayet duygusaldı. Gürcan’ın titreyen bacağını tutup onu sakinleştirmeye çalışırken abi rolüne bürünmesi benim çok hoşuma gitmişti.
Yıldırım’ın şansını zorlamadığı hiçbir bölüme rast gelmedim ki bu bölüm de bir istisna değildi. Hava savunmasını çalıştırdıkları için SİHA’ların geri çekilmek zorunda kalmasını fırsat bilen Yıldırım General’le birlikte hiçbirini ülkeden canlı çıkarmamak amacıyla gerekli planlamaları da yapmaya başlamıştı. Kafaya koymuştu bir kere Mete Başkan’ın bu ülkeden canlı çıkmasına izin vermeyecekti. Bunun intikamı için olduğunu söylüyordu ama biz asıl nedeninin can korkusu olduğunu biliyorduk. Bu cehennemden canlı çıkarsa ilk işinin ne yapıp edip onun canını almak olacağından adı gibi emindi. O yüzden araçların güzergahındaki iki konuma da teröristler yerleştirerek onlara pusuya çekmeye çalıştı. Ancak söz konusu Türkler ise önlerinde hiçbir gücünün duramayacağını hesaba katmadı. Boşuna “bendimi çiğner aşarım, yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım” denmemiş İstiklal Marşında. Onlar istedikleri kadar hain tuzaklar kursunlar; bu şanlı Vatan’ın MİT mensubu yiğitleri onların hain planlarını altüst etmenin bir yolunu bulurlar.
Pusu öncesi babasını elini bıraktığında öleceğine inanan bir çocuk gibi babasının elini bırakmayan hatta daha fazla kenetlenen Serdar’ın kan kaybından ötürü şok geçirmeye başlayan Başkan’ın titreyen bedenini sabit tutma çabası ve bilinci kapandığında Zehra’nın hissettiği korkuyu iliklerimde hissettim. Babaları için olan korkuları kalbime işledi. Özellikle de Gürcan babasının nasıl olduğunu sorduğunda. Gürcan’a tutunacak bir umut vermeye çalışırken güçlü durmaya çalışsa da “Merak etme biz yanındayız” cümlesinden sonra “şu anda kollarımda” derken takılması içindeki ağlama arzusuna engel olmaya çalışmasından kaynaklanıyordu. Neyse ki Gürcan sesindeki titremeyi fark etmedi.
Güzergahlarına teröristler tarafından bir pusu kurulması ihtimali üzerinden bir planlama yapan ekibin Başkan’ı diğer araca taşıdıktan sonra yolu teröristlerden temizlemek için yaptıkları operasyona geçecek olursak eğer kanlar içinde yerde yatan babası için göz yaşı döken Serdar hem bu göz yaşının hem de akan kanın hesabını sormak istercesine acısını öfkeye dönüştürmesini hayretle izledim. Az önce arabanın arkasında gözünden akan bir damla yaşla oturan Serdar’la yolu temizlemek için kendini yem yapan Serdar aynı kişi değildi sanki. Bu ani değişimi sadece duygusallık bağlamında değil; aynı zamanda fiziksellik bağlamında da meydana gelen bir değişimdi. Babası bildiği Başkan’ına ağlarken bir çocuk kadar masumlaşan o çehresi operasyon esnasında bir terminatör kadar sert ve makineleşmişti.
Bakmayın aslında operasyon dediğime şapkadan tavşan çıkarır misali bir illüzyonla Serdar, Hakkı ve Hulki’nin ufak bir gösteri yapmalarıydı. Mete Başkan’ın ülkeden sapa sağlam çıkabilmesi için üçü de üstlerine düşen rolü layığıyla yerine getirmeye razıydılar. Sadece Serdar değil; yapılan fedakârlık ve kendilerini kalkan yapma istekleri de sadece Başkan için değildi. Gerektiğinde masum bir köylü gerektiğinde de aile olmuş bu birliğin bir parçası olan mensupları için de yaparlardı bunu. Zira onlar Vatan-Millet-Bayrak ülküsü için kendilerinden geçmiş kahramanlar. Halit Başkan yaralandığında başta Pınar olmak üzere ekibin neler yaptıklarını hatırlarsanız demek istediğimi daha iyi anlarsınız
Düşmanların dikkatlerini dağıtmak ve iki güzergâh arasında bölüştürülmüş teröristleri tek bir tarafta toplayabilmek adına bizimkilerin giriştikleri çatışma üzerine konuşulacak pek bir şey de yoktu aslında ama benim üzerinde durmak istediğim bir iki nokta var. Özellikle en başta teröristlere gözcülük yapan adamı bile sağ bırakmama duyarlılıklarına bayıldığımı söylemeliyim. Yanından geçip gittikten çok kısa bir süre sonra o ne olduğunu bile anlayamadan vitesini geriye aldıkları arabadan çıkıp ateş ederek onu öldürmelerine bayıldım. Bana sinemada izlediğim aksiyon filmlerini anımsattılar. Çekim kalitesi de sinema filmlerini aratmayan cinstendi. Benim bu sahneyle ilgili naçizane tek eleştirim ise Serdar’ın arabadan çıkarak adamın göğsünü hedef almasıydı. Arabanın içinden kafasına sıkabilseydi çok daha havalı bir sahne seyretme fırsatı bulurduk. Aksiyon filmlerinin olmazsa olmazıdır kafayı hedef alan Kill-shot atışları.
Şirket ve sözde dostlarımız sağ olsunlar ağır silah yardımları yaparak onlar başarılı olsunlar diye ellerinden geleni yapıyorlar ama Türk’ün gücünü hafife alıyorlar. Gerçi destek aracındaki makineli silahı görünce bu çatışma hiç adil değil diyecek oldum Özel Tim aracı bazukayla parçalayarak sözü ağzıma tıkmış oldu ama olsun. Böyle bir yanılgıya can kurban. Sınır ötesi operasyonlarda Özel Tim’in devamlı olarak bizim ekibe yardım etmesi detayına bayılıyorum. Bu durum özellikle altını çizmelerinde bir önceki dizileri olan #Söz’e sürekli bir gönderme yapma çabası var bence. Rejim bölgesi demeden MİT mensubu arkadaşlarının yardımına koşan Özel Tim dışında SİHA ve İHA’ları görmeye alışığız ama Hava Savunmamız onlardan ibaret değil. Operasyon yapılış amacını yerine getirince havada süzülen Şahin’lerimizi görmek beni çok duygulandırdı. “Allah ayağınıza taş değdirmesin” sözü söylenebileceklerin en hafifi.
Serdar ve Mete Başkan’ın hastaneye gitmeden önceki son sahneleri aynı zamanda da vedalaşmalarını izlediğimiz ambulans sahnesine geçmeden önce gözüme takılan bir paralellikten söz etmek istiyorum. Mete Başkan’ı ülkeden çıkartabilmek için yaptıkları operasyondan önce Başkan’ın elini sımsıkı tutan ve bırakmayı hiç düşünmeyen Serdar yerini Zehra’ya bırakınca ister istemez bu iki sahneyi birbirleriyle ilişkilendirmiş oldum. Ben belki en ufak ayrıntıdan bile anlam çıkarmaya çalışıyorum ama babasının elini bırakmasını sağlayan tek şeyin onu sevdiği kadına “emanet” etmesi olduğunu düşündüm. Birkaç dakika önce Serdar’ın durduğu yer Zehra’ya emanet edilmiş; o da bu emaneti hayatta tutabilmek için elini sımsıkı kavramıştı. Tabi Mete Başkan’ın sadece Serdar için değil; Zehra için de önemli bir figür olmasının da elini böylesine sımsıkı kavramasında etkisi vardı. Zehra’nın ekibe katılmadan önce Başkan’la “sürekli temas” halinde olan bir MİT mensubu olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan’ın bir sözüyle kızını ardında bırakacak kadar itimattı ve saygısı vardı, Mete Başkan’a. O yüzden bu ayrıntıyı yorumlamadan geçmek istemedim.
“Serdar, neredeyiz oğlum?
Vatan toprağındayız artık; Ankara’dayız. Hastaneye gidiyoruz şimdi iyi olacaksınız.
Çok şükür! Son nefesimi Vatanımda vereceğim.
Daha son nefes vermek yok. Bizimlesiniz. Baba, bizi bırakmak yok.
Gördüm, Serdar. Müjdelerin müjdesini aldım rüyamda. Şehit olduğumu gördüm. Aklına gelir miydi?
Çok uzun yaşayacaksınız. Bizden bile çok yaşayacaksınız, Başkan’ım. Hadi, şimdi sakin ol. Yetişiyoruz. Baba…”
Babasını ve çocukluğundan geriye kalan son anısını kaybetme korkusuyla Başkan’a sımsıkı kenetlenen Serdar’ın endişesi ambulans şoförüne daha hızlı olmasını söylerken çatallanan sesinden belli oluyordu. Görmediğimiz halde birlikte çıktıkları yolculuk süresince Başkan’ım diye diye Serdar’ın kendini yiyip bitirdiği çok kolay anlaşılıyordu. Bu yetmezmiş gibi Başkan da kendisiyle veda eder gibi konuşunca Serdar elinde kalan son sabır kırıntısını da kaybetti. Bir insan aynı acıyı daha kaç kere yaşar ve aynı yerden defalarca canı yanınca nasıl hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkabilir ki? Serdar ilk baba kaybını daha küçük bir çocukken yaşadı. O zaman elinden tutup ona kol kanat gerecek bir Başkan olmasaydı belki de şimdi çok farklı bir insan olurdu. Bu yetmedi geçen sezon gözlerinin önünde manevi babası vuruldu ve o yine durdurmak için hiçbir şey yapamadı. Elinden gelmeyen her şey için kendini suçladı; aciz bir çocuk gibi hissetti. Bir insanın omuzlarına yüklemek için bu kadarı da çok fazla derken aynı kaderi tekrar yaşadı: Babası gözünün önünde vurulurken elinden hiçbir şey gelmeyen o güçsüz ve aciz küçük çocuğa dönüşme kaderini.
Dizi başladığından beri atlatmadığı bir tek travma kalmayan Serdar için Mete Başkan’ın hayatındaki rolü ve önemi anlatamayacağı kadar büyüktü. Serdar’ın tutunduğu ve onu dimdik tutan kökleriydi. Ne zaman kendini aciz hissetse gölgesine sığındığı çınardı, Mete. O yüzden onu ambulansa bindirip elinden tuttuğunda böylesi bir veda konuşması yapmasını beklemiyordu. Bundan sonra yazacaklarımı okumadan önce göz önünde bulundurmanızı istediğim çok önemli bir husus var. Serdar Mete Başkan’ı kanlar içinde yatarken gördüğü andan hastaneye yetiştirdiği ana kadar geçen süre zarfında teröristlerle çarpıştığı an dışında bildiğimiz Serdar değildi. Bu yüzden onu kim olduğuyla değil; içinde bulunduğu durumdaki kafa yapısıyla yani travması tetiklenmiş çocuk kafasıyla değerlendirmemiz gerekiyor.
Çağlar’ı bu sahnedeki duygu geçişlerini mükemmel bir şekilde yansıttığı için tebrik etmek istiyorum. Önce babasını hastaneye yetiştirmeye çalışırken korkup tedirgin olan yine de onun yanındayken güçlü durmaya çalışan bir evlat oldu. Babasının “son nefesten” söz ettiğini duyunca gözlerinin içine bakarak kendinden emin bir şekilde bunun asla olmayacağını söylemeye çalışan ama yeterince güçlü olmadığını anlayınca kendinden emin ses tonundan anında “baba” moduna geçen bir çocuğa dönüştü. Ve bu geçişleri saniyeler içinde yaptı. Elinden tutmaya devam edersem hayata tutunur düşüncesiyle benzer bir cümleyle onu bırakıp gidemesin diye “baba” deyişi belki planlı bir olay değil; hatta canı yandığında istemsizce anne ve baba diyen çocuklarınki gibi içgüdüsel bir durumdu ama gene de burada olan buydu. Başkan şehit olduğunu rüyasında gördüğünü söyleyince düşen yüzü de babasının gideceği gerçeğini idrak etmeye başladığı ilk andı. Fırsatını bulduğunda şahadet fırsatını kaçırmayacak her Vatansever gibi onun da öleceğini anlamıştı. Sonrası da kendisinin bile inanmadığı bir inkâr süreciydi. Yüzündeki gülümseme Serdar’ın çok ciddi konulardan konuşmaktan kaçınmaya çalıştığında yüzünü kaplayan sahte gülümsemesiydi. Yüzündeki acıydı.
“Bu artık senin. Emanete sahip çık. (…) Arkadaşların sana emanet. Gürcan da sana emanet. Onlara iyi bak.”
Başkan’ın yüzüğüyle birlikte ekip arkadaşlarını da Serdar’a emanet ettiği sahne hakkında yapmış olduğum yorumu çarpıtmayı seçenlere rağmen yazılarımı okuyan sizlerin bu konuda bana daha anlayışlı olacağınızı düşünüyorum. Başkan’ın parmağındaki yüzüğü çıkarıp Serdar’a vermesinin onun liderleri olduğu düşüncesiyle yapılmış bir eylem olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki Serdar o yüzükle ne ekip lideri ne de Başkan’ın koltuğunu almış oldu. Onun bu yüzükle vermeye çalıştığı misyon karargahtakileri bir arada tutan çınar olmasını sağlamaktı. Serdar’a MİT ve siyasi düzlemde bir kazanç sağlamıyordu ama kendisinin yürüdüğü yolda yürüyebilmesi için yol gösterici oluyordu. Yüzük Mete Başkan’ın selefine verdiği bir nişan değil; bir babanın oğluna onun bıraktığı yerden devam etmesini öğütlediği mirasıydı. O yüzüğü ona liderleri olduğu için değil; onu oğlu gibi gördüğü ve onu bizzat kendi yetiştirdiği için verdi.
Serdar’ın liderlik yeteneklerine ya da ileride lider olabilme ihtimaline lafım yok. Aksine geleceğinin parlak olduğunu düşünüyorum. Düşman da öyle düşünmeseydi önce Ceren sonra da Nemesis ile bu kadar peşine düşmezlerdi. Ki benim söylemek istediğim esas şey, bu sahnenin liderlikten ziyade aralarındaki duygusal bağla bir ilgisi olduğudur. Bir düşünün sizce Mete Başkan Gürcan’ı lider Serdar’a mı yoksa oğlu Serdar’a mı emanet etti. Onun yerinde olsam evladım kadar değerli bir emaneti kanımdan canımdan bildiğim birine emanet ederdim. Mete Başkan da öyle yaptı.
Alışkın olduğumdan daha ağır ve hüzünlü bir havanın hâkim olduğu sahneler olsalar da #ZehSer’in sarılmasından sonra bölümün en sevdiğim sahnelerinin ameliyathaneye girene kadar babasının elini katiyen bırakmayan Serdar’a bekleme odasında ekip arkadaşlarının eşlik ettikleri sahneler olduklarını söyleyebilirim. Özellikle de Mete Başkan’ın ameliyattan sağ çıkmasına dua ederlerken birbirlerine duygusal anlamda verdikleri destek çok hoşuma gitti. Onları aile gibi birbirlerine kenetlenmiş görünce her biriyle ayrı ayrı gurur duydum. Onlar sadece bir kişiye değil; birbirlerine de Mete Başkan’dan emanettiler. Her birinin ona baba demek için kendince nedenleri vardı ve üstesinden geldikleri bütün kaoslar içinde en zoru aile reislerinin o ameliyattan sapa sağlam çıkmasını beklemekti. Bu süreçte ona bunu yapanlardan intikamlarını alma düşüncesinin onları ayakta tutan motivasyon olduğunu söylesem haksız sayılmam.
“Şehit olacağını bile bile gitti. (…) Bizim canımızı kurtarmak için kendi canını feda etti. (…) Tuzak olduğunu biliyordu. Ama korkmadı ve geri adım atmadı. (…) Arkadaşlar bu işe bulaşan kim varsa herkesi infaz edeceğiz.”
Bu konuda üstünde durmak istediğim ilk ikili Serdar ve Gürcan ikilisinin ilişkisiydi. Aynı anneden doğmadıkları halde aynı adama Baba diyen Serdar ve Gürcan’ın ekibe ilk katıldıkları günden bugüne ilişkilerinde gözle görülür olmasa da bir aşama kaydettikleri söylenebilir. Gürcan ekibe katılmadan önce babasıyla ilişkisini kesmiş olduğundan onun manevi oğlunun varlığından haberdar olduğunu zannetmiyorum. Ekibe katılıp da aralarındaki ilişkinin yakınlığından haberdar olduğunda da babasıyla arasının asla onlarınki gibi olamayacağını düşünüp kıskanmıştı. Mete Başkan’ın ilk vurulmasından sonra “sana daha fazla babalık yaptı. Seni daha çok seviyor” gibi kıyaslamalar yaparak öfkesinin odağına onu yerleştirmişti. O zamandan bu zamana kıskançlık ortadan kalkmış; pek belli edemeseler de güzel ve kalabalık bir ailenin parçası olmayı birlikte öğrenmişlerdi. Aralarındaki ilişki de zamanla organikleşmişti. O yüzden onları ameliyathanenin önünde ayakta ve aynı hizada görünce artık “kardeş” olduklarını düşünmeden edemedim.
Ameliyatta girmeden önce omuzlarına büyük bir sorumluluk yükleyen babasından ötürü emanetlerine sahip çıkmak adına güçlü durmaya çalışan Serdar’a üzüldüğümü söylemeliyim. Büyük evlat olmanın sorumluluk bilinciyle payına düşen metanetli olmakken Gürcan’ın payına düşen de küçük çocuk olarak ağlamaktı. Gürcan onların aldıkları MİT eğitiminden geçmediği için duygularını kontrol etme konusunda diğerleri gibi olmadığını daha önce de söylemiştim. Bu yüzden babası için ağlayan evlat statüsünün ona verdiği haktan faydalanıp istediği gibi ağlayabiliyordu. Özünde ise Serdar’la aynı durumdaydı. Babasının gözlerinin önünde saldırıya uğradığını gördüğünde daha çok küçükken evin camından baktığı annesinin bindiği aracın patladığı o anı hatırladığına eminim. Eski yaraları yeniden kanayan Gürcan’a üzülsem de acısını göz yaşlarıyla akıtma fırsatı bulduğu için Serdar’dan daha şanslı olduğunu düşündüm.
Sevdiklerimizin kıymetini neden onları kaybedecek noktaya geldiğimizde anlıyoruz bilmiyorum ama babasının ölüp ölmeyeceği belli olmayan bir ameliyattan çıkmasını beklerken aralarındaki sorunların hiçbir anlamı olmadığını daha net anlamaya başlayan Gürcan’ın intikam değil; babasını istediğini söylediği sahnede ağladığımı söylemeliyim. Bu bölümdeki performansıyla Ahmet U. Say güneş gibi parladı. Özünde babasını çok sevdiğini yeni fark eden evladı oynarken herkesten rol çaldı. Sevdiklerimiz ölümle boğuşurken kötü anılarımızı görmezden gelmemizin en önemli nedeni ölümün netliğiyle o noktadan sonra hiçbir şeyi telafi edemeyecek olmamızdır. Sevdiklerimiz öldükten sonra olanları değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceği bildiğimiz halde faniliğimiz ancak ölümle burun buruna geldiğimizde aklımıza geliyor. Gürcan da babasının yanında olamamasının ölü olmasından daha iyi olduğunu idrak etmiş oldu.
Serdar ve Gürcan’ın Mete Başkan’la aynı kan grubundan olmalarını kardeşliklerinin perçinleyicisi bir metafor olarak gördüm ve iyi düşünülmüş bir ayrıntı olduğuna kanaat getirdim. Gürcan geçen seferki gibi babasının aslında daha çok Serdar’ı sevdiğini söyledi ama bu defa geçen seferki kadar ciddi değildi. Söylemini çabuk değiştirip evlatlıklarını yarıştırmak yerine kardeşliklerine vurgu yapmayı seçti. Hele de kan görmeye dayanamaması durumunda Serdar’ın ona “Kapat gözlerini başka şeyler düşün” diyerek destek olmaya çalışmasına bayıldım. Gürcan’ın bu hassasiyetinin sebebi acaba ailesini yapılan bombalı saldırıyı görmesi olabilir mi diye de merak ettim. Onların kardeşliği kendileri henüz farkında olmasalar da çoktan temellerini sağlamlaştırmaya başlamış. Babasının hep ondan bahsettiğini dile getirerek Serdar çok ince bir hareket yapmış oldu. Keşke gerçekten birlikte büyümüş olsalardı iyi olurdu. Gürcan’ın bayıldığını görünce ki mimikleri ve ona “sen benim abim sayılırsın artık” dediğinde gülümsemesi beni de gülümsetti.
“Hepimiz gibiyim…Aklım almıyor, Pınar. Bir türlü almıyor. Giderken öleceğini biliyor gibiydi. Öyle 1 sarıldı ki bana, bir de bir kutu bıraktı. İçinde her doğum günüm için aldığı ayrı bir hediye. Biriktirmiş onları veremediği için (…)
Açmaya cesaret edemedim. Beni sevmediğine o kadar inandırmışım ki kendimi sevgisini görünce korktum.
O seni çok seviyor, Gürcan aksi mümkün mü?
Keşke söyleseydi. Elimden tutup beni parka götürseydi bir kere veli toplantısına gelseydi. Çok şey mi istemişim?
Seni benden başka kim anlayabilir, Gürcan? Ben bir anne babaya sahip olmak ne demek onu bile bilmiyorum.”
#ZehSer ilişkisinin derinliği hakkında konuşmaya geçmeden önce ele almak istediğim bir diğer ilişki de Gürcan ve Pınar ikilisinin ilişkisi. Doğum günü dileğini ona harcayacak kadar aşık Gürcan’la onun aşkının birazcık bile farkında olmayan Pınar’ın romantik ilişkisini bekleyip #PınGür dileyenlerin büyük hayal kırıklığına uğradıklarının farkındayım ancak hastanede babasının ameliyatının bitmesini bekleyen Gürcan’a destek oluşunu izlemek çok özeldi. Özellikle de yetimhanede büyüdüğü için bir anne ve babasının olmasının ne demek olduğunu bilmeyen bir insan için canını yakabilecek bir konuda olsa yanındakine destek olma arzusu çok anlamlıydı. Uzay ve Serdar’ın abi yaklaşımlarına rağmen içini dökeceği insanın Pınar olacağı hastaneye geldiği anda ona sarılmasından belliydi. Baban yaşayacak diyerek destek verenlerin çok basit bir soruyu gözden kaçırdıklarını anladım. Hiçbiri “iyi misin” diye sormamışlardı. O yüzden bu soruyu ona soran ilk insanla girdiği iletişim nezdimde dışardan göründüğünden çok daha anlamlıydı.
Pınar ve Gürcan konuşmasında hoşuma giden detaylardan biri de onun “hepimiz gibiyim” diyerek verdiği cevabın altında yatan derin anlamdı. Kısa bir zaman zarfında birlikte o kadar çok şey yaşadılar ve birlikte o kadar çok acıya göğüs gerdiler ki Gürcan söz konusu kendisi babası olduğunda bile hissettiği acıda yalnız olmadığını biliyor. Ölürse bu yas sürecini birlikte aşacaklarını yürekten hissediyor. Bu yüzden “o benim babam” deyip aralarında uçurumlara neden olabilecek bir şey söylemeyi geçtim ima bile etmiyordu. Bu denli birbirlerine kenetlenmiş bir aile olduklarını görmek beni derinden etkiledi. Hayatı boyunca bildiği tek şey bir yetim olduğu gerçeği olan Pınar için ebeveynlerinin olmamasının geçmişiyle ilgili “kocaman bir boşluk” olduğunu biliyoruz ama onun empati kurup Gürcan’ın tam olarak nasıl hissettiğini bilmesi yeri başka türlü doldurulamayacak bir acının en güzel ilacıydı. Şifasının Pınar’dan gelmesi benim nezdimde de çok kıymetliydi. Alışkın olduğumuz klişelerin aksine güç veren tarafın kadınlar olması güzeldi.
Mete Başkan ekipteki herkesi evlatları niyetine bağrına basıp korumak için canını tehlikeye atmışken kendi oğlunu sevmemesi mümkün değildi. Bundan ötürü Pınar’ın kendisine babalık yapan adamın onu çok sevdiğini bildiğinden emin olmasını istemesi ve kolundan tutarak bir dokunuşuyla ona moral vermeye çabalaması Gürcan için hiç tahmin edemeyeceği kadar anlamlıydı. Babası Vatan-Millet-Bayrak ülküsünü korumaya çalışırken oğlunu ihmal etmiş olsa da yüreğindeki sevgisini bir an bile eksik etmemişti. Gürcan da öleceğini bile bile onunla vedalaşan babasının onun için aldığı hediyelerin varlığını öğrendiğinden beri babasının doğum günlerini unutmadığını aksine aldığı hediyeleri elinde tutmaya devam edecek kadar ona değer verdiğini anlayınca aralarındaki ilişkiyi çok yanlış değerlendirdiğini fark etti. Bir anda tüm gerçekler en sert halleriyle yüzüne vurulmuş oldu. Ona gücenerek harcadığı zamanın boşuna olduğunu ve onunla geçirmiş olabileceği zamanın bir daha telafisinin olmayacağı düşüncesi içini daha da çok yaktı.
Rüyasında şehit olduğunu gördüğünü dillendirdiğinden beri her şeyin eskisi gibi olmasını ve Başkan’ın ameliyattan sapa sağlam çıkmasını umut etse de Mete Başkan’ın bu yoldan dönmeye niyetli olmadığını içten içe bilen Serdar’ın emanetlere sahip çıkabilmek için güçlü ve yıkılmamış gibi davranmasının sadece bir rol olduğunu gören tek kişinin Zehra olması hiç şaşırtıcı değildi. Söz konusu Serdar olduğunda gözle görülmeyeni görmeye perdenin arkasındaki keşfetmeye gönüllü olan Zehra Başkan’ın vurulmasından hiç etkilenmemiş gibi davranan Serdar’ın şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şeyin onu şefkatiyle sarıp sarmalayacak bir insanın kollarını boynuna dolaması olduğunu adı kadar iyi biliyordu. Çünkü bu dünyada hiç kimse Serdar’ı onun kadar iyi tanımıyordu. Kalpleri ve ruhları birbirine dolanmış iki âşık olmaktan daha iyi bir birbirini tanıma yöntemi bilmiyorum. Onlar farklı bedenlerde tek vücut olmuş 2 insanlar.
“Neler yaşadığını anlıyorum.
Ne güzel. Ben anlamıyorum çünkü. Neler hissetmem gerektiğini neler konuşmam gerektiğini.
Mete Başkan…hepimiz için çok değerli. Ama senin için bambaşka biliyorum.
Evet. Az önce onu düşünüyordum. Benim çocukluğumdan kalan tek hatıra. Biliyorsunuz ailemin ölümünden sonra bana sahip çıktı. Bana babalık yaptı. O yüzden şu an kaybetme fikri bile…”
Serdar El Turco ismiyle ölümüne yapılan boks maçını kazanıp soyunma odasından kaçırıldığında ve Zehra köydeki masum sivilleri kurtarmaya çalışırken kimyasal silahla vurulma tehditti atlattığında sarılmalarını bekleyen fanlardan biri olarak operasyon sonrası buluşma sahnesinin kesilip doğrudan karargâha dönmüş hallerini gördüğümde büyük hayal kırıklığına uğramıştım. #ZehSer fanı olarak gördüğümüz muameleyi hak etmediğimizi eleştirmiştim. Zira en son havalimanında Zehra’yı kurtardıktan sonra kokusunu içine çeke çeke bir sarılma fırsatı bulmuşlardı. Bu haftaki sarılma sahnesi görünce uzun zamandır beklediğim bir hadise olduğundan onları gözlerimin içi parlayarak izledim. Arabada Mete Başkan’ı hayatta tutmaya çalışırken defalarca ona “baba” dediğine ve gözünden süzülen bir damla göz yaşına şahitlik eden Zehra’nın şu an karşısında tanıdığı MİT mensubu Serdar değil de babasını kaybetmekten çok korkan ama güçlü görünmek için ağlamayan yaralı küçük çocuk olduğunu anlayıp sarılması çok güzeldi. Şefkat göstermek amacıyla Serdar’a en son sarıldığında parktaki bombayı durduramadıkları için ölen insanlara ağlıyordu.
Bütün bu detaylarla birlikte farkında olmadan bu sahne üzerinden #FHVK ile #Teşkilat arasında paralellik kurdum. Ne yalan söyleyeyim senaristlerimiz çok uzun bir zamandır #YağHaz hayranı olduklarını ima etmemişlerdi. Aklıma Yağız’ın öldü sandığı babasının ardından ona destek olan Hazan’ın omuzunda ağlaması geldi. Bir kez olsun güçlü durmak zorunda olmadığı ve çocuk olmaya hakkı olduğunu söyleyen Hazan hislerini içine atmak yerine omuzunda ağlamasını sağlayabilmişti. İkisi de güzel sahnelerdi ama ikisi de biraz eksikti sanki. Uzunluğu bakımından Yağız’ın omuzunda ağlamış olması #Teşkilat’ın bu haftaki ağlamasından daha iyiydi. Serdar babasının ameliyattan çıktığını görene kadar kendini salmak istemedi. Ona emanet edilenlerin sorumluluğuyla Zehra’nın kollarından çok çabuk sıyrıldı. Biliyordu çünkü acısını yaşayabilmek için kendine bir izin verirse Zehra’nın kollarında küçük bir çocuk gibi ağlayacaktı. Bu detay dışında aklıma bir de Ferah’ın âşık olduğunu ilk nasıl anladığını anlatırken “hiçbir erkek senin omuzunda ağladı mı?” dediği geldi de Zehra’nın omuzunda yasını tutan bir Serdar’ı ne zaman görürüz merak ettim.
Serdar babasının kendisine yüklediği sorumlulukla sarılmayı kısa tuttu ancak bu defaki sarılmaları daha öncekilere benzemiyordu. Serdar sarılır sarılmaz kafasını Zehra’nın boynuna gömerek sarılmanın bir bütün olmasını sağladı. Bütünlükten kastım tamamıyla özümseme arkadaşça algılanabilecek bir sarılmanın ötesine geçerek görüntü olarak da bu sevgili sarılması denmesini sağlayacak gerekli şartları yerine getirme. Başkan’ı kanlar içinde yerde yatarken gördüğünden beri aldığı ilk nefesin ve bir nebze de olsa huzur bulduğu ilk anın sevdiğine sarıldığı an olması çok anlamlıydı. Bir an için de olsa sevdiği kadının kokusunu içine çekerek nefes aldığını görmek ne yalan söyleyeyim benim de içimi rahatlattı. Böylece Zehra’nın kokusunda huzuru bulan Serdar’ın aşkının geçen hafta da söylediğim gibi bir istek değil; aksine ciğerlerini dolduran hava ve kalbinde pompalanan kan kadar bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Üstelik bu sahnenin yan yana oturduklarında Serdar’ın korkularını dile getirmesi ve Zehra’nın da bu korkuları dağıtmak istercesine elini tutmasıyla tamamlanmasına bayıldım. Daha iyi bir tamamlayıcı olamazdı.
“Ama bu emaneti benden çok sen hak ediyorsun.
Ben de kalmasını isteseydi bana verirdi, Serdar.”
Serdar Zehra’nın elini tutan elini avuçlarının arasına aldığında kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim. #ZehSer fanlarının uzun süreli isyanlarından sonra yazılmaya başlayan bu sahnelerle ilgili dikkatimi çeken en önemli detayın da artan ten temasları olduğunu söylemeliyim. Bir zamanlar sadece birbirlerinin elini tutmakla yetinirken Serdar bu hafta sarılma esnasında burnunu boynuna gömdü, sımsıkı sarılırken sırtına dokunup elini avucuna aldı. Bir önceki hafta da kolye takma bahanesiyle boynuna ve saçlarına dokunduğu gerçeğini de unutmayalım. Temaslar artıyor…
Yüzük konusunda yaptığım yorumları yanlış anlayan birçok Deniz anticisinin saldırısına maruz kaldım ama burada söylemek istediğimi daha iyi anlatabileceğimi umuyorum. Başkan’ın yüzüğü onu karargâh ekibinin lideri yapmadı. Bir kere o konuda anlaşalım. Serdar babasını kaybetme korkusunu yaşarken o yüzüğün ifade ettiği manevi anlamı ve omuzlarına yüklediği sorumluluğu almaya kendini hazır hissetmediği için onu tanıdığı en güçlü insana vererek bir süre sorumluluklarından kaçmak istedi. Onunkisi büyümeye ve erişkinliğe karşı isyan edişti. Başkan öldüğünde büyümek zorunda kalacağını biliyordu ama buna hazır değildi. O da yüzüğü her yere düştüğünde kendisini ayağa kaldıran kadına verdi. İstedikleri kadar inkâr etmeye çalışsınlar hislerini kontrol etme konusunda çok iyi olan Zehra duygusal olarak ondan daha güçlüydü. Ki Serdar’ın ondan masal kahramanı gibi bahsetmesinden de belliydi bu. Üstelik bu Zehra’ya özgü bir şey de değildi; Pınar da onun gibi duygusal anlamda ekibin erkeklerinden daha güçlü. Bunu inkâr eden herkes seksisttir. Zehra öyle sandıkları gibi yüzük meselesini de kıskanmadı. Mete Başkan babası olduğu için yüzüğün onda kalmasının daha doğru olacağını düşündü. Başkan’ın bir bildiği vardır dedi; sorgulamadı. Serdar’ın yanından ayrılmasının tek nedeni Başkan’ın şehitlik peşinde olduğu gerçeğini kaldıramayacak olmasıydı.
Biat kelimesine olumsuz anlam yükleyenlerin güzel Türkçe’mizi layığıyla bilmiyor olmalarının suçu neden üstüme kaldı bilmiyorum ama Serdar’ın ona biat etmediğini düşünenler Zehra’nın bir sözüyle oturan Serdar’ın bu yüzüğün ona ait olduğunu söyleyen Zehra’dan sonra yüzüğün ona yüklediği misyonu ve omuzlarına yüklediği sorumluluğu kabul etmesine nasıl bir kılıf bulacaklar merak ediyorum…Kendilerini kandıracak nasıl bir yalan buldular ki acaba?
Oyuncular hakkındaki kişisel fikrini hiçbir zaman yorumlarına karıştırmamaya çalışan biri olarak tarafsızlığı kendime ilke edindiğimi daha önce de defalarca dile getirmiştim ama geçen hafta #ZehSer Fandom’a birkaç çocuk diyerek yaptığı işe ve seyircilerine saygısı olmadığını açıkça belirten adamı yorumlamayı reddediyor olmanın da hakkım olduğunu düşünüyorum. O yüzden günahkarın sandalyeyle Başkan’a kurulan tuzağının bir parçası olan şoförün kafasını parçalamasını ve depoda yaraladığı teröristi elindeki bıçakla korkutmasını sevsem de ondan daha fazla söz etmeme kararı aldım. Keşke böyle konuşmak yerine sadece işini yapsaydı.
Hastanede ameliyat sonrası bilinci kapalı bir şekilde yatan adam sadece Başkan’ları değil; aynı zamanda babaları olduğu için ekipteki herkesin orada kalmak istemesini anlamak hiç zor değildi ama yaptıkları işin tabiatı dolayısıyla artık karargâha gitmeleri gerektiği de tartışılmaz bir gerçekti. Hastanede gözlerini açacağı anı elleri kolları bağlı bir şekilde beklemek hiç onlara göre değildi. O yüzden bu defa bütün ekibi bir masa etrafında toplanmış konuşuyorken ve fikir alışverişi yapıyorken görmek öncekilerden çok farklıydı. Dik durmaya çalıştıkları halde Başkan’ın vurulduğu gerçeği sanki hepsinin omuzuna yük olmuş normalde özgüvenli ve savaşçı olarak görmeye alışkın olduğum ekibin yerine omuzları çökmüş bir günde on yıl birden yaşlanmış bir ekip gelmişti. İçlerindeki acı yüzlerinden okunuyordu.
Başkan’ın vurulmasında kimlerin parmağı olduğu konusunda ellerindeki ipuculardan hareketle çıkarımlar yaparken Ceren’in suikast girişimini önceden bildiğini daha önceki sorgulamalarında tespit ettiğini söyleyen Uzay sayesinde Serdar bir anda depresif modundan sinirli moduna geçmiş oldu. Mete Başkan’ın ona söylediği şehadet rüyasından beri yas sürecinin inkâr aşamasını atlatan Serdar gene bu sürecin bir parçası olan öfkesini ondan çıkarma amacıyla yerinden kalktı. Sahneyi ilk izlediğimde Halit’in suikast gerçekleştikten sonra bile Uzay’ın suikastı biliyor demesine neden kızdığını ve onun konuşmasını neden engellemeye çalıştığını anlayamamıştım ancak ikinci defa izlediğimde nedeninin Serdar’ın öfkeyle yapabileceklerinden korkması olduğunu anladım. Uzay’ın “analiz” konusunda bu kadar iyiyken insanların verebilecekleri olumsuz tepkileri hesaplamakta nasıl bu kadar kötü olabildiğini anlayamıyorum…
Serdar’ı sakinleştirebilecek ve kontrol edebilecek tek kişinin Zehra olduğunu Halit Başkan’ın da bilmesi güzel. Zira ben Serdar Zehra’ya biat ediyor dediğimde insanlar hakkımda çirkin yorumlarda bulunmuşlardı ama onların diziyi benim gibi gerçekleri tüm çıplaklıklarıyla ortaya koyarak izlemedikleri belli. Yalnız aralarındaki romantik duygulara göre hareket etmelerine izin vermeyen Başkan’ın Serdar’ı dizginlesin diye Zehra’ya aralarındaki bağı kullanmasını ima etmesi bana biraz çelişkiliymiş gibi geldi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derler insana. Sadece onlara izin verdiğin zamanlarda sandıklarından çıkarıp kullanabilecekleri havlu da değil ki bu. Engel olduğun şey gerçek aşk.
Bu arada Serdar’ın Ceren’i neredeyse boğazladığı karede Zehra o teröristi elinden almaya çalışınca içimi bir dejavu hissi kapladı. Biz bunu daha önce Yağmur’un kaçırıldığı dönem gidip Ceren’in kafesini basan ve boğazına yapışan Zehra ile yaşamıştık sanki. Bir düşündüm de o zaman da Serdar onu durdurmuştu. Bu biat karşılıklı gibi görünüyor. Zehra’nın en kıymetlisinin kızı Serdar’ın en kıymetlisinin de Mete Başkan olması gayet normal. Bu gerçek #ZehSer çiftinin birbirleri için her şeyi göze alacak kadar âşık olduklarını ve birbirlerine benzedikleri hakikatini değiştirmiyor. Orası kesin de bu sahneden bir SerCer çıkarmaya çalışan insanların ciddi ciddi tedavi olması gerekiyor derim ben. Kendilerini toxic bir ilişkinin kollarına atarak “nefretten büyük aşk doğar” klişesine sarılmasınlar; yoksa çok yanarlar.
Hastaneye dönersek eğer Mete Başkan’ın oğlu olduğu için Gürcan’ın orada kalmasını ne kadar normal bulduysam ona destek olabilmek adına hastanede yanında kalan Pınar’ı da o kadar olağanüstü buldum. Onun hayatı boyunca hissettiği yokluğu Gürcan hissetmesin diye ona moral vermeye çalışması bir yana Mete Başkan’ın uyanacağından umudunu hiç kesmemesi Gürcan farkında olmasa da onun yaralarını saran ve acıyla isyan etmesinin önüne geçen en büyük ilaçtı. Serdar ve Gürcan’ı o büyüttüğü için oğlanların bu hain saldırıdan daha çok etkilenmeleri normal de keşke Zehra ve Pınar’ın hayatındaki önemin de anlatıldığı sahneler yazılmış olsaydı. En azından ilk ne zaman onu tanıdıklarına dair flashback sahneleri ekibe katılmak için davet aldıkları flashback sahnelerinden daha ilginç olurdu.
Mete Başkan’ın ameliyatı atlattığını öğrenince itiraf edeyim acaba bir ters köşe olacak da Başkan ölmeyeceği halde bize ölüyormuş gibi gösterip heyecan mı yaratmaya çalıştılar diye düşündüm. O ölmeyecek yoğun bakım sahneleri de safi bölüm sonuna kadar heyecanı diri tutmak için olacak deyip yapım tarafından trollendiğimizi bile düşündüm. Gürcan’ın doğum gününde ölmemeyi başardım ama gözünün önünde öleyim dedi ya senaristlerin bizi kan ağlatıp verem etmek istedikleri oradan belliydi. Yumuşacık bir kalbim olsaydım bu sahneden sonra kesin yatağa düşerdim.
“Çocukluğumda bile bir bayram sabahı kalıp elini öpüp harçlık almışlığım yok. Zaten çocukluğum hep başka çocukları kıskanarak geçti. Bayramda yoktun, doğum günümde yoktun. Mezuniyetimde yoktun. Ve hep aynı şeyi duydum. Baban gelemiyor, kızdım ben de ne yapayım. Çocuk ne ister babası yanında olsun ister. Kötü niyetten değil. Çok sonra anladım. Seni görünce Teşkilat’a girince yaptığın fedakarlığını görünce ben senin oğlundan vaz geçtiğini sanırken meğer sen milyonlarca Türk evladına babalık yapmışsın. Cesaretin, kalbini çok sonraları anladım. Hani her çocuk babasını kahraman sanır ya benim babam gerçekten kahramanmış. Sonraları anladım.”
Kız kardeşinin ölümüne annesinin ise yatağa bağlı yaşamasına neden olan bombalı saldırıdan beri babasıyla olan ilişkisinin sallantıda olduğunu düşünecek olursak zaman içinde babasının onu sevmediğine hatta ondan utandığına kanaat getirmiş Gürcan’ın tam da babasının yaşadığı ikilemi ve bunca yıl yanında olamamasının nedenini anlamış iken onu kaybetmekle sınanmasının ruh halindeki etkisini tahmin dahi edemiyorum. Küçük bir çocukken olayları beyaz ve siyah diye ayrıt etmek kolaydır ama büyüdükçe gri bölgelerin daha da fazla olduğunu anlamaya başlarsın. Gürcan da babasının yanında olamamasını çocuk aklıyla basit bir nedene bağlamıştı: Babasının onu sevmediğine ve işini ondan çok sevdiğine ikna olmuştu. Şimdi ise yanında olmadığı anlarda babasının masum insanların canını koruyabilmek için kötü adamlarla amansız bir mücadeleye girmiş kıymetli bir kahraman olduğunu fark ediyordu. Her fark edişinde içini daha da büyük bir korku kaplıyor. Ya babası ölür de onunla bir daha konuşma fırsatı bulup kahramanı olduğunu söyleyemezse ya babası oğlunun onun hakkında ne düşündüğünü öğrenmeden ölürse diye…
İnsanın bazen en çok korktuğu şey başına gelir ya yoğun bakımın kapısında ondan iyi bir haber gelmesi umuduyla bekleyen ekibin verdiği tepkiler bile birbirinden farklıydı. Pınar ve Hulki Mete Başkan’ın hayata tutunacağına olumlu gözle bakarken Uzay tüm ihtimalleri düşünerek kaygılanıyordu. Serdar ise rüyasında şehadet gördüğünü söyleyip yüzüğünü avuçlarına bırakarak onunla vedalaşan Başkan’ının içten içe yanılmış olmasını dilerken kaçınılmaz gibi görünen bir sona yaklaştıklarından korkuyordu. Son olarak Zehra da Serdar kendisine söylediklerinden sonra Mete Başkan’ın hayatta kalma ihtimali için endişelenirken etrafta dönüp duran Serdar’ın da dağılacağından korkuyordu. “Saçının teline bile zarar gelmesine izin vermem” diyerek ona verdiği kolyeyi avuçlarının içinde tutarken Serdar’ı düşünüp onun zarar görmesini engellemek için ne yapabileceğini düşünüyordu. Ki bir başka yorumumda dağılmak üzere olan Serdar’a ekibin gözlerinin önünde sarılamadığı için Serdar’ın verdiği kolyeye sarıldığı gerçeğiydi. Keşke Serdar onun kolyesini sımsıkı tuttuğunu görüp içinden geçenleri anladığını mimikleriyle belli ettiği bir sahne olsaydı.
“Beni yeniden bırakıp gitme, Baba. Aç gözünü hadi ne olur. Yaşayamadığımız yılların zamanın acısını çıkaralım.”
Gürcan tam babasından onun değerini bilemediği için af dilerken ve kaybettikleri zamanın intikamını birlikte almayı teklif ederken Mete Başkan’ın önce tepki vermesini sonra da kalbinin durmasını hem bir onaylama hem de bir veda olarak algıladım. Mete Başkan’ı koşa koşa gitmek istediği şehadetten alıkoyan tek şey bu dünyadaki hayatıyla ilgili bitmemiş işi yani oğluydu diye düşünüyorum. Oğluyla görüşmeye gitmeden önce vedalaşmıştı ama onun çocukken yanında olmadığı için kendisini affettiğini ve nihayet yanında olamama nedenlerini anladığını işitmek huzurla öteki tarafa gitmesine vesile oldu. Verdiği o tepkiyle Gürcan’a “seni duydum ve affettim, oğlum” demiş oldu. Sonrasında şahadetine koştu. Mete Başkan’la birlikte ben bile gölgesinde nefes aldığım bir çınar kaybettiğimi düşünürken onun ve diğerlerinin nasıl hissettiklerini tahmin bile edemiyorum. Yapılan tüm müdahalelere rağmen bir ebeveynin daha gözlerinin önünde can verişini izlemek Gürcan için yıpratıcı bir deneyim oldu demek istemiyorum. Çünkü bir evladın babasının ölümünü izleyip hiçbir şey yapamadan izlemek zorunda kalmasının nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorum.
Bu sahnede ben ne dersem diyeyim empati yeteneği çok gelişmiş bir insan olsam da baba kaybetmenin ne anlama geldiğini asla bilemem. Sadece babasına düşkün bir kız çocuğu olarak tahmin yürütebilirim ama o da yeterli olmaz. Dünyadaki bütün dilleri bilsem Türkçe’deki bütün sözcükleri ezber etsem de benim gücüm bunu anlatmaya yetmez. Anladığımı söylesem de o sırada ne Gürcan’ın ne de Serdar’ın ikinci kere yaşadığı acıyı tarif edemem. Bu yüzden yorumlarımı okuyup da gerçekten babasını kaybetmiş olan okurlarımın acısını biliyormuş gibi davranmayacağım.
Karargâh ekibinin tüm müdahalelere rağmen Mete Başkan’ın öldüğü haberini alınca sırtlarını dayadıkları Ulu Çınar’ı kaybetmiş gibi dengelerini kaybettiklerini söyleme cüretini gösterebilirim. Bir “Başınız sağ olsun” haberiyle yer ayaklarının altından kalktı. Kulakları uğuldamaya ve nefesleri kesilmeye başladı. Serdar’ın gözlerinin dolduğunu Zehra’nın da nefesinin kesildiğini görünce ağladım. Keşke bölüm boyunca herkesin onun vurulmasından nasıl etkilendiklerini gösteren sahneler olsaydı diye düşünmeme rağmen önce babasının yanında sonrasında da koridorda ağlamaya devam eden Gürcan ve Başkan’ın bir sözüyle emanetine abi gibi sahip çıkmaya çalışan Serdar’ın dolayısıyla Çağlar ve Ahmet Uğur’un duygusal performanslarıyla bu bölümde parladıklarını söyleyerek yas sürecine kadar yazmaya karar verdiğim yazımı burada noktalıyorum. O nasıl bir abi kardeş kucaklaşmasıydı öyle tüylerim ürperdi; göz yaşlarım sel oldu. Eğer fırsat bulursam ardında bıraktığı Mektup, emanetler ve intikamdan ayrı söz edeceğim.
Başımız Sağ Olsun, Mete Başkan’ı Kaybettik
#ElvedaBaşkan’ım.
Yazıdaki fotoğraflar için @CatDoctor_ , @zehse_ryaghaz ve @DiziTeskilat ‘a teşekkürler…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.