Teşkilat ile rakibi Yargı arasında güzel bir rekabet var. Bu hafta Total’de ve AB’de Teşkilat lider. 23. Bölüm reytingleri Total: 8,50 reyting, AB’de 9,94 reyting ile 1.lik ve ABC1’de 9,52 reyting ile 2.lik. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat’ın yirmi üçüncü bölümü karargâh ekibi tarafından düzenlenen operasyonların ve aksiyonun hiç dur durak bilmeksizin sürdürüldüğü her anı hareketli olmasa dahi karakterlere yönelik dram, komedi ve aksiyonun kararında ele alındığı müthiş bir bölümdü. Özellikle de geçen bölümdeki operasyonların uzatılmadan bir sonuca bağlandığı ve geri kalanında ekibin yeni maceralarını izleme fırsatı bulabildiğimiz bir bölüm olduğu için 23. bölümü çok beğendim. Uzun zamandır beklenen bazı sırların açığa çıkması ve beklenmedik olayların olması bakımından da dört dörtlüktü.
Karargâh ekibi geçen hafta bir yandan Yağmur’u kurtarmaya çalışırlarken bir yandan da gerçek kimliklerinin ortaya çıkmasını engelleme çabaları hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olsa da Ebru’nun vurulmasına engel olamamıştı. Bu hafta yaşanan trajedinin etkisiyle dram ağırlıklı bir bölüm izlemeyi beklerken Yıldırım’ın hiç vakit kaybetmeden düşmanımız olan ülkelerin temsilcileriyle (İsrail ve Yunanistan) yemiş olduğu yemek yeni bir operasyonun da fitilini ateşlemiş oldu. Ki biz bu ülkelerin temsilcileriyle Sondaj gemisindeki patlamadan sonra Doğu Akdeniz kıyılarından çekilmemizi istediklerinde de karşılaşmıştık. Ancak sondaj gemisindeki patlamayı planlayandan ona en ufak bir konuda yardım edenine kadar yapılan insan avı piramidin tepesindeki Ariel’in de öldürülmesiyle anca tamamlandığı için sıra onlara şimdi gelebilmişti. Ellerindeki MİT mensubunu alıp “biz son sözü masada değil; sahada söyleriz” dediğimizde bizi ciddiye almamış olacaklar ki bizi Doğu Akdeniz’in dışında tutmak için Moskova’da toplanacaklardı.
Kendi aralarında kurdukları bir “Kıt’a sahanlığı” antlaşmasının Türkleri durdurmaya yetmeyeceğini anlayamamışlar. Türk’ü kendine ait topraklardan da denizlerden de kendi aralarında yaptıkları antlaşmalarla kovmayı başaramazlar.
Yıldırım’ın Yunanistan ve İsrail temsilcileriyle özel bir görüşme yaparken MİT dinlemesine takılmasının sonucunda Halit Başkan sondaj gemisine yapılan saldırıya benzer bir terör saldırısıyla daha karşı karşıya kalmamak için Zehra, Serdar ve Hakkı’yı Moskova görevine göndermesiyle kendimizi bol maceralı ve kahkahalı bir maceranın da içinde bulmuş olduk. Ki Hulki’nin olduğu sahnelerde komedi ögelerinin yer alması artık dizinin olmazsa olmazı. Serdar ve Zehra’ya yurt dışı görevlerinde Hakkı’nın eşlik ediyor olması çok dikkatimi çekmeye başladı. #ZehSer alana Hulki bedava dercesine gerçekleştiren bu eylemin senaristlerin hikâyeyi karakterler arasında eşit dağıtma arzularından.
Moskova operasyonuna gitmeden önce ödevlerine hayatları buna bağlıymışçasına çalışan Serdar ve Zehra’nın bu konuda izledikleri ilk eylem planı Moskova toplantısında konuşulan her şeyi bütün detaylarıyla onlara aktarabilecek içerden birini bulmaktı. Başka bir deyişle bu toplantıya katılacaklar içinde kendi lehlerine kullanabilecekleri zaafları olan birine ulaşmaktı. Ki öyle birini bulmakta hiç de zorlanmadılar. Para karşılığında çalıştığı petrol/enerji firmasının bilgilerini Türk İstihbaratı’na satan Rudolf tam da bu görev için aradıkları adamdı. Moskova operasyonunun başarılı olabilmesi Serdar, Zehra ve Hulki’nin toplantıdan önce bu adama ulaşabilmelerine bağlıydı. Bunun için de hakkında öğrenebilecekleri her türlü bilgiye ihtiyaçları vardı. Burası klasik hikâye aslında adam balinayı yakalayabilmek için oltaya takılacak yemdi. Onun gibi parayı her şeyin üstünde tutan bir adam sayesinde Şirket’i yakalayabileceklerdi…
Ceren’i birçoğunuzun sevmediğini biliyorum. Onu Serdar’la görmek yerine bir an önce hikayesine bir son verilip o sürenin #ZehSer ilişkisine harcanması gerektiğini dilediğinizi de biliyorum. Çünkü ben de aynı şekilde hissediyorum ki Ezgi’yi oyuncu olarak ne kadar çok seviyorsam Ceren’e de bir karakter olarak o kadar az tahammül edebiliyorum. Ona asla güvenmediğimi her fırsatta dile getirip genellikle de sorguya çekildiği anlardan ya da geçen hafta olduğu gibi neredeyse Zehra’nın elinde kalacağı anlardan söz etmeyi seviyorum. Ama 23 bölüm içinde sevdiğim tek Serdar ve Ceren anının geçen hafta onları yan yana gördükten sonra Zehra’ya âşık olduğunu anlayıp itiraf etmesini istediği ve Serdar’ın onun gözünün içine bakarak Zehra’ya neden âşık olduğunu itiraf ettiği an olduğunu söyleyebilirim. Ki Serdar sonradan işe alaycılığa vurdu ama Ceren’e söylediği her şeyi aslında yürekten inanarak söyledi. Sadece o hainin yüzüne vurduğu gerçeği Serdar henüz ne kendine itiraf etmişti ne de sesli söyleyecek cesareti vardı o kadar.
“Konunun Zehra ile ne alakası var?
Ona nasıl baktığını gördüm. Eminim ona inanırsın.
Ne amaçlıyorsun gece gece bilmiyorum ama çok saçmalıyorsun.
Serdar beni seni çok iyi tanıyorum. Gözünde gördüm, sen Zehra’ya aşıksın.”
Zehra’nın onun bir hain olduğunu öğrendiğinden beri Ceren’den ne kadar nefret ettiği, ağzından çıkan tek kelimeye bile inanmayıp önyargılı davrandığını düşünecek olursak karargahtaki sorgudan ve geçen hafta dükkanında bizzat ona saldırmasından dolayı Ceren’in de ondan hiç haz etmediğini anlamak hiç zor değildi. Hele de Serdar’ın geçen hafta gözünün önünde Zehra’ya nasıl baktığını ve nasıl değer verdiğini görüp ona söylediği her şey yalan olan bir muhbir gibi davranmaya başladığını görünce tam da düşündüğüm gibi Zehra’yı kendisi için bir tehdit olarak algıladı. Serdar’ın ona olan ilgisini ve alakasını kıskandı. Gerçi kıskandığı gerçekten o muydu yoksa Yıldırım’ın planındaki rolünü oynamasında yani Serdar’a yaklaşmasında Zehra’nın kendisi için bir engel olduğunu düşünmesi miydi emin değilim ama dürüst olmak gerekirse ben ikincisinin daha büyük bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Yalnız onu tebrik ediyorum onları bir kere izledikten sonra Serdar’ın Zehra’ya âşık olduğunu anlaması büyük bir gözlem becerisiydi.
“Ona nasıl baktığını gördüm” sözünden sonra Ceren’i hem anlamazlıktan gelip hem de neler söyleyeceğine dikkat kesilen Serdar’ın yüzünde okuduğum şeyin “gerçekten o kadar belli ediyor muyum?” düşüncesi olduğuna eminim ama kanıtlayamam. Bir konuda konuşmak istemediğinde ve gerçek hislerinin üstünü örtmeye çalıştığı her seferinde yaptığı gibi onun söylediklerini duymazdan gelmeye, anlamamış gibi yapmaya hatta alaycılıkla geçiştirmeye çalıştı. Ceren’in algılarının bu kadar iyi olması ve onu açık bir kitap gibi okuyabilmesi Serdar’ın paniklemesine neden oldu.
“Zehra çok güzel bir kadın. Müthiş bir zekâ. Hayranlık uyandırıyor bende bazen. Ayrıca korkusuz, cesur. Soğukkanlı bazen inatçı.
Zehra’dan mı bahsediyorsun yoksa mitolojik bir kahramandan mı?
Evet. Bunların bir önemi yok. (…) Haysiyet, şeref, onur duydun mu hiç? Zehra’yı güzel yapan bunlar işte.”
Siz ne düşündünüz bilmiyorum ama ben Serdar’ın ona âşık olduğunu alaycılıkla itiraf etmesinin çok daha ötesinde kendi gözünden Zehra’nın nasıl biri olduğunu tanımlamasına vuruldum. Onun gözünden Zehra’yı görmeyi sevdim. Onu tarif ederken aşkını dizelere döken şairler gibi yüreği ilham doluydu ve en önemlisi de sözcükleri aşk doluydu. Dizilerde bugüne kadar birçok aşk itiraf duymuşsunuzdur ama hiçbirinde esas oğlanın esas kızda neler bulduğunu kendi ağzından dinleme fırsatını bulamamışsınızdır. Serdar’ın Zehra’yı var olan tüm özellikleriyle eksiksiz bir kadın olarak görmesi bile aşkının seviyesini anlamaya yeterdi. Kaçırılmasından sonra hastanede karşılaştıkları ilk zaman da Zehra’ya ne kadar güzel bir kadın olduğunu düşündüğünü söylemişti. O yüzden Zehra deyince aklına ilk gelenin güzellik olması şaşırtıcı değil. Ama güzellik geçici ve yüzeysel bir özellik. Aynı zamanda zekasına ve cesaretine de hayran olduğunu belirtmesi işte bu asla geçici olmayan önemli tek şey. Ne yalan söyleyeyim Serdar’ın ona hayran olduğu yadsınamaz bir gerçek. Çünkü Ceren de haklı. Zehra’yı anlatırken mitolojik bir kahraman tanımlar gibiydi…
Bu çok önemli ve üstünde durulması gereken bir nokta. Sadece Yağmur değil; aynı zamanda Serdar’ın da Zehra’ya baktığında bir süper kahraman ve gerçek hayatta var olması mümkün olmayan mitolojik bir Tanrıça görüyor olması onu idolleştirdiğinin de kanıtı. Serdar’ın Zehra’ya olan aşkını kıskanmadıysa bile Serdar’ın onu gözünde böylesine erişilmesi ve rekabet edilmesi güç bir mertebeye yerleştirmesini kesin kıskanmıştır. Bunu her yazımda belirtiyorum ve belirtmeye de devam edecekmişim gibi görünüyor ama Zehra ve Ceren aynı madalyonun farklı yüzleriler. Ondan olacak ki hayatlarındaki paralelliklerden ötürü aralarında bir rekabet söz konusu ve bu rekabette asla kazanan taraf olmayacağını anlayan Ceren için bu dayanılması güç ve kıskançlıkla sonuçlanan bir durum. Ancak Serdar’ın onda olmayıp Zehra’da olan haysiyet, şeref ve onur ilkelerini yüzüne vurması ondan asıl nefret etme nedeni diyebilirim. Bu durumda artık sevdiği kadını gözünde idolleştiren Serdar’ın tatlılığının yanı sıra âşık olduğunu itiraf edişi üzerine de konuşmaya geçebileceğimi düşünüyorum. Çünkü Ceren ne yaptı etti o itirafı koparmayı başardı.
“Evet, aşığım. Zehra’ya aşığım yakaladın beni. Her saniye onu düşünüyorum yanımda olsa bile. Bakışları gözümün önünden hiç gitmiyor. Rüyalarıma giriyor. Tatmin oldun mu?
İyi bir yalancı değilsin. Ama sana söyleyeyim böyle hikayelerin sonu iyi bitmez.
Eee aşk bu. Sonu için pazarlık olmaz. Yaşayıp göreceğiz.”
Serdar konuyu kapatsın diye söylediklerine hak vermiş ve Zehra’ya olan bu sözde aşkını kabullenmişçesine itirafta bulunmasının altında söylediği her şeyi daima takındığı alaycı tavrıyla söylemiş olduğu için ciddiye alınmayacağını düşünmesi yatmaktaydı. Ancak hepimiz Zehra hakkında söylediği her şeyde özellikle de ona olan aşkını itiraf ettiği kısımlarda son derece ciddi olduğunu biliyoruz. Aynı Ceren’in de gerçekleri alaycılığının arkasına sakladığını gayet iyi bildiği gibi. Ne onu ne de bizleri kandırmayı başaramadı. Evet doğru, Zehra her şeyden önce onun iş arkadaşı, dostu ve kimseye söyleyemediklerini anlattığı sırdaşı. Ancak bütün bunlar ona âşık olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Her saniye onu düşündüğünü ve bakışlarının gözünün önünden gitmediğini itiraf etmesi şimdi arabanın arkasında Yağmur kucağındayken Serdar’la bakışmasını daha da anlamlı kılmıyor mu? Çünkü biz yanında değilken bile onu düşündüğünü ve onu aklından çıkaramadığını delilleriyle gayet iyi biliyoruz ama tüm bunları geçtim aralarındaki bu konuşmadan söz etmek için çok daha iyi bir nedenim var. Çünkü bölümdeki favori cümlem Serdar’ın dudaklarından döküldü. Her ne kadar bütün benliğiyle Zehra’ya âşık olduğunu inkâr etse de bir yandan da “Eee aşk bu. Sonu için pazarlık olmaz. Yaşayıp göreceğiz” dediğinde aşkını kabul etmiş kadar olmasının güzelliği yok mu beni bu detaya gömsünler istedim. Duygularını istemeden de olsa dile getirmesindeki rolü için Ceren’e teşekkür etmek lazım gelir. Her ne kadar Ethem dizi çiftlerinin sonunu kötü bitirdiğini de bu şekilde bize hatırlatmış olsa da -ki Söz dizisindeki çiftim Avcı ve Eylem’in mutsuz sonunu nasıl unutabilirsem- mutlu sonlarının da olabileceğini Maraşlı’dan biliyorum.
Takipte oldukları Rudolf’un resmine bakıp Serdar’a benzediğini hatta onun zengin hali olduğunu da söylediklerinde adama bir şey olacağını ve Serdar’ın yerine geçmek zorunda kalacağını zaten tahmin etmiştim ama yaptığı o kadar pis iş içinde ölmesine neden olan şeyin sevgilisine karşı sadakatsizlik göstermesi olacağını tahmin bile edemezdim. Serdar hakkında bilgi edinebilmek adına Rudolf’un resmini Ceren’e gösterdiği için o adamın kim olduğunu bilmiyor gibi davrandı ve adamın kimliğini Yıldırım’a söyleyerek haini ifşa etti. Yıldırım da toplantı öncesinde ölüm emrini verdi diye düşünmüştüm ki toplantıda Rudolf’un hain olduğunu belgelerle ispat eme nedeni bence buydu. Meğerse olay daha evrensel bir aldatmaymış. Aldatılmış bir kadının öfkesi cehennem ateşinden daha beterdir dediklerinde abarttıklarını düşünenler otoparkın zeminde boynu kırılmış şekilde yatan Rudolf’a fikrini sorsunlar bence.
Zehra adamın resmini benziyorlar diye Serdar’ın yüzüne yakın tuttuğunda öyle güldüm ki karnım ağrıdı. Hulki’ye de aşk olsun Serdar zengin olsa onun gibi mi olur? Serdar zengin olsa ondan çok daha iyi görünürdü. Onun hem bacağında bir sorun var hem de Serdar’dan daha yaşlı görünüyor. Ben asıl adamı Dracula’ya benzettim.
Türk İstihbaratıyla yaptığı bilgi alışverişinin karşılığını mücevherat gibi tespit edilmesi zor olan bir yöntemle istemesi akıllıcaydı da bir kadını aldattıktan sonra gazabından kaçabileceğini düşünmesi kesinlikle acemi işi bir düşünceydi. Ki bu sahneden benim aklımda kalan ne adamın boynunun kırılmış olması ne de karargâh ekibinin onu takip ediyor olmasıydı. Bu sahneden aklımda kalan adamın boynunun kırıldığını anlar anlamaz Serdar’ın yerine geçme planını hızlıca yapması ve cesedini kimse görmeden arabaya yüklemek adına “arabaya alalım” dediğinde Hakkı’nın verdiği tepkiydi. Boşuna demiyorum bir yerde Hulki varsa orada ya Osmanlı tokadı ya da komedi var diye. O da EDHO’daki ceset gömmekten sıkılan Fahri misali devamlı sırtında adam taşımaktan çok sıkılmış olacak ki bu plana yanaşmadı.
Bu arada takip sırasında Serdar ve Zehra arasındaki mevcut renk uyumu da gözümden kaçmadı. Bu ikili resmen ekran başındaki seyircilerine şimdiden uyumlu giyinmeye başlayan bir çift oldukları havası vermeyi başarıyorlardı. Bu kostüm departmanı tarafından bilerek yapılan bir durum mu yoksa tesadüf mü bilmiyorum ama çok hoşuma gitti. Onları taşıdıkları cesedin başında zebani gibi dikilirken görünce ne düşüneceğimi bilemedim ama aralarındaki bu renk uyumuna vurgu yapan çekim planını bayıldım. Yalnız onlar Serdar’ın Rudolf yerine geçme planını delice bulup eleştiredursunlar; ben onun bu kısa zaman dilimlerinde yaptığı çılgınca doğaçlama planlarının müptelasıyım. İnsan bu kadar kısa sürede böylesine çılgınca fikirleri nereden bulur hiç bilmiyorum ama planını duyduğum anda içimden geçen tek şey bu planının da MOSSAD yüzünden sıkışıp kaldıkları Elçilikten çıkış planı gibi muğlak olmamasıydı.
Telefondaki adamla konuşurken o maviş gözleriyle Zehra’ya attığı bakış sahiden çok tatlıydı. Serdar her seferinde ajanlık yaparken bir yandan da çocuk kadar tatlı olup kalbimi eritmeyi nasıl başarıyor bilmiyorum ama bunu düşünen tek kişi kesinlikle ben değilim. Planını çok tehlikeli buldukları halde bu kadar kısa sürede Moskova’daki toplantıları öğrenmenin daha iyi bir yolunu bulamadıkları için mecbur Serdar’ın bu tehlikeli ve bol maceralı olacağı garanti olan planına dahil oldular da ben akşamki serüvene geçmeden önce Zehra ve Serdar arasında gerçekleri konuşulduğu ve flörtün havada uçuştuğu sahneden diyaloglar üzerinden giderek söz etmek istiyorum hatta favori sahnelerimden biri olması nedeniyle bunu yapmaya can atıyorum ki sahne benim bu bölümdeki favori #ZehSer sahnem…
“Serdar benim sana bir şey söylemem gerekiyor.
Sevgili olsaydık şu an benimle ayrılma konuşması yapacaksın derdim. Acaba biz sevgili olduk da ben mi hatırlamıyorum.
Senin bu aralar flört seviyende gözle görülür bir artış var, farkında mısın? Ama sevgili değiliz.
Peki.
Senden sakladığım ama saklamak istemediğim bir şey var.
Kesin sevgiliyiz.”
Zehra’nın söylemeye mecbur kaldığı için değil; aksine doğru olanın bu olduğuna inandığı için Serdar başkasından öğrenmeden önce gerçekleri Serdar’a açıklamaya karar vermesine çok sevindim ama benim için bu sahneyi favori sahnem yapan şey Zehra’nın onunla ciddi bir konu konuşmaya çalışırken onun takınmış olduğu bu laubali tavrıydı. Ceren’in “Sen Zehra’ya aşıksın” sözleri bilinçaltına nasıl yerleşmişse hemen konuyu sevgili olmaya getirdi. Ve bunu yaparken de TSSB yaşamasına neden olan travmanın etkisini yani hafıza kaybını espri dayanağı olarak kullanması bana hem konuşulacak konunun ciddiyetinden korktuğunu hem de ciddi ciddi ifade edemediği gerçek duygularının artık baskı altına alınamayacak bir boyuta gelerek espri yoluyla kendilerini dışa vurmaya başladıklarını düşündürttü. Serdar’ın hatırlamadığını düşündüğü “biz sevgili miydik?” sorusu aslında “biz sevgili olsak ya” manasına geliyordu.
Serdar duygularını henüz tam olarak kabullenemediği için bilinç altında geniş bir yer tutan bu duygularını doğrudan dile getirebilmesi de pek mümkün değildi ama hastanedeki karşılaşmalarından beri durmaksızın Zehra ile flört ettiği gerçeği ne biz izleyicilerin ne de Zehra’nın dikkatinden kaçmadı. Serdar hastaneden çıktığından beri bulduğu her fırsatta özellikle de yalnız kaldıkları operasyonlarda sürekli Zehra’yla flört etmenin peşinde. Ona güzel olduğunu söylemesi, bakışları, zekasına hayran olduğunu her fırsatta dile getirmesi ve ona ihtiyacı olduğunu bilinçli ya da bilinçsiz olarak dillendirmeleri hep buna işaret ediyor. Gözlerindeki parıldamayla yüzündeki o kocaman gülümseme aslında her şeyi anlatıyordu da ikisinin de bu duyguları kabullenmemek için çok fazla nedeni ve çok fazla savunma sistemleri var. Üstelik bu duyguların karşılıklı olduğu Zehra’nın gülümsemesinden belli. Zehra’nın “sevgili değiliz” deyişine öyle bir “peki” deyişi vardı ki aynı fikirde değilim ama şimdilik senin istediğin gibi olsun der gibiydi sanki.
“Ciddi konuşmam lazım şu an. Flört yok bana odaklan sadece. Flört yok, flörtü unut. Bana odaklan. Geri dönme sebebimle ilgili. Kemal’in evine Yağmur’u görmeye gittiğimde Kemal’in bilgisayarında bazı görüntüler gördüm. İçinde senin olduğun görüntüler. Sen Simon ve Colette aynı araçtaydın, Serdar.”
Zehra’nın sonunda karargâha geri dönme nedenini Serdar’a açıklamasına çok sevindim. Zira Serdar ona ne zaman geri dönme nedenini ve daha ne kadar onlarla olacağını sorsa bu soruya tam anlamıyla cevap vermekten kaçınan Zehra’nın onu terslemesi beni çok derinden yaralıyordu. Serdar’dan gözlerini kaçırmasına neden olabilecek sırların aralarına girmesini de #ZehSer olmalarının önünde bir engel teşkil etmesini de istemiyorum. Ceren’in de söylediği gibi Serdar Zehra’ya çok güveniyor. Onun ağzından çıkan her şeyi de sorgulamadan doğru kabul ediyor. O yüzden bu sırrı daha fazla saklaması ileride gerçekleri bilip de ondan sakladığını öğrenen Serdar’ın güven kaybına neden olabilirdi. Kaldı ki İsrail görevi sırasında güvenebildiği tek kadının Zehra olduğunu söyleyerek kızın omuzlarına çok büyük bir sorumluluk yüklemiş oldu. Zehra’nın Ceren’den tek farkı sadece haysiyet ve onur sahibi olması olmamalı. Serdar’a onun hakkında öğrendikleri konusunda dürüst davranarak da farkını ortaya koyabilmeli ki o da bunu yaptı.
Şunu da söylemesem olmaz Serdar’ın normalden daha flört bir insan olmasının nedeni bizzat o iken Zehra’nın hem ona odaklanmasını hem de flört etmemesini istemesi Serdar’dan imkansızı istemesiyle eşdeğer. Arkasına yaslanıp ona flört yok diyen Zehra’yı dinlerken bile gözleriyle flört eden Serdar için bu istediğini yapmanın mümkünatı yoktu.
“Simon’la mı? Şaka mı yapıyorsun? Ciddi misin? Nerede bu görüntüler?
Elimde görüntüler yok ama eminim gözümle gördüm.
Ve benim bir hain olduğumu düşünüp o yüzden geri döndün.
Hayır, senin başının nasıl bir belada olduğunu görüp döndüm.
Peki bunları bana söylemek için bunca zaman neden bekledin?
Yanlış anlamanı istemedim. O yüzden…”
Konuşmanın geri kalanında hem Serdar’ın yaşadığı travmadan ötürü Zehra’nın gözünde düştüğü duruma üzüldüm hem de ilk tanıştıkları zamandan bu yana ilişkilerinde ne kadar yol kat etmiş olduklarını görüp sevindim. Serdar bu duyduklarını daha zihninde tam olarak bir yere oturtamamışken aklına gelen ilk şey Zehra’nın geri dönüş nedeninin onun hain olduğunu düşünmesi oldu ve bu Serdar için fazlasıyla yaralayıcı bir çıkarımdı. Zehra’yla olan ilişkilerinde en başa döndükleri düşünmek hele de o Zehra’ya kendinden bile çok güvenirken onun kendisine hiç güvenmediğini düşünmek Serdar’ın kalbini kırdı bence. Ki Zehra’yla olan geçmişini ve TSSB yaşadığı dönemde ona ne yaptıklarını bile bilmediklerini öne sürerek onu operasyonlarda istemediğini düşünecek olursak böyle düşünmesi gayet normal. Ama Serdar onun kendinden şüphe ettiğini düşünürken ona verdiği güveni ondan alamadığına inanırken Zehra’nın hain olduğunu düşündüğü için değil; aksine başının belada olduğunu düşündüğünü için geri döndüğünü belirtmesi çok anlamlı oldu. Özellikle de ona inandığını söylemesi ilişkilerinin gerçekten aşama kaydettiğini kanıtlamış oldu…
Eskiden olsa gördüğü videodan sonra Serdar’dan şüphe edecek olan Zehra’nın şimdi gözüyle görse bile onun bir hain olduğuna inanmaması ve mutlaka mantıklı bir açıklamasının olduğunu düşünmesi aslında Serdar’a ne kadar çok güvendiğinin bir göstergesiydi. Serdar ondan şüphe ettiğini düşündü ama Zehra’nın yüreğinde Serdar’ın gerçek bir Vatansever olduğuna dair en ufak bir şüphe yoktu. Ki gerçekten Serdar’dan şüphe etse kızının canını ona teslim etmezdi. Zehra onun kızını kurtaracağına inanıp da kendini feda etti. Yağmur onun dünyadaki en kıymetli hazinesi. Kim hayattaki en değerli hazinesini güvenmediği bir insana emanet eder. Serdar’ın bunu düşünüp Zehra’nın ona verdiği değeri ve güveni anlaması lazım. Ki Zehra koluna dokunup gözlerine içine bakarak samimiyetini de gösterdi.
Serdar’ın bu süreçte kendine sihirbaz denen uzman sayesinde birebir Rudolf’a benzeyeceğine dair hiçbir şüphem yoktu ama plastik makyaj sonrası peruğunun gelmesini bekleyen o kel haliyle gerçekten tanınamaz bir hale gelmiş oldu. Adam gerçek bir sihirbaz olabilir ama o odada gerçekten sihirli olan bir şey varsa o da kızıl peruğu bembeyaz elbisesiyle nefes kesecek kadar güzel olan Zehra’ydı. Haftalardır özensiz bir şekilde giydirildikten sonra kendisini bu elbisenin içinde görmek beni fazlasıyla memnun etti. Her zaman elbise giysin demiyorum ama Deniz gerçekten güzel bir kadın ve düzgün giydirildiği taktirde sadece oyunculuğuyla değil; aynı zamanda görüntüsüyle de parıldama becerisine sahip olacaktır. Güzelliğiyle değil oyunculuğuyla ön plana çıkarken kendisini bu kadar silik giydirmek de zorunda değiller. Aksine görüntüsü de oyunculuğuna eşlik eden bir aksesuar gibi olduğunda seyir zevki daha çok olur. Ki Zehra’ya dönecek olursak o elbiseyle kesinlikle Serdar’ın nefesini kesip aklını başından almayı başardı.
Yanı başlarında durdukları halde ne Adem’in ne de Hulki’nin fark etmediği şey, Serdar’ın gözlerinin önünde elbisesi içindeki Zehra’ya olan hayranlığını görüntüsündeki değişimi gördükten sonra ona “Olacak iş değil” diyen Zehra’nın cümlesiyle karşılık vermiş olmasıydı. Zehra’nın güzelliğinden ne kadar çok etkilendiyse yarım ağızla söylediği iltifatı ağzından kaçırdığını fark etmedi bile. Zehra ona “Efendim” dediğinde ne yaptığını anlayıp lafı değiştirdi ama Zehra ne demek istediğini çoktan anlamış oldu. Eee bu flört seviyesinde son zamanlarda aşırı bir yükselme olan Serdar. Normalde bile bulduğu her fırsatta Zehra’yla flört ediyorken o elbisenin içinde gördükten sonra etmemesi olmazdı. Yalnız Zehra’yı baştan aşağıya süzdüğünü diğerleri nasıl anlamadı bilmiyorum. Zira gözü hep Zehra üzerindeydi.
Arabaya bindikten sonra gözlerini kapatmalarının gerekmesi üzerine Zehra’nın Stanley Kubrick’in yönettiği son film olan “Eyes Wide Shut” gönderme yapması dikkatimi çeken bir detay oldu. Çok iyi bir film olmasının yanı sıra içeriğini oluşturan evlilik, sadakat ve cinsellik temalarından ötürü izlenmesi gereken bir film olduğu bilmeyenlere duyurulur. Serdar’ın o tarz bir toplantıya gitmeyi dert etmemesi de bence Zehra’ya yönelik cinsel bir flört göndermesi gibiydi. Onlar “Eyes Wide Shut” tarzı bir partinin şakasını yaparken karşılarına çıkan “Squid Game” ve “Queen’s Gambit” karışımı bir parti oldu ki Netflix etkisi herkesin bu hafta eleştirdiği bir konu olmuş. Dürüst olmak gerekirse ben “Squid Game” izlemedim. O yüzden de bu konudaki cehaletim beni yorum yapmaktan alıkoyuyor ancak mültecilerin ölümü üzerine oynanan bu oyun bana dolaylı yoldan da olsa Jumanji filmini ve bir Doctor Who bölümünü anımsattı.
Teşkilat senaryo grubunun sözde Mülteciler için toplanan paranın aslında onların hayatta kalabilmek için birbirlerini öldürdükleri insanlık dışı bir satranç oyunun bahsi olması gerçekten mide bulandırıcıydı. Zehra gibi eğitimli bir MİT mensubu bile gördüğü bu psikopatça manzara karşısında buz kestiyse ekranı başındaki biz izleyicilerin bu sahneyi izlerken rahatsız olmamız da gayet normal. Bu nasıl bir eğlence anlayışı diye düşünürken bu oyunun aslında Avrupa devletlerinin mültecilere karşı takındıkları tavrı en iyi anlatan metafor olduğuna karar verdim. Kimlerin ölüp kimlerin yaşayacağına karar verdikleri bu oyunda piyon yerine koydukları o mültecilerin insan olarak gözlerinde hiçbir değeri yok. Onlar için kaliteli zaman geçirmelerini sağlayan estetik bir eğlencenin piyonları yani eşya olmaktan daha büyük bir anlam ifade etmiyorlar. Onların hayatta kalma savaşı bile sadece onları eğlendirmek için var olmalarını sağlıyor. Zavallı insanların hayatta kalmak için birbirlerini öldürmek zorunda kalmaları onlar için bir eğlence olmaktan ibaret.
Bu arada bu kanlı satranç oyununu izlerken aklıma Serdar ve Zehra’nın biz seyircilere bir satranç borçları olduğunu hatırladım. Bir dahaki sefere iyi bir satranç maçı izlemek istiyoruz derken kalbimizden geçen kesinlikle bu insanlık dışı oyun değildi. Biz mültecilerin kanlı kapışmasını değil; onların flörtleşerek oynadıkları satrancı izlemek istemiştik ki oyuncuların hangi hamleleri yapacaklarını önceden tahmin ettikleri sahne güzeldi. İnsanları öldürmenin eğlenceli olduğunu düşünen insanların ruh sağlığının bozuk akıllarının da kesinlikle çarpık olması gerekir diyerek konuyu da kapatmak istiyorum ama böyle bir dehşetin üstü senaryo bile olsa nasıl kapatılır bilmiyorum. Bir de yanlarına gelen adam Zehra’nın bu tür sahnelere alışkın olmamasını garip buldu ya bu insanların kafası nasıl çalışıyor anlamadım. Ama bu adamın Zehra’ya gösterdiği ilginin Serdar’ın kıskançlık hissetmesine neden olduğunu Serdar’ın yüzünden okumak az önceki öfkeli ruh halimin bir nebze de olsa yumuşattı ama gene de diken üstündeyim. Serdar’ın partide konuşmak için merdivenlerden inme çabası bana Batman’in düşmanlarından Oswald Cobblepot’ını anımsattı…
Karargâh ekibi tarafından beklenen toplantının nihayet vakti geldiğinde içeriye girebilmek için tüm riskleri göze alan Serdar’ın bu hedefine ulaşabilmesiyle arasındaki tek engel toplantı odasına girebilmekti. Zira toplantı odasına girişi Rudolf’un parmak izine sahip olmasına bağlıydı. Neyse ki Zehra keşif gezisi sırasında bu sorunu fark etmiş ve bu şartı yerine getirebilmeleri içi Hulki’den adamın sağ baş parmağını getirmesini istemişti. Yalnız Serdar doğaçlama konusunda ne kadar iyiyse Zehra da operasyona alternatif çözümler üretme konusunda o kadar iyi. Anında durumu kontrol altına almayı başardı. Kendisini taktir ettim. Özellikle de Sofia’yla karşılaşma talihsizliklerini fırsata çevirme konusunda doğuştan yetenekli buldum. Sofia’yı kıskanma bahanesiyle kendilerini dışarı çıkarttırmayı iyi becerdi…
“Rudolf ne oluyor? Kim bu kadın?
Asıl sen kimsin? Bununla da mı aldattın beni hayvan herif?
Laflarınıza dikkat edin, lütfen.
Etmezsem ne olacak?
Hanımlar lütfen. Ne yapıyorsun?
Zaman kazanmaya çalışıyorum. Ayrıca dışarıya çıkmamız lazım. Sırnaşma bana. Kim bu kadın?”
Kadın biraz daha konuşsaydı Serdar ve Zehra’nın hem gerçek kimliklerinin hem de Rudolf’un ölü olduğunun ortaya çıkması an meselesiydi. Ki Zehra da hem konunun üstünü kapatabilmek hem de kısa bir süreliğine de olsa dışarıya çıkabilmelerini sağlayabilmek için onu kıskanmış numarası yaptı. Zehra tüm bunları rol icabı yapmış olsa da onu kıskançlık yaparken izlemek zevkliydi. Dizi başladığından beri Ceren’den başka hiç kimseye kıskançlığını yönelttiği görülmemişti. Sofia güzel bir değişiklik olmuş oldu da zavallı Serdar bir ara rol icabı da olsa kadınların çapraz ateşi arasında kaldı. Zehra’ya “ne oluyoruz” der gibi bakıp kulağına eğilerek içinde oldukları durumu bile sorguladı durdu. Serdar’ın çapraz ateş arasında Zehra’ya attığı bakış, kafalarının yan yana gelmesi ve Zehra’nın Serdar’ı suratından kavraması benim için izlemesi çok keyifli karelerdi. Zehra ilişkilerdeki dominant taraf olduğunu da belli etmiş oldu.
Hulki cesedi taşımaya gönüllü olmadı hatta ayak diredi dedim ya istememekte haklıymış. Rudolf’un cesedi resmen başına bela oldu. Önce kokusu midesini bulandırdı sonra da görüntüsü. Karşısında çürüyen bir ceset varken Hulki nasıl yemek yesin? Adam sabahtan beri açım diye dolanıyor ortalıkta. Cesedi dışarıya taşımakta fayda etmedi tam ondan kurtuldum derken bir de sağ mı sol mu diye parmak kesme ve cesedini oraya buraya taşıma derdine düştü. Hulki resmen kendi “Weekend At Bernie’s” filmini çekti. Ne demiştik bir yerde Hulki varsa orada komedi vardır. Hulki ve ceset maceradan maceraya atladı. Aynı gün iki kere öldüğünü gördüğüm tek insan Rudolf. Bu adam ya şansız bir bedevi ya da bizimkilerin şansızlığı adama bulaştı. İnsanı ölümünden eceli korurmuş dedikleri bu olsa gerek.
Bütün pis işlerin Hulki’ye düştüğünü düşünecek olursak ben bu adama şansız demeyeyim de ne diyeyim? O bütün gece gözünün önünde yavaş yavaş çürüyen Rudolf’un cesediyle Moskova’da gezinedursun; Serdar kimliğinin ifşa olmasını engelleyen Zehra’yla devamlı flört etsin. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama Serdar operasyon öncesinde de operasyon anında da onunla flört etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Özellikle de “sana olan hayranlığım git gide artıyor” dediğinde hemen aklıma Ceren’le Zehra hakkında yaptıkları konuşma geldi. Serdar güzelliği gibi zekasıyla da onu kendine hayran bıraktığını defalarca dile getirmişti ama şimdi ne demek istediğini gözlerimle görmüş oldum.
Serdar ekip arkadaşları Zehra ve Hulki’nin yardımlarıyla ne yaptı etti Şirket temsilcilerinin olduğu o toplantıya girme fırsatını yarattı. Rudolf’un kimliği ve parmağıyla girdiği toplantı odasında hiç beklemediği biriyle karşılaştı: Yıldırım. Ekibin uzun süredir peşinde olduğu ve bir açığını aradığı adam Serdar’ın uzanabileceği kadar yakınında duruyordu. Üstelik bu adam onun kaçırılmasından ve kâbus gibi bir zaman geçirmesine bizzat neden olan adamdı. Eminim ki Serdar’ın yerine getirmesi gereken daha önemli bir görevi olmasaydı onu gördüğü anda şiddetli bir şekilde boğazını sıkardı. Ama o görevine intikamından daha fazla değer verdi. Ve gerçek bir MİT mensubuna yakışır şekilde yerine oturup sözde dostlarımızın Türkiye’nin başına örmeye çalıştıkları çorapların neler olduğunu dinlemeye devam etti.
“Biraz kalın kafalılar. Gemilerini patlattık. Milyarlarca dolar tazminat açtık. Hala mesajı almıyorlar.
Arkadaşlar, bu Türklerin kalın kafalı değil; daha çok dik başlı olduklarını gösteriyor. Olağanüstü durumlar olağanüstü önlemler almayı gerektirir. Şimdi bu olağanüstü önlemleri anlatmak üzere aramızda bulunan Türkleri çok iyi tanıyan birini davet etmek istiyorum. Buyurun, Yıldırım Bey.”
Toplantının amacı belli: İsimsiz Kahramanlar ekibinin gayretleriyle sözde dostlarımızın bozulan yarım kalmış işlerini tamamlayacak yeni kararlar almaya çalışmaları yani Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk gölü olan Akdeniz’in doğusundan uzak tutmak için yapılacak yeni planlar ve terör saldırıları yapmak. Türkleri yalnız bırakmanın onları vazgeçireceğini düşünmekten de bir yorulmadılar. Bu devlet ve Millet daha kaç kere gerekirse dünyaya kafa tutacağını gösterecek?
Serdar Rudolf olmak için o kadar zahmete girmişken Şirket’in Türkiye Cumhuriyeti hakkındaki asli planlarının neler olduğunu da öğrenebilseydi çok güzel olurdu ama insanı ölümünden eceli korur demiştim ya belli ki Rudolf’un eceli bugünmüş. Anlayacağınız Sofia olmasaydı da adamın kaderinde bugün öldürülmek vardı. İyi ki toplantı öncesinde öldürülmüş böylece bizimkiler bilgi edinmek için toplantının sonrasını beklemek zorunda kalmadılar. Serdar toplantı süresince Yıldırım’ın Türkler hakkında atıp tutmalarına zar zor dayandı ancak sahte kimliği onu toplantıda tutmaya yetmedi. Neyse ki içlerinden birinin kılığına bürünmüş bir MİT mensubu olduğunu değil de içlerindeki hain olduğunu sandılar. Yıldırım onun Serdar olduğunu bilseydi o odadan çıkmasına asla müsaade etmezdi. Serdar yeniden onun eline düşseydi ne tepki verirdi bilmek bile istemiyorum. Bu defa asla çıkamayacağı derin bir kuyunun dibine düşerdi.
Rudolf’un kimliğinin ortaya çıkmasında Ceren’in parmağı olduğunu düşünmekle birlikte ekrana Rudolf’un Türklerle anlaşma yaptığı görüntüler düşünce kendisini doğal olarak yaka paça öldürmeye götürdüler ama bacağı sakat bir adamla baş edebilmekle MİT mensubuyla baş edebilmekle aynı şey değil. Kimliği ifşa olmadan önce kimliğini aldığı adamın hainliğinin ifşa olmasıyla bir ilki yaşayan Serdar’ın onu balkondan atacaklarını anlayana kadar karakterden çıkmayıp Rudolf olmaya devam etmesini hayretle seyrettim. Allah’ım bu nasıl bir görev aşkı böyle. Adamları parayla satın almaya çalıştı. Ben bir ara Rudolf karakteri üzerine yapıştı. Serdar metod oyunculuğundan çıkamayacak diye düşündüm. Neyse ki Serdar o arada adamların hakkından gelip ikisini de balkondan aşağıya doğruca cehenneme göndermiş oldu da -ki hak ettikleri yer orası- biz de nihayet Rudolf’a güle güle Serdar’a tekrar hoş geldin diyebildik.
“Zehra bir problemimiz var.
Çıktın mı sen?
Çıkarıldım.
Nasıl yani problem ne?
Problem Rudolf öldü.
Zaten öyleydi.
İşte ölesi varmış günde iki kez öldü. Toplantıya Yıldırım geldi. Rudolf’un hain olduğunu açıkladı.”
Bütün gecenin ve Rudolf’un hayatının son gününün özeti de buydu aslında. Yıldırım sağ olsun gelişiyle bütün planı altüst etmiş oldu ama Serdar’ın ısrarından vazgeçmeyip Rudolf kimliğinden sıyrılarak içeride konuşulanları duymak için Serdar olarak içeriye dönme planı tehlikeliydi. Binadaki herhangi biri onu tanıyabilir ya da daha kötüsü kimsenin onu tanımıyor olması içeriye nasıl girdiği konusundaki soruların artmasına neden olabilirdi. Ama Serdar bu katiyen görevinden vazgeçmez tabi biraz da Zehra’nın yardımıyla içeriye dönmenin bir yolunu buldu. Ki ona kıyafet bulma konusunda yardım eden Zehra’nın o takım elbiseyi nasıl bulduğunu bilse acaba bu plan hoşuna gider miydi? Sergei elini tuttuğunda bile kıskanan Serdar’ın Zehra’ya alenen yazılan bu adamı görüp delirmesini isterdim. Hele de onun üzerindeki takım elbiseyi alabilmek için adama kur yapıp onu kuytu köşeye çektiğini görseydi nasıl tepki verirdi çok merak ediyorum. O adam Zehra’yı takip ederek başına nasıl bir vahşet geleceğini bilseydi “ben de vahşiyim” diyerek kuzu gibi peşinden gitmezdi. Serdar’ın bir kere bile o takım elbiseyi nereden buldun diye sormaması da çok ilginç.
Yalnız söylemeden edemeyeceğim Rudolf’da da ne şans varmış. Aynı gün hem sadakatsizlikten hem de hainlikten öldürülmeye çalışılmasını geçtim her iki seferde de boynunun kırılmasına neden olacak yöntemlerin kullanılmasını artık İlahi müdahale olarak değerlendireceğim. Adamın eceli gerçekten döndü dolaştı aynı gün içinde iki kere onu bulmuş oldu. İyi ki balkondan atmayı düşünmüşler de bizimkiler hali hazırda boynu kırılmış olan cesedi yeni düşüp ölmüş gibi olay yerine güzel yerleştirdiler. Ya onu vurmaya götürüyor olsalardı o zaman bir de cesede ateş etmek zorunda kalacaklardı ki o iş de kesin Hulki’nin başına kalırdı. Adamın ikinci kere öldüğüne en çok o sevinmiştir. Bu sayede onu oraya buraya taşıma da sağını solunu kesme derdi de bitmiş oldu. Bir ceset başa bu kadar bela açmaz.
İtiraf ediyorum Hulki daha yeni ölmüş süsü vermek için Rudolf’u içeriye taşırken burun buruna geldiği korumayı bir yumrukta yere sermesine çok güldüm. Şimdi bir de seninle mi uğraşacağım der gibi adamın hamle yapmasına bile izin vermeden onu bir Osmanlı tokadıyla yere sermesi harbiden çok iyiydi. Hulki’yi bazen abartıyorlar ama eğlenceli.
Serdar’ın Türkiye Cumhuriyeti üzerine konuşulanları dinlemek için toplantı odasına geri dönüşüne dönecek olursak Serdar odayı izlemeye başladığında hem hayatının en tatsız sürpriziyle hem de Ceren’le karşılaştı. Ceren’in onlara yalan söylediğini MİT’e işine gelen bilgileri verdiğini daha önce söylemiştim. Serdar’a sana gerçekleri anlatıyorum deyip “Yıldırım beni İsviçre’ye gönderiyor” derken Yıldırım’la birlikte Moskova’da ortaya çıkıyor. Ankara’ya döndüğü zaman kim bilir ne yalanlar anlatacaktı, Serdar’a? Kendisine güven olmayacağını ve tarafının neresi olduğunu açık seçik şekilde belli ettiğine göre artık kendisine ihtiyaç olmaz diye düşünüyorum. Üstelik Serdar’a sana ne yaptılar bilmiyorum dediği halde ekranda oynattıkları video gösteriyor ki Serdar’a ne olduğunu başından beri biliyormuş…
Serdar o takım elbise içinde kimliğini kimin tespit edebileceğini düşünmeksizin koridorlarda yürürken çok havalıydı. İngilizlerin James Bond’u varsa Türklerin de Serdar Kılıçaslan’ı var der gibiydi ama ekranda kayıp olduğu dönemde kendisine ne yapıldığını ve nasıl bir ölüm makinesine çevrildiğini keşke tek başına görmek zorunda da kalmasaydı.
Yaşadığı travmanın yarattığı TSSB ve yıkıcı etkileriyle zaten kendi başına boğuşmak zorunda kalmışken şimdi de iradesi dışında programlandığını şartlandırıldığını öğrenmek onun için gerçekten çok yıpratıcı oldu. Ceren’in Vatan ve Millet aşkıyla canını isteseler defalarca feda edebilecek bir adamın bu hale getirilmesinde rol oynaması bile onu öldürmek için yeterli bir sebep. Kötü adamlar mertçe savaşmıyorlar. Öne geçebilmek için bel altı vurmaya ve oyuna hile karıştırmaya alışmışlar. Bunu anlıyorum ama bir Vatansever’in ayarlarıyla böyle oynamış olmalarını anlamam mümkün değil. O anda Serdar’ın ne hissettiğini tahmin bile edemiyorum ama insan böyle bir şey yaşadığında rızası dışında bedeni üzerinde tahakküm kurulmuş ve zihni başkası tarafından kirletilmiş gibi hisseder diye düşünüyorum diyerek bu haftaki yazımı burada tamamlıyorum. Serdar’ın kaçırılma hikayesinin arka planına geçtiğimize göre bizi ileride daha hareketli bölümler bekliyordur diye düşünmeden edemediğimi de belirterek kapatıyorum.
Hoşça Kalın… Haftaya Görüşmek Üzere…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.