Teşkilat beşinci bölümünde biraz kan kaybetse de yine zirvede. Total’de 11,92 reyting, AB’de 13,76 reyting ve ABC1 14,16′ reytingle üç grupta da günün 1.si oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bölüm, önceki bölümde Fadi’nin Alman İstihbaratı’nın içine kadar sızmış olduğunu gösteren köstebeğinin aldığı haber doğrultusunda depoda olan biteni bilen birilerinin olduğunu Fadi’ye haber vermesi sonrasında, sızıntıları oyalamak veyahut bertaraf etmek için göndermiş olduğu Alman polisleri tarafından etrafı sarılan ekip üyelerinin ne yapacaklarını bilemediği şaşkın halleriyle açıldı. Alman Polisinin bir ihbar üzerine geldikleri doğruydu lakin hedef depo, bomba yüklü minibüs ve bomba düzeneğini hazırlayan Dazlaklar değildi. Alman polisi elleri silahlı bir şekilde bizim ekibin peşindeydi. Ellerini kaldırıp arabadan çıkarak teslim olmaları konusunda ikaz ediliyorlardı.
Sorun şu; arabadan inip teslim oldukları taktirde hem Türk İstihbaratından oldukları anlaşılacak hem de ölü olmaları gerekirken yaşıyor olmaları ciddi bir diplomatik krize neden olacaktı. Eğer polisleri geçmek için silahlı bir çatışmaya girerlerse de bu sefer de sadece işini yapmaya çalışan kolluk kuvvetlerine zarar vermiş olacak hem de yine bir diplomatik krizin çıkmasına neden olacaklardı. Üstelik dışarıda patlamayı bekleyen bir bomba ve kurtarılması gereken bir takım arkadaşı vardı. Ekip bu ikilemle ne yapacaklarını düşünedursunlar, aniden bir silah sesi duyulmaya başladı. Dışardan polis araçlarına daha doğrusu tekerleklerine ateş eden biri vardı: Hulki.
Polislerin ateş hattında olmaları sonucunda kendilerini korumaya aldıkları karmaşadan faydalanan ekip hemen orayı terk ederek bombanın imha edilmesi ve Serdar’ın geç olmadan kurtarılması görevine geri döndüler.
Bombayı durdurup Serdar’ı kurtarabilmek için nerede patlatılacağını çözmeleri gerekiyordu. İlk ipucu bombayı patlatacak olanın Rainer olmasıydı. Hulki’nin gördüklerinden çıkardığı sonuç, bombanın uzaktan patlatmaya ayarlanmış olduğu ve bunu yapacak telefonunda Rainer’de olduğuydu. Zehra bu bilgi doğrultusunda izlenecek en iyi rotanın, telefonuna sızmak olduğu sonucunu çıkardı. Gürcan’dan telefonun yerini tespit etmesi ve kullanım dışı bırakmasını istedi. Her ne kadar Gürcan bunun kolay bir eylem planı olmadığını ifade etse de ellerindeki tek plan bu olduğu için bir an önce telefonuna girebilmek için kolları sıvadı. Ancak polis baskını sırasında gözden kaçırdıkları aracın nereye gittiği konusunda hala bir fikirleri yoktu. Ve süreleri her geçen dakika azalmaktaydı.
Aracın nereye gittiği konusunda yaşanan belirsizliği dağıtan kişi ise analistliğine her geçen gün daha fazla güvenmeye başladığım Uzay oldu. Eylem planının neresi olduğunu çözme becerisi tamamen ona aitti: Dergi. Elindeki Türklerin kalabalık olduğu bir yerde patlatılacağı bilgisi ve Fadi’nin bilgisayarından çıkan dergi kapakları verilerinden hareketle ikiyle ikiyi toplamış ve saldırının bu dergi önünde gerçekleştirileceği sonucunu çıkarmıştı. Türkler hakkında kötü haber yapan derginin önünde bomba patlatarak Türk protestocuları öldürmeyi ve saldırının suçunu Türklere atmayı amaçlıyorlardı. Böylece toplantıda Alman parlamentosu silah ambargosu konusunda Türkler aleyhine bir karar vereceklerdi. Üstelik şimdi ellerinde bir de Türk İstihbaratçı vardı.
O sırada Serdar ise uyandığı içi bomba dolu minibüsten Suriye asıllı 2 adam tarafından çıkartıldı. Polis kılığındaki bu iki adam onu protestocular arasından geçirerek derginin içine sokmaya çalışıyorlardı. Amaçları onu öldürüp içerideki çatışma sırasında öldürülen bir Türk İstihbaratı süsü vermekti. Böylelikle ölüsü tespit edildiğinde iki ülke arası ilişkilerde gerilim çıkacaktı. Her şey neredeyse plana uygun bir şekilde gerçekleşmekteydi. Ekip verilen konuma giderek bombalı aracı bulmuştular ama asıl görev şimdi başlıyordu. Rainer’i bulmaları elzemdi.
Derginin önünde toplanarak “Ne Mutlu Türküm Diyene” naraları atan protestocuları görünce içimdeki milliyetçilik duygusu kabardı. O topraklarda yaşamadığı halde vatanının kıymetini bilen vatandaşlar görmek çok güzel.
İlk hedef, Rainer’i bularak uzaktan imhayı engellemekti. Ancak olur da Gürcan telefonu zamanında durduramaz Rainer de bulunamazsa insanlar zarar görmesin diye aracı taşıma görevini de Hulki üstlendi. Görev dağılımı tamamlandıktan sonra herkes görev yerine dağıldı. Onlar etrafta Rainer’i ararken Gürcan da telefon sinyaline sızma peşindeydi. Serdar’a gelecek olursak onun da boş durmadığını söylemek mümkündü. Onu eli kelepçeli bir şekilde dergiden içeriye soktukları anda amaçlarının ne olduğunun fark eden Serdar, bulduğu ilk fırsatta Alman polislerini uyararak planlarını altüst etmiş oldu. Adamların vurulmasını fırsat bilen Serdar, ellerini çözüp silahlardan birini kaparak işi tamamlamaya çalıştı. Hayatta kalan teröristin daha fazla insana zarar vermesini engellemek için çatışmaya girdi. Teröristi öldürüp dergi binasından sağ çıkmayı başardı.
Telefonuna girerek uzaktan imha seçeneğini ortadan kaldırdılar. Üstelik bomba yüklü araç da ele geçirilmiş, Serdar da kendini kurtarmayı başararak binayı terk etmeyi başarmıştı. Ama karşılarında bir sorun daha çıkmıştı. O da bombanın zaman ayarlı olmasıydı. Acilen aracın insanların kalabalık olduğu bölgeden uzağa taşınması gerekiyordu. Serdar ne kadar araçtan çıkması konusunda onu ikaz etse de başaramadı. Hulki araçla birlikte olay yerini terk etti. Ancak bu sahnede beni etkileyen şey sadece sivillerin canını kurtarmak için hayatını tehlikeye atan Hulki değil; aynı zamanda patlama sonrasında Hulki’den haber alamayan ekibin sessizliği de. Bazen bir sessizlik kelimelerin anlatmakta kifayetsiz kaldığı bir durumu anlatmaya muktedirdir. Düşünene helal olsun.
Pınar ve Serdar’ın patlamadan sonraki yüz ifadeleri, Pınar’ın Hulki’ye bir şey olmadığı konusunda Serdar’dan içini rahatlatacak bir şeyler duyma ihtiyacı ve Serdar’ın yüzünde beliren en kötüsünü düşünmüş boş bakışlar gerçekten de sahnenin etkisini arttıran detaylardı. Vatan için aynı ülküyle yola çıkmış bir yol arkadaşını kaybetme düşüncesi bile insanı kahredebiliyor. Üstelik yol arkadaşlarını kaybetmeyi alışkanlık haline getirmiş bir meslekten dahi olsan. O yüzden de bu kısa süre zarfında bir ekip hatta bir aile gibi olmaya başlayan ekip üyeleri arasındaki bağı hissettiğim ilk bölüm budur desem yanlış olmaz sanırım.
İlişki denince akla hemen aşk ilişkileri gelmesin. Aynı idealler uğruna bir araya gelen insanların oluşturduğu bir ekipte insan olmanın doğal bir sonucu olarak duyguların vuku bulması, gayet doğal bir durum. Bombalı saldırıyı durdurmak için canını hiçe saymış Hulki’nin akıbetinin ne olduğunu merak etmeleri de bu bağı ortaya koymakta:
Hulki’nin iyi olup olmadığını merak etmeleri, o olmadan toplanma noktasına sonrasında da Türkiye’ye dönmek istememeleri, onu beklemek için ısrar etmeleri… Ülkeye dönüş yolları olan Adem’i görünce Hulki değil diye üzülmeleri… Ülkeye dönmeyi onu terk etmek gibi gördükleri duygusal tepkileri… Alman televizyonunda patlama noktasında bulunan kimliği belirsiz ceset haberi sonrasında o kişinin Hulki olmasından endişelenmeleri… Ancak onun ağzından esir alındığı ama kurtulmayı başardığı ve en yakın zamanda yanlarına geleceğini duyduklarında ülkeden ayrılmaları … O dönmeden boğazlarından tek lokma geçmemesi… Aslında hep bu bağın kanıtları.
Bu arada Alman televizyonunda haberlerin neden Türkçe olduğu konusunda kafam çok karıştı. Ne alaka? Ancak teröristleri etkisiz hale getirip olaya müdahale edenin kahraman Alman polisleri olduğunu söyleyince çok güldüm. Avrupa ülkeleri yapmadıkları kahramanlıkları üstlenme konusunda ne kadar başarılar. Hepsini de kendi sözde “demokrasi ve özgür düşünce” kisveleri altında yapıyorlar. Sanki kimse gerçeğin ne olduğunu bilmiyor.
Ancak Fadi gibi cani bir adamın duyguları olmasını hiç tahmin etmiyordum. Onu geçtim değer verdiği bir insanın olması beni altüst etmeye yetti. Konuşmalarından tutun mimiklerine kadar duyguları olduğunu açıkça belli ettiği Layel ileride onun zaafı olur diyordum ki bölümün ilerleyen dakikalarında ne kadar haklı olduğumu da görmüş oldum. Görüntülü konuşma sırasında Fadi’nin planlarının istediği gibi gerçekleşmemesinden duyduğu üzüntüyü bardağın dolu tarafına göstererek dağıtmaya çalışan Layel’in yaptığını hepimiz en az bir kez bir sevdiğimiz için yapmışızdır. Karşılıklı konuşmaları, fikir alış-verişinde bulunmaları ve Fadi’nin planları için sevmediği bir şehre gelmesi sadece sevdiğin bir insan için yapacağın fedakarlıklar. Kim bilir belki de bu diziyle birlikte dizi tarihine geçen bir kötü çifti de olur. Umarım bu çiftin sonu da Söz dizisindeki Dragan-Nadya çift kadar kısa olmaz.
Fadi yenilginin üstüne bir de kendini ayağına çağıran Rainer’in tavrından sinirlenmiş bir şekilde kendini çağırdığı yere geldiğinde, bulmayı beklediği en son şey bir Türk İstihbarat ajanıydı. Ama hemen karşısında bağlanmış bir şekilde duran Hulki’den başkası değildi. Patlama sonrasında yakalandığı Nazilerin onu tıktığı hücreden demirleri bükerek kaçmayı başarmıştı ancak kaçış sırasında kullandığı aracı onu fazla uzağa götürmemişti. Bu yetmezmiş gibi elindeki silahın da peşine düşenler karşısında işe yaramaz olduğunu anlayınca tekrar ele geçirilmişti. Üstelik yanındaki kameradan da Dazlakların depodaki konuşmalarının bir kaydı çıkmıştı. Bu kayıt yayınlandığı taktirde Fadi’nin saldırının suçunu Türklerin üzerine atma planı tamamen bozulmuş olacaktı. O yüzden de ilk iş bu kaydın yayınlanmasını engellemek olmalıydı. Bunun için de Hulki mükemmel bir pazarlık kozu olma görevi üstlenecekti.
Hulki’nin adının Hulk’dan türetildiğini düşünen Rainer geçen haftaki yazımı mı okudu acaba?
Hulki’nin depodaki görüntüleri ulaştırma yöntemini keşfeden Fadi, aynı yolu kullanma vasıtalıyla ekibe görüntülü bir mesaj iletti. Aldıkları görüntüyü dünyaya servis ettikleri halde Hulki’yi öldüreceğini açıkça beyan etti. Hulki’nin boğazına dayanan kılıçtan ötürü fazlasıyla gergin bir sahneydi. Ancak bu sahnede asıl dikkatimi çeken şey, yol arkadaşlarının Fadi’nin elinde olduğunu ve işkence gördüğünü anlayan ekibin yüzünde beliren ifadeydi. Pınar’ın yüzünde beliren korku, Zehra ve Serdar’ın Hulki için endişelenen bakışları her şeyi anlatmaya yetiyordu. İnsan sadece sevdikleri için korkar ve endişelenir. O yüzden de ekip üyelerinin bu kadar kısa zamanda birbirlerinin her şeyi olduklarını görmekten mutluluk duyuyorum. Nasıl oldu bilmiyorum ama bu bağ her şeyi daha anlamlı kılıyor.
Fadi’nin cesur adamları tanımasından yola çıkarak Hulki gibi tek derdi vatanın iyiliği olan bir Türk İstihbaratçısını konuşturamayacağını bilmeliydi. Kendi de zamanında işkence görmüş biri olarak onun iradesini kırabileceğini mi düşündü yoksa niyeti asla konuşturmak değil de sadece bir Türk’e işkence etmek miydi bilmiyorum. Ancak yaptığı her işkencede acaba kendi çektiği işkenceyi de anımsıyor mudur diye merak ediyorum. Bir insan işkence görenden yapana doğru nasıl geçer, yargılanan olmaktan cellat olmaya nasıl geçer merak ediyorum. Ve umarım senaristler Fadi’nin geçmişi konusuna daha fazla ışık tutarlar da bu soruların bazılarına bir cevap bulurum.
“Yaşamaya odaklan. Ancak böyle yaşayabilirsin bu dünyada. Geçecek. İşte bu kadar. Nasıl nefes almak güzel şey değil, mi? Küçük şeylerle mutlu olabilmek güzeldir. Küçük şeylerle mutlu olmaya kendini alıştırırsan asla büyüyemezsin” sözünü Hulki’ye yönelik söylediğinin farkındayım ama merak etmeden de edemiyorum. Acaba bu cümlelerden kaçı işkencesi sırasında kendi kulağına fısıldanmıştır? Görüntülerle takas edilme ihtimali olduğu için şimdilik değerli gördüğü Hulki’nin bu adamların elinde fazla hırpalanmasını istemedi. Keza Hulki’nin değerli olduğu konusunda haklıydı da. Hulki’yi geri alabilmek için aynı iletişim kanalını kullanarak Fadi ile iletişime geçti.
Fadi ile Başkan arasındaki bu iletişim trafiğinden ne kadar zevk aldığımı anlatabilecek bir sözcük olduğunu hiç sanmıyorum. Fadi’nin ciddi bir konuyu ağdalı ve sulandırılmış bir dille ifade etmesi, Başkan’ın rehine durumunu konuşmada ipleri eline alabilmek için Fadi’nin yüzüne telefonu kapatması izlemesi gerçekten zevkli bir oyundu. Bu rehine mevzusunu bilmem ama ilerde bu iki zihin arasında daha çok satranç maçı izlerim gibi geliyor. Onun gibi bir delinin yüzüne telefon kapatıp onu hizaya getirmek tam Başkan’ın yapacağı türden bir hareketti. Üstelik hakkındaki her şeyi bildiğini tek bir nefeste söyleyip ne kadar donanımlı olduğunu ve yaşına rağmen yaşayacak çok zamanı olmadığını söyleyip ne kadar iddialı olduğunu da ortaya koyuyordu. Aba altından sopa gösteriyordu.
Fadi’nin taleplerine nasıl bir cevap vereceklerini ve Hulki’yi kurtarma konusunda nasıl bir yol izleyeceklerini tartışmak için Başkan’ın odasında toplandılar. Başkan Serdar, Zehra ve Uzay ile izlenecek en doğru yolun ne olduğunu istişare ederken Hakkı içeriye girdi. Ve Gülcan’ın Hulki’ye ait cep telefonu sinyalinden bir adres tespit ettiğini söyledi. Bunun acemi işi bir hata olacağını düşünüp bu adrese gitmenin bir tuzak olabileceği konusunda hemfikir olsalar da arkalarında bir ipucu bırakma ihtimallerine karşı Almanya’daki Adem’i buraya operasyon yapmaya gönderdiler. Ancak Âdem tek bulabildiği; görevini yerine getirme konusunda başarısız olmuş bir adamın kellesi, kupa asını gösteren bir iskambil kâğıdı ve Fadi’yi hafife aldıklarını söyleyen bir kâğıt parçasıydı.
Hulki’nin pazarlık malzemesi olarak rehin alınması ekibin epey zorlanmasına neden oldu. Arkadaşlarını bir an önce Fadi’nin elinde kurtarmak istemelerine rağmen Berlin’de kaydedilmiş görüntülerin yayınlanmaması yapılan bombalı saldırının suçunun Türklere atılmasına ve Almanya parlamentosunun toplantıda bu ülkeye yönelik silah ambargosunu kabul etmesine neden olabilirdi. Türklerin adının basında terörist olarak geçmesi de ülkenin onuruna zarar verecekti. Üstelik Fadi’nin talebine boyun eğdikleri taktirde Hulki’yi geri almalarının da bir garantisi yoktu. Hatta bir işe yaramayacağı için öldürüleceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Plan yapmak gerekiyordu.
Yıllardır Türkleri Araplar ile bir tutup Müslüman bir millet olmamızdan dolayı bütün Avrupa ve Amerika’da adımızı teröriste çıkardılar. Sanki Müslümanlar teröristlermiş gibi İslamofobiyi bütün dünyaya yaymaya çalıştılar. Bu taktikle en sonunda kendi milletimizi bile dinimizden soğutmayı başardılar. Halbuki dini bütün hiçbir Müslüman bir canlıya zarar vermez, çünkü öldürmenin bir günah olduğunu bilir. Onlar olsa olsa yoldan çıkmış sapkınlardır.
Tam da bu noktada biricik analistimiz Uzay, Ceren’in evine yerleştirmiş oldukları kameraların aldığı görüntülerin birinde bir detaya takıldı. Onu anlamaya çalışırken videoyu Gürcan’a defalarca oynattırması ekibin geri kalanının da dikkatini çekti. Videonun sesini açtıklarında Ceren’in telefonda kiminle ne hakkında konuştuğu televizyonun yüksek sesinden dolayı anlaşılamıyordu. Ancak bu engel Uzay’ı konuşulanları öğrenme konusunda engellemeyi başaramamıştı. Uzay, videonun içeriğini dudak okuma yöntemiyle çözmüştü. Üstelik sorunlarının çözümü olan bulmacayı çözmüş olmanın heyecanından ne olup bittiğini diğerlerine açıklaması gerektiğini de unutmuştu.
Ekip üyelerinin dudak okumayı bilmedikleri için ekrana boş boş baktıkları sahne küçük komedi sahnelerinden biriydi. Söz dizisinde de bunun gibi küçük nüansların yaratıldığı sahneler olurdu. Ortamın fazla ciddi yapısını biraz olsun yumuşatırdı. Bu sahnede de böyle bir etki yaratılmaya çalışılmış ve bence başarılı da olunmuş. Uzay açıklamaya başladığında Ceren’in telefonda konuştuğu kişinin Layel olduğu ve yakın zamanda buluştuklarından söz etmelerine bakılacak olursa da Ankara’da olduğu sonucu çıkıyordu. Bu durumda da Hulki’yi kurtarmanın yolu Fadi’nin sevgilisi Layel’i bulmaktan geçiyordu. Onu buldukları taktirde Layel’e karşılık Hulki’yi istemek için pazarlığa oturabileceklerdi. Ancak bütün bunları yapabilmeleri için Serdar’ın o telefona ulaşması gerekliydi.
Cesur İnsanlar Canı İçin Yalvarmaz
Fadi her ne kadar “cesur adamların zekâsı kıt olur” dese de Hulki’nin cesaretinden etkilenmiş gibi görünüyordu. Kötü adamların sorunu da budur belki de. Çevrelerini ahlaki değerlerden ve herhangi bir etik prensipten yoksun insanlarla çevirdiklerinden öldürmek için değil; yaşatmak için ölmeyi göze alacak cesur insanlar bulmakta zorluk çekiyorlar. O yüzden de Hulki her ne kadar düşman olsa da Fadi için güneşe çıplak gözle bakmak gibiydi.
Fadi’nin “madem öleceksin bari öbür tarafa giderken dik dur” deyişi üzerine biraz düşündüm. Bunu diyeceğim hiç düşünmezdim ama Fadi haklı. Madem öleceğim o halde onurumla ölmek isterdim. Şu dünyadan göçerken bir hiç uğruna değil de en azından bir amaç uğruna ölmenin gururunu yaşardım. Belki bir Türk kanı taşımanın haklı gururu belki de vatan sevgisi bilinmez ama vatan için ölmekten daha güzel bir amaç olamaz bence.
Hulki’nin dövülmesinin dışında yaygın bir işkence yöntemi olan “su işkencesine” maruz kalması hakkında pek fazla konuşmak istemiyorum. Mete Başkan daha ilk bölümde bir ajanın başına gelebilecek en kötü şeyin, görev esnasında öldürülmek değil; düşman hattında yakalanmak olduğunu söylemişti. Haklıydı da. Ne yazık ki işkence bu mesleği seçenlerin her an karşılaşma ihtimalinin olduğu bir gerçek. Bir insanın onuruyla öldüğünü görmeye katlanabilirim ama onurunu kaybettirerek süründürülmesini seyretmek soğukkanlılıkla üzerinde konuşabileceğim bir konu değil. Fadi’nin kendi deneyimlerinden yola çıkarak işkencenin etkisinden bahsederken Hulki’ye “onurunu” almak istemediğini söylemesi, beni Fadi’nin motivasyonu hakkında daha fazla düşünmeye yöneltti.
Fadi işkence yoluyla belli ki onurunu kaybetmiş ya da onurunun ondan alındığını hissetmiş. İnsan bir şeye çok fazla maruz kaldığında artık o şeye karşı duyarsızlaşmaya başlıyor. Uzun süre karanlığa bakarsan bir gün gelir karanlıkta sana bakmaya başlar sanırım. Hulki’nin işkencesi sırasında babasının da hastane odasında nefes almakta zorlandığı sahne “sadece anneler değil; babalar da evlatlarının acı çektiğini hisseder” demek için miydi yoksa korkunç bir sahneyi duysal efektle kapatmak için miydi bilmiyorum. Ama sahne duygusal olmakla birlikte bana kopuk bir sahne gibi geldi. Baba oğlun arafta buluşması bu tür şeylere inanmadığım için bana saçma geldi.
Serdar Layel’in yerini öğrenebilmek için elinde bir özür çiçeğiyle Ceren’in gönlünü almak adına kapısına dayandı. Bu erkeklere bir çiçekle bütün kabahatlerini unutturtabileceğini düşündürten nedir bilmiyorum ama Ceren’in görevi gereği de olsa bir çiçeğe kanmamış olmasına sevindim. Serdar ajan sevgilisini tespit etmek olduğunda çok başarılı olmasa da flört ve iltifat etme konusunda gayet başarılı olduğu düşünülürse, bir aferini de hak etti.
Serdar ilişkileri konusunda Ceren’in kafasını kurcalayan şüpheleri tamamen ortadan kaldırmadan görevini yerine getiremeyeceğini anladığından kendini savunma konusunda daha fazla ısrarcı olmadan Ceren’in içindeki zehri boşaltmasını bekledi. Ne de olsa hedefine giden yolda gerekli şartları sağlayabilmesi için önce ilişkilerini rayına oturtması yani neden sorun yaşadıklarına dair bir tanı koyması gerekiyordu. Ceren kimliğinin açığa çıktığından mı şüphelendi yoksa ilişkinin gerçekçi görünmesi için mi oynuyordu hiç bilmiyorum. Ama ilişkileri hakkında dile getirdiği bütün o endişeler ve Serdar’ın yokluğuna dair sitemler neredeyse gerçek bir ilişkiye yakın söylemlerdi.
“İnsan güvenmediği biriyle nasıl bir gelecek hayal eder ki” diyen tarafın bu ilişkideki hain olması ne kadar manidar bir iki yüzlülük. Kız gerçekten güzel oynuyor. Kendi ihanet ediyor ama her zaman açık olduğundan dem vuruyor… Serdar da söz konusu duyguları ve ihanet olduğunda kendine fazlasıyla hâkim olabilen biri değil. Bakışlarından Ceren’in yalan söyleyen o boğazını sıkmak isteğini anlayabiliyorum. Ancak kendini hızlı bir şekilde toparlayıp hissetmediği şeyleri bile samimi bir dille ifade etme yeteneği ve yakışıklı olmanın sağladığı her türlü avantajı kullanarak durumu lehine çevirmeyi başardı. O gülüşü, bakışı ve samimiyet hissini sağlayan dokunuşları…
Serdar barışmalarının hemen ardından esprili bir dille kızın kendisine arkasını dönmesini sağlayacak bir dikkat dağıtıcı bulduktan sonra bu durumu fırsat bilerek masanın üzerindeki telefonunu karıştırmaya başladı. Ancak dikkat dağıtıcı Ceren konusunda Serdar’a gerekli zamanı kazandırmadığı için telefonunu karıştırırken yakalandı. Ceren onu kendine güvenmemekle onu aldatmış olabileceğinden şüphelendiğiyle itham edince Serdar, görevini yerine getirmiş olmanın verdiği rahatlıkla sonunu hiç düşünmeden kendine güvenmediğini söyleyip evi terk etti.
Serdar pazarlık kozlarının yerini öğrenebilmek için ajan sevgilisinin telefonunu kurcalarken Gürcan ve Uzay da 7/24 takibe rağmen onları nasıl atlatıp Layel’e buluştuğunu çözmenin ve bu sayede Layel’in olduğu yeri açığa çıkarmanın peşindeydiler. Takip eden ekibin geçen haftaya dair tuttukları bütün notlar ve fotoğrafların arasından hakikate giden yolu bulmak için kafa patlatıyorlardı. Uzay’ın analiz konusundaki bu inanılmaz yeteneği Zehra’nın kadınlar konusundaki deneyimleri bir araya toplanınca alış-verişte iki buçuk saat geçirmesine rağmen eve tek bir poşetle dönmesinden şüphelenerek alış-veriş merkezinin dışından alınan kamera görüntülerini incelediler.
Gürcan’ın eriştiği markete ait güvenlik kameraları ve alış-veriş merkezi dışındaki görüntülerin taranmasıyla kızın otopark çıkışında hiç tanımadığı adamlar tarafından kaçırılarak siyah bir minibüse bindirildiğini görmüş oldular.
Market dışında on iki farklı kamerayla çekilmiş iki buçuk saatlik görüntülerin taranması erkeklerin aklına kalsaydı çok daha uzun sürerdi. Neyse ki yanlarında bu süreci eleme yöntemiyle azaltmalarını sağlayan Zehra vardı. Bindirildiği minibüsün sahte plakasını trafik kameralarından takip ederek Layel’in kaldığı evi bulmayı başardılar. Eee tabi bunda Zehra’nın pratik zekasının da büyük bir katkısı vardı. Haber Başkan’a ulaştığında da baskın için gerekli hazırlıkların yapılmasının düğmesine basılmış olundu. Ekip hemen pazarlık kozları Layel’in peşine düştü.
Layel gerçek SİHA protokollerinin hala kendilerinde olduğu düşüncesiyle (insan aldığı protokollerin doğruluğunu onaylamaya çalışmaz mı hiç!!!) terörist grupların ele başlarıyla kaldığı evin gizli bir odasında toplantı yapıyordu. Layel onlarla bir araya gelerek Fadi’nin planlarının bir sonraki adımı olan SİHA protokollerini paylaşıyordu. Bunu yapmasının nedeni; protokolleri paylaşarak dağlarda saklanmak zorunda kalan teröristlerin yeniden şehirlere inmelerini sağlamaktı. O bir toplantı düzenleyedursun, ekip evin etrafını sarmıştı bile. Hakkı ve Pınar’ın dışardan destek verdiği operasyonda Zehra ve Serdar ise içerden Layel’i canlı olarak çıkarma görevini üstlenmişlerdi.
Yol tarifi isteme bahanesiyle öndeki adamları oyalamayı başaran Hakkı’nın yardımlarıyla içeriye girmeyi başaran Zehra ve Serdar hızlıca Layel’e ulaşmak için evin içinde dolanmaya başladılar. Kabul edin Zehra ve Serdar çok iyi bir ikili olmadılar mı? İlk bölümdeki halleri ve Zehra’nın şüpheleriyle bu kıvama gelmeleri için daha çok zaman geçmesi gerektiğini düşünüyordum ama yanılmışım. Birbirlerinin arkasını kollayan iyi partnerler oldular. Zehra onun hayatını Berlin’de nasıl kurtardıysa borçlu kalmayı sevmeyen Serdar da onunkini Leyal’in evinde kurtardı. Ancak çatışma olmadan operasyon da bir yere kadardı. Eninde sonunda evin bahçesinde bir çatışma kaçınılmaz hale geldi. Öyle olunca da silah seslerini duyan Layel ve terörist ele başları ekibin hesaba katmamış olduğu gizli geçitten kaçmayı başardılar. Serdar ve Zehra gizli odaya geldiklerinde ise Layel çoktan kaçmayı başarmıştı.
Kapı tokmağında saniyelik de olsa buluşan eller, odaya girer girmez gizli bir geçit olduğunu anlayan Zehra’nın parmak işaretinden ne demek istediğini anlayan ve onu korumak için silahını hazırda tutan bir Serdar. #ZahSer
Pazarlık kozları Layel’in kaçış arabasını tespit edip yerini bulma görevi yeniden Uzay ve Gürcan’a düştü. Neyse ki Gürcan ekibe katılması konusunda babasının tüm itirazlarına rağmen işinde çok iyi de Layel’in arabasını ve gitmekte olduğu güzergâhı çok hızlı bir şekilde bulmayı başardı. Ancak Layel’in entrikaları da son bulmuyordu. Türk istihbaratının peşine düştüğünü anlayan Layel, soluğu önce Fadi’yi durumu hakkında bilgilendirmekte aldı. Daha sonra da İstihbaratın onu takip edemeyeceğini ve ona asla dokunamayacağını bildiği tek yer olan Büyük Elçilik binasına sığındı. Türk yasalarından kaçmaya çalışan her yabancının soluğu Elçilikte alması hiç hoş değil.
Bu hamleden sonra Türk Cumhuriyeti’nin elinde tek bir seçenek kalmıştı. O da ülkemizin mühendislerine yapılan hain saldırının ve SİHA güvenlik protokollerinin çalınmasının finansörü olan Fadi ile yakın bir bağı olduğu bilinen Layel’in Büyük Elçilik binasına gidilerek ülkeye iadesini istemekti. Ancak Elçilik binasında çalışan diplomatlar bir teröristi anlaşmalara uygun bir şekilde iade etmek yerine önce aranılan şahsın bu binada olmadığını daha sonra ise gösterilen kanıtların yetersiz olduğunu söyleyerek Mete Başkan’ın diplomatik ricasını geri çevirdiler.
Devletimiz onlara bu topraklarda yaşayan vatandaşları için imtiyaz tanırken onların bu diplomatik dokunulmazlığı topraklarımızda her türlü politik suçu işleyen teröristleri yargılanmaktan kurtarmak için aleyhimize kullanmaları ne kadar acı, değil mi? Dünya’nın çivisi çıkmış, herkes birbirinin diplomatik açıklarından faydalanmanın peşinde. Söz konusu suçlu iadesi olduğunda kimse antlaşmalara uymuyor ama ne hikmetse diplomatik dokunulmazlık deyince herkesin aklına hukuk geliyor. Bu durum benim gibi başkalarını da rahatsız ediyor mu merak ediyorum.
Türk İstihbaratı’nın Layel’in peşine düşmelerine çok sinirlenen Fadi, onun Ankara’da olduğuna dair istihbarata nasıl ulaştıkları konusunda adamını sorgulamaya başladı. Almış olduğu güvenlik tedbirleri konusunda beceriksiz oluşunu eleştirdikten sonra mekâna dair bilgiye kimlerin erişimi olduğu konusunda ufak bir araştırma yaptı. Çıkan sonuç, terörist ele başları dışında mekânı bilmese de Layel’in Ankara’da olduğunu bilen tek kişinin Ceren olduğu gerçeğiydi. Son zamanlarda kendisiyle kurulan her irtibatın sonucunun Türk İstihbaratı ile burun buruna gelme olduğuna kanaat getiren Fadi, deşifre ya da hain olma ihtimaline karşı Ceren’in ölüm fermanını verdi.
Ceren artık bir hedef haline gelmişti ve her an öldürülme ihtimali söz konusuydu. Bu duyum üzerine karargâhta Ceren’i gözetleyen ekibimiz tüm dikkatlerini yeniden Ceren’in evindeki gizli güvenlik kamerası görüntülerine çevirdiler. Eğer bölümün en sevdiğim sahnelerinden birinin bu olduğunu söylersem kimse lütfen beni garipsemesin. Ezgi’nin düşman ajanı Ceren performansına her hafta daha fazla hayran oluyorum. Ama hiçbir performansı peşindeki kiralık katili hakladığı sahnenin eline su dökemez. Ne yalan söyleyeyim kendinden korksam mı yoksa bu kadar belalı bir kadın karaktere hayat verdiği için ayakta mı alkışlasam bilemedim.
İçeriye elini kolunu sallayarak kapıdan giren kiralık katilin varlığını fark eden Ceren, yansıması bardağa düşene kadar bekledikten sonra çayını adamın suratına fırlattı. Adamın can havliyle bağırmasını fırsat bilince de kafasını defalarca tezgâha vurup elindeki bıçağı önce tezgâha dayadığı boynuna sapladı. Daha sonra ise yere düşen adamın üstüne çıkıp defalarca bıçakladı. O sahnelerde kendimi gülmekten alıkoyamadım. Evet farkındayım, bu sahne kendini öldürmeye gelen kiralık katili öldürdüğü dehşet dolu bir sahneydi. Ziya ekip de korku filmi izler gibi dehşet dolu bakan gözlerle görüntüyü izleyip sonra da dönüp Serdar’a bakıyorlardı. Ki o da gördüklerine inanma konusunda epey bir zorluk yaşıyordu. Ancak sahne benim için elimde olmadan bazı komik detaylarla örülüydü.
– Hangi kiralık katili güpegündüz bir eve gizlice girmeye çalışır. Hadi girdi diyelim, ön kapıdan girmek nedir? Oldu olacak zile bassaydı keşke. Hemen arkasında duran kapıdan içeriye giren biri olduğunu sezmeyeceğini sanacak kadar salakmış. Tüm bu detayları geçtim de adam öldürtmek istediğinde aklına gelen ilk katilin cinayet aletinin bildiğin kasap bıçağı olması çok ilginç. Şair burada “Bize ihanet ettin. Bizi arkamızdan bıçakladın” demeye mi çalışıyor acaba diye merak ettim. Yoksa ilk tercihleri neden yakın mesafe kasap bıçağı olsun.
– Ceren’in elindeki o ufacık bıçakla açmış olduğu büyük tahribat bir yana bizim bunu eve kurulan gizli güvenlik kamerası görüntülerinden izlememizin getirdiği olaydan soyutlanma durumu, ben de ister istemez bir bilgisayar oyunu hissi uyandırdı. Üstelik ekibin Ceren’in cinayetine verdiği tepki de tam bir komediydi. Bıçaklama sesini duyduğumuz halde kanlı bir görüntüye şahit olmamamız da cabası. Biz seslerle birlikte sadece ekibin yüzünde her bıçaklamayla beliren yeni bir yüz ifadesini, mimik değişimlerini ve kaşların hareketini gördük.
Zehra’nın “kaktüsü ölünce ağlayan kadın mı demiştin geçen gün” şeklindeki yorumu, Serdar’ın ben Ceren’i hiç tanıyamamışım bakışı, Gürcan’ın da “Bu kadının yanında uyumak da…” diyerek cümleyi nasıl tamamlayacağını bilememesi ve Uzay’ın analiz eden bakışlarla cümleyi “… zor iş” diyerek tamamlaması; hep bu sahnenin etkisini arttıran ve zihinlerde daha fazla yer edinmesine neden olan etkenlerdi. Serdar’ın fısıldar bir ses tonuyla silkelenip “Neyse” demesi ve başkana durumu nasıl açıklayacağını bilememesi de eğlenceyi kısa bir süreliğine de olsa sürdürdü. Üstelik adamı öldürdüğü de yetmezmiş gibi tüm delilerden kurtulmak için de hiç vakit kaybetmemişti.
Serdar’ın göz ucuyla bile olsa Ceren’in adamın cesedinden kurtulma yöntemini seyredememesi ama Uzay’ın pür dikkat izlerken Gürcan’ın da korku filmi izler gibi adamı kesip bavula yerleştirdiğini seyretmesine, ne demeli?
Başkan Diplomatik dokunulmazlığın olduğu binadan hatta arabadan Layel’i almanın imkânsız olduğunu söylediği anda Zehra aklına gelen bir fikri onunla paylaşmaya karar verdi. Elçiliğin çıkabilecek herhangi bir diplomatik krizden duyduğu endişe ve Layel’in yakalanma korkusu dolayısıyla elini çabuk tutması gerektiğini anlayan Fadi, binadan çıktığı taktirde sevgilisinin peşine düşmelerini engellemek amacıyla bir kez daha görüntülü bir mesajla Hulki’nin canını pazarlık malzemesi haline getirdi. Kadının peşine düştükleri taktirde arkadaşlarını öldüreceğini açık bir dille belirtti. Ve Layel’in peşine düşmelerinin doğuracağı korkunç sonuçlar hakkında düşmelerini istedi.
Fadi’nin pek değerli Layel’ini Türkiye Cumhuriyeti’nden çıkarma planına dönecek olursak eğer, plan gayet basitti. Büyük Elçilik binasına veyahut elçiliğe ait bir arabaya ülkeler arası bir diplomatik kriz çıkmasını istemedikleri için saldırmayı göze alamayacaklarını bilen Fadi, en zayıf saldırı noktasının diplomatik araçtan inip uçağa bineceği an olduğunun farkındaydı. Bunun için aldığı önlem ekibi Hulki’nin canıyla tehdit etmek dışında tehdidi minimum seviyeye düşürecek biçimde Layel’in yerine bir benzerini geçirme planıydı. Bu plana göre Layel’e benzeyen bir kadın çarşaflı bir şekilde Elçilik binasına girecekti. Daha sonra ise Layel bu kadınla kıyafetleri değiştirecekti. O kadın Layel’in kıyafetleriyle Elçilik binasından ayrılıp Türk İstihbaratını peşine takarken Layel üstündeki çarşafla ve peşinde herhangi bir istihbaratçı olmadan hem binayı hem de ülkeyi rahatça terk edebilecekti.
Aldığı önlemler zekiceydi, yaptığı planlar da neredeyse tutmuş gibiydi eğer Türk İstihbaratını aptal sanmasaydı. Düşmanlarımızın en büyük zaafı kendilerini üstün görmeleri mi yoksa bizi küçümsemeleri mi bilemedim. Ama emin olduğum bir şey varsa ikinci bölümde Zehra’nın tartışmalara neden olan cümlesi şimdi daha da fazla anlam kazanıyordu. Belki de Teşkilat’ın en büyük başarısı diğer ülkelerin bizi küçümsemesidir. İşimizi kolaylaştırıyorlar.
Her şey Fadi’nin planlandığı gibi oldu. Layel üzerinde çarşafla Elçiliğe ait bir araç eşliğinde başka bir ülkeye ait jete binmek için yola çıktı. Üstelik peşinde Türk İstihbaratı da yoktu ya da en azından yok gibi görünüyordu.
Arabayla varış noktasına doğru giderken sokaklardan birinde karşılarına küme halinde toplanmış bir grup insan çıktı. Bu insanlar görünüşte sadece Türkiye maçına gitmeye hazırlanan bir grup taraftar gibi görünüyordular. Ama aslında bundan çok daha fazlasıydılar. Onların işi, logar kapağını açıp arabanın motoruna müdahale eden ajana zaman kazandıracak olan dikkat dağınıklığını sağlamaktı. Öyle de oldu. Futbol aşığı gibi görünen o kadar insan ellerinde bayraklar dillerinde “Türkiye” tezahüratlarıyla arabanın etrafını sardılar. Motora yapılan müdahale sona erdiğinde geriye sadece artık hiçbir yere gitmesi mümkün olmayan bir araç kalmıştı. Tam da o anda Türk Devleti tarafından yakalanmadan bir an önce bu ülkeyi terk etme endişesi yerini korkuya bıraktı. Korku da Layel’e arabadan çıkmak gibi büyük bir hata yaptırdı. O artık Türk Devlet’i için açık bir hedefti…
Sokaklarda nereye gittiği bilmez bir şekilde korkuyla koşarken Hakkı da kesişim noktasında onu beklemekteydi. Sonrasında olanlar ise malum. Sokakta onu takip eden siyah minibüsle paralel bir konuma gelmesini bekledikten sonra Layel’in önünü kesti ve onu tanıdığımız ilk bölümdeki ikonik sahnelerden birini yeniden gerçekleştirdi. Onu kapısı açık siyah minibüsün içine itti. Ve Layel’i de alarak oradan uzaklaştı. Böylece ekibimiz tam Fadi Hulki’nin canına kastedecekken kendisine Layel’in telefonunu kullanarak bir mesaj iletme imkânı buldular. Görüntüde “restini görüyorum” diyen Başkan’ın sesiyle birlikte yakalandığı için ağlayan Layel’in eline tutuşturulan kâğıtta yazan “Türk İstihbaratını aptal yerine koyduğum için çok pişmanım” yazısını defalarca tekrar edişi vardı. Size daha önce de söyledim Mete Başkan ile Fadi arasında daha çok restleşmelere tanık olacağız. Bu daha ilki.
Serdar da Layel’i aldıkları operasyonun bir parçası olacaktı ancak son anda Zehra tarafından evini gözlemekte oldukları Ceren’in hal ve hareketlerinin her an kaçmak üzere olduğu sinyalini aldıklarını haber edince, kaçışını engellemek için bir şeyler yapma adına operasyondan ayrıldı. Ceren onlar için Fadi’nin planlarına ulaşmak için doğrudan bir kaynaktı. Bu yüzden de hem onu hem de Fadi’yi ellerinden kaçırma riskine giremezlerdi. Serdar’ın ne yapıp edip Ceren’i açığa çıkmadığı konusunda ikna etmesi gerekiyordu. Bunun için hızlı bir plan yapmalıydı.
Ancak kısa bir sürede yapmış olduğu plan ekibi dahil herkesi şaşırtmaya yetti. Ceren kapıyı açtığında karşısında elinde kırmızı güllerden bir buketle kapıda bekleyen Serdar’ı gördü. Uçağa yetişebilmek için Serdar’ı bir an önce başından savmaya çalıştı. Ancak Serdar umursamadı. Serdar önce güvenini kazanabilmek için Ceren’e bir MİT ajanı olduğunu itiraf etti. Sonra da kendisine almış olduğu yüzüğü göstererek evlenme teklif etti.
O adamı nasıl öldürdüğünü gördün.
Nasıl parçalayıp bir bavula tıktığını da.
Onun yanında uyuyabileceğine emin misin, Serdar?
Gördüğünüz gibi Türk olmak zor çünkü tüm dünya Türklere karşı ama Türk olmamak daha zor. Çünkü o zaman da Türklere karşı savaşmak zorundasınız. Neyse ki denklemin diğer ucunda tarihi zaferlerle dolu bir milletiz deyip yazımı tamamlıyorum. “Ne Mutlu Türküm Diyene” ve bize kardeş olmayı kafalarına koymuş olanlara…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.