Teşkilat sezon finaline dair ikinci yazı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat’ın sezon finali bölümü olan on dördüncü bölüm, içerik olarak ölmeden ölen “isimsiz kahramanlarımızın” amaçladıkları gibi Türk Cumhuriyeti’ne karşı işlemiş olduğu suçlardan ötürü ele geçirdikleri Fadi’yi sorgu odasına kapatmışken “Kale” saldırısı hakkında ihtiyaç duydukları istihbaratı alamadan onu ellerinden kaçırdıkları bölüm olması nedeniyle önemliydi. “Fadi’yi yakalayarak ve ona suçlarının bedelini ödetmek” toplandıkları ilk günden beri karargâh ekibinin üzerinde itinayla durdukları bir konu olduğundan Fadi’nin bölümün son sahnesinde Mete Başkan tarafından öldürülmesinin hem ekibe hem de bir sonraki sezonun konusunun yenilemesine ve mitolojisini derinleştirmesine yardımcı olacağını düşünüp bölüm adını Başkan’ın ona söylediği son sözlerden seçtim…
Fadi’nin karargâh ekibinin kendine eşlik eden kısmına kurduğu hain pusu ve MİT’in içinden gelen ihanet sonrası hem Fadi’nin ülkeden kaçabilmek için bir koz olarak kullandığı saldırı planı olan “Kaleye” çarpacak yolcu uçağını hem de bu süreçte MİT’in dikkatini dağıtıp yıpranmasını sağlamak için Şef’in planladığı bombalı metro saldırısını aynı anda durdurmaya çalışan ekibin operasyonlarını zamana karşı yapmak zorunda kaldıkları bir bölümdü.
On dördüncü bölüm operasyonların ağırlığının hissedildiği ve ekip arası ilişki dinamiklerinin en aza indirgendiği bölümlerden biriydi. Bu yüzden ben de operasyonlara odaklanmaya karar verdim ancak önceki yazılardan farklı olarak operasyonun Serdar, Başkan ve Fadi boyutu ile Şef, Ceren ve ekibin geri kalanı boyutunu ayrı olarak ele almaya karar verdim. Yazının bu kısmında ekibin Fadi’yi kaybettikten sonra dikkat dağınıklığı yaratmak için Şef tarafından orkestra edilmiş saldırıyı durdurmak için yaptıkları operasyonlara yer vereceğim.
Serdar bindiği uçakla birlikte rehin alınırken aynı zaman diliminde Fadi’yi avukatıyla görüşmeye götüren Zehra, Hakkı ve Pınar da koruma tarafından uğramış oldukları ihanet yüzünden kendilerini bir anda içinde buldukları pusuyla başa çıkmaya çalışıyorlardı. İçinde oldukları arabanın yoldan çıkıp kaza yapmasından faydalanan hain, Fadi’yi almak için gelen silahlı saldırganlarla birlik olup kaçmaya çalışırken kendini çok hızlı bir şekilde toparlayan Zehra’nın silahından çıkan kurşunların hiddetinden de kendini korumaya çalışıyordu. Elindeki dürbünlü silahıyla gelen tüm terörist unsurlara kafa tutan Zehra’yı ve onun keskin nişancılık becerilerini görünce kendine hayran kalmamak elde değildi. Bunu her bölümde belirtiyorum belki ama Deniz Baysal, Zehra gibi “Amazon kadınlarını” oynamak için doğmuş bir oyuncu. Ve her seferinde bu rolde ne kadar başarılı olduğunun resitalini veriyor.
Söz dizisinde oynadığı gözü kara Vatansever Savcı Derya karakterinden sonra yeniden aynı yapım şirketine ait bir dizide bu defa bir İstihbarat ajanını oynayarak aslında güçlü kadın rollerinin vazgeçilmez oyuncusu olduğunu onu izleyen herkese kanıtlamayı başarıyor. İlk bölümden son bölüme kadar Zehra olduğuna beni sonuna kadar inandıran Deniz Baysal’ın karakteri oynarken ki minimal, doğal ve organik hali hızlıca bir arabaya bindirilen Fadi ve yandaşlarının arkasından ateşlemeye devam ettiği silah sahnesinde de kendini açıkça ortaya koyuyordu.
Zehra tek başına Fadi’yi almak için kendilerine pusu kuran adamlarla çarpışırken kazadan sonra kendini zar zor toparlayan Hakkı da bir yandan ayağı arabada sıkışmış olan Pınar’ı kurtarmaya diğer bir yandan da karargahtaki ekibi Fadi’nin planları konusunda bilgilendirmeye çalışıyordu. Fadi’nin kaçmasına geçit vermemek için defalarca Hakkı’ya kendisini bırakması için ricada bulunan Pınar’a inat Hakkı’nın onu bırakmamak için verdiği mücadele göz yaşartır cinsteydi. Bu sahne adeta “Biz asla arkamızda adam bırakmayız” diyen asker filmlerine benzer bir tema etrafında şekillenmişti. Tabi ki gerçek bir savaşçı asla takım arkadaşını arkada bırakmazdı lakin onun bu seçimi dolayısıyla Fadi kadar büyük bir teröristin kaçması da göze alınır cinsten bir risk değildi. Doğru onu tekrar yakalarlardı ama onlar bunu yapana kadar kim bilir kaç masum da canından olurdu. Bir düşünmek lazım…
Ancak Fadi’nin kaçması ne kadar büyük bir risk olsa da kaza yapan araçlarının yanarak havaya uçtuğu sahneyi düşününce eğer Hakkı onu bırakmasını söylediğinde Pınar’ın sözünü dinleseydi şimdi Pınar ölmüş olacaktı. Ve daha da kötüsü gözlerinin önünde yanarak ölmüş olacaktı ki -onlar her ne kadar bu vatan için defalarca canlarını vermeye razı olsalar da- hiçbiri için böyle bir ölümü istemem. Aramızda kalsın boğularak ölmekten sonra en çok korktuğum ölüm şeklidir yanarak ölmek. Ancak Pınar’ın yaralı olduğunu duyunca “umutsuz aşığımız” Gürcan’ın daha büyük bir tepki vermesini ya da en azından bir tepki vermesini beklerdim. Birazcık hayal kırıklığına uğradım. Üstelik Hakkı’nın yaptığı bilgilendirme sayesinde Serdar’ın bindiği Berlin uçağının teröristler tarafından “Kaleye” çarptırılmasının planlandığını öğrenen Gürcan’ın “Serdar” için verdiği tepki bile daha büyüktü.
Diğerleri gibi bir İstihbarat ajanı olarak yetiştirilmediği ve bu işin eğitimini almadığı için soğukkanlılığını korumak konusunda ekip arkadaşları kadar iyi olmadığını bildiğim Gürcan, bugüne kadar gerçek dünyadan ziyade daha çok sanal bir dünyada takıldığı ve bu dünyanın acımasızlığıyla yeni yeni tanışıyor olduğu için masum insanların öldürülmesi gibi bir acımasızlığı aklı hayalinin almamasını çok iyi anlayabiliyorum. İnsanları bu hain oyunlarının birer piyonu haline getirmeleri ne kadar acımasızca. Eskiden savaşlar meydanlarda yapılırdı. Bu sayede masum insanların burnu bile kanamazdı ama ne zaman ki teknoloji gelişti -hele de atom bombası bulundu- bu savaşlara masum insanların kanı sürülmeye başlandı. Düşmanın ve düşmanlıkların hiçbir prensibi kalmadı. Yazık!
Deniz Baysal’ın karakterini canlandırırken verdiği performans her ne kadar beni çok derinden etkilemiş olsa da bu sahnenin en güzel karesi, kaza yapan araç patladıktan sonra kulaklarının çınlaması geçer geçmez ve ne olup bittiğini idrak eder etmez aklına son baktığında araçta olan Hakkı ve Pınar’ın başına kötü bir şey gelmiş olması ihtimaliydi. Silahının desteğiyle ayağa kalkıp Pınar ve Hakkı’ya seslenirken çaresiz küçük bir çocuk kadar boynu büküktü. Hakkı ve Pınar’a kötü bir şey olmuş olma ihtimaliyle sesi ve bütün vücudu titriyordu. Bir anda arkasında belirmeleri önce korkmasına sonra da büyük bir sevinç patlaması yaşamasına neden oldu. Onları görür görmez yüzünde beliren ifade ve hemen çocuk gibi onlara sarılma ihtiyacı duyması kendi adına konuşuyor aslında. Onun için ne söylesem aralarında yaşanan o anı anlatmak için yetersiz olur diye düşünüyorum.
Fadi’nin karargâh ekibinin ellinden kaçar kaçmaz yaptığı ilk şey, bu ülkeden çıkışını planlaması için Şef’i aramak oldu. Fadi’nin bu ülkeden kolluk kuvvetlerine veyahut Türk İstihbaratına yakalanmadan sorunsuz bir şekilde ayrılabilmesi için “Kaleye” yolcu uçağıyla yapılacak olan terör saldırısının yeterli olmadığını düşünen Şef, MİT’in dikkatini dağıtmak en azından kaynaklarını bölmek için başka bir saldırı daha düzenlenmesi gerektiğine kanaat getirdi. Ve önceden temellerini atmış olduğu saldırının hazırlıklarına başlaması için Ceren’i görevlendirdi.
Şef’in Ceren’in kendisine asla ihanet etmeyeceğine dair bu sonsuz özgüvenin ya da sarsılmaz inancının altında Ceren’i çocukluğundan beri kendi yetiştirmiş olmasının neden olduğu bir “kör noktanın” yattığını düşünüyorum. Bu “kör nokta” sevgiden ziyade emek verip şekillendirdiği zihinlerin Tanrısı olduğuna dair bir inanışa sahip olması etrafında şekilleniyor. Ama öncesinde Mervan’la restoranda “sadakat” üzerine yapmış olduğu kısa konuşmadan çok etkilenmiş olacak ki Ceren evden çıkar çıkmaz evine girmesi için bir adamını ayarladı.
Şef’in idare etmesi gereken tek kriz de üstelik Ceren değildi. Fadi’yi ülke dışına çıkarma vakti geldiğinde Fadi’nin ağzından Türk İstihbaratı ajanı Serdar’ın da “Kaleye” çarpması planlanan yolcu uçağında olduğunu öğrendi. Ve Serdar’ın da rehin alınan o uçakta olduğu öğrendikten sonra kendisini onun hakkında uyaran Fadi’ye Serdar için “Uçağın içinden bir yereye kaçamaz” yorumunu yapmasına o kadar sinirlendim ki eğer Ceren yapmasaydı onu ben öldürmek isterdim. Ankara’da olduğu müddetçe görev gereği Türk İstihbaratıyla devamlı karşı karşıya geldi ama bir Teşkilat ajanının asla kaçmayacağını ve kaçmaya ihtiyaç duymayacağını öğrenemedi. Bir aslanı kafese kapatırsan ne olur ya da bir kurdu dar bir alana kapatmaya kalkarsan eninde sonunda olacak olan nedir? Eninde sonunda aslan kafesine kurt odaya sığmaz olur. Türklerin doğasını öğrenemediler gitti.
Mervan’ın gelişiyle asli görevi değişen Ceren, Şef’in talimatları doğrultusunda MİT’in dikkatini dağıtabilmek adına düzenlenecek terör saldırısı için gerekli patlayıcı ve mühimmat alış-verişini gerçekleştirmek için verilen adrese doğru yola çıktığında hem karargâh ekibi tarafından takip edildiğini hem de başını kaşıtacak kadar bile dinlenme fırsatı bulamadan aynı anda birçok şeyi idare etmesi gerekeceğini yani kısacası epey olaylı bir gün yaşayacağını hiç bilmiyordu. Ama uzun süredir oynamakta olduğu bir oyunu eline yüzüne bulaştırmak üzereydi. Zira Zehra’nın kimliğini tespit etmek için Yağmur ile iletişim kurduğunda kendisini çok büyük bir riskin içine soktuğunun farkında bile değildi. Ancak o sırada görevin aciliyetinden dolayı almış olduğu bu risk, ifşa olmasına neden olmuştu.
Ekibin onu toptancıya kadar takip etmesinde bütün krediyi, şifre çözme konusunda artık bir marka haline gelen Uzay’a vermek istiyorum. Sezon finali bölümünde kendisi her zaman alışık olduğumuzdan da fazla mesai yaptı.
İçlerine kadar sızan hainlerden yakınırken Uzay’dan gelen bir istihbaratla Ceren’in peşine düşen Zehra, Hakkı, Pınar ve Hulki soluğu Gürcan’ın yönlendirmeleri sayesinde Ceren’in görüşmeye gittiğini öğrendikleri toptancının olduğu sebze halinde aldılar. Bu arada patlayıcıyı ve mühimmatı sebze halinde çalışan bir adamdan alıyor olmak hangi kafayla yazılmış bir senaryodur çok merak ettim. Senarist grubu bu yaratıcı fikirleri nereden bulmuşlar ben gerçekten merak ediyorum. Terörist bir örgütlenmeyi “restoran” kisvesi altında saklamak, toptancıdan mühimmat almak, pizza kutusunda mesajlar yollamak, kuryeleri kullanmak, ayakkabı kutularından çıkan zehirler…
Sebze haline kadar Ceren’i takip eden ekip bugün gerçekleştirilmesi planlanan terör saldırısı hakkında herhangi bir şey öğrenebilmek ya da en azından saldırıya mühimmat ve patlayıcı sağlama konusundaki bağlantısının kim olduğunu görebilmek için peşine Teşkilat’ın takip uzmanı Hakkı’yı taktılar. Ki Hakkı kendine “uzman” denilmesini sonuna kadar hak eden biri. Kimsenin dikkatini çekmeden her türlü ortama uyum sağlayabiliyor. Duvardaki sinek olmak deyişini hiç duymuş musunuz bilmiyorum ama Hakkı kesinlikle duvardaki sinek olmayı başarabilen adam. Ceren’in de bu işi paravan olarak kullandığı belli olan sebze-meyve toptancısında bile kendilerini dinleyen birileri olabilir diye şifreli konuşması da nasıl bir meslek ahlakıdır ağzım açık bir şekilde izliyorum. Katiyen kendini açık etmiyor. Onu duyan da gerçekten bu dükkâna domates almaya geldi sanır. Adanmışlık ve tecrübe bu olsa gerek.
Ceren saldırı gerçekleşmeden önce saldırının tam olarak ne zaman yapılacağından an be an haberdar olabilmek için telefon numarasının hiç tanımadığı birtakım şahıslara verilmesini göze alırken onu takip eden Zehra, Hakkı, Pınar ve Hulki dörtlüsü de kendi aralarında iş bölümü yapmakla meşguldüler. Bu iş bölümü sonucunda Ceren’i takip etmek Hakkı ve Pınar’ın payına düşerken sebze halinde kalıp adamdan istihbarat öğrenmek de Zehra ve Hulki’ye kalmıştı. Ne diyelim hayaller #Zehser gerçeklerimiz Hulki ve Zehra. Ama hakkını da yemeyelim eğer bir yerlerde bir adama çökülecekse bunu en iyi nam-ı değer Osmanlı tokatlarıyla meşhur olan Hulki yapar.
Annesinin havalimanındaki görüntülerini gördükten sonra psikolojisi alt üst olan Yağmur’un evine yapmış olduğu sürpriz ziyaret sonrası Yağmur’u resim kursunda rahatsız etmiş bir kadının varlığını öğrenen ve Kemal tarafından sert bir dille kovulan Ebru, derin kış uykusundan uyanmak üzereydi. Her geçen gün ufak tefek ipuçlarının peşinde koşan Ebru’yu gördükçe Uzay’ın onu neden sevdiğini çok daha iyi anlamaya başlıyorum. Çünkü temelde ikisi de aynı insan. Meraklı, detaycı, analiz yeteneği yüksek ve gözlerini karartılar mı istediğini elde edene dek katiyen durmayan inatçı ama zeki. Uzay belli ki onun en çok zekasını ve gerçeğin peşinde koşma becerisini sevmiş.
Kemal kızı ona kendini resim atölyesinde rahatsız eden biri varken o kişinin kim olabileceğini bulma yolunu keşfeden Ebru oldu. Bunun için de öğrenmesi gereken tek şey, resim atölyesinin adı ve adresiydi. Atölyeye gidip Yağmur’un teyzesi olduğunu söyleyerek görüntülere ulaşmanın bir yolunu buldu. Eğer o kadar zekiyse Ceren onu nasıl kandırdı diye soranlar olacaktır elbette. Ebru gerçekten zeki bir kadın. Görüntüleri görür görmez yeni arkadaşının aslında her adımı planlı bir sahtekâr olduğunu ve uçak kazasındakilerin ailelerinin peşinde olduğunu anladı. Ama Ebru’nun da her insan gibi bir zaafı var: Uzay’a duyduğu aşk. Söz konusu aşk olduğunda her insanın gözü en az bir kere kör olmuştur. Ebru’nun zaafı da yokluğuna bir türlü alışamadığı eşinin gizemli ölümünün arkasındaki sır perdesini aralamak. Tam da bu yüzden Ceren’in onun için hazırladığı hain tuzağa düştü.
Sizi bilmem ama benim ikinci sezonda en çok görmek istediğim şeylerden biri Ebru-Uzay çifti. Çünkü söz konusu “Ebru” olduğunda mantığını ve analiz yeteneğini bir kenara bırakarak tehlikeye koşan Uzay ile kendisine eşinin öldüğü söylenmiş olduğu halde hala ölümünü araştıran hatta ölmediğini içgüdüsel olarak hissedebilen Ebru’nun aşkı -yan yana gelmedikleri bir sezonda bile- kendini izlettirmeyi ve devamını merak ettirmeyi başarıyor. Uzay’ın ölü rolünde olmasından dolayı nasıl yan yana gelirler bilmiyorum ama eğer kavuşma anı gerçekleşirse çok büyük sahne olacağına adım kadar eminim. Şu an için bir flashback sahnesine bile razıyım. Zira her ne kadar dizinin ilk bölümlerinde Uzay hissettirmemeye çalışsa da aralarındaki aşkın boyutunun çok büyük olduğuna inanıyorum.
Ceren’in bunca zaman kedinin fareyle oynadığı gibi kendisiyle oynadığını anlayan Ebru, bilmeye hakkı olduğunu düşündüğü için kızı Yağmur’u rahatsız edenin kim olduğunu bildiğini telefonda Kemal’e söyledi. Videoda Ceren’i görür görmez ilk tanışmalarının bile tesadüf olmayabileceğini düşündü de kullanmasına izin verdiği telefonunu dinliyor olabileceğini aklına dahi getirmedi. Hakkını yemeyeyim Ceren’in uçak kazasında ölen Teşkilat üyelerinin aile fertlerinin peşine düşmüş olabileceğini anladı. Tabi Ebru nereden bilsin karşısında profesyonel bir istihbarat ajanı ve soğukkanlı bir katil olduğunu. O bu kadar ilerisini düşünemedi lakin Ebru’nun kimliğini ifşa edebileceğini duyan Ceren, bu küçük problemine hızlı bir çözüm oldu. Ebru bugün yapılacak terör saldırısı sırasında ölmeliydi.
Bu yüzden de fazla vakit kaybetmeden Ebru’yu arayıp “Uzay’ın yaşıyor olabileceği” bahanesiyle bu konuşmayı yüz yüze yapmaları gerektiğini söyleyip onu saldırının olacağı yere çekti. Bombalı saldırıyı yapacak olan teröriste de resmini göndererek patlama sırasında metroda olduğundan emin olmasını istedi. Böylece metrodaki bomba patladığında hem Türk İstihbaratını zora sokacak terör saldırısı başarıyla sonuçlanmış olacaktı hem de kimliğini ortaya çıkarabilecek olan Ebru ve elindeki kanıtlardan kurtulmuş olacaktı. Ceren’e bak sen! Bir taşla iki sorun çözme derdinde. Mervan’ın bölümün başında Şef’e söylediği şeylerde haklılık payı var. Ceren’e körü körüne asla güvenmemeli. Bu kız şeytana pabucunu ters giydirir. Bunun olduğu yerde şeytan bavulunu alıp tatile çıkar. Zavallı Ebru uçak kazasının gizemini çözeceğim diye diye ölümüne adım adım yaklaştığının farkında bile değil.
Saldırı yapacak teröristten Ebru’nun metronun girişine kadar geldiğini öğrendikten sonra da Teşkilat tarafından takip edildiği bahanesiyle kendisini metroya binmeye ikna etti. Sonrası ise malum…
Sebze halindeki toptancının peşine düşme görevini üstlenen Hulki ve Zehra hemen soluğu adamın dükkanında aldılar. Ceren’in siparişlerini ilettiği adama ulaşır ulaşmaz da devreye hemen Hulki’nin tokadı girdi. Keşke adama böyle sert bir şekilde dalmadan önce ilk güzel güzel sorarak başlasaydı diye geçirdim içimden. Çünkü malum Hulki’nin Osmanlı tokadıyla adam öldürülebileceği tescillenmiş oldu. Ama adamın tokadı yer yemez elini silahına götürdüğünü görünce de pek konuşularak anlaşılabilecek bir adam olmadığını anlamış oldum. Neyse ki Zehra yanında da onu dengelemeyi başarıyor. Zehra yediği tokattan dolayı afallayan adamı ayağa kaldırır kaldırmaz az önce konuştuğu Ceren’in kendisinden ne istediği konusunda adamı detaylı bir sorguya çekmeye başladı.
Konuşmadığı taktirde kendisine müsamaha ve anlayış gösterecek bir Zehra’nın da olmadığı ayrıntısı dikkatimi çekti. Geçen hafta minibüste Fadi’ye saldıran da bizzat kendisiydi. Karargâhtan operasyonları yönetirken sakin kalmayı başarabilen Zehra, söz konusu olan sahada operasyon düzenlemek olduğunda karşısındaki teröristleri fiziksel olarak yıpratma konusunda bir sıkıntı yaşamıyor. Üstelik masum insanların toplu ölümlerini durdurmaya çalıştığı zamana karşı yarışın olduğu bir operasyonda bilgi alabilmek için terörist hırpalamaktan hiç çekinmiyor.
Neyse ki adam Hulki’nin “haşin” konuşturma taktiklerine fazla dayanabilecek türde bir adam değildi. Bu sayede yapılacak saldırı hakkında çok fazla bilgi sahibi olmasa da “arabuluculuk” yaptığı adam hakkında -kullandığı cep telefonu da dahil olmak üzere- bildiği her şeyi onlarla paylaştı. Bu paylaşımları gönüllü olarak yapmamış olsa da canının korkusuyla yapmış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. En azından şimdi ekibin elinde takip ettikleri teröriste ait bir cep telefonu numarası vardı. Bu sayede yerini nasıl tespit edeceklerine dair bir ipucu da yakalamış oldular. Hemen karargâh ekibini arayıp cep telefonu numarasını kullanarak adamın kimliğini tespit etme yoluna başvurdular. Bu sayede hem saldırıyı düzenleyecek teröristi hem de saldırıda kullanılması planlanan patlayıcıyı bulmak eskisine göre daha kolay olacaktı. Artık her şeyin çözümü Gürcan’ın sihirli parmaklarına kalmıştı…
Karargâh ekibi nam-ı değer İsimsiz Kahramanlar, bu cep telefonunun sahibini bularak yapılacak olan saldırının detaylarını öğrenebilmek için çabalarken saldırı planının bir parçası olan bomba çoktan hazırlanmış ve bir terörist tarafından da patlatılması planlanan mekâna doğru yola çıkmaya başlamıştı bile.
Gürcan o sihirli parmaklarıyla hattın ne zaman alındığını ve en son nereden sinyal verdiğini bulmuştu bulmasına ama telefondan uzun bir süredir bir sinyal alınamadığından teröristin ya telefonu ya da sim kartı attığına kanaat getirerek üzülerek de olsa buradan bir şey çıkmayacağını belirtmek zorunda kaldı. Bir işimiz de kolay olsa dişimi kıracağım. Bu ekip neden her şeyi zor yoldan yapmak zorunda. Sonra saldırıları ya son dakika durdurabiliyorlar ya da yetişemeyip saldırılardan sonra ortaya çıkan kaosu dindirmek zorunda kalıyorlar. Ekibin şansına Ceren kimliğini ve neyin peşinde olduğunu ifşa edebileceğini düşündüğü Ebru’nun bir tehdit olduğuna karar verdi de ondan “metro saldırısı” sırasında kurtulmayı düşündü. Bu sayede saldırıdan önce teröristle iletişime geçmiş oldu. Bu sayede Gürcan cep telefonundan yeniden sinyal alabildi. Boşuna dememişler “bir musibet bin nasihatten iyidir” diye. Onun bu hırsı sayesinde hem teröristi hem de saldırıyı nerede arayacaklarını da tespit etmiş oldular.
Teröristin Ceren ile yapmış olduğu telefon görüşmesinden faydalanarak bu telefona ait en son sinyalinin nereden geldiğini öğrendiklerinden ve saldırının nerede gerçekleşeceği konusunda çemberi daraltmaya başladıklarından beri düşünebildiğim tek şey, eşinin de o metroda olduğunu öğrendiğinde -ki Uzay bu mutlaka öğrenir- nasıl bir tepki vereceğiydi. Özellikle de ilk tepkinin içgüdüsel mi yoksa alıştığımız gibi mantık çerçevesinde mi olacağıydı?
Telefon sinyalinden saldırıyı gerçekleştirecek olan Teröristin bulunduğu son noktayı tespit eden Gürcan ve Uzay, otoparkın kamera kayıtlarını izleyerek adamın kulan-at telefonunu çöpe attığı görüntüye ulaştılar ve bu sayede de teröristin kimliğini tespit etmiş oldular. Artık geriye sadece terör saldırısının gerçekleştirileceği noktanın neresi olduğunu tespit etmek kalmıştı. Neyse ki içimizde Uzay kadar iyi bir analist var. Onun gözlem yeteneği olmasaydı teröristin telefonu çöpe attığını ve kimliğini keşfetmek mümkün olmazdı. Bütün bunları yapan da saldırının yerini hayli hayli bulur. Uzay’ın zekasına ve Gürcan’ın yeteneğine güvenmek dışında bütün sezon ne yaptık ki zaten.
Teröristin eşkalini tespit ettikten sonra yapılması gereken çok beliydi. İlki saha operasyonunda olan ekip üyelerini son gelişmelerden haberdar etmekti. Zehra’nın haberi öğrenmesiyle değişen koşullar doğrultusunda öncelikler de değişmiş oldu. Zehra, Ceren’in peşine düşen Hakkı ve Pınar’ın öncelikli olması nedeniyle bombayı aramakta kendilerine desteğe gelmelerini istedi. Söz konusu değişen koşullara uyarlanan kararlar olduğunda ekibin lideri olan Zehra’nın hızlı bir şekilde öncelikleri belirleyip karar mercii olmasını ve ekibin diğer üyelerinin de onun aldığı kararlara harfiyen uymalarını izlemeye bayılıyorum. -Bu dizi sayesinde “güçlü kadın” karakterleri izleyebiliyorum-
İkincisi de teröristin arabasını bırakmış olduğu otopark görüntülerinden yola çıkarak bombayı yaya mesafesinde yerleştirmiş olabileceği yerlerin bir listesini yapmaktı. Ki teröristin eşkalinden yola çıkarak güvenlik görüntülerini izleyen Uzay, aradıkları adamı Kurtuluş metrosunun merdivenlerinden inerken tespit etmeyi başardı. Üstelik bu tespiti güvenlik kamerası kayıtlarını izlerken yapmış olduğu tek keşif de değildi. Ebru’nun saldırının yapılacağı o metro istasyonunda olduğunu keşfettiğinde ne yapacağını ve nasıl tepki vereceğini merak ettiğimi söylemiştim ya bu hem beklediğim gibi hem de beklediğimden biraz farklı bir tepkiydi. Güvenlik kayıtlarında Ebru’nun saldırı düzenlenmesi planlanan metroya indiğini görünce bir an için şaşkınlıktan dona kalması ve gözlerinin kocaman açılmasını beklemiyordum. Ama onu kurtarabilmek için duygusal yani içgüdüsel bir tepki vereceğini biliyordum.
Ama itiraf edeyim bu duygusal tepkinin şu anda ölü olması gerektiği halde MİT’e vermiş olduğu sözü bir kenara bırakıp karargâhtan onu kurtarmak için koşarak çıkması şeklinde olmasını ben de hiç beklemiyordum. Karargâh ekibine bombalı teröristin Kurtuluş metrosunda olduğunu söylemek yerine olduğu yerden çıkıp yetişebileceğini düşünmemiştir, değil mi? Zira karşımızdaki kişi Uzay. Bana her hafta zekasına methiyeler düzdüren adam. Çıkıp hareket halindeki bir metroya yetişebileceğini düşünebiliyorsa biz bavullarımızı toplayıp buraları terk edelim…
Mervan yüzünden sadakatinden şüphelendiği Ceren’in evine gönderdiği adam, eve kamera ve dinleme cihazları yerleştirmeye çalıştığı esnada kendilerinden önce eve bir başkasının yerleşmiş olduğu haberini Şef’e ulaştırınca sezon finalinde kaçınılmaz son artık gerçek anlamda kaçınılmaz olmuştu. Şef ve Ceren arasında bugüne kadar söylenmemiş her şey söylenecek; aralarında “büyük bir yüzleşme” yaşanacaktı. Kim bilir belki de saldırının tam ortasında acilen konuşmaları gerektiğini söyleyip onu restorana çağırdığında Ceren başına geleceği anlamıştı. Belki de Şef’in yanında geçirdiği ve ona hizmet ediyormuş gibi davrandığı dönemin son kullanma tarihi gelmişti.
Şef bastonunu hazırlamış Ceren’i bu hayattaki son randevusuna çıkarmaya hazırlanırken ne yalan söyleyeyim Ceren’i son yolculuğuna çıkardığımıza neredeyse adım kadar emindim. “Bana hiç yalan söyledin mi?” sorusuna dürüstçe çok diyerek cevap vermesini beklemiyordum. Ama bu dürüst cevabı duyduktan sonra artık emindim ki gidici olan kesinlikle Şef’ti. Halbuki çiftliğinde küçük çocukları katil olmaları için yetiştiren Şef, ilk sezonun birkaç bölümünde harcanamayacak kadar ilginç bir karakterdi. Önümüzdeki sezon onun deyimiyle yetiştirmiş olduğu “çocuklarını” izlemek keyifli olabilirdi. En azından Ceren dışında da yetiştirdiği birilere de odaklanıldığını görmek isterdim. Ceren’in zaten duygusal bir insan olmasını beklemiyordum da kendini yetiştiren adamı bu kadar büyük bir soğukkanlılıkla öldürmesini de hiç beklemiyordum. Böylece Şef de o kadar düşmanı varken kendi yetiştirmiş olduğu bir çocuğun elinde bu hayata gözlerini yummuş oldu. Bu sahneden bana kalan da Ceren’in replikleri oldu:
“Aynı anda iki kişiye itaat edemezdim. Birine itaat edebilmek için diğerini isyan etmem gerekiyordu. Bana öğrettiğin her şey için teşekkür ederim. Seni hep seveceğim.”
Ne diyebilirim Ceren’e güvenmekle hayatının hatasını yapmış oldu ama evine yerleşen Milli İstihbarat Teşkilatını önceden fark etmediği için değil; kendi yetiştirdiği Ceren’in de “Uyuyanlar” hücresinin bir ajanı olduğunu ve başka bir otoriteye hizmet ettiğini anlamadığı için. Güle güle Şef, hoş geldin yeni kötü adam. Sonbaharda görüşelim…
Ebru konusunda her şey Ceren’in planladığı gibi gerçekleşti. Telefonuna önceden gönderilen resim sayesinde Kurtuluş metrosunun girişinde Ebru’yu tanıyan terörist, onun peşinden içinde bomba olan çantasıyla birlikte onun bindiği metroya bindi. Sonra da ilk fırsatta -yanı başında oturan masum kız çocuğunun varlığına rağmen- çantayı oturakların altına kimsenin dikkatini çekmeyecek bir şekilde bırakıp metrodan ayrıldı. İntihar yeleklerini giyip yelekteki bombanın pimine bastıkları taktirde Tanrı’nın işini yapmış olacaklarını ve direkt cennete gideceklerini düşünmelerini anlamıyordum da bindikleri toplu taşıma araçlarına bomba yerleştirenlerin mentalitesini aklım hiç ama hiç almıyor. Nasıl bir savaş ki masum insanları öldürünce kazanılmış olacak. Bir anlayan beri gelsin…
Konuya dönecek olursak metroya yerleştirmiş oldukları bombayla çok fazla masum insanın canına kıyıp bir terör eylemi gerçekleştirecek olmaları yetmiyormuş gibi bir de kimsenin araçtan inmediğinden emin olmak için aracın elektriklerini kesmeleri ve içerdeki insanları vagona kapatmaları gerçekten büyük bir acımasızlıktı. Neden o kadar şaşırdıysam adı üstünde terörist, vatan haini, bu devletin ve milletinin düşmanı onlar. Ama beni en çok bu bölüme ağırlığını veren ve önümüzdeki sezonda karargâh ekibinin düşmanı olacağı belli “Uyuyanlar” hücresinin bir üyesinin TCDD sızmış olmasıydı. Yok artık dedirttiler bana! Anlaşılan önümüzdeki sezonda ne karargâh ekibi ne de biz izleyiciler hiç kimseye güvenemeyeceğiz. Yaklaşmakta olan paranoyaya şimdiden hoş geldin diyelim.
Kurtuluş’tan bir sonraki durak olması nedeniyle teröristi “Kolej durağında” yakalamayı amaçlayan karargâh ekibi metrodaki masum insanların hayatlarını kurtarabilmek için imkanlarının el verdiği kadarıyla hızlı bir şekilde olay yerine varmaya çalışıyordular. Ancak hem Kolej durağında inen teröristi hem de Kolej durağında duran metroyu yakalayamadılar. Olay yerine ilk gelen Zehra ve Hulki metrodaki sivilleri kurtarmak için zamanında yetişemediler belki ama pes edecek ti niyette insanlar da değillerdi. Saldırıyı yapacak teröristi belki yakalayamamışlardı ama bugün tek bir masum sivilin bile burnunun kanamasına izin vermeye hiç ama hiç niyetleri yoktu.
Ebru için kimliğinin açığa çıkabilme ihtimalini göz ardı ederek o metroya gelmiş olması bile tanıdığımı sandığım Uzay profilinden çok farklı. Önümüzdeki sezon kesinlikle daha fazla Uzay-Ebru izlemem gerekiyor. Zira bu sezon birbirlerini görmedikleri halde eylemleri ve duygularını dile getirme biçimleri onlara dair izlemeyi en sevdiğim şey.
TCDD’de çalışan bir hain tarafından iki istasyon arasında durdurulan metroda karanlıkta kalan yolcuların paniği sahnenin çarpıcı anlarından biriydi. İlk başta teknik bir arıza yüzünden durduğunu düşündükleri metroda “gerçek dünyadaki küçük problemlerimizin” peşinde koştuğumuz devamlı bir yerlere yetişme telaşı nedeniyle büyük çaplı bir panik yaşanmadı. Ama ne zaman ki bu karanlığın süresi uzamaya başladı, o zaman korku ve panikte yolcular arasında bir virüs gibi yayılmaya başladı. Hayat böyle uzun süre karanlığa bakarsan karanlık da sana bakmaya başlar. Sonra bir bakmışsın ne olduğunu bile anlayamadan yüz yüze geldiğin karanlık içinde gördüğün şeyden rahatsız olmaya başlamışsın. Üstelik işin felsefik boyutu bir yana siz hiç yavaş yavaş ısınan bir teneke kutusunun içinde beklediniz mi? Zira insan önceden değilse bile o kadar içerde kaldıktan sonra klostrofobi geliştirebiliyor.
Neyse ki bu gibi acil durumlarda metroların camlarını kırmak için araçların içine yerleştirilmiş birtakım aletler var. Bu sayede halk metroyu kendi kendilerine taliye etmeye başladılar. Sona yaklaşırken gelelim bölümün en çarpıcı anına yani bütün bölüm boyunca gerçekleşen yükselişin doruk noktasına ulaşarak bir sonuca bağlandığı o ana geldiğimizde sadece Zehra, Hulki ve Uzay değil; aynı zamanda Pınar ve Hakkı da masum insanları kurtarabilmek için metrodaki yerlerini aldılar. Bir tiyatro oyununda ve edebiyat eserinde de benzer bir mantık geçerli değil midir? Kaçınılmaz büyük sona yaklaşırken hikâyenin bütün kahramanları düğümün çözülebilmesi için tek bir noktada buluşurlar. Bu yüzden istasyonda buluşan karargâh ekibinden Hakkı ve Pınar istasyondaki insanların tahliyesiyle meşgulken Uzay, Hulki ve Zehra da iki istasyon arasında kalan metronun her vagonunu tek tek gezerek bombayı ve onu taşıyanı aramakla meşguldüler. Onların işi de zor, herkes tehlikeden kaçarken onlar tehlikeye koşuyorlar.
Bomba olan metrodan kaçıp tünele giren herkese ışık olan Hakkı ve Pınar istasyonun boşaltılmasında yardımcı oladursunlar; Zehra, Hulki ve Uzay ölüme meydan okurcasına tehlikenin üstüne doğru gidiyorlardı. Panik yapan milleti zarar görmesin diye kendilerine kalkan olan ve her daim onların iyiliğini gözeten her MİT ajanının yaptığını yaptılar aslında. Onları kurtarmak pahasına da olsa hayatlarını hiçe saydılar. Özellikle de hemen yanı başındaki vagondan Ebru’nun çıktığını gören Uzay’ın korkarak tüneli terk eden eşine baktığı sahne çok etkileyiciydi. Keşke bu dakikalarda sahnenin ruhuna uygun bir duygusal bir müzik eşliğinde yakın plan bir çekim yapılmış olsaydı. O eşine bakarken Ebru’ya da odaklanılan bir sahne ya da Uzay’ın kalp atışlarını duyduğumuz bir jest yapılsaydı…
Neyse ki insanlar korkmuş olsa da malum dizideki gibi kadınları ezip geçecek bir izdiham yaratmadılar. Serdar’ın yokluğunda tek başlarına Ceren’in peşine düşerek başladıkları operasyonu Fadi’nin kaçışı üzerindeki dikkatleri dağıtmak için metroda düzenlenen bir terör eylemi ve bombayla kapatan karargâh ekibi, bölümü patlayan bomba ile kapamış oldular. Zehra bu patlama sırasında tüneldeydi, ona bir şey olmaz ama bomba patladığında metroda olan Hulki ve Uzay’ın akıbeti ne olacak diyerek yazımı tamamlıyorum. Umarım hiçbirine zarar gelmemiştir.
Sonbaharda görüşmek üzere… Hoşça kalın…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.