48 bölümü geride bıraktık. Teşkilat sezon finali analizine göz atmaya ne dersiniz? Yorum konuk yazar Hande‘nin kaleminden. Keyifli okumalar…
“Garip (…) Basit bir pinpon oyunun sesinin bile bu kadar iyi gelmesi. Uzun zamandan sonra yaşadığımı hissediyorum. Sıradan şeyler yapmayı özlemişim galiba. (…) Seninle sıradan şeyler yapmayı merak ediyorum.
Ne gibi mesela?
Ne bileyim…basit şeyler, sıradan. Sinemaya gitmek gibi mesela.”
48. bölümde dikkatimi çeken ilk ayrıntının Serdar’ın Zehra’ya kahve getirmesi olduğu hakkında birazcık konuşmak istiyorum. Bölümün #ZehSer çifti için pek iyi sonuçlanmayacağını bu sahnede anlamamız gerekirdi zira bu sahnede ilk bölümdeki bilinen #Zehser kahve sahnesinin –Zehra’nın Serdar’ın kahvesini içmesi– bir kontrastı söz konusuydu. Serdar bu defa kendi elleriyle Zehra’ya kahve servis ediyordu. Sahneye romantik bir bakış açısıyla bakan herhangi bir yorumcu ilk bölümde farkında olmadan kalbini çalan Zehra’ya bu defa kahve kupasıyla birlikte yüreğini de teslim ettiğini söyleyebilirdi. Hiç beklemediği bir anda elinden alınmasıyla kendi rızasıyla vermesi arasında geçen zaman bile ilişkilerinin 48 bölümde ne kadar yol kat ettiğini anlatmaya yeterdi. Ayrıca bir kahveyle başlayan ilişkinin şimdilik şeklen de olsa bir kahveyle bitmesi de #ZehSer hikayesinin kendi içinde tamamlanmasını sağladı. Böylelikle bu iki sahne arasında görmezden gelinemeyecek bir kontrast sağlanmış oldu. Kahve kupasıyla Serdar’ın kalbi arasında kurduğum benzerliğin abartılı olduğunu düşünenler #ZehSer evreninde kahvenin anlamını bir düşünsünler derim…
Operasyon sırasında sık görmeye alışkın olduğumuz #ZehSer koltuk sahnelerini sevdiğim gibi karargâhta karşılıklı oturdukları anları izlemeyi de seviyorum. Yan yana oturmalarıyla karşılıklı oturmalarının aynı işlevi yerine getirdiğini düşünenlerin aksine ben işlevlerinin çok farklı olduğuna inanıyorum. Görevde yalnız oldukları anlarda aynı koltukta oturmaları fiziksel olarak bağ kurmalarına önayak oluyor. Birbirinin eline ya da koluna dokunmaları gibi. Karargâhta karşılıklı oturmaları ise ruhsal olarak bağ kurmalarına yardımcı oluyor. Ekiptekiler ve Halit Başkan’a yakalanmadan birbirlerinin gözlerinin içinde kaybolma fırsatını yakalıyorlar. Burada amaç fiziki temastan ziyade kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşmakta. O yüzden kurdukları göz temaslarının var olan mesafeleri ortadan kaldırdığına inanıyorum.
Tanıştıkları günden beri hayatlarında operasyondan başka hiçbir şey olmadığından Serdar’ın basit şeylere “özlem” duyma nedenini anlamak benim için hiç zor olmadı. Zira çoğu zaman insanların basit şeyler diyerek küçümsedikleri şeyler aslında hayatlarını yaşanılır kılan ve hızlı bir tempoda ilerleyen hayatlarının içinde kaybolmamalarına imkân sağlayan tek şeydir. Ekipte olmak için ölmeden ölenler arasına katılması gerekmediği halde Serdar bile basit şeyleri yapabilmenin özlemini çektiyse operasyon olmadığında karargâhta kalmak zorunda kalan Zehra’nın kalbinin nasıl bir özlemle dolu olduğunu siz hayal edin. Bu yüzden o anda söylediklerine sadece flört gözüyle bakmak büyük bir hata olur. Zehra ve Serdar biri ölü ilan edilmeden önce tanışmadıklarından deneyimleri de “klasik bir iş ilişkisi aşka” dönüştü hikayesi olarak lanse edilemez. Çünkü Serdar sadece sıradan şeyler yapabilmenin değil; bunları Zehra’yla yapabilmenin hayalini kuruyor. Operasyonlar esnasında yaşadıkları ölüm-kalım mücadelelerini ve aşklarının diğer çiftlerin yaşadıklarından daha yoğun ve daha büyük zorluklarla baş etmeye mecbur kaldıklarını düşününce birlikte neden daha basit ve sıradan şeyler yapabilmeyi arzuladığını anladım. O kadarla da kalmayıp Serdar’a hak verdim.
“(…) Silah çekilmeyen bir sinema hayal ediyorum. Sadece sen ve ben. Bir de mısır. Benim istediğim basit şeyler.
Mesela?
Mesela…eve giderken ekmek ve yoğurt almak gibi. Kapıyı anahtarla açmak zorunda kalmamak gibi.”
“Romantik ilişkilerin ilk aylarında kimi zaman da ilk yıllarında herkes birbirine büyük büyük jestler yapmanın peşinde koşar halbuki ilişkileri ayakta tutan küçük ve sıradan şeylerdir” inancına sahip biri olarak Serdar’ın Zehra’yla sıradan şeyler yaşayabilmeyi neden bu kadar çok arzuladığını anlayabiliyorum. İçinde operasyon dolayısıyla da aksiyonun olmadığı sadece onlara ait bir an yaşayabilmeyi istiyor. Aralarındaki ilişkiye bir ilişki diyebilmek için gerekli koşulları sağlamak istiyor. Zira sağlıklı ilişkiler de Serdar’ın yaşamak istediği gibi basit anların üstüne inşa edilirler. Zehra’yla birbirimize benzediğimiz için onun gibi hayatını Vatan’a hizmete adamış bir kadının da gösterişli anları değil; basit ama samimi anları taktir ettiğine inanıyorum. İlişki eğer birbirini seven iki insanın birlikte vakit geçirmeleri demekse sinemaya gitmek bu arzuyu gerçekleştirmenin en basit ve masum formudur. Sevdiğin insanla olduğun sürece tam olarak nerede ne yaptığının bir önemi yoktur. Aklına düştüğünde yüreğini ısıtması ve sadece ikinize ait özel bir anı olması yeterlidir. Üstelik Serdar’ın hayali o kadar basit ve gerçekleştirilebilmesi o kadar kolay bir istek ki insan ister istemez o hayalini gerçekleştirebilsin diye ona destek olmak istiyor. Serdar için mutluluğun tanımı Zehra’yla olmak.
Serdar sinema dediğinde Zehra’nın daha önce sinemaya gittiklerini hatırlatan taraf olması çok manidar oldu. Çünkü Serdar’ın ağzından sinema sözcüğünü duyduğumda hemen aklıma el ele sinemaya girdikleri ve fırsatçı Serdar’ın durumdan yararlanarak Zehra’nın başını omuzuna koyduğu sahne geldi. #ZehSer için güzel bir bölümdü. Serdar’ın etrafını ya da filmi değil; onu izlediği sahne güzeldi. Yavaş yavaş Zehra’nın başının omuzuna koyarken sevgili gibi görünmelerini bahane etmesi de tatlıydı. Aşağılık adam muhabbeti de öyle başlamış; uzunca bir müddet #ZehSer sevenlerin gündemini meşgul etmişti. O yüzden bu iki sahne arasında paralellik kurulunca yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. Sinema derken kastettiği film izlemek değil; Zehra’nın yeniden başını omuzuna yaslamasıydı…
Sinemadan söz edişini dinlerken Serdar’ın ekip dağıldıktan sonra Zehra’yla olan ilişkisini özgürce yaşamak istediği mesajını vermeye çalıştığını düşünmüştüm ancak Zehra’nın gözlerinin içine bakarak söylediği son cümleden sonra mesajının bundan çok daha fazlasını ima ettiğini anladım. Serdar sevdiği kadına karşı hissettiği duyguları sadece özgürce yaşamak değil; bir ömür boyu da sürdürmek istiyordu. Aile özlemiyle yanıp tutuşan Serdar Zehra’yla yolları kesiştiği anda itibaren artık başka bir şeyi arzulamaya başlamıştı. Bir aile sahibi olmaktan ziyade bir ömrü Zehra’yla paylaşabilmeyi. Süreç sancılı olsa da Serdar kendi gerçeğiyle yüzleştikten sonra onu değil Zehra’ya; dünyaya bile haykıracak gücü kendinde topladı. Şimdiyse sıra bir süredir aklında olan evlilik teklifini gerçekleştirmeden önce bu arzusunu ara sıra Zehra’ya ima ederek evlenerek bir ömrü birlikte geçirme fikrini onun bilinçaltına işlemeye gelmişti.
Serdar’ın evlenme teklifini sıradan ve aceleye getirilmiş bulanlar olmuş ama bu eleştirileri yapanlar evlilik teklifinin safi bir andan ibaret olduğunu sananların gafleti. Bakmayı bilenler için 48. bölümün kendisi bir evlenme teklifiydi…
Serdar en beklemedik anda Zehra’nın gözlerinin içine bakarak “mesela eve giderken ekmek ve yoğurt almak gibi. Kapıyı anahtarla açmak zorunda kalmamak gibi” dediğinde kendinden böylesine emin ve cesur olmasını mı yoksa soğukkanlılığıyla tanınan Zehra’nın kısa bir süreliğine şaşırıp kalmasını mı daha çok sevdim bilmiyorum ama onun her zamanki flört girişimlerinden birine maruz kalacağını düşünürken bir evlilik teklifinin ilk mısralarını duyan Zehra sayesinde yüzümü güldürdüklerini söyleyebilirim. Söz konusu ciddi meseleler olduğunda kendini alaycılığa vurarak meseleden sıyrılmanın bir yolunu mutlaka bulan Serdar şimdi karşısında ona âşık olduğunu itiraf ettiği günkü kadar ciddiydi. O konuda Zehra’nın şaşkınlığını değil; sözlerin etkisini üzerinden bu kadar çabuk atabilmesini garipsedim.
Serdar’ın “mesela eve giderken ekmek ve yoğurt almak” dediğinde aslında aile olmayı kastettiği apaçık ortadaydı. Özlemini duyduğu aile kurumu zamanla onun için pazar sabahlarını birlikte bulmaca çözerek geçiren bir çiftin huzur ve sıradanlığına dönüşmüştü. Arzusu sıradandı ama hayatını kökten değiştirebilecek kadar da etkiliydi. İnsanların ona sahip olabilmek adına kendi benliklerini aşmak ve gece gündüz çalışmak zorunda olmadıkları isteyen herkesin ulaşabileceği türden bir ihtiyaçtı. Çoğu insanın kaybetmeden değerini anlayamadıkları en büyük hazine. Üstelik bu konuşmanın devamını “Kapıyı anahtarla açmak zorunda kalmamak gibi” cümlesiyle getirmesi de o ana kadar ifade ettiğim her şeyin hakikatini de onaylıyordu. “Kalabalık bir evde yaşayan insanlar kapıyı her akşam anahtarla açmak zorunda kalmanın yükünü anlayamazlar” diyen kimse çok doğru söylemiş. Ki Serdar bu cümlesiyle hem artık yalnız yaşamak istemediğini anlatmış oldu hem de evine geldiğinde kendisine kapıyı açan, evini ve dolayısıyla da hayatını paylaşan birini istediğini ima etmiş oldu. Zehra’nın cümleye verdiği tepkiye bakılacak olursa da mesaj yerine ulaştı.
Serdar ve Zehra’nın karargâhta bir masa etrafında toplandıklarında konuştukları konu ne kadar ciddi olursa olsun; daima birbirlerinin gözlerinin içine bakmayı ve bakışarak anlaşmayı ihmal etmediklerinden yola çıkarak bu sahneler hakkında konuşmaya başlarsak bu yazının ebediyete kadar süreceğini söyleyerek o küçük anları atlıyorum. Hemen Yıldırım’ın sorgusu sayesinde kimliğini öğrendikleri masa liderini -2 sezon süresince yüzünü göremediğimiz adamı– öldürmek için plan yaparlarken koltukta uyuyakalan Zehra sahnesine geçiyorum. Dürüst olmak gerekirse bu kareye kadar ekip arkadaşlarının nasıl fark edemediklerini bir türlü anlayamadığım gerçeğin yani Serdar’ın Zehra’sına âşık olduğunun hiçbir diyaloğa ihtiyaç duymadan gösterildiği andı. O ana kadar aralarındaki yakınlığı fark etmediyseler de göreve hazırlanırken aniden yerinden kalkıp Zehra’nın üstünü örttüğünü gördüklerinde kesin anladılar. Bir gözü hep Zehra’nın üzerinde olduğundan uyuyakaldığını görünce üşümesin diye üstünü örttüğü sahneyle kalbimi çaldı…
Bu sahnede Zehra’ya uzun uzun bakan aşık Serdar’ı ve onun düşünceli hallerini görmeyi sevmiş olsam da Pınar’ın haline de üzüldüm. O da uyuya kaldı ama onun üstünü örten hiç kimse çıkmadı. Demek ki bu dünyada azıcık da olsa şefkat görmek için birilerinin bize âşık olmuş olmaları gerekiyor. Centilmen Serdar tekrar farkını ortaya koydu. Erkeklerin aşklarını göstermek için ses getiren büyük jestler yapmak yerine küçük ama etkili incelikler yapmalarını tercih ediyorsanız sahneyi izledikten sonra Serdar’ın aşık adam performansına kalbinizi bırakmış olmalısınız. Zira çok kısa süren o sahneye kalbimi bıraktım. Önceden Serdar’a âşık olmasaydım kesin bu sahneden sonra olurdum. Keşke bu sahne yalnız olduklarında gerçekleşseydi sevdiği kadına uzun uzun bakan bir Serdar görebilirdik. Üstelik bu sahneyi görünce aklıma paralel sahne olarak Israil Konsolosluğuna sığındıklarında ceketini Zehra’ya örttüğü o an geldi ve uzun uzun bakma fırsatının senaristler tarafından ikinci kez kaçırılmasına birazcık bozuldum açıkçası.
“Bacakların nasıl oldu?
Kötü. Hiçbir şey hissetmiyorum dersem abartmış olmam. Ben şimdi kalkamıyorum ya bana da bir bardak su koyabilir misin? Çok kuvvetli bir iğneymiş bu kollarımı bile zor hissediyorum.
Şimdiye kadar etkisinin geçmesi lazımdı ama.
Haklısın ama…Ne diyeceğim bir de ben çok acıktım. Hemşire yemek bırakmıştı. Tepsiyi de bir getirebilir misin?”
“Bacaklarını hissetmediği sözü başından beri yalan mıydı yoksa sadece kısa bir süre öncesine kadar mı doğruydu” bilmiyorum ama onunla baş başa kaldıkları odadaki yatakta otururken Zehra’ya yönelttiği bakışları hiç hayra alamet değildi. Onu zamanla iyi tanımış bir gözlemci olarak bakışlarındaki muzipliği sezmem pek zor olmadı. Söz konusu Zehra olduğunda Serdar’ın hep ona bakmasına #Zehser sevenler olarak alışmışız ama bu defa bakışlarının ardına başka bir motivasyon gizliydi. Bu defa sadece sevdiği kadına değil; yakında evlenme teklif edeceği hatta bu teklifine evet derse ömrünü birlikte geçireceği kadına bakıyordu. Motivasyonu değişmiş de olsa bakışlarındaki muziplik hep aynıydı. Özellikle de yüzündeki o sırıtışı gördükten sonra “bacaklarını oynatamama” durumunun bir oyun olduğunu düşünmeye başladım. Ve bu oyunu Zehra’yla baş başa kaldığı dakikaları daha samimi geçirebilmek için yaptığını…
Kadınların doğaları gereği anaç oldukları erkekler tarafından bilinen bir gerçek olduğundan çoğu zaman kadınlara karşı bir zaaf olarak kullanırlar. Serdar da o adamlardan biri olsa gerek ki bacaklarını oynatamayışından yola çıkıp kendini ona acındırmayı başardı. Serdar’ı öyle kendini acındırırken izlediğimde tek düşünebildiğim ortaya inandırıcı bir performans çıkardığıydı. Zehra’nın yerinde olsaydım ben de o “yeşil gözlerine” kanar ve ona inanmayı seçerdim. Neyse ki Serdar çocuk gibi niyetini fazla içinde tutamadı da kendini hemen açık etti. Ona su içirmesi bahanesiyle Zehra’nın çenesine dokunmasını sağladığı sahneyi yaşadıkları temastan ötürü eriyerek izledim. Tek diyebileceğim konu Zehra’yla temas olduğunda onun evrenin en yaratıcı insanı olduğudur ama Zehra’nın ne kadarını bilerek ne kadarını da safi yardımcı olabilmek için yaptığından emin olamıyorum. Zehra gibi zeki bir kadın karşısındaki çakalın niyetini kesin anlamıştır. Ki sadece bunu düşünmek bile o sahneyi gözümde olduğundan güzel kılmaya yetiyordu.
Serdar kendine hâkim olup Zehra’nın elinden su içtiği gerçeğiyle yetinebilseydi içimden zavallı Serdar sevdiği kadın ona dokunsun diye türlü türlü hallere giriyor deyip ona acıyabilirdim ama Serdar sadece suyla yetinmedi. Zehra’nın kendi elleriyle onu yemek yedirmesini de istedi. Ve bunu yaparak da Zehra’nın yanına oturmasını garantilemiş oldu ki bir süredir senaristler yüzünden ayrı düştüklerini hatırlayınca sevdiği kadınla yalnız kaldığı ilk anı değerlendirmek istemesini anlıyorum ancak bunu Zehra’yı kandırarak yapmasını hiç doğru bulmuyorum. Zehra’nın ağzından “sana aşığım” sözünü de onu biraz sonra öleceklerine inandırarak koparmıştı. Belli ki Serdar istediğini almak için Zehra’ya hep oyun oynayacakmış gibi görünüyor. Ama bu oyunlar da onu sadece bir yere kadar idare eder. Sonrasında bir de bakmış ki Serdar’ın bütün küçük oyunlarını çözen Zehra artık onun ağzından çıkan hiçbir şeye inanmaz olmuş.
Yemek yeme konusunda ona yardım etmesini isterken ki o “lütfen” deyişi ve gülüşü bile oyun oynadığını anlamaya yetiyordu. Bir de üstüne önce tatlıdan başlamak istediğini söyleyip onu çilekle beslemesini rica edince kendi kendini ele vermiş oldu. O zamana kadar fark etmediyse bile o andan itibaren Zehra da kesin anlamıştır diye düşünüyorum. Ki onun yerinde olsaydım son zamanlarda yaşadığı travmalardan sonra çocuklar gibi mutlu olduğu bir kareyi bozmak istemezdim. O yüzden Zehra’nın da aynı şeyi yapıp onu anlamazlıktan geldiğini düşündüm. Zehra’ya bakıp tatlıdan başlamak istediğini söylemesinin altında bile onun varlığının hayatını nasıl tatlılaştırdığını gösterme çabası vardı.
“Demek ki ben hasta olsam bu hallere düşsem gerçekten bana bakmayacaksın. Hastalıkta ve sağlıkta… (Eee!)”
Gelelim bu tatlı #ZehSer sahnenin evlenme teklifiyle ilgili olan kısmına. Bu yazıda daha önce de Serdar’ın evlenme teklifinin beş dakikalık bir konuşmadan ibaret olmadığını ve niyetini tüm bölüme yaymaya başardığını söylemiştim. Şimdi de bir adım daha ileriye giderek 48. bölümün Serdar’ın Zehra’ya yazdığı aşk mektubu olduğunu söylüyorum. Zira Serdar’ın bölüm boyunca imalarıyla ve kurduğu cümlelerle Zehra’nın bilinçaltına işlemeye çalıştığı şey “evlilik” fikriydi. Bunun en önemli nedeni de zor zamanlarında bile umudunu asla kaybetmeyen Serdar’ın bu defa umutlarını diri tutabilmek için Zehra’yla evleneceğine inanmaya ihtiyacı vardı. Çünkü Zehra’ya evlenme teklif ederse kendisine hayır demeyeceğini eğer hayır derse de bunun nedeninin onu sevmemesi olmayacağını iyi biliyordu. Onu evlenme teklifinden önce endişelendiren tek şey teklifi yanlış vakitte yapmanın dışında görevden sağ çıkıp çıkmayacaklarını bilememesiydi. Onun dışında şimdileri çok belirsiz olduğu halde birlikte kuracakları geleceğe olan inancı sonsuzdu. Ve bu inanç onu öyle heyecanlandırdı ki az kalsın ağzından bir şeyler kaçırarak tekliften önce niyetini belli ediyordu. Konuya “hastalıkta sağlıkta” diye girdiğini işittiğimde yüzümde beliren o kocaman gülümsemeye engel olamadım.
Serdar’ın kendine engel olamayıp “hastalıkta sağlıkta” diye konuya girişine Zehra’nın da benim gibi tepki vermesine bayıldım. Konunun nereye gittiğini anlayıp daha fazla dökülmesini sağlamak için Serdar’ı konuşturmaya çalışırken Serdar’ın teklifi mahvedeceğini anlayıp geri çekilmesi çok şirindi. Özellikle de Serdar’ın çocuk gibi olmasını sevdim. Normalde dünyadaki hiçbir İstihbarat servisinin işkenceyle ağzından laf alamayacağı adam için söz konusu sevdiği kadın olduğunda her şey değişir. Zehra iki güzel söz bir tatlı flörtle ağzından istediğini alabiliyor. Sonra bu sahnelere bakıp Serdar Zehra’nın uydusu gibi dolanıyor; ona biat ediyor deyince herkes bana kızıyor. Ama gerçekler ortada.
Sonrasında Zehra’ya çaktırmamak için kazayla suyu dökmüş gibi yapıp Zehra gelmeden önce yüzüğü komodinin çekmecesinden alma girişimine bayıldım. Bu detayı fark eden oldu mu bilmiyorum ama çekmecenin içine soktuğu el Çağlar’ın fiziksel tedavi gören “sağ” eliydi. O yüzden yüzüğü çekmeceden alırken az kalsın Zehra’ya yakalanıyor olma acemiliğinin senaryo icabı olmaktan ziyade doğaçlama olduğuna inanıyorum ama olsun. Zehra’dan saklamak için yüzük kutusunu çabuk çabuk yatak örtüsünün altına sokmasına bayıldım. Ki Zehra’yı da tebrik etmek istiyorum zira yalan makinesini kandıracak kadar iyi yalan söyleyen Serdar’ın yüzüne bir baktı mı ondan bir şeyler sakladığını ya da yalan söylediğini hemen anlayabiliyor. Birçok çift onları geldiği bu noktaya ancak yıllarca aynı evi paylaştıktan ya da yıllarca evli kaldıktan sonra gelebiliyor ama onlar gerçek anlamda bir randevuya bile çıkmadılar. Birbirlerinin aklından geçenleri okuyabilecek düzeyde olmaları bile #ZehSer çiftini neden bu kadar sevdiğimizi açıklıyor aslında.
Yonca kolyesini de Suriye’deki operasyonda vermişti ama uzun hazırlık döneminden geçmiş Şirket’i sonsuza kadar bitirebilecek operasyonlarda bile yanında taşıması bana hem garip hem de romantik geldi. Serdar operasyonlara bile cebinde o yüzükle katılıyordu. Bu durum bana Zehra’yı “şans meleğim” olarak nitelendirdiği zamanları hatırlattı. Serdar’ın yüzüğü ne zaman aldığını bilmiyorum ama aldığı günden beri hiç üzerinden çıkarmayarak şans sembolü haline getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Birinin kazayla onu bulabileceğini hiç düşünmeden sadece Zehra’ya çok önemli o soruyu sormaya odaklanması tam da ondan beklenecek hareketti. Bu hareketiyle bana göreve giderken evlenme teklifinde kullanacağı yüzüğü de yanına alan Nikita’nın Michael hatırlattı. Sahneyi izlemenizi öneririm ekip arkadaşları onu kurtardıktan sonra eline bir silah alıp ondan çalınan yüzüğü geri almaya kötü adamların inine geri dönüyordu. Yüzük için neredeyse canından olmayı göze alıyordu. Serdar’dan böyle bir aksiyon beklerdim açıkçası.
Gürcan’ın araması Serdar için Zehra’nın sorgusundan kurtulmak anlamına gelse de baş başa oldukları an bozuldu diye Serdar’ın biraz keyfi kaçtı. Bunu yüzüne birkaç saniye bakarak anlamak çok kolay oldu. Ancak sahneyi üstüne konuşulmaya değer kılan nokta Zehra’nın telefon görüşmesi sırasında ona arkasını dönmesini fırsat bilen Serdar’ın Zehra’ya arkadan sinsice yanaşmasıydı. Serdar istese dilediği ilgiyi görebilmek için bacaklarının tutmadığı yalanını söylemeye devam edebilirdi ve bu yalanı yanına kar da kalabilirdi. Ama operasyona gidecek olan Zehra’ya elinden geldiğince destek olabilmek için ayaklanmayı seçti. Zehra’ya destek olmayı çok istese de huyunu değişemeyeceği de belliydi. O yüzden Zehra’ya arkadan yaklaşırken niyetinin aralarındaki mesafeyi de azaltmak olduğuna inandım. Zehra ona yüzünü döndüğünde birbirlerine bir nefes kadar yakın olmaları tesadüf değil; Serdar’ın gayretiydi. Üstelik ayaklanırken niyeti de daha fazla beklemeyip Zehra’ya evlenme teklif etmekti ama Zehra’yla bu kadar yakın olmak aklının durmasına ve ne diyeceğini unutmasına neden oldu. Sahnede ortamın ateşini yükselttiklerini söyleyebilirim.
Kıyafetlerindeki renk uyumunun yüz yüze geldiklerinde onları sanat eseri gibi göstermesi bir yana elinde yüzüğüyle sevdiği kadına yanaşmakta olan Serdar’ın Zehra’ya bir nefes mesafede olduğu o sahnede ekran başındaki izleyici bile aralarındaki elektriği ve karşılıklı yanıp tutuşmalarını hissetti. Zehra ve Serdar arasında üstüne konuşulmayan öyle bir tutku ve kimya uyumu var ki her yan yana geldiklerinde öpüşmeseler de bunu bize hissettirmeyi beceriyorlar ki bunu ekranda öpüşmeden sadece bakışlarıyla başarabilen çok az dizi çifti vardır. Eğer bu ikili başka bir kanalın dizisinde birlikte oynuyor olsalardı bu sahne şüphesiz öpüştükleri an olurdu. Onun yerine bize saniyeler onlara ise bir ömür gibi gelen süre boyunca birbirlerinin gözlerinde kaybolup flörtleşmekle yetindiler ama bize de hissettirdiler…
Zehra Şirket’teki masanın liderine kalp krizi geçirtmelerini sağlayacak olan tıbbi cihaza gerekli ayarlamayı yaptıktan sonrası hakkında bir iki şey söylemek istiyorum. Yerleşmenin üstünden kısa bir süre geçtikten sonra Serdar’la birlikte klinikten çıktığını gördüğümde etkilendiğimi söylemeliyim. Bunu yazdığım için belki delirdiğimi düşüneceksiniz ama görevlerde kullandığı gözlükleri kendine daima yakıştıran Serdar’ın “tekerlekli sandalyeyi” de kendine yakıştırdığını düşündüm. Bunu yazdığım için duyarsız olduğumu söyleyebilecek birileri olsa da Serdar’dan X-Men’deki Profesör havasını aldığımı söylemeliyim. Ve bunun için sanırım Çağlar’a teşekkür etmeliyim. Ben onun karizmasını bu kadar överken Serdar da Zehra’sının güzelliğinden ve dokunuşundan etkilenmekle meşguldü. Aralarındaki renk uyumuna bayıldığım #ZehSer çiftim binadan ayrılmadan önce Zehra’nın ona “hayatım” deyip omuzuna dokunduğu sahneyle A planlarının tutmadığını gördükten sonra tekrar Serdar’a dokunduğu sahne arasında görevde de olsalar Zehra’nın dokunuşlarından çok etkilendiği her halinden belli oluyordu. Ne yalan söyleyeyim bu konuda kendisine hak verdim.
“Peki siz ne ara mirasyedi eşi olarak giyinmeyi düşünüyorsunuz, Emma Hanım.
İçerde Pınar’la bir şeyler bakıyoruz. (…) Otel rezervasyonumuz da tamam. Balayı süitinde kalacağız.
Balayı süiti! İşimi seviyorum.”
Serdar’ın evlilik teklifinden sonra bölümün en güzel #ZehSer sahnesinin Zehra ve Serdar’ın yeni evli bir çiftmiş gibi davrandıkları otel anları olduğunu söylesem herhalde kimse bana kızmaz. Çünkü en azından benim için öyleydiler. Uzay masanın asıl sahiplerinin yeni başkan seçimi için bulunacakları otele Serdar ve Zehra’nın birlikte gideceklerini hele de “yeni evlenmiş” dediğinde Serdar’ın gözlerinde parlayan ışıktan bizi güzel #ZehSer sahnelerin beklediğini anladım. Uzay otele birlikte gideceklerini söylemeseydi de yeni evlenmiş bir mirasyediyi oynayacağını duyduğu anda “karısını” oynaması için aklına gelen tek insan Zehra’ydı. Bunu ona attığı bakışlardan anlamak çok kolaydı. Ancak otele yeni evlenmiş bir çift olarak gitmelerinin bana ironik gelen kısmı Serdar’ın daha ona evlenme teklif edemeden kendini onunla operasyon gereği evli bulmuş olması oldu. Böylece daha evlenmeden evlilik provası yapmış oldular.
Bu arada otele gitmeden önce pasaportlarını teslim aldıkları sahnedeki konuşmalarından Drake ve Emma olarak ne kadar tatlı bir çift olacaklarını da göstermiş oldular. Zehra’nın onun görünüşüne iltifat etmesi Serdar’ın da onun eşini oynarken ne giyeceğini laf arasında öğrenmeye çalışması hoşuma giden detaylar oldu. Serdar pek belli etmek istemedi ancak Zehra’yla evli rolünü oynamaya her zamankinden daha hevesli olduğu heyecanından anlaşılıyordu. Özellikle de Zehra “balayı süitinde” kalacaklarını söylediğinde dediklerini tekrar edip Zehra’yı tepeden aşağıya öyle bir süzdü ki Serdar’ın aklından nasıl bir yaramazlık geçiyor diye düşünmeden edemedim. Serdar niyeti bozdu evlilik teklif etmeyi bekleyemeyecek ya da süitte teklif edecek dedim. Ayaküstü karı koca olma konusunda flörtleşmelerini izlemek öyle zevkliydi ki yorumlamasam olmazdı. Keşke Pınar gelip ambiyansı bozmasaydı da daha uzun bir süre ayaküstü flörtleşmelerini izleyebilseydik. İnsan hiç değilse sezon finalinde bölünmezler diye düşünüyor ama nerde?
Otele girdiklerinde ise aynı renk giyinmedikleri halde görünüş olarak birbirlerini o kadar güzel tamamladılar ki onlara bakarken kendimi güzel bir aşk şarkısı dinliyormuş ya da hayatın anlamını anlatan bir şiiri okuyormuş gibi hissettim. Karşımda seyretmesi güzel bir sanat eseri vardı. Şu anda izlediğim dizi çiftlerinin hiçbiri #ZehSer çifti kadar birbirine yakışmıyor. Zehra ve Serdar’ın çok farklı bir aurası var. Bunu söylemekle beraber birlikte el ele otele girdiklerini de görünce aklıma sinemaya el ele girdikleri sahneyle parkta el ele dolaşmaları geldi. Birinde sevgili rolü yaparken bir diğerinde de buradaki gibi yeni balayına çıkmış bir çift gibi davranmışlardı. Bu yüzdendir ki otel sahnelerinin bana bu 2 sahneyi hatırlatmasına ve o sahnelerin de bir nevi paralel sahne olmalarına bayıldım. Bugüne kadar kaç kere evli ve nişanlıyı oynadıklarını düşündüm de Serdar’ın teklifinin sadece bir prosedür olduğuna inanmaya başladım.
“Daha önce hiçbir balayı süitinden kalmamıştım. Güzelmiş. İnsana kendini özel hissettiriyor. Balayı için en uygun yer neresi olurdu biliyor musun? Sokotra Adası, Yemen’de. Adeta çölde bir vaha.
Yani balayı için Yemen değişik bir tercih.
Niye ki ya gayet güzel, egzotik. Merak ediyordum ben de. Neyse sen beğenmedin. Sence neresi en iyisi olurdu?
Bilmem düşünmedim hiç.
Düşün işte bolca vaktimiz var. (…) Pınar aramadı ya hala onu bekliyoruz. Yazık kızcağız da… ağaç oldu.
İzlanda. İzlanda’ya gitmek isterdim. Kuzey Işıklarını görmek muazzam olurdu.”
Balayı süitinde bile olsalar bir #ZehSer klasiği haline gelen koltuk sahnesini es geçmemeleri gözümü yaşarttı ancak keşke bu konuşmayı yaparken yan yana otursaydılar diye düşündüm. Senaristler ya da yönetmen balayı süitindeki #ZehSer’in yan yana oturmalarının ortamın alev almasına neden olacağını düşünmüş olacaklar ki ikisi de koltuğun iki ayrı ucunda oturuyordular. Ancak bu ayrıntıya rağmen bölüm boyunca Zehra’yı evlilik teklifine ve evlenme fikrine alıştırmaya çalışan Serdar’ın Zehra’nın bilinçaltına bu fikri aşılamaya çalışırken bir yandan da nasıl bir yerde balayı yapmak istediğini sorgulaması güzeldi. Çaktırmadan ağız aramak böyle olur demeyi çok isterdim ancak Serdar’ın niyeti uzaydan bile görülebilecek boyuttaydı. Neredeyse bir yüzüğü çıkarıp evlenme teklif etmediği kaldı. İşin ilginç yanı evlenme teklifinin Zehra tarafından kabul edileceğinden o kadar emin ki soruyu sormadan önce balayı rotasını belirlemeye başlamasıydı. Onun bu yaptığına “çaktırmadan hediye alacağı insanın ağzından ne istediğini öğrenme kurnazlığı” deniyor ki Serdar zaman zaman niyetini gizleme konusunda başarılı olamasa da konu Zehra’sı ve onun balayı hayalleri olduğunda bir tilki kadar kurnazlaşmıştı. Zehra’nın nereye gitmek istediğini onun ağzından öğrendi.
Serdar’ın balayı hayalinin Yemen gibi iç savaşın yaşandığı bir Ortadoğu adası olması tarihçelerini düşününce beni hiç şaşırtmadı. Zira #ZehSer yakınlaşmalarının büyük bir çoğunluğu onlar savaş meydanlarındayken yaşanmıştı. Serdar Zehra’nın şans meleği olduğunu gösteren kolyeyi onun boynuna taktığında ve Zehra aralarındaki duygusal yakınlaşmaya karşı olan sert tavrını yumuşattığında Suriye’nin ortasında teröristler tarafından kullanılan bir kliniğin içinde köşeye sıkıştırılmıştılar. Bu yüzden Serdar’ın balayı için çevrelerini silahların kuşattığı bir yer seçmesi normal diye düşündüm ta ki adanın Sokotra’dan önce “mutluluk adası” olarak anıldığını öğrenene kadar. Sonrasında fikrim değişti ve Serdar’ın sevdiği kadını mutlulukla anılan cennet gibi yere götürmek istediğini düşünmeye başladım ama Zehra’nın balayında mutluluktan anladığı şey aksine ilişkileri gibi bir mucize olan Kuzey Işıklarını görmeye gitmekti.
Dürüst olmak gerekirse “Düşün işte bolca vaktimiz var” dediğinde bu bölüm içinde kendine engel olamayıp bir kez daha niyetini belli ettiğini düşündüm. Düzenledikleri operasyonların maiyetinin büyüklüğüne rağmen aklı fikri evlilik teklifinde olduğu için kimi zaman Zehra’nın zihnine fikir aşılamaya çalışırken kimi zamanda aklından geçenleri belli ediyor. Neyse ki klinikteki karede elinde yüzük kutusuyla yakalanmasını Uzay farkında olmadan nasıl engellediyse bu sefer de posta kutusunun başında beklerken sıkılan Pınar engellemiş oldu. #ZehSer sahnelerinin engellenmesi ya da bölünmesi normal koşullar altında asla hoşuma gitmese de bu bölümde gerçekleşen bölünmeler mantıklıydı. Hem teklife kadar kendini açık etmemesini sağladı hem de her an teklif edebileceği hissiyle bizleri heyecanlandırdı.
Sahneyle ilgili konuşmak istediğim bir ayrıntı da Zehra’nın Pınar’la yaptığı telefon görüşmesiydi. Pınar’ı iyi bir dost olduğu için bu bölümden sonra özleyecek olmam detayı bir yana Zehra’nın Serdar’a olan duygularının uzun süredir farkında olan Pınar’ın ikisinin birlikte balayı süitinde kalmalarına yaptığı yorum muhteşemdi. Direkt söylemedi ama “sizin balayı nasıl gidiyor” diye sorduğunda yüzünde beliren gülümsemeden ve ses tonundan aslında ne söylemek istediğini hepiniz anladınız diye düşünüyorum. Otel odasında baş başa kaldıkları zamanı ne yaparak geçirdiklerini sorguluyordu. O yüzden güzel bir #ZehSer sahnesini bölmüş olsa da Pınar’a kızmadım aksine bu soruya Zehra’nın verdiği cevabı duyunca ve onun cevabına Serdar’ın verdiği tepkiyi görünce yüzümde büyük bir gülümseme oluştu.
Ah be Zehra! Değil seninle ilişki yaşamayı seninle yaşlanmayı planlayan adama hiç böyle bir şaka yapılır mı? Ciddi sanıp Zehra ilişkimizi Pınar’a açıklıyor diye ya da “aşk yaşıyoruz” dedi diye adam heyecandan kalp krizi geçirecekti.
“İşiniz çok da zor değildi. (ANLAMADIM) Böyle güzel bir kadınla çölde bile kalsam mutlu olurum.”
Serdar ve Zehra’ya dair sevdiğim ama gereken önemin de verilmediğine inandığım bir sahne de otelden ayrılmaya hazırlandıkları sahneydi. Zehra o mavi elbiseyle öyle güzel görünüyordu ki bu sahneye dair bir resmi neden kapak fotoğrafı anketimin bir parçası yapmadım diye sonradan pişman oldum. Sevdiği kadınla flört edebilmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Serdar hazır fırsat ayağına gelmişken ona iltifat edebilmek için otel müdürünün varlığını bahane etmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse Zehra’nın giyimine kuşamına hiç dikkat etmediği zamanlardaki hallerini bile güzel bulan Serdar için bu halini gördükten sonra iltifat etmemek mümkün değildi. Üstelik Serdar’ın bunu yaparken önceki gece ona kalp krizi geçirtmek üzere olan Zehra-Pınar konuşmasının intikamını almaya çalıştığını düşündüm ki Zehra’dan gelen bu beklenmedik yoruma bir yaramazlıkla karşılık vermeseydi Serdar sevdiğimiz Serdar olmazdı.
Serdar gece birlikte balayı süitinde kaldıklarında Zehra’nın ağzından gitmek istediği balayının ayrıntılarını öğrenmiş olduğu halde aklının Sokotra Adasında kaldığı “çölde bile kalsam mutlu olurum” demesinden belliydi. Belli ki Serdar söz konusu duyguları olduğunda aşırı tutkulu ve duygusal olan kişiliğini sıcak ortamlara olan ilgisiyle özdeşleştiriyor ki söz konusu hisleri olduğunda soğukkanlılığıyla tanınan Zehra’nın da balayı için soğuk bir yer seçmesi tam onun kişiliğine uygun bir özellik diye düşünüyorum. Acaba senaristlerimiz bunu kasıtlı olarak mı yaptılar yoksa tesadüfen mi oldu bilmiyorum ama iyi denk gelmiş. Ki “Böyle güzel bir kadınla çölde bile kalsam mutlu olurum” sözü sadece Zehra’yı mutlu ettiği için değil; aynı zamanda Serdar’ın kalbinden geçenleri de dürüstçe dile getirdiği için önemliydi. Renk uyumları ve el ele tutuşmaktan duydukları rahatlıkta gözümden kaçmadı. Bence onlar evli rolü yapan iki MİT mensubu değillerdi. Onlar çoktan evli bir çift gibi davrandıklarının farkında olmayan evlilik arifesindeki bir çifttiler…
#ZehSer’le doğrudan ilişkili oldukları için Pınar ve Yağmur’la olan sahnelerini de dahil ettiğim yazımda konu içinden çıkılamaz bir boyuta gelmesin diye bu sahneler dışında sadece birlikte oldukları sahneleri yorumladım. Aksi taktirde #ZehSer’in ekibin yanındaki bütün etkileşimlerini ele almam gerekirdi ki bu Serdar’ın ekibin yanında kendine hâkim olamayıp ona attığı her bakışı yorumlamak demekti. Bu da bizi içinden çıkılması imkânsız bir yere doğru sürüklerdi. Zira elde konu ne olursa olsun her şartta ve koşulda Zehra’ya bakmadan duramayan bir Serdar vardı. Ki bunun en iyi kanıtı gidecekleri son operasyondan önce Halit Başkan onları karargahtaki masanın etrafında toplayıp görevden konuşup “hepiniz yeni hayatlarınıza başlayacaksınız” dediği anda Zehra’nın gözlerinin içine bakmasıydı. Zehra’yla aynı anda gülümseyerek birbirlerine öyle bir baktılar ki son operasyondan sonra ne yapacaklarını planlamadıklarını söyledikleri halde “gelecek” deyince ikisinin de aklından birlikte bir hayat kurmanın geçtiğini söyleyebilirdim. Serdar cebindeki yüzük kutusu ve aklındaki evlenme teklifiyle hayallerindeki geleceğe Zehra’yla kavuşmaya çok kararlıydı.
1001 surat Serdar’ın repertuarındaki tüm bakışları ezberlemiş biri olarak bu haylaz bakışların sadece tek bir manası olabilirdi diyorum. O da Zehra’yla bir gelecek kurmak ve ona bahşedilecek yeni hayata Zehra’yla başlamak. Ömrü boyunca bir aile sahibi olmanın özlemini çeken Serdar özlemini çektiği aileyi yani yuvasını Zehra’da bulmuştu. Bu sayede Serdar’ın daha önce Yağmur’u kurtarırken Zehra ve Yağmur’u ailesi olarak gördüğü düşüncem de pekişmiş oldu. #ZehSer aşkının zaten büyük bir tiryakisiyim ama Serdar Yağmur ilişkisinin de inşa edildiğini görmek isterdim.
Bunun klişe bir sahne olduğunun farkındayım ancak sahnenin bana hissettirdiği duygudan bahsetmesem de olmaz diye düşündüm. Dizi çiftleri arasında yaşandığına birçok kez şahit olduğumuz ve rom-com klişelerinden biri gözüyle bakılan yanındaki üşüyen kadına çıkartıp ceketini verme sahnesi söz konusu #ZehSer olduğunda sadece kibarlıkla açıklanabilecek bir sahne değildi. Daha önce uyuyakaldığında üşümesin diye üstünü örttüğünü anımsayınca bunu kibarlıktan ya da olması gerekenin bu olduğunu düşündüğünden değil; Zehra’nın iyiliğini düşündüğünden yaptığını anlayabiliyoruz. Serdar için Zehra söz konusu olduğunda öğrenilmiş kibarlık değil; içgüdüselleştirilmiş koruyuculuk mevcut. Bu yüzden Zehra’nın tüm itirazlarına rağmen ona ceketini giydirebilen Serdar için bu aşkının nişanesiydi.
“Buraya ne zaman gelsem kendimi çocuk gibi hissediyorum.
Neden?
Çocukluğumda hep buraya geliyordum. Mete Başkan beni ziyarete geliyordu yurtta kaldığım zamanlarda. Bana hep harçlık veriyordu. 50 milyon. Sene 96. İzin günlerimde hemen otobüse atlayıp Aydınlıkevler’den Çankaya’ya geliyordum. Soluğu burada alıyordum. Burada kulenin altında bir oyun salonu vardı: Rüyalar Diyarı.
(…) Neyse harçlıktan 20 milyonla 10 jeton alıyordum ama hemen bitiyordu. Çocukluğumun en mutlu anlarıydı.”
Zehra ve Serdar ilişkisinde normal dizi çiftlerinin yaşadıkları duygusal ve romantik sahnelere pek rastlamadığımız için ilişkilerinin zorlama olduğunu söyleyenlerin dışında o sahnelerin eksikliklerinden yakınarak asker arkadaşı gibi takıldıklarını eleştirenlerin de olduğu çoğunluğun aksine ben farklı düşünüyorum. Bu tür sahnelerdeki etkileşimlerini hiçbir ayrıntıyı atlamadan dikkatlice incelediğimde aralarındaki bağın herhangi bir fiziksel yakınlaşmadan çok daha anlamlı olduğunu düşünmeye başladım. Geçmişi ve hisleri üzerine konuşmak yerine savunma mekanizması olarak benimsediği alaycılığının arkasına saklanmayı tercih eden Serdar’ın yaşadığı travmalarla dolu çocukluk dönemine rağmen gülümseyerek hatırladığı anılarının olması kişiliği açısından önemliydi. Ama asıl önemli olan ayrıntı bunları Zehra’ya anlatacak kadar kendini ona yakın hissetmesiydi. Zira Serdar’ın kendini Zehra’nın yanında geçmişinden bahsedebilecek kadar güvende hissetmesi demek ruhuna da dokunmasına izin vermesi demekti. Serdar Zehra’yla birlikte sadece çocukluğundan beri kimsenin aşamadığı duvarlarını yıkmış olmadı; o ana kadar herkesten gizlediği o küçük, yaralı ama ayakları üstünde durmayı bilen Serdar’ı da ilk kez birinin tüm yalınlığıyla görmesine izin verdi.
Serdar’ın Zehra’ya nadir mutlu çocukluk anılarının olduğu bir yeri göstermesini geçtim; Serdar’ın 1 çocukluk anısını anlatması bile aralarında kurulan bağın fiziksel anlamda kurulabilecek bütün bağların önüne geçtiğini gösteriyordu. Serdar kalbinden sonra Zehra’ya onu o yapan bir anıyı anlatarak ruhunun derinliklerini de açıyordu. Hangi dokunuş ya da nasıl bir öpücük bunun ötesine geçebilirdi ki. Bu sahnede yaşanabilecek bir öpüşme duygunun pekişmesine yardımcı olabilirdi elbet ama asla bundan daha fazla yakın olmalarını sağlayamazdı. Zira aşk benliğini paylaşmaktı. Ki Serdar “çocukluğumun en mutlu anılarından biri” diyerek Rüyalar Diyarını anlatırken Zehra’nın onu hayranlıkla gözlerini hiç ayırmadan izlemesi bu duygusal yakınlık konusunda sonuna kadar haklı olduğumu kanıtlıyordu bence.
Daha önce de defalarca söyledim ama baş başa oldukları sahnelerde yakaladıkları renk uyumlarına bayılıyorum. Normalde birbirlerinin gözlerinin içine bakarak hiç konuşmadan anlaşmalarına âşık olsam da -zira bu özelliklerinin #ZehSer’i diğer dizi çiftlerinden genel anlamda farklı kıldığına inanıyorum. Çünkü anlaşmak için konuşmaya ihtiyaç duymuyorlar. Birbirlerine âşık olduklarını göstermek için âşık olduklarını haykırmıyorlar ama birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında öyle olduğunu biliyorlar- kimi zaman birbirlerinin konuşmalarını dinlerken tüm dikkatlerini yüzlere vermelerine bayılıyorum. Başka bir deyişle Serdar konuşurken Zehra’nın Zehra konuşurken de Serdar’ın sevdiğinin yüzündeki tüm detayları onları ezberlemeye çalışıyormuş gibi bakmalarına her seferinde daha çok âşık oluyorum.
“Zehra, senin planın…bir planın var mı? Ne…ne yapmayı planlıyorsun? (…) Operasyon bittikten sonra.
Bilmiyorum ki yani Yağmur’la olmak…bütün günümü onunla geçirmek…ama onun dışında bilmiyorum. Teşkilatta mı kalırım yepyeni bir hayat mı kurarım? Son operasyondan önce bunların hayalini bile kuramıyorum.
Ben hayalini kurmak istiyorum…seninle. Şu parka gelip mesela saatlerce vakit geçirmek istiyorum. Hiç konuşmasak bile bir bankta oturalım, kitap okuyalım. Seninle basit şeylerin hayalini kurmak istiyorum.”
Gelelim bölümün en güzel #ZehSer sahnesine. Bölümün üstüne konuşulmayı en çok hak eden sahnesine. Bazıları Serdar’ın kızını bekleyen Zehra’ya yaptığı evlenme teklifini çok ani ve ciddiyetsiz bulmuşlar ama bölümün tamamını izleyenler ve benim gibi yorumlayanlar Serdar’ın bölüm boyunca evlenme teklif edebilmek için doğru anı kolladığını ama o doğru anın gelmeyeceğini anladığında elindeki şansı değerlendirdiğini anlamışlardır diye umuyorum. Serdar operasyon sonrasında ne durumda olacaklarını öngöremediği için teklifini orada yaptı. Eğer operasyonda başlarına kötü bir şeyler gelme ihtimali olmasaydı o da kendine yaraşır bir teklif yapardı. Ki dürüst olmam gerekirse Serdar’ın planlamadan yaptığı evlenme teklifinin orijinalliğini sevdim. Hele de Serdar’ın bu teklifi bir zamanlar mutlu anılarının olduğu tek yerde yani “Rüyalar Diyarı’nda” yapmış olması yapabileceği tüm teklifler içinde en anlamlısıydı. Çünkü Zehra’yla evlenme fikri bana sorarsanız Serdar’ı çocuk olduğu zamanlardaki kadar mutlu edebilen yegâne rüyaydı. Senaristler yüzünden fiziksel temasları öyle azdı ki Zehra’nın ufak bir temas bile o sahneyi tamamlamaya yetiyordu.
“Evlenme teklif etme” fikrinin bile Serdar’ı heyecanlandırmaya yettiği söze başladığı anda cümlelerini toparlamakta zorlanmasından belli oluyordu. Normalde operasyona gittiğinde ağzı iyi laf yapan Serdar’ın Zehra karşısında böyle çocuk gibi iki cümleyi bir araya getirmeye zorlanmasını çok tatlı bulduğumu söylemeliyim. Bu sahneyle amaçlanan geleceklerini ilgilendiren önemli bir konuda ciddiyetini hiç bozmadan konuşan büyümüş bir Serdar imajı yaratmaksa galip gelemediklerini söylemeliyim. Zira çocukluğuna dair mutlu bir anıyla konuya girdiği andan itibaren karşımdaki kişi o büyümemiş ve belki de hiç büyümeyecek olan Serdar’dı. Heyecandan dizlerinin titrediğini de kalbinin sesinin kulaklarını sağar eden büyük bir gürültüyle kan pompaladığını da suratına bakarak anlamak mümkündü. Bir önceki bölümde Zehra’nın ona sorduğu operasyon bittikten sonra hayatıyla ne yapacağı sorusunu bu defa Serdar’ın ona sorduğunu görmek 2 bölümü birbirine bağlaması açısından muhteşemdi. İki sahneyi peş peşe izleyip kısa bir süre bu paralelliğin keyfini çıkardım. Ki Serdar ona gelecek planlarını sorduğunda Zehra aslında ne sormaya çalıştığını anlamıştı. Zira aynı şeyi o da Serdar için merak etmişti. Bu yüzden verdiği cevapla onu cesaretlendirmeye çalıştı…
Serdar’ın ne yapıp edip konuyu bölümün başındaki muhabbete getirmeyi başardığını görünce bu defa bir geri adım atmayacağına emin oldum. Özellikle de Zehra’nın operasyondan sonra Teşkilatta kalıp kalmayacağına daha karar vermediğini duyunca cesaretleniverdi. Operasyondan sonra hayatıyla ne yapacağına karar verebilmesi için ilk önce Zehra’nın soracağı soruya cevap vermesi gerekiyordu. Basit şeyler hayatı yaşanır kılan şeylerdir diyorum ya onun da hayallerini Zehra’yla sıradan bir hayat sürmek süslüyordu. Hiç konuşmadan birlikte bankta oturma fikri bile içinin huzur ve mutlulukla dolmasına yetiyordu. Zira birlikte oldukları sürece ne yaptıklarının bir önemi de yoktu. Serdar’ın yaşadığı çocukluktan, kayıplardan ve travmalardan sonra o hayattan istediği tek şeyin Zehra olması çok romantikti.
Çocukken o Rüyalar Diyarına girmek 20 milyona on jeton almaya bakıyordu ama şimdi seninle basit şeyler yapmak bile bir rüya. Cebimde 20 milyon yok ama ölmez de bu şehre dönmeyi başarabilirsek beni Rüyalar Diyarına alır mısın, Zehra? Benimle evlenir misin? Yağmur’la buluş; konuş. Operasyondan sapasağlam dönelim kararını o zaman ver. Acele etme. Ama benim kararım belli. Seni çok seviyorum.”
“Çocukken ufacık şeyler bile bizi mutlu etmeye yeterdi ama büyüdükçe bu basit şeylerin kıymetini bilmeyi unuttuk” ama Serdar gibi bir ailesi olmadan büyümek zorunda kalanlar bu basit şeylerin kıymetini herkesten daha iyi bilirler. Tam da bu yüzden Serdar için en büyük mutluluğun duygusal bir bağ kurabildiği biriyle ömrünü geçirmek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ki bu açıdan bakıldığında bir yanı hep çocuk kalan Serdar’ın mutluluk deyince aklına gelen Rüyalar Diyar’ıyla Zehra’yı özdeşleştirmesinin aslında ne kadar doğal bir benzetme olduğunu görebiliyoruz. Serdar için önceleri yüzünü güldürmek için burada oyun oynamak yetiyordu. Aradan yıllar geçti, büyüdü artık yetimhanede yaşamak zorunda kalan çocuk değil. Büyümesiyle onu mutlu eden şeyler de değişmeye başladı. Suni mutlulukların yerini reel bir mutluluk arayışıyla kalbindeki boşluğu doldurma isteği aldı. İçindeki boşluğu önce Zehra’yla doldurdu. Tıpkı kalbindeki boşluğu da onun aşkıyla doldurduğu gibi. Şimdi de sıra onu tamamlayan ve yüzünün mutluluktan gülmesini sağlayan bu aşkı bir ömürlük yapmaya gelmişti ki bu noktada da Serdar’ın evlenme teklifi devreye girdi.
Serdar’ın evlilik teklifinin güzelliği, içten ve samimi oluşu bir yana ben en çok “Benimle evlenir misin” deyişine değil; “beni Rüyalar Diyarına alır mısın” deyişine vuruldum. Zira Zehra’nın gözlerinin içine bakarak bu cümleyi söylerken evlenme teklifi etmekten ziyade Zehra’nın cennetine girebilmek için izin istiyor gibiydi. Ben Zehra’nın yerinde olsam bu cümleyi duyduktan sonra teklif etmesini bile beklemeden “evet” derdim. Çünkü konunun nereye gitmekte olduğu belliydi ama Zehra’nın neden hemen evet demediğini de anlıyor gibiydi. Zehra gelecek bu kadar belirsizken hayal kurup sonra da o hayallerin gözünün önünde paramparça olmasına dayanamazdı. O yüzden bu konuda Zehra’ya düşünmesi için bir serbestlik sağlarken kendi fikrinin de asla değişmeyeceğini ifade etmesini çok etkileyici buldum. Hele de göz bebeklerinin içine bakarak gözünü hiç kırpmadan tüm ciddiyetiyle “Seni seviyorum” demesine bayıldım
Ne yapsın baktı ki yalnız kalamayacağız; vaktimiz dar. En iyisi teklifimi yapayım da aradan çıksın dedi. Zamanı kısıtlı teklifi doğaçlama olsa da bence güzel ve içtendi. Oldum olası diz çökerek evlilik teklif edilmesini hiç sevmem. Normal koşullar altında bir erkeğin gerekirse sevdiği kadının önünde eğilmesine bir itirazım yok ama evlenme teklifi sırasında çiftlerin göz hizasında olmalarını tercih ederim. Zira evlenme teklifi denen şey o kadın kabul ettiği taktirde aynı yolda birlikte yürümektir. Bu yüzden de Serdar’ın uzun süre diz çökmüş şekilde kalmamasına sevindim. Henüz teklifi kabul etmediği için Zehra’nın tavrının Serdar’a kıyasla daha az romantik olmasını anlayabiliyorum. Onların durumunda mesele hiçbir zaman aşkları ya da bir ömrü birlikte paylaşmaları olmadı. Serdar Zehra’ya âşık olduğunu kabullendiği günden beri evlenmeye hazırdı ama Zehra’nın düşünmesi gereken bir kızı ve hesaba katması gereken bir geçmişi vardı. O yüzden ona hak verdim ki başını Serdar’ın başına değdirmesi de bir “evet” demek sayılabilirdi.
Serdar’ın evlilik teklifinden sonra nasıl bir cevap vermesi gerektiği konusunda kafası karışan Zehra’nın aklıyla kalbi arasında kaldığı zamanı Yağmur’la geçirdiği sahnelere de değinmek isterdim ama yazının konusu #ZehSer olduğu ve anne-kız arasında geçen konuşmanın da bu ilişkiyle doğrudan bir ilişkisi olmadığı için fazla detaylı bir inceleme yapmamaya karar verdim. O sahneyle ilgili söyleyebileceğim tek şey kızına büyüdüğü “insanlar büyüdükçe istekleri küçülür” cümlesini kurarken aklında Serdar’ın teklifi olduğuydu. Bu konuda kendini tam anlamıyla ifade edememesi bir yana söylediği cümlede haklılık payının olduğunu düşünüyorum. İnsan büyürken bütün dünyayı fethetmenin ve her şeye sahip olmanın hayalini kuruyor. Ama yaşlandıkça ve hayatta asıl değerli olan şeyin ne olduğunu anlamaya başladıkça insanın istekleri de küçülmeye başlıyor. Küçülme kelimesi ilk başta olumsuz bir anlamı varmış gibi gelse de kastettiğim şey isteklerinin sadeleşmesidir. Serdar da o sadeleşmiş isteğiyle Zehra’yı şaşırtmayı başardı bence.
“Zehra o…o düşündüğüm şey mi?
Ne düşündüğünü bilmiyorum, Pınar.
O elinde sakladığın yüzüğü benim verdiğimi hiç sanmıyorum, Zehra. O yüzden saklamana gerek yok. Alayım. Ayrıca görüyorum, Zehra. O verdi, değil mi? Yani…yani kabul ettin. Kabul ettin mi? Yüzük sen de olduğuna göre kabul etmişsin, Zehra.”
Yüzüğü parmağına taktığında içeriye giren Pınar’ın verdiği tepki ekranı başında bölümü izleyen #ZehSer fandomun tepkisiydi. Zehra’nın yüzüğü gördüğü anda “evet” dememesinin tek sebebinin operasyonun nasıl sonuçlandığını bilmemesi olduğunu biliyoruz. Geleceği görmeden hayaller kurup sonra hayal kırklığına teslim olmak istemedi ama yüzüğü parmağına takarak geleceklerine dair bir hayal kurma isteğine de engel olamadı. Ne de olsa birçoğu aksini iddia etseler de Zehra da hisleri ve kalbi olan bir kadın ve herkes gibi mutlu olmak istiyor. Ancak acaba parmağımda nasıl görünecek diye denerken Pınar’a yakalanması harikaydı. Zira Pınar pek belli etmese de aralarındaki romantik yakınlaşmanın farkındaydı. Hatta her seferinde bu konuda Zehra’ya imalı yorumlar yapması Zehra-Pınar ilişkisinin en sevdiğim yönüydü. Sezon finali bölümünden sonra onları bir daha böyle göremeyecek olduğumu bilmek üzücü olsa da giderayak dizideki favori arkadaşlığım #ZehPın’ın böyle bir kapanış yapmasına kalbimi bıraktım denebilir…
Evlenme teklifini cevaplamak için neden operasyondan sonrasını beklediklerini aklım anlasa da kalbim Pınar gibi saçma olduğunu düşünmeden edemedim. Operasyon sırasında ölebilecekleri ihtimalini düşünerek bir ayaklarını o eşiğin dışında tutmak yerine her anlarını son anları gibi yaşayıp operasyondan önce romantik anlar yaşamalıydılar. “İnsanın yaşayamadığı şeyler için pişmanlık duyması yerine yaptıkları için pişmanlık hissetmesini seçen biri olarak” senaristlerin büyük bir fırsatı kaçırdıkları düşüncesinin ben de hâkim olduğunu belirtmeliyim. Ama Zehra’nın kendisi ve kızı için içinde Serdar’ın olduğu bir gelecek hayali kurmasına sevindim. Ki bunu kızının babası için yapmamıştı. O detay bile Zehra’nın önceden yaptığı evliliğe rağmen aşkı bu yoğunlukta ilk defa Serdar’la hissettiğini kanıtlıyordu.
Serdar ve Zehra’nın Şirket’i yenme amacıyla yaptıkları operasyon için otele döndüklerinde onları kapıda karşılayan otel müdürle yaptıkları konuşmayı uzun uzun yorumlayacak değilim sadece Serdar’ın bu iki otel sahnesi arasındaki süreçte Zehra’ya evlenme teklif ettiği için “yeni evli çift” rolünü daha rahat oynamaya başladığını söylemek istedim. Hatta önceki seferki Zehra’yla el ele tutuşma eyleminden kolunu onun omuzuna atma eylemine geçince aklıma El Turco olduğu bölümdeki “şans meleğim” muhabbeti geldi. Bu iki sahne arasında kolunu Zehra’nın omuzuna atması bakımından bir paralellik kurduğum gibi Zehra’nın bu defa eyleminden rahatsız olmayıp elini Serdar’ın beline atarak karşılık vermesiyle de 2 sahne arasındaki kontrastı keşfettim. Zehra’nın tepkilerinde meydana gelen bu değişiklikte en büyük pay sahibinin Serdar’ın operasyondan kısa bir süre önce ona ettiği evlenme teklifi olduğunu söyleyebiliriz.
Sen yok musun sen, Serdar! Dünyaya fırsatçı olarak geldin fırsatçı olarak da göçeceksin. Zehra’dan önce de böyle fırsatçı bir adam mıydın yoksa tüm bu fırsatçılıkların karşındaki kadın Demir Leydi Zehra diye mi karar veremedim.
Sadece Serdar dolayısıyla #ZehSer çifti söz konusu diye değil; işin içinde daima yüzümüzü güldüren Hulki ve tatlı ama acayip Pınar’ın şehadeti de olduğu için bir hafta boyunca işi yavaştan alarak elimin bir türlü yazmaya gitmediği son sahnelere geçince önce Zehra ve Serdar’ın çift olarak etkinliğe katılmaları gibi iyi şeylere odaklanmayı seçtim. Ne de olsa beni tanıyanlar bardağın dolu tarafını görmeyi seven biri olduğumu bilirler. Serdar smokinin içinde her zamanki gibi çok yakışıklı görünüyordu. Kendisi casus filmlerindeki jönleri en çok da Bond aratmıyordu. Zehra ise güzelliğiyle her zamanki gibi ekran başındaki seyircileri büyülemeye başarmıştı. Masanın yeni liderini seçmek için toplanan tüm Şirket yapılanmasını toplantı odasında bir araya getirdikten sonra onları havaya uçurmak için gerekli bütün hazırlıkları tamamlayan Zehra ve Serdar evli çift rolünü o kadar güzel oynuyorlardı ki kimse onlardan şüphe etmez diye düşündüm. Otelde katılacakları etkinlik “mülteciler” adına düzenlenen bir etkinlik olunca da aklıma daha önce katıldıkları mülteciler yararına olan etkinlik geldi ve kendimi tutamayıp 2 sahne arasında paralellik kuruverdim.
İçinizde belki hatırlayanınız vardır “Eyes Wide Shut” filmine gönderme yapan “göz bağlarıyla” katıldıkları mülteciler yararına etkinlikte mültecileri eğlence için satranç taşları gibi kullanıyorlardı. Sahneyi izlerken bu fikri bulan zihniyet midemi bulandırmıştı ama Zehra kızıl peruğuyla güneş gibi parlıyordu. Şimdi de mülteciler kisvesi altında sahneler arasında kurulan paralelliğe bakıyorum da Serdar’ın aynı gün içinde iki defa öldürülen kel ve göbekli bir karakterin yerine geçmek zorunda kalmamasına seviniyorum. Ancak bir yandan da o bölümde Serdar’ın Zehra’yı elbisesinin içinde görüp ağzı açık kalmış ilk tepkilerini bu bölümde göremediğim için üzülüyorum. Alt tarafı otuz saniye sürecek bir sahneden bizi neden yoksun bıraktıklarını bilmiyorum ama Serdar’ın onu elbiseyle görünce nefesinin kesildiğini hayal edebiliyorum. Keşke hayal etmek yerine ayaküstü flört edişini izleyebilseydik. Sezon finali bölümüne de böyle bir şey yaraşırdı diye düşünüyorum. Ki bu defa içinde parti olan bir bölümün sonunun 3’le bitmemesi de ilginç oldu.
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle parmağındaki yüzüğe dokunan Zehra’nın Serdar’ın teklifine evet diyeceği de her halinden belliydi ama göreve giderken yüzüğü parmağından çıkarmaması detayını ben bile tahmin etmemiştim. Zehra gibi her şartta ve koşulda profesyonelliğini koruyan ve görevine duygularını karıştırmayan kadın operasyon sürecine parmağındaki gerçek yüzükle katılıyordu. Bölümü genel anlamda beğenmiş olsam da #ZehSer operasyon sahnesinde içime hiç sinmeyen bir detay vardı. O da Serdar gibi dikkatli bir adamın Zehra’nın parmağındaki yüzüğü nasıl görmediğiydi. Serdar “evlenme teklifinin” cevabı için bekleyeceğini söylese de bu detayı fark etmesi gerekirdi. Sonuçta Zehra’yı incelemek Serdar’ın en sevdiği spor sayılırdı. Onunla ilgili hiçbir detayı unutmayan bir adam için bunun ancak iki mantıklı açıklaması olabilirdi. İlki Zehra’nın güzelliğinden başı döndüğü için parmağına bakmadan geçtiği ikincisi de parmağındaki yüzüğü fark ettiği halde operasyonda oldukları için hiçbir şey söylemediği. Senarist grubu elbiseye tepki sahnesi yazmadıkları gibi Serdar’a parmaktaki yüzüğü fark ettiği an sahnesi de yazmamışlar.
“Öyle, gerçekten. İnsanın içi parçalanıyor.
O da var tabi ama ben güzel de buluyorum. Bir yaşanmışlık var üstlerine sinmiş. (…)
Sizin teklifiniz o mu? Kusura bakmayın, bir an baktım da ama vicdanını temizlemek bu kadar ucuz olmamalı.”
Zehra’nın kızından Serdar’ın da küçük yaşta yaşadığı travmadan ötürü söz konusu küçük çocuklar olduğunda nasıl bir hassasiyete sahip olduklarını hepimiz biliyoruz. Özellikle de Serdar’ın söz konusu çocuklar olduğunda gösterdiği zafiyet ve engelleyemediği öfkesi operasyonun aksamasına neden olacak diye kısa bir süreliğine de olsa gerginlik yaşama neden oldu. Sezon finali bölümü daha yayınlanmadan önce yaşanacak ölümlerin haberi sosyal medyadan duyurulduğundan gelecek olan ölümleri elim kalbimde beklemekten en ufak bir pürüzde bile hop oturup hop kalkar oldum. O yüzden Serdar’ın kendini tutamayacağını düşünüp gerilmemi maruz görün. Üzerindeki kanın bir çocuğa ait olduğu her halinden anlaşılan parçalanmış oyuncak ayıya bakıp “etkileyici” dediğinde itiraf ediyorum ben de bir an Zehra gibi adamın yaşanan trajediyi kastettiğini sanmıştım ama oraya trajedilerle alay etmeye gelmiş olanların insan olmadıkları gerçeğini onun gibi ben de atlamışım. Kanın çocuk kanı olduğunu bile bile oyuncak ayının haline “güzel” dediğini duyunca kanım dondu. İçimden “umarım O da toplantıya katılır da bizimkiler onu da patlatır” dedim.
Mülteciler yararına yapılan organizasyonda açık arttırmayla satılan eşyaların anlattığı trajedileri eğlenceye çeviren insan müsveddelerinin tavırlarının midemi bulandırması bir yana #ZehSer çiftini öyle kol kola görünce aklıma başka bir paralel sahneleri daha geldi. Serdar’ın Zehra’yı az sonra öleceklerine inandırarak dudaklarından “sana aşığım” sözcüğünü koparmayı başardığı maskeli balo bölümünü hatırladım. Ve sezon kapanışını yaparken oluşturulan bu paralelliği izlemekten büyük bir zevk aldım. Geçen sefer Zehra’yı öleceklerine inandırdığında giydiği siyah smokinin aksine bu defa beyaz giyerek oluşturduğu kontrast bu partinin sonunda gerçekleşecek sözde ölümünü düşününce bana çok ironik geldi. Senaristlerin ve kostüm departmanının bu tarz denk gelmeleri kasıtlı yaptıklarına inanan biri olarak bizi beyazın simgelediği “umut” hissiyatla kandırmaya çalışmışlar demekten başka elimden bir şey gelmedi.
Sahne çok uzun olmasa da benim üzerimdeki etkisinin büyük olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Söz konusu #ZehSer olduğunu hayran kitlesinin izlemeyi en çok sevdiği sahnelerin bir karışımı gibiydi bu sahne. Sahneyi onun dışında daha güzel kılabilecek tek ayrıntı son maskeli balolarında olduğu gibi romantik bir an yaşamaları olurdu ki senaristlerin bu konudaki tercihlerini neden her şeyi profesyonel bir çerçevede tutmaktan yana kullandıklarını asla anlayamayacağım. Aşkını itiraf ettiği günden beri senaristlerin izin verdiği ölçüde sürekli sevdiği kadınla flört eden Serdar’ın evlenme teklif ettiği kadına bir iltifat bile etmemesini ve herhangi bir imada bulunmamasını garip buldum. Bu adam tekliften önce çilek üzerinden imada bulunarak fırsatçılık yapan o adam değil de ben mi yanlış biliyorum? Madem romantizm olmadı hiç olmazsa partide birlikte aksiyona girdiklerini görelim derken sahnenin kısa kesilmesi benim için üzücü oldu diyebilirim. Senaristlerimiz onlara partide aksiyon yerine tavana bomba yerleştirme yazmışlar
Millet dizi çiftini duygusal ya da romantik sahnelerde izler biz dizimizin doğası gereği çiftimizi daima aksiyonlardan aksiyonlara koşarken izliyoruz. Yanlış anlaşılmasın ben çoğunluğun aksine bu durumdan zevk alıyorum. Aksiyona sırt sırta vererek koşan çiftleri seviyorum ama aksiyonu romantizmle dengeleyebilseler sanki daha da güzel olurdu. Üstteki 2 katın etkinlik için kapatıldığını söyleyen otel müdürünün lafından sonra 19. katta hiçbir güvenlik önleminin olmamasına işkillenmemelerine çok şaşırdım. Hepsinin aynı anda aynı yerde olması hiç pratik değildi. Ama Serdar sandalyeye çıkmış bomba yerleştirirken Zehra’nın o düşmesin diye sandalyesini tutması çok naif bir detaydı bence.
“Zehra biz de birazdan yanınıza geleceğiz zaten. Sermet al Zehra’yı çıkın buradan. Size dışarıda da ihtiyaç var.
Zehra operasyonu riske atıyorsun çabuk ol. (5 dakika sonra) Zehra, buradan çıkışımız pek mümkün durmuyor ama adamları da dışarıya çıkarmayacağız.”
Öncelikli olarak onlara yaklaşmakta olan korumaların varlığını öğrenen Serdar’ın cebindeki silahlardan birini çıkarıp doğrudan Zehra’ya vermesi detayına bayıldığımı söylemeliyim. Merdivenlere ulaşan ilk mensubun Zehra olmasının da bir tesadüf olmadığı apaçık ortada. Serdar’ın ağzından çıkan ilk isim ve güvenceye alabilmek için geride kalma tehlikesini göze aldığı ilk insan Zehra’ydı. Adamlar gelmeden önce biraz daha hızlı hareket edebilseydiler bunlara hiç gerek kalmayacağını bile bile eleştirmeden çatışma sahnesini seyretmeye koyulduğumda oradan sağ çıkmanın ona nelere mal olacağını bilseydi Zehra gene oradan sağ çıkmayı ister miydi diye düşündüm. İlk çıkan Pınar olsaydı belki de Serdar’ın takındığı tavır ve üslup tamamen farklı olacaktı. Sevdiğim güvende diyemeyecekti. Zira hepimiz biliyoruz ki patlamayı böyle desteklemesinin temel nedeni Zehra’nın güvende olduğunu bilmesiydi. Üstüne kurşun yağdıran adamlar tarafından köşeye sıkıştırılmışken bile o hala Sermet’ten Zehra’yı alıp gitmesini rica ediyordu. Ki Zehra’yı bu konuda emirlere uyduğu için eleştirenler bence ona büyük haksızlık ediyorlar. Zira Zehra geri dönmeye yeltendi de Sermet tarafından durduruldu yoksa daha önce defalarca Serdar için emirleri çiğnediğini herkes biliyor.
Söz konusu Zehra ve Serdar olduğunda işlerinin getirdiği sorumluluğun bilincinde olan “profesyoneller” olmalarının dışında mevzu bahis olan birbirlerinin canı olduğunda kuralları çiğneyip nasıl duygusal hamleler yapabildiklerini de iyi biliyoruz. Zira buna defalarca şahit olduk ancak söz konusu Zehra olduğunda Serdar’ın ona kıyasla daha hassas ve korumacı hatta kural tanımaz olduğunu da inkâr edecek değilim. Ama bunun nedeninin Serdar’ın aşkının onunki ile kıyaslandığında daha büyük olmasından kaynaklandığını düşünüyorsanız ya benimle aynı şeyi izlemiyorsunuz ya da Serdar’ı hiç tanımıyorsunuz demektir. Serdar söz konusu Zehra’nın canı olduğunda daha asi çünkü Zehra’nın bir kızı var. Dönmeye söz verdiği ve dönmeye yükümlü olduğu bir kızı var ve Serdar onun yaşadıklarını Yağmur’un yaşamasına izin vermeyecek kadar bu kız çocuğunu düşünüp seviyor. Bu sadece Zehra’nın annesi olmasıyla ilgili bir durum değil; bu onun da bir zamanlar tutunacak tek dalı ailesi olan bir çocuk olmasıyla ilgili. Bu yüzden ve tabii ki ailesini kaybeden her çocuğun bilinçaltında yaşattığı “survivor’s guilt” etkisiyle kurtarıcı hep o olmak zorundaydı.
“Serdar çıkmanız lazım hadi.
Öyle bir şansımız yok.
Olmalı.
Geriye tek bir seçenek kalıyor.
Hangi seçenek?
Anladın. Tetikleyici sende. Bas düğmeye patlat burayı.”
Serdar’ın toplantı odasındaki adamların durumu fark edip katı boşaltmalarına izin vermemenin kendi hayatlarından daha önemli olduğunu hesaplamaya başladığında artık Zehra’nın yanına dönebilmek için hiçbir umudu kalmadığını da idrak etmeye başlamıştı. Onun gibi en karanlık zamanlarda bile umudunu ayakta tutabilecek bir şeyler bulabilen pozitif bir adamın umut etmekten asla vazgeçmeyeceğini düşünmek isterdim ama Serdar bomba patlamasa bile o kalabalık koruma ordusunu kayıplar vermeden atlatamayacaklarını bilecek kadar da saha operasyonu deneyimine sahipti. Aşağıya doğru inmeye değil de yukarıya doğru çıkmaya karar verdikleri o kısacık anda aslında oraya ölüme gittiklerini çok iyi biliyorlardı ama onlar gibi canlarını Vatan uğruna feda etmeye hazır kahramanlar için bu bir tercih meselesi bile değildi. Onlar kendilerini bu mesleğe adadıkları anda yaşamlarının bir gün bu şekilde sonlanabileceği ve tüm sevdikleriyle birlikte hikayelerini de yarım bırakabileceklerini biliyorlardı. Spider Man’ın amcasının da dediği gibi “büyük güç beraberinde büyük sorumluluk gerektirirdi”. İnanın bana bu hikâyede asıl yanan onlar değil; Zehra.
Giden için mi yoksa kalan için mi daha zor derler ya kalan için işler her zaman daha zordur. Çünkü giden kendini de seni de gözden çıkarmıştır ama kalan onun aldığı kararın ceremesini çekmek zorunda kalan taraf olur. O yüzden ölene bir kere acıyorsam ardında kalana bin kez acıyorum. Hele de Zehra ve Serdar gibi hikayeleri patlamayla son bulanlara daha da fazla acıyorum. Çünkü ölen sadece bir kere ölüyor da -ki ben Serdar’ın ölmediğini düşünüyorum- geride kalan sevdiğinden kalan boşlukla ve yarım kalan bir kalple hayatına devam etmek zorunda kalıyor maalesef. Sevdiğin canıyla birlikte senin içinde de bir parça ölüyor. Tecrübeyle sabit o yüzden bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bir daha asla geriye alamayacağın ve bir daha eskisi gibi olamayacağın çok önemli bir parçan adeta taş kesiliyor.
(…) Beni iyi dinle. Bu heriflerin eline geçmemize izin verme. Son bir mermim kaldı. Bunu da üçten geriye sayıp sıkacağım. Boşuna ölmemize izin verme, Zehra. (…) Sen benim en güzel rüyamdın.
Evet…Evet diyecektim Serdar. Evlenme teklifine evet diyecektim.
Biliyorum…balayı biletlerimiz de hazır. İzlanda’ya gideceğiz.
Kuzey ışıklarını da görecek miyiz?
Tabi ki kaçıramayacağız.
Ama çok kalmayalım orası çok soğuk, hasta oluruz.
Ankara’dan daha soğuk olamaz. Vatan sağ olsun. Seni seviyorum, Zehra.
Seni seviyorum, Serdar.”
Bu sahneye kadar gelip birbirlerine söyledikleri son cümleleri yorumlamadan geçeceğimi düşünmediniz herhalde ki yazımın gelişinin bu denli gecikmesinin nedenlerinden biri de bu sahnedir. #ZehSer çiftinin hislerinin yoğun ama sahnenin geri kalanının aksine hüzün ve buhran dolu olduğu sahne. Serdar’ın görevini yerine getirebilmek için ona yani sevdiği kadına içinde onun ve arkadaşlarının da olduğu katı patlatması için yalvardığı sahne. Zehra’nın böylesi ağır bir isteği aslında kendi rızasıyla kabul etmediğini biliyoruz. O düğmeye basıp basmamak onun için bir seçenek değildi. Onun için seçenek olan şey sevdiği adamın ondan istediği şeyi hemen yapıp yapmayacağıydı. Sevdiğiniz insan size ölmesine izin vermeniz için yalvardığında bütün benliğinizle bu fikrin karşısında durmaya çalışabilirsiniz ama bu onun hayatını kurtarmak olmaz. Bu onun iradesinin vermesi gereken bir kararı elinden almak olur ki Zehra birçok şey olabilir ama Vatan söz konusuyken bencilik edecek biri değildi. O yüzden istediği şeyden tüm benliğiyle nefret etse de saygı duyup Serdar’ın ve arkadaşlarının kendi ölümlerini istedikleri gibi hazırlamalarına izin verdi…
Onun yerinde olsam böyle bir şeyi yapabilir miyim diye çok düşündüm. Arkadaşlarım ve Vatan bir yana sevdiğimin isteğine saygı duyabilir miydim diye. Ne yalan söyleyeyim böyle bir yükle yaşamaktansa ölmeyi seçerdim. Zehra’nın yaptığını anca ben de binanın içinde olursam yapabilirdim. “Anca beraber kanca beraber” derken senaristlerimizin çok uzun bir zaman sonra FHVK dizisindeki bir #YağHaz sahnesine paralel yazdıklarını görünce içim bir garip oldu ki dikkatli izleyiciler mezarlık sahnesini kastettiğimi anlaşmışlardı. O sefer birlikte ölümü atlattılar ama bu defa öyle olmadı. Her ne kadar onun ölmediğini düşünsem de böyle düşünmemi açıklayabilecek mantıklı bir nedenim de yok o yüzden sahneyi göründüğü gibi değerlendirince ben de onunla ölüme gitmeyi 3. bir seçenek yaratmayı seçerdim.
Zehra’nın daima onu ayakta tutan kolon olduğunu söyledikten sonra Serdar’ın Zehra’ya kavuşamayacağını ve onu bombayı patlatma konusunda ikna etmesi gerektiğini anladığında yere çökmesi detayına bayıldım. Sevdiği yanında olmadığından gücünü yitiren Serdar şimdi yıllar önce atlatmayı başardığı ölüm tuzağının içinde ailesinin ona yaptığı gibi diğer insanların canını ve Zehra’nın geleceğini korumanın peşindeydi. Eğer hikayesinin burada bittiğine inanan biri olsaydım “Serdar Kılıçarslan” efsanesinin doğduğu gibi bitmesinin tam bir döngü oluşturduğunu söyleyebilirdim ama inanmıyorum. Ancak kendi şahsi düşüncemi bir kenara bırakacak olursam son anlarında onunla kurmayı hayal ettiği gelecekten hiç gerçekleşmeyeceğini bildiği halde konuşmayı seçmesini çok sevdiğimi söylemeliyim. Vedanın onlara özel bir an olmasını isterdim ancak onları gelecek hakkında konuşurken ve Vatanları için neyden vazgeçmek zorunda kaldıklarını dile getirirken dinlemelerinin sahnenin dramatik etkisini arttırdığını düşünüyorum. Halit Başkan bile dokunsan ağlayacaktı. Ki sahnenin hüznüne rağmen biletleri bile aldım diyen Serdar son kez yüzümü güldürdü.
Serdar için meselenin hiçbir zaman teklifini kabul edip etmeyeceği gerginliği olmadığını söylemiştim. Teklifi işittiği anda Zehra’nın yüzünde beliren gülümsemeden ve alnını onun alnını koymasından teklifini kabul ettiğini biliyordu. Üstelik balayı süitinde yaptıkları balayı konuşmasından sonra fırsatını bulur bulmaz biletleri almış olması gerçeğini de yamana atmamak lazım. Serdar tek bir eylemiyle hem heyecanını hem de romantikliğini bu sezon için son kez kanıtladı. Sonrasında ise her aşk destanında olduğu gibi aşıkların kavuşmasına kötü adamlarla patlayan bombalar engel oldu diyerek bir nevi Zehra’nın da ölüm ilanı olan bombanın patlamasıyla ve artlarından dökülen gözyaşlarıyla sezonu kapatıyorum. Rüya Diyarıyla başlayan gelecek hayali sevdiğiyle beraber bir parçası ölen Zehra’yla bitiverdi. Son defa “Seni seviyorum” diyen Serdar’ın dudaklarından dökülen son kelimenin “Zehra” olması çok anlamlı oldu.
Yazıdaki fotoğraflar için @CatDoctor_ , @clara_garan, @mariamtarekviv e teşekkürler…
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları