Teşkilat zirvedeki yerini kaptırmaya niyeti yok. Haftalık reytingler Total: 8,28 AB: 8,93 ve ABC1: 9,63 ile bir önceki haftaya göre yükselişte. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat dizisinin 17. ve 18. bölümlerinin bomba gibi olduğu haberini daha önce sosyal medyada hepimiz görmüştük ama itiraf ediyorum ki bu kadar iyi bir bölümü de beklemiyordum. Evet, normalde alışkın olduğumuz gibi çok sayıda operasyonun yapıldığı aksiyonlu bölümlerden biri değildi ama kesinlikle bugüne kadar yapılmış en iyi bölümlerden biriydi. Özellikle de senaristlerin nihayet sesimizi duyup #ZehSer çifti için yazmaya başladıkları sahneler şüphesiz bölümün en çarpıcı sahneleriydi. Bölümü kesintisiz bir solukta izlediğimi söylersem sanırım abartmış olmam. Deniz ve Çağlar bu dünyaya dizilerde partner olmak için gelmişler. Karşılıklı rol yapma kabiliyetleri, doğallıkları ve sahneyi soluksuz bir şekilde izleten auralarının sadece beni değil; bugünün gelmesi bekleyen herkesi büyülediğine eminim.
Sonuçta burada yorumlamaya çalıştığımız dizinin adı Teşkilat. Millî İstihbarat Teşkilâtı mensuplarından oluşan bir kahramanlar ekibinin “Vatan-Devlet-Millet” ilkeleri için hayatlarını her gün riske atma hikayelerini seyrediyoruz. Bu yüzden yorumlamaya mayınlı arazide peşlerindeki teröristleri atlatmaya çalışan ve Simon’u her ne pahasına olursa olsun ülkeye ulaştırmaya uğraşan kahramanların bölüm başında girdikleri çatışmayla başlamak en doğrusu olacak. Onları en son gördüğümüzde mayınlı arazide şanslarını denerken arabaları mayına çarpıp takla atmıştı. On yedinci bölüm de tam bu noktadan başladı. Ters dönmüş arabanın enkazından hiçbir sıyrık almadan ilk Hulki’nin çıktığını gördüm ve doğrusunu o bünyeyle hiç etkilenmemiş olmasına şaşırmadım. Beni şaşırtan o noktaya geldikten sonra teröristlerin onların bu savunmasız hallerinden faydalanıp da baygınken onlara neden ateş etmedikleri oldu.
Keza elimde üzerine konuşulması gereken çok da önemli bi konu var. Hulki’nin kendisini uyandırmasıyla aklına ilk Zehra gelen Serdar’ın arabanın içinde sıkışmış baygın bir şekilde yatan Zehra için endişelenip hemen onun yanına koşması ve iyi olup olmadığından emin olmaya çalışması. Sezonun ilk bölümünün final sahnesinde “Bana güven” diyen Zehra’ya yaslanarak gözlerinin içine bakan Serdar #ZehSer çiftinin doğuş hikayesinin ilk ayak sesleriydi ama bu bölümle birlikte #ZehSer’in doğuşunu ve gerçek anlamda yükselişini izlemeye başladığımızı söyleyebilirim. Ona defalarca adıyla seslenmesine rağmen ses vermediğini ve kendine gelmediğini gören Serdar’ın yüzündeki endişe ve panik ifadesi bana görmek istediğim bütün duyguları hissettiriyordu. Serdar’ın geçmişini ve ekiple ilgili anılarını tam olarak hatırlayamaması bir yana Zehra için bu kadar endişelenmesi belki de ilk defa Zehra’ya olan duygularıyla yüzleşmesine neden oldu. Korkudan nefes nefese kaldığı ve Zehra’nın uyandığını görünce rahatladığı sahnedeki performansıyla hem Serdar’a hem de bu karakteri oynadığı için dolayısıyla Çağlar’a bir kez daha hayran oldum…
“Zehra hadi, hadi çıkmamız lazım buradan. İyi misin? Hadi. Hadi. Hadi. Çekeceğim seni buradan. Tamam, hazır mısın? Zehra hadi, çıkmamız lazım buradan. İyi misin? Gel, hadi. İyisin. İyisin. Bana bak, iyi misin? Tamam.”
Birçoğunuzun da aklına gelmiştir ama ben bu sahneyi izlediğimde bir an için birlikte oynadıkları bir önceki dizilerini yani FHVK düşündüm. Özellikle de Yağız’ın sevdiği kızı diri diri gömüldüğü mezardan çıkarmak için toprağı elleriyle kazdığı ve Hazan’ı canlı bulduğu anda yüzüne dokunup “İyisin, benimlesin” dediği sahneyi görür gibi oldum. Çağlar ve Deniz’in o diziden yıllar sonra bu defa Teşkilat’ta #ZehSer olarak #YağHaz çiftiyle paralel bir sahnede karşıma çıkmaları bana Teşkilat senaryo grubunun FHVK hayranı olduklarını düşündürttü. İki sahne arasındaki paralellikler görmezden gelinemeyecek kadar çoktu. Tek farkı bu defa ellerindeki silahlarla karşı koyuyorlardı. Takla atmış bir arabada sıkışmış birini çekmenin normalde tıbbi sorunlar doğurabileceğini söylerdim ama Serdar’ın onu arabadan çekip çıkartması sonra da gözlerinin içine bakarak iyi olduğundan emin olmak istemesi gerçekten çok tatlıydı.
Ellerindeki imkanla takla atmış arabanın arkasında siper alarak çantadan çıkardıkları silahlarla kendilerini müdafaa etmeye çalışmalarını ve eş zamanlı olarak Türk İstihbaratı’nın eline geçtiği için saldırganların öldürmeye çalıştıkları adamı korumak zorunda olmalarını seyretmek çok heyecan vericiydi. Akdeniz’deki sondaj gemisinin patlamasına neden olarak masum insanları öldüren adamı şimdi korumak zorunda kalmalarının ironisi acı verici olsa da ülkeleri için mecbur oldukları şeyi yani “onu canlı tutma” görevini layığıyla yerine getirdiklerini söyleyebilirim. Hulki hayatını onu sağ salim yanlarına alabilmek için tehlikeye attı. Üstelik sadece silahlı adamlara değil; aynı zamanda arazideki mayın tehlikesine de kafa tuttu. Serdar’ın esareti ve hafıza kaybından sonra gerçek anlamda sahalara döndüğü ilk operasyon da buydu. Serdar’ın teröristi bir atışta yere serdiği sahne gerçekten çok havalıydı. Üstelik sahne görsel anlamda da çok etkileyiciydi. Ayak üstü yaptığı doğaçlama bomba ise resmen “sahalara geri döndüm” diyordu.
Bombanın fünyesi kısa olduğu için fırlatmadan hemen sonra havada patlamasını sorun etmedim ki patlama onların yanında gerçekleşmemiş olsa da yarattığı patlama etkisi peşlerindeki teröristleri etkisiz hale getirmeye yeterliymiş. Yalnız bunun gibi ciddi bir sahnede Simon’u koyun postu gibi sırtlanan Hulki’yi görmek beni epey güldürdü. Simon’u almaya giderken yanında patlayan mayın bile ona etki etmedi ya kendisi gerçekten de Hulk-i. İki bölümdür kolektif akıl sahnelerini ne kadar sevdiğimi söyleyip duruyorum. Bu bölüm de bi istisna değildi. Serdar üzerlerine ateş eden teröristleri etkisiz hale getirmenin bir yolunu bulurken Hulki de Simon’a ulaşmanın bir yolunu buldu. Zehra ise mayın tarlasını havaya uçmadan atlatmalarını sağlayacak araba tekerleği fikrini bularak resmen ekibin hayatını kurtardı.
Zehra olmasa deneme yanılma yöntemiyle gereksiz bi masküler kahramanlığa göğüslerini siper etme mevzusunda Serdar ve Hulki birbirleriyle yarışa gireceklerdi. Zehra olmasa işimiz yanında patlayan bi mayın onu öldürmedi diye kendini şerbetlenmiş sanan bir halk kahramanıyla bu defa benim önden gitmem icap eder diyen havalı kahramana kalacaktı. Sonra Teşkilat Güney Kıbrıs sınırındaki mayınlı bi araziden iki Türk İstihbaratçısının ve sondaj gemimize saldırı düzenleyen bir devlet düşmanının parçalarını toplamak zorunda kalacaktı. Parçalara ayrılmış bi failden kime fayda olurdu olsa olsa hem iki Vatansever hem de ülkeyi zan altında kalmaktan kurtarmanın yolu kaybedilirdi. Bu tekerlek fikrini hem kulağa mantıklı geldiği hem de uygulaması mümkün olduğu için çok sevdim. Sonuçta tekerleğin düz gitmesi gerekmiyordu sadece gideceği yere kadar giderek bir güvenli alan koridoru oluşturması yeterliydi.
Güney Kıbrıs polisi Ceren’in göz bandını çıkarmasını isteyince bir an için Pınar ve Hakkı deşifre olacak diye endişe etmiştim ama neyse ki Pınar akıllık edip önlemini almış. Bulanık görmeye neden olan lensler güzel düşünülmüş bi detaydı. Ancak pasaportunda çıkan sorun, polisin Hakkı ve Pınar’a takındığı tavır ve elleri kolları bağlı beklemek zorunda kalmaları beni biraz endişelendirdi. Polisin tavrından dolayı onun bir polis değil de “uyuyanlar” hücresinin bir elemanı olduğundan bile şüphelendim. Ceren adamla bir olup kesin bir iş çevirecek dedim ama korktuğum gibi olmadı. Ceren onları ele vermedi de bunun altında kesin ucu Ceren’e dokunan bir hesap vardır diye düşünüyorum. Ondan şüphe etme konusunda hem Zehra’ya hem Pınar’a hak veriyorum ama Zehra’nın Ceren’e güvenmemesinin ve her söylediğinin yalan olduğunu düşünmesinin altında bir parça da Serdar’dan kaynaklanan kıskançlık var gibi.
Yanız Simon’u karga tulumba kâh sırtta taşımaları kâh yere atma suretiyle bırakmaları bir tek bana mı komik geldi? Bir de araba kazası sonrası Zehra ve Serdar’da meydana gelen yaraları sardıkları sahnede Pınar’ın ne işi var onu sormak istiyorum. Onları bir yalnız bıraksalar da Serdar ve Zehra birbirlerinin yaralarını mı sarsalar acaba? Aşktaki başarısızlıklarının neden olduğu yaraların merhemi olmaya birbirlerinin yaralarını sarmakla mı başlasa #ZehSer? Serdar’ın kendi kendine pansuman yaparken canının yandığı an Zehra’nın müdahalede bulunması için mükemmel.
Sondaj gemisi saldırısının sorumlusu Simon’u sağ salim ülkeye getirip kendine gelmesini bekledikten sonra onu kurul karşısına çıkararak Akdeniz’deki sondaj gemimizde meydana gelen patlamanın Türkiye’nin ihmalkarlığı değil; sabotaj olduğunu kanıtlayabilecekleri için sevinirken Halit Başkan elindeki mektupla ve bazı arkadaşların aramızda olmayacağını söyleyerek sevinçlerini kursağında bıraktığını söyleyebilirim. Yüzlerindeki şaşkınlık ifadesi Zehra’nın istifa ettiğini söylemesiyle yerini hayal kırıklığı ve kırgınlığa bıraktı ki ben asıl Serdar’ın verdiği tepkiye odaklandım.
Ne söylediğini net duymak için ekip arkadaşlarının oturduğu masaya yaklaşan Serdar’ın yüzünü istifa haberiyle bir hüzün kapladı. Bu öyle derin bir hüzündü ki maviş gözlerinin buğulandığını görmek de mümkündü. Ötekilerin kırgın olmasını çok iyi anlıyorum hiç beklemedikleri bir haberle bir anda dünyaları şaştı. Haberi kendi şartlarında ve uygun bulduğu zaman paylaşabilseydi belki aldığı bu ilk tepkileri almazdı ancak olmadı. Kırgınlar çünkü herkes arkasında birini bırakıp Vatan-Devlet-Millet için ölmeyi seçti ama Zehra şimdi işler zorlaştı diye kararından vazgeçiyor. Serdar ise farklı çünkü onun bu iş için vazgeçmesi gereken bi ailesi yoktu. Onun için tek aile bu karargahtaki insanlar ve daha yeni yeni hatırlamaya başladığı Zehra’nın onun için ifade ettiği anlam ötekilerden çok daha farklı bir noktada.
“Ben buraya kızımı bırakıp geldim. Yağmur daha sekiz yaşında. Babasıyla birlikte idare ederler dedim. Bensiz de başarabilirler dedim ama onun artık bir babası da yok. Başkalarının yanında yaşayacak. Bir sığıntı gibi ben bun dayanamam. Bir gün karşısına çıksam bile beni affetmeyecek, biliyorum. Yersiz, yurtsuz, sevgisiz büyüyecek. Yapamıyorum. Yapamam. (…) Sizin olurunuzu almadan hiçbir yere gidemem. Sonuçta biz bir ekibiz.”
Onlara istifa kararını nedenleriyle açıklamaya çalışan Zehra’nın durumuna da çok üzüldüm. Vatan görevinden istifa ettiği için kendini onları yarı yolda bırakmakla suçlayan ve büyük bir günah işlemiş gibi hisseden Zehra’nın duyduğu utanç onlarla göz teması kurmaktan kaçınmasından belli oluyordu. Bu kararın Zehra için çok zor bir karar olduğunu düşünüyorum. Eğer gitmezse kızını yüz üstü bırakmış gibi hissedecek ama giderse de aklı karargahtaki ailesinde kalacak. Kimi tercih ederse etsin aklı ve kalbi iki parçaya ayrılacak o yüzden onun yerinde olmayı asla istemezdim. Ekip arkadaşlarını kendini açıklarken ve gitmesine oy birliğiyle izin vermelerini isterken hayatının savunmasını da yapar gibiydi. Sanki kurul önünde savunmasını yapmış ve idam kararının çıkmaması için dua etmeye başlamıştı.
Zehra’nın kızının yanında olabilmesi için istifa etmesi fikrine en sıcak bakacak kişinin Gürcan olacağını düşündüm. Çünkü o da bir zamanlar tam olarak Yağmur’un yaşadıklarını yaşamıştı. Annesini ve kız kardeşini kaybetmiş ve doğum günlerinde bile pek sık göremediği bir babayla yaşamak zorunda kalmıştı. İster baba olsun ister anne olsun, ebeveyn ihmalkarlığının bir çocuğun kalbinde açabildiği yaraları o çok iyi bilir. Ki gitmesine izin vermedikleri taktirde “aklının kızında kalacağı ve bu durumun da ileride operasyon sırasında bir hata yapmasına neden olabileceğini” söyleyerek onun kararını desteklemesinin altında kişisel deneyimlerinin neden olduğu önyargılarının olmadığını da gösterdi. Konuya Yağmur’un değil; Zehra’nın açısından bakması bana Gürcan’ın olgunlaştığını düşündürttü. Sonra her şeye istatistikler üzerinden karar veren Uzay’ın durumu performans açısından değerlendirerek gitmesini kabul etmesi ve Hakkı’nın “daimî olan devlettir” bakış açısıyla Zehra’nın bu gitme isteğine rıza göstermesine şaşırmadım.
Beni şaşırtan şeylerin ilki Hulki’nin Zehra’nın gitme isteğini mantıklı bir çerçeve içinde değerlendirmesiydi ki ben bu haberi duyunca daha güdüsel ve duygusal bir tepki verir diye düşünüyordum. En son beklediğim şey konuya bu kadar mantıklı ve sakin yaklaşmasıydı. İkincisi ise Serdar kendisi dışında başka hiç kimsenin Zehra’nın gidişine ses etmeyeceğini ve kararına saygı duyup gitmesine rıza göstereceklerini anlayınca “Tamam, şu an karar vermek için acele etmeye gerek yok” diyerek konuyu geçiştirmeye ve Zehra’nın gidişini engellemeye çalışması oldu. Evine gidip yastığa kafasını koyar koymaz arabanın içinde sıkışmış ve kendisine seslenildiği halde ses vermeyen Zehra için çok korktuğunu anladığı ana dönen Serdar için Zehra’nın gitmesine izin vermek neden bu kadar güç anlaması zor değil. Bir insan kafasını yastığa koyduğunda kaybetmekten korktuğu insanı çok düşünüyorsa ona âşık olmuş demektir. Sanırım bu saatten sonra Serdar’ın kime âşık olduğundan şüphe eden kalmamıştır. Tek gerçek #ZehSer.
Zehra ve Pınar arasında bu sezon giderek daha güçlenen kadın dostluğunu da çok sevdiğimi söylemeliyim. Ki artık dizilerde birbirlerinin kuyularını kazan ve devamlı birbirine ihanet eden kadınlar arası dinamiklerden çok sıkıldım. Zehra ve Pınar dostluğu kadar diğerleri operasyona gittiğinde baş başa kalmaya alışan Uzay-Gürcan dostluğunu da seviyorum. Bu ikisi ne zaman yalnız kalsalar mutlaka bir komedi sahnesine imza atıyorlar. Ceren’in motivasyonu ile ilgili yaptıkları muhabbette Gürcan’ın fiziki dağınıkla zihinsel dağınıklık arasında kurduğu benzetme çok hoşuma gitmiş olsa da her söyleneni analiz eden Gürcan’ın beyninin yanmasına üzüldüm. Fazla sorgulamak çok mutsuzluk getirir sözüne inanırım. Ne de olsa felsefeciyim. En azından arkadaşlarının söylediklerini analiz etmese daha mutlu olabilir gibime geliyor. Dil felsefesinden bilinçaltındaki id dürtüsüne oradan da kaşınmaya geçişi hayra alamet değil. Uzay yapma tatlım! Sen ve o müthiş zekân bize daha çok lazım olacaksın! Ama böyle devam edersen sonun kötü.
Zehra’nın ekipten hemen kopmayıp Simon operasyonu bir sonuca bağlanana kadar karargâh ekibiyle aktif görevde kalmaya karar vermesine sevindim çünkü bu bölümde Serdar’la olan karşılıklı sahnelerinin güzelliğine doyamadım. Özellikle de Simon’u konuşturmaya hastaneye giderken arabada Serdar’la aşk hakkında konuşmaları çok güzeldi. Zehra’nın varlığını öğrendiği günden beri kendisinden rahatsız olduğu Ceren mevzusunda Serdar’a yaptığı devamlı imaların arkası yakın bir zamanda kesileceğe benzemiyor ama Serdar’ın “için içini yiyor, değil mi?” derken Ceren’in bir kızı olabileceği gerçeğini değil de Zehra’nın kızının yanına dönmesini kast etmesi Serdar’ın değişen duygularını anlatıyordu. Zehra “Ceren’i” derken Serdar’ın gözü de dili de “Zehra” diyordu. Onu ileride bu kararından çok pişman olacağına ikna edebilmek ve aklını çelip kalmasını sağlayabilmek için elinden geleni yaptı.
“Hayatım zor seçimler yaparak geçti, Serdar.
Benim de öyle. Bazıları büyük hatalardı ama olsun.
Âşık olmak gibi mi?
Âşık olmakta sorun yok ki. Sıkıntı yanlış insana âşık olmakta.
Serdar’ın Ceren’i başlı başına bir hata olarak değerlendirmesi ve ondan bahsederken ki duygusuz tavırları nihayet bu ilişkiyi ardında bıraktığını daha önemlisi hiç olmamış gibi davranmaya başladığının bir kanıtı. Geçen sezon ona neden âşık olduğu konusunda Zehra’nın karşısında zeki ve güzel olduğuyla ilgili birtakım alaycı yorumlar yapıyordu ki o alaycılığın aslında duygularını saklama çabası olduğunu Serdar’ı azıcık tanıyan herkes anlıyordu. Bu sezonsa bu konuda şaka bile yapmayan bi Serdar var çünkü bu duygular artık bünyesinden tamamen silinip gitmiş durumda. Ceren’le yaşadığı talihsizliğin kabahatini aşkta değil; yanlış insana âşık olmakta bulması aynı zamanda onun için âşık olunacak doğru bi insanın da olduğu anlamına geldiğinden bu cümleleri söyledikten sonra Zehra’ya bakması çok anlamlıydı. Bu doğru insan aslında yanımda demek değilse başka nasıl yorumlanabilir hiç bilemiyorum. Zehra da kısa bir süreliğine de olsa içgüdüsel olarak bu sinyalleri algıladığından hemen konuyu değiştirmeye çalıştı. Ama aralarındaki bu kimyayı saklamaları mümkün değil. Zehra istediği kadar Serdar’ı egosu büyük biri olmakla suçlasın Serdar da istediği kadar olayı hazır cevap olmaya ve alaya vursun görünen köy kılavuz istemez. Siz aşıksınız!
Serdar aslında çok haklı Zehra tam olarak kendisini yapmakla suçladığı şeyi yapıyor. Annesiz babasız büyüyen bi çocuk olarak Zehra’nın kızı için istifa etmesinin doğru bir karar olduğunu söylemesini ve aldığı kararı tasdiklemesini istiyor ama Serdar onsuz yapamayacağını hissettiği için bir yanı ona hak verse de gitmesine asla razı olmayacaktır. Ama Zehra’nın neyi neden yaptığını ve motivasyonlarını hiç düşünmek zorunda kalmadan anlaması hem Zehra’yı ne kadar iyi tanıdığını hem de onun içinden geçenleri okuyabildiğini gözler önüne sermesi bakımından çok güzel. Uzun zamandır konuşmadan da birbirlerini anlayabilen ve yanlış anlamalara kurban gitmeyen bir çifte muhtacım. Bir anne olarak bu durumda kızının yanında olması gerektiğini düşündüğünü ama aslında kızı o olmadan da hayata tutunup büyüyebilecekken Vatan görevini yerine getirebilmek için ekibin ona ihtiyacı olduğunu güzel bir dille anlattı.
Bunun bi aşk dizisi olmadığının farkındayım zaten öyle olması gerektiğiyle ilgili bir iddiam da yok ama görünen köy kılavuz istemez. Gitmekte kararlı olduğunu belirten Zehra ona bakmazken Serdar’ın yüzünü öyle bir inceleyişi vardı ki bunu aşka düşmekten başka hiçbir şeyle açıklamamız mümkün değil. Zehra’nın aklına bir şey gelip gülümsemesi ve her seferinde aralarındaki mesafeyi biraz daha azaltarak ona doğru yürümesine şaşırarak verdiği tepki ancak aşkla ifade edilir. Zehra ona her yaklaştığında tam olarak ne olduğunu bilemediği bir nedenden ötürü kendisini ona çekilirken buluyor. Karargâh ekibinin onun dışındaki tüm üyeleri gitme kararından hoşlanmadıkları halde kararına saygı duyup rıza göstermişken onun Zehra’yı bu kararından vazgeçirmeye çalışması da Zehra’nın dikkatini çekti…
“Sen bana kal mı diyorsun?
Ben sana kal demiyorum; gitme diyorum.
Bana tek bir sebep söyle.
Sana ihtiyacım…ihtiyacımız var.”
Bölümün en sevdiğim anının bu olduğunu söylesem sanırım yazımın başlığını okuyan hiç kimse de buna şaşırmaz. Ama inanın ki elimde değil. Kendisine bi nefes kadar yakın duran Zehra’nın gözlerinin içine bakarak onu kararından vazgeçirmeye çalışmasının altında gitmesini istememesinin olup olmadığını sorması kimi heyecanlandırmadı? Bir insana kal demekle gitme demek arasındaki fark birinin olumlu ötekinin ise görünürde olumsuz olmasından ibaret değil elbet. “Kal” kelimesi mevcudiyetinde bi şeyleri değiştirmeyi vaat eder; “gitme” ise görünürdeki olumsuzluğuyla mevcut durumunu korumaya çalışır. Serdar da kalması için yanıp tutuştuğu gerçeğini “gitme” sözcüğünün arkasına saklanarak örtmeye çalıştı ama sana ihtiyacım var diyerek kendini ve duygularını açık etmiş oldu. Dudaklarından bir kere bu sözcük döküldü mü durumu ne kadar değiştirmeye çalışırsa çalışsın, karşı tarafın hislerini anlamaması mümkün değildi. Üstelik “ihtiyacım” ile “ihtiyacımız” arasında verdiği o uzun es de inandırıcılığına yardımcı olmadı.
Karşısındaki insan ben olsaydım bu cümleleri duyduktan sonra bana aşkını itiraf etmesine ihtiyaç duymazdım keza Serdar kalması yönündeki bu ısrarcılığıyla üstüne vurgu yaparak “gitme” demesiyle ve ona ihtiyacı olduğunu itiraf etmesiyle aşkını söylemiş kadar oldu. Ki aralarındaki diyaloğu Zehra açısından da değerlendirince başka bulgulara da ulaştım. Zehra “sen bana kal mı diyorsun” derken adeta gözlerinin içi parlıyordu. Bilinçsizce de olsa Serdar’ın kalmasını istediği fikrinin çok hoşuna gittiğini söylemeliyim. Üstelik kalması için bir neden söylemesini isterken içten içe gerçekten kalmasını sağlayacak bir neden söylemesini umuyordu. Çünkü bir yanı kızı için doğru şeyi yapmayı çok istese de öteki yanı da gitmemek için tutunacak somut bir neden arıyordu ama o nedeni bulduğu halde önceliği anneliğe verdiği için aralarında yaşanan bu anı görmezden gelip kızının ona ihtiyacı olduğunu söyleyerek sıyrıldı.
Bir insana âşık olduğunu söylemekle o insana ihtiyacın olduğunu söylemek arasında çok fark var. “Aşk” bir tercihtir ama “ihtiyaç duymak” bağımlılık seviyesinde ve asla senin kontrolünde olmayan bir duygudur. İnsan varoluşu için aşk çok önemlidir elbet ama bir insanın bir başka insan için nefes almak kadar temel bi ihtiyaca dönüşmesinin kökü çok daha derinlerdedir. Ki #ZehSer arasındaki kökleri derinlerdeki bu bağ onları konuşmadan da anlaşan iki insan haline getirdi. Birbirlerine belki hiçbir şey söylemediler ama gözlerini birbirlerinin gözlerinden ayırmadan bakıştıkları o anda aslında birbirlerine çok şey anlattılar. O anda hissettikleri duygular fazla yoğun olacak ki Simon’un odasına çıkarken yan yana yürümemeleri detayı çok dikkatimi çekti. Sanki Zehra giderayak duygularının açığa çıkmasından korkarcasına önden gitti Serdar da verdiği karardan mutsuz ama onu seçmemesine boyun eğmişçesine arkadan.
Zehra’nın hastane odasındaki Simon’u konuşturmaya çalıştığı sahne hakkında öyle çok söylenebilecek bir şey yok aslında. Eski kocasının ölümüne doğrudan sebebiyet verdiği için Zehra’nın normalde Simon’un odasına girmesine bile izin vermemeleri gerekiyordu ama Serdar izin vermeyi geçtim tüm konuşmayı onun yapmasına imkân sağladı. Zehra’nın Simon’un yalanlarına hiç tahammülü olmadığını onu direkt öldürmekle tehdit etmesiyle belli etmiş oldu. Simon’un daha kendisine soru bile sorulmadan yüzünde pis bir sırıtmayla hiçbir şey hatırlamadığını söylediğini de düşünecek olursak ölümle tehdit edilmeyi hak etmediğini de söyleyemeyiz. Zehra geçen hafta Ceren’in sorgusunda kendisinin dünyanın en sabırlı ve soğukkanlı insanı olduğunu ama zamanları kısıtlı olduğu için aceleci davrandığını söylemişti ya bu hafta hastane yatağında yatan Simon’u ellindeki şırıngayla damarına hava basmak yani emboliyle öldürmek suretiyle tehdit ettiğini görünce ne kadar soğukkanlı olduğunu görmüş kadar oldum. Ki emboli kalp krizine damar tıkanıklığına bağlı beyin kanamasına ve felce neden olabilecek kadar tehlikeli bir tehdit. Zehra’nın tersi pis.
“O gemiyi patlattın ya benim içimde büyük bir boşluk oluştu. Şimdi ben o boşluğu alıp bu şırıngaya dolduracağım. Oradan da senin damarına basacağım. O zaman anlayacaksın yaptığın şeyin nasıl bir etki yarattığını.”
Zehra sadece gözünü mü korkutmak istedi yoksa içten içe Kemal dahil birçok masumun ölümünden sorumlu Simon da acı mı çeksin istedi bilmiyorum ama kendini mağdur gibi göstermeye çalışan bu katili oracıkta öldürebilirdi. Eğer kurulun önüne çıkması gerekmese onu oracıkta öldürürdü. Zehra’nın gözlerinde ben o arzuyu gördüm. Üstelik her ne yaparsa yapsın içeriye girmeden önce verdiği sözü tutup Zehra’ya karışmayan aksine onu korkutma konusunda Zehra’ya adamı tutma suretiyle yardım eden Serdar’a bayıldım. Daha yan yana geleli kaç operasyon oldu şimdiden uyum içinde çalışmaya başlamışlar bile. Söylemeliyim ki Zehra’nın bu sorgu sahnelerinde Deniz’in oyunculuğuyla devleştiğini düşünüyorum. Bölümün en ikonik sahnelerinden birine hayat vermiş oldu. Zehra’nın her seferinde Türk kadına yaraşır şekilde güçlü ve ayakları yere basan bi Asena gibi olduğunu seyretmekten çok büyük keyif alıyorum.
Halit Başkan zeki ve hepsinden kıdemli bir adam. Belli ki elindeki tecrübesiyle hak ederek bu noktaya gelmiş ama Simon konusunda kendisine katılmıyorum. Bu adamın kendini güvende hissetmeye değil; gerçeklerin yüzüne sert bir şekilde vurulmasına ihtiyacı var. Birlikte iş yaptığı insanların onu koruyup kollayacağına inanıyor ama gerçekte Türk İstihbaratı’nın eline geçtiği haberinden sonra konuşmasını engellemek için onu öldürmeye çalıştıklarını bilmeli ki bu sayede tek kurtuluşunun hakikati söyleyerek Türk İstihbaratı’nın kanatları altında saklanmak olduğunu bilsin. Halit Başkan’ın odasına dönerek dolaylı yoldan da olsa yapmaya çalıştığı şey buydu ama onun gibi bi hainle işlediği suçların kanıtını gösterip sonra da öldürülebileceğini söyleyerek bir anlaşma yapamayacağını bilmesi gerekirdi. Simon’un ihtiyacı olan şey neden konuşması gerektiğine dair bir konuşma değil; eylemli bir göstermeydi bence.
Kız çocuklarının daha vefalı olduğundan söz etmişken ileride acaba bir #ZehSer bebeği görür müyüz yoksa Serdar babasını yeni kaybetmiş Yağmur’a mı babalık yapar? Yoksa senaristler seyircilerin aklıyla mı oynamaya çalışıyor?
Nihayetinde karargâh ekibinin amaçlarına ulaşıp sapasağlam bir şekilde karargâha getirmeyi başardıkları Simon’u sorguya çekebilmelerine ve sondaj gemisindeki patlamanın iç yüzünü aydınlatabilmelerine sevinsem de bu görevin tamamlandığı ve Zehra’nın ekipten ayrılma vaktinin geldiği anlamına da geldiği için içimi bir hüzün kapladı. Serdar gitmesine razı değil ne yapar eder onun istifasını geri çekmesini sağlayacak ya da gitmekten vazgeçmesine neden olacak bir şey yapar diye düşünmüştüm ama bunların hiçbiri olmadı. Belki Zehra’ya beklediği gibi “gitme” deseydi çok farklı bir süreç izliyor olabilirdik ama tüm tehlikelere gözü kapalı atlayan Serdar bu konuda cesur davranmadı. Zehra’nın yaşadığı travmayı düşünecek olursak eski eşinin katilinin sorgusunu izlemek zor olmuş olmalı. Bir kere söylüyorum motivasyonu çocuğu diye Ceren’le çalışabileceklerini düşünmeleri ve onu salıvermeleri büyük bir hata.
“Zehra biz düşündük. Kızının yanına gitmen en mantıklısı.
Herkes böyle mi düşünüyor?
Evet, hepimiz böyle düşünüyoruz.”
Zehra’nın ayrılma vakti yaklaştıkça kararlılığında çatlaklar oluştuğuna ve ekiple birlikte karargâhta kalmak isteyen yanının kalmak için herhangi bir bahane aradığına dair inancım giderek daha da güçleniyordu. Herkesin oy birliğiyle gitmesine rıza göstermesi sevinmesi gereken bi gelişmeyken onu gitmekten alıkoymaya çalışan Serdar’ın gözünün içine bakarak “herkes böyle mi düşünüyor” diye sormasının başka bir açıklaması olamaz. Sanki kıza ne kadar çok kavuşmak istiyorsa Serdar’ın kal demesini de o kadar istiyormuş gibi geldi bana. O yüzden gözlerinin içine bakarak ona gitmesi konusunda onay veren Serdar büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Aklının bir köşesinde ve kalbinin derinliklerinde bir yerde yol arkadaşlarını yarı yolda bırakmanın suçluluğuna bir de yaşayanlar arasına dönmesinin tek yolunun yurt dışında yaşamak olduğunu öğrenen Zehra kahroldu diyebilirim ki Zehra’yı her gün göremeyecek olmanın acısını çeken Serdar için aynı ülkede bile yaşamayacaklarını öğrenmek büyük bir şok oldu.
Zehra için çok sevdiği ve uğruna hayatını bile feda etmeyi göze aldığı ülkesinden bir daha dönmemek üzere gitmek zorunda olmak çok zor olmuş olmalı. İnsanın memleketi aynı zamanda evi ve yuvasıdır. Kendi adıma düşünüyorum da hayatı boyunca tek bir evde yaşamış biri olarak bu evden dönmemek üzere gitmek zorunda kalmak beni perişan ederdi. Ki Zehra Vatansever bir Millî İstihbarat Teşkilâtı mensubu. Onun için Vatan ne demek tahmin bile edemem. Gözlerindeki yaşı ve boğazında düğümlenen acıyı belli etmemek için yani ağlamamak için kendini tutmaya çalıştı ama maalesef gözünden süzülen o bir damla yaşa ve konuşurken sesinin titremesine engel olamadı.
Ekiple vedalaşmalara gelince en dikkate değer vedalaşmaların yakın zamanda iyi bir dostluk bağı kurduğu Pınar’la hislerini garip şekillerde gösterebilen Uzay’la ve zoraki ayrılmak zorunda kaldığı Serdar’la gerçekleştiğini söylemek doğru olur. Pınar’la aralarında gelişen bu dostluğa imrenmediğimi söyleyemeyeceğim. Her insanın bütün dertlerini paylaşıp gönlünü ferahlatabileceği bir dosta ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Popülerlik senin olsun dünya bana bi dost yeter. Yeter ki gerçekten sırtımı yaslayabileceğim biri olsun. Gürcan’ın babasının kendisi için yapamadığını Zehra’nın Yağmur için yapabilmesini dilemesi de çok tatlı bir vedalaşma şekliydi bana soracak olursanız.
Uzay’ı ilk tanıdığında onun duygusuz bir robot olduğunu sanan insanlar şimdilerde ne kadar yanıldıklarını biliyordur umarım. Keza kendisi duygularını çok belli edemese de Zehra ve Yağmur’u düşünerek onlar için yaşayabilecekleri ülkelerin bir listesini yapması çok duyarlı ve ince bir düşünme şekliydi. Zehra haklı Uzay olur da bir gün çocuğunun hayatında yer alma imkânı bulabilirse çok iyi ve düşünceli bir baba olacak. Üstelik Zehra ona sarıldığında çenesini boynuna dayaması ve sarılmayı tamamıyla benimsemesi duygulara yabancı olmadığını da kanıtlıyordu. Serdar’la vedalaşması ise diğerlerinden daha farklı bir boyuttaydı. Birbirlerinin gözlerinin içine baktıktan ve ne yapacaklarını bilemez şekilde sarılsak mı sarılmasak mı diye tereddüt ettikten sonra sımsıkı sarılmalarını izlemek çok anlamlıydı.
Serdar’ın sarıldıktan sonra yüzündeki tebessümün yerini hüzne bırakması yeterince üzücüyken bir de çenesini ona dayayıp hiç bırakmak istemiyormuş gibi sımsıkı sarılması kalbimi parçaladı. Yavaş yavaş kollarını ayırıp sarılmaya bi son verdiklerinde Zehra’nın saçlarının yüzüne ve omuzuna değmesi detayı beni benden aldı. Büyük bir özlemle birbirlerine baktıkları o son an eğer karargâhta yalnız olmadıklarını hatırlamasaydılar daha uzun bi süre bakışmaya devam ederlerdi. İkisinin de açıkça söyleyemedikleri edata boğazlarında düğümlenmişti. Ağlayıp tekrar sarılmamak için kendilerini çok zor tuttular. Bu vedalaşma Serdar’a yetmemiş olacak ki daha sonra yeniden yanına uğradı.
“İyisin değil mi?
İyiyim, Serdar. Bu iş bitmese gitmezdim, biliyorsun değil mi? Ben bir işi yarım bırakıp gitmezdim.
Biliyorum. Sen elinden gelen her şeyi yaptın. Ayrıca senin vatan sevgini ispatlamana gerek yok. O yüzden bu düşünceyi çıkar kafandan. Eee ne olacak şimdi? Nereye gideceksin?
Yağmur’la İpek Kemal’in evine gideceklermiş bugün. Ben de onlar geldiğinde orada olacağım.”
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur hesabı hazır Zehra’nın kahvesini nasıl içtiğini hatırlamışken odasına son kez kahve götürmek istemesi göründüğünden çok daha anlamlı bir hareketti. Gitmeden önce son kez Zehra’yla yalnız kalabilmek ve Yağmur’un yanına döndükten sonra ne yapacağını öğrenmek istedi. Yüzündeki gülümsemenin sahte olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Onunla yalnız kalmak istemesi bile o hüznünü anlatmaya yeterdi. Ki Serdar hislerini üstü kapalı bir şekilde olsa da çok güzel ifade etti. Aralarındaki hislerin karşılıklı olduğunu daha önce de söylemiştim. Serdar onun gitmesinden yana hüzünlenirken Zehra da gidiyor olmaktan yana üzgündü. Serdar giderken gözü arkada kalmasın diye onu sakinleştirmeye ve iyi olduğundan emin olmaya çalışırken Zehra da ona nasıl olduğunu sorarak gitmeden önce kendisinin de iyi olduğundan emin olmaya çalışıyordu.
“Al sana bir boşluk hissi.
Nasıl yani?
Kocaman bir boşluk hissi sen gidiyorsun ya. İçimde öyle kocaman bir boşluk hissi var, Zehra. Sanki hayatla bir bağım kopmuş gibi. Sensiz ne yapacağım? Ne yapacağız?
Ben de korkuyorum. Ne zaman korksam yanımda olmana o kadar alıştım ki her şey için çok teşekkür ederim.
Ben gideyim de sen toplanmaya devam et.”
Serdar onsuz hayatında kocaman bir boşluk hissi olacağını ve hayatla bir bağı kopmuş gibi yaşayacağını söylerken aşkını itiraf etmiş kadar oldu yeniden. Üstelik bu defa sensiz ne yapacağım derken sözü değiştirmeye de çalışmadı. Bu defa daha açık sözlü ve cesurdu ama en önemlisi Zehra da Serdar hakkında ne düşündüğünü ve onun hakkında neler hissettiğini anlatmaya düne kıyasla daha çok istekliydi. Kim bilir belki de birbirlerini bir daha görmeyeceklerini düşündükleri içindi bu üstü kapalı açık sözlülükleri. Her ikisi de bi diğerinin hayatındaki önemiyle ilk defa yüzleşmek zorunda kalmışlardı. Duygularını dile getirdikten sonra aralarında hem hiçbir şey söylemedikleri uzun bir sessizlik hem de çok şey anlatan kulakları sağar eden cinsten bir duygu patlaması yaşanıyordu. Ağızlarından bir kelime bile çıkmadı ama gözleri çok şey anlattı. Birbirlerine söylemek istedikleri çok şey vardı ama daha fazlasını söylemeye cesaret edebilecek yürekleri ve cesaretleri yoktu. Hem biri gitmek üzereyken duyguların bir anlamı da yoktu.
Bütün ekip onu uğurlamak için son kez karargâhta toplandıklarında gözü yaşlı Zehra dışında bütün ekibin de her gün gördükleri bi dostu bi daha hiç görmeyecekmiş gibi uğurlamalarını izlemek sahnenin daha çok içime işlemesine neden oldu. Vedalar daima zordur, acımasızdır ve can acıtıcıdır ama aynı zamanda hayatın en büyük gerçeğidir. Zehra bugün kızı için en doğrusunu yaptı ama kalbinin bir parçasını da veda ettiği arkadaşlarında bıraktı. Üstelik Kemal’in evine gidip kızı Yağmur’un gelmesini beklerken Kemal’in bilgisayarında buldukları her neyse yüzündeki dehşet ifadesiyle bölümü tamamladı diyerek bölüme dair yorumumu burada tamamlıyorum. Kızının babasının bilgisayarından onu dehşete düşürecek ne çıktı hiç bilmiyorum ama merakla bekliyorum.
Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.