Teşkilat 34. bölüme dair ikinci yazı ilk bölümden bu yana bölüm yazılarını aksatmadan kaleme alan Hande‘den. Keyifli okumalar…
Daha önce bölümde kendine yer bulan ekibin bir masa etrafındaki kolektif anlarından ve bu anları izlemeyi özellikle de Uzay’ın yeteneğini konuşturmasını izlemeyi ne kadar çok sevdiğimi uzun uzadıya anlattığım için aynı bölümdeki bir diğer toplantının detaylarına girmeyeceğim ama Zehra ve Serdar’ın sızdığı o partiden almış oldukları görüntüleri ve ses kayıtlarını inceledikten sonra Yuri üzerinden partideki maskeli şahıslardan birine ulaşabilecekleri toplantının ana temasını oluşturuyordu. O andan sonra da ekibin üstüne düşen Beyrut’a giderek Yuri ulaşmaya çalışmak oldu.
Sahne hakkında ekstra olarak söyleyebileceğim iki şey var. Birincisi daha az önce “eğer bunu beceremeyeceksen” diyerek Gürcan’ı gaza getiren Uzay’ın Yuri hakkında ellerine geçen bilginin Gürcan’ın üstün yetenekleri sayesinde olduğunun altını çizmesiydi ikincisi de konu boks olduğunda Hulki’nin sonunda birilerini dövebileceği düşüncesiyle gözlerinin parlamasıydı. Övüldüğü anda Gürcan’ın gülümsemesi ve Hulki’nin de ona göz kırpması çok sevimliydi…
Zehra ve Serdar’ın Halit Başkan’ın onları gönül işleri konusunda uyarması dolayısıyla yaşadıkları münakaşanın da etkisiyle Lübnan’daki operasyonun planlama aşamasından biraz gergin oldukları söylenebilirdi. Zehra’nın istemsiz olarak Serdar’ı terslemeleri ve Serdar’ın da iğneleme konusunda hiçbir fırsatı kaçırmaması aralarındaki tansiyonun çoğu zaman yükselmesine neden oldu. Neyse ki söz konusu operasyon olduğunda Zehra daha profesyonel yoksa Serdar’ın rol icabı diyerek sırnaşmaları da zaten yüksek olan bu tansiyonu patlama noktasına getirebilirdi. Özellikle Serdar boks maçlarıyla ilgili “sınırlı sayıda katılımcıyla yapılıyor” dediğinde Zehra’nın “evet telefon konuşmasından çıkarmıştık bunu zaten” dediği anda Serdar’ın sırıtarak laf sokması en azından ekipten birinin dikkatini çekebilecek düzeydeydi eğer Hulki 1 sucuk için elini kesip boks maçı konusunda ekibi yarı yolda bırakmış olmasaydı. Karnının derdine parmaklarının canına okuyan Hulki sahnesinin yazılması dövüşe Serdar’ın çıkması için güzel bahane oldu.
“Hulki’nin adam dövme hevesi benim aklımda bir ışık yaktı aslında.
Yalnız o tünelin içinde karşıdan gelen trenin ışığı olmasın da.
Temenni gibi söyledin, Zehra.
Ne alakası var, canım? Makul bir plan olsun diye dedim. Temenniyle ne ilgisi var yoksa?”
Zehra ve Serdar arasındaki gerginlik ve elektriklenme hissedilebilecek cinsteydi. İngilizcede “Cut with a knife” diye bir söylem vardır. Odadaki gerilim o kadar yoğundu ki bıçakla bile kesilebilirdi manasına geliyor. Zehra ve Serdar’ın arasındaki gerginliğinde böyle olduğunu söylemek doğru olur. Hele de Başkan’a rağmen geri çekilmeyen Serdar’ın lakayt tavrı Zehra’nın sinirlerini yatıştırmak yerine kendine hâkim olmadığı için daha da çok kızmasına neden oldu. Bu yüzden de istemli ya da istemsiz operasyon boyunca Serdar’a laf sokma konusunda hiçbir fırsatı kaçırmadı ki bu halleriyle bana ilk sezondaki hallerini hatırlattılar. Sonra da hiçbir şey hatırlamayan Serdar’ın hastane ziyareti esnasında Zehra’ya aralarındaki ilişkinin gerilimli olmasının nedeninin “birbirlerinden hoşlanmış olmaları” olduğunu söylediği anı düşündüm. Serdar oysaki bize bu sezon #ZehSer ilişkisinin nasıl olacağını söylemiş de anlamamışız.
Serdar’ın sahada pek meşhur olan “doğaçlama planları” hakkında operasyonun her anında kontrolü elinde tutmaya alışkın olan Zehra’nın neler düşündüğünü zaten biliyoruz ama onun duygularına hâkim olamamasından ötürü Halit Başkan’dan ihtar yemek zorunda kalan Zehra Başkan’a yalan söyleyerek güvenini suiistimal etmek zorunda kaldığı için Serdar’a duyduğu öfke planlarını her zamankinden çok eleştirmesine neden oluyordu. Halit Başkan’la yaptıkları konuşmadan sonra aşık Zehra’dan önceki haline dönmeye çalışan Zehra’nın gerginliği sahnelerdeki dinamiklerinin değişmesinde de bence büyük rol oynuyordu. Zira Zehra hislerini kabul etmeden önceki Zehra olmaya çalışıyordu. “Yalnız o tünelin içinde karşıdan gelen trenin ışığı olmasın da” diyerek yaptığı da bilinçaltının dışavurumuydu. Bunu bilinçli şekilde yapmaya çalışmadığı yüzünden belliydi. Ona bunu söyleten bilinçaltında Serdar’a duyduğu öfkeydi.
Dövülme ihtimalini eğlenen bir ses tonuyla dillendiren Zehra’ya bakıp “temenni gibi söyledin, Zehra” diyen Serdar’ın “kalbimi kırıyorsun yoksa dövülmemi mi istiyorsun” der gibi attığı bakışın sevimliliğine kalbimi bıraktım. Serdar MİT mensubuyken böyle çocuk gibi sevimli ve masum görünerek kalbimizi çalmayı nasıl başarıyor bilmiyorum ama ben bu durum için Çağlar’ın karizmasını suçluyorum. Bazen öyle masum oluyor ki kalbimiz onda kalıyor ama bu cümlesi sayesinde Zehra’nın Serdar’la olan kişisel davasının anlaşılacağından korkup kendini toparlamaya çalışmasını da izleyince daha da bir keyiflendiğimi söylemeliyim. Karşılıklı atışma sahnelerinde çocuklaşan tek kişinin Serdar Bey olmadığını bazen dil sürçmelerine ve bilinçaltının dışavurumlarına engel olamayan Zehra’nın da çocuklaşmalarını seyretmekten büyük keyif alıyorum. Araları bozukken bile karşılıklı paslaşmayı becerebilen tek çift onlar olsa gerek.
Zehra’nın aralarındaki gerginliği saklamaya çalıştığı sırada kıvranmasını izleyen Serdar’ın yüzünde beliren o muzip gülümsemenin ve havaya kalkan kaşlarının bir diğer nedeni ona farkında olmadan “canım” demiş olmasıydı bence.
“Lafımı kesme ve beni dinle. Bak ben seni senden çok iyi tanıyorum ve bu benim tanıdığım Pınar değil. Farkındayım bu Çetin meselesi seni yoruyor. Geçmişte yaşananlardan dolayı kendini suçluyorsun, biliyorum.
Gürcan lütfen bilmediğin ve yaşamadığın şeyler hakkında gelip benim karşıma oturma. O adam beni korumak için birini öldürdü ve gençliği boyunca hapishanedeydi. Ve kimin yüzündendi…benim yüzümden. Bütün bunlara sebep benim Gürcan. Anladın mı?
Anlamıyorum… Çünkü hayattaki tüm seçimlerimizi kendi irademizle yaparız. Çetin öyle bir insan olmayı tercih etti ve o öyle bir insan olmayı tercih etti diye suçlu sen olmuyorsun. Sen onun gibi biri değilsin. Kendini onun suçuna ortak etme, Pınar. Biliyorum, vicdanını dinliyorsun ama lütfen başını belaya sokacak yanlış bir şey yapma…”
Odaya girdiği anda onu terslemesinden ve çantanın içindekileri göstermekten kaçınmasından bir şeyler gizlediğini ama daha da önemlisi gizlediği bu şeyin Çetin’le ilgili olduğunu hemen anlayıverdi. Konunun çocukluğu diyebileceği Çetin’den ziyade onun yüzünden yaşayamadığı gençliği için hissettiği suçluluk duygusu olduğunu çabuk anlaması Pınar’ı ne kadar iyi tanıdığının kanıtıydı. Sesinin tonundaki şefkat ve ona gösterdiği anlayış konunun önceki seferki gibi kıskançlık olmadığını açıkça ortaya seriyordu. Üstelik Pınar’ın onu başından savmaya çalışan kaba tavırlarına bu anlayışlı halini sürdürmesi büyük bir olgunluktu. Bu konuda sonuna kadar Gürcan’a hak veriyorum. Nedeni her ne olursa olsun eylemlerimiz kendi yaptığımız seçimlerdir ve o yük suçluluk hissiyle başka kimseye yüklenmemeli.
Beyrut operasyonuna dönecek olursak eğer Serdar’ın dövüşlere katılabilmek için Yuri’nin arabasının önüne Rocky özentisi bir şekilde çıktığı sahne izlemek çok keyifliydi. Her hafta Serdar’ın kılıktan kılığa girdiğini görüyorum ancak dövüşlere katılma mevzusunda fazlasıyla heyecanlı ve bir o kadar da toyluğu yüzünden okunan hali bambaşkaydı.
Parasızlıktan yakınan her insan gibi çaresizlikle olmayacak bir seçeneğe yönelen yani Yuri’nin dövüşlerinde boksör olarak yer almak isteyen karakteri oynarken gösterdiği performansa bayıldım. Eline koluna hâkim olamaması, ona daha doğrusu arabasına yanaşabilmek için koruma ordusunu geçmeye çalışması özellikle de çok fazla kahve içmiş hiperaktif insanlar gibi hareket etmesi aslında çaresizlikten kendine söylenen her şeyi yapabilecek insanların eylem kalıplarından olduğu için hikayesine sadık kalmasına bayıldım. Hele de mont, bere ve bandanayla yapmış olduğu sakallı Serdar imajına düştüğümü itiraf etmeliyim. Konu sakal olduğunda duygularım zaman zaman değiştiğinden “sakalı ya da traşlı halini daha çok seviyorum” gibi net bir ifade kullanmayacağım sade bu imajına yakışanın sakallı hali olduğunu söylemekle yetineceğim. Zira temiz yüzlü birinin bad boy karizmasını yansıtabilmesi mümkün değildi.
Yuri’yi ikna edebilmek için adamlarını dövdüğü sahneyi izlemek de ayrı bir keyifti benim için. Aşık Serdar’dan sonra en sevdiğim Serdar’ın dövüşçü Serdar olduğunu söylemekte fayda var. Serdar karakteri sayesinde hep aksiyonun içinde olan Çağlar’ın aksiyon sahnelerinden aldığı keyif ve verdiği emek ekran başındaki seyircilerine de yansıyor. Otopark alışkın olduğumuzdan daha geniş bir dövüş alanı olduğu halde dar bir açıyla çekilen dövüş sahnesine çok emek verdikleri belli oluyor. Dövüş sekansının makineleşmeden böyle seri şekilde çekilmiş olmasının seyircilerinin taktirini kazanmayı hiç değilse onlara keyifli bir kare izletmeyi planlayan bir yönetmenin işi olduğu da belliydi. Bunun için Çağlar’a andaki dublörlere ve çekimi yapan yönetmene teşekkür etmek istiyorum. Serdar’ın “Keşke konuşarak anlaşsaydık. Ayıp oldu. Şoförü uyandırayım mı?” replikleri de dövüş sahnesini mükemmel bir biçimde tamamladı…
Dövüşlere katılmanın bir yolunu bulan Serdar’ın Yuri’nin söylediği buluşma noktasına vardığında planının üstünden bir kez daha geçmek isteyen Zehra’yla girdiği ağız dalaşı aslında karargâhta yaşananlardan ötürü yaşanan iletişim kopukluğunun bir sonucuydu. Nasıl ki Zehra hislerini açıkça ifade etmesi yüzünden girdikleri bu girdaptan çıkmama nedeni olarak onun rahatlığını görüyor ve ona kızıyorsa Serdar da ilk bulduğu fırsatta aralarındaki duyguları inkâr ederek onu bir başına bırakan Zehra’ya kızıyordu ama kızma dememe bakmayın aralarındaki gerginlik bir öpücükle çözülmeyecek bir şey değil. Ancak şimdilik aralarındaki bu mevcut kırgınlık birbirlerinin ağzından çıkanları da yanlış anlamalarına neden oluyor. Mesela Zehra planın üzerinden tekrar geçmek istediğinde Serdar kendisine ve planına inanmadığını düşündü. Halbuki Zehra dövüş esnasında bir şeylerin yanlış gitmesinden ve bunun sonucunda onun zarar görmesinden korkuyordu. Planın üstünden tekrar geçmek isterken hep olduğu gibi kontrolü eline almayı değil; onun zarar görmesini engellemeye çalışıyordu ama aralarındaki iletişim kopukluğu anlaşabilmelerinin önüne geçti.
Bu arada Serdar’ın arabanın dikiz aynasını Zehra’yı dikizlemek için kullanması da çok bir ayrıntı olmuş. Bir saniye önce kavga ederken bir saniye sonra dikiz aynası sayesinde göz göze gelerek bakıştıkları ve konuşmadan sadece bakışarak anlaştıkları o anda sadece gözlerini gördüğümüz Serdar’ın gülümsediğine yemin edebilirdim. Zehra’nın ise duygusal bir an yaşamakta olduklarını fark edip gözlerini kaçırması da tam ondan beklenen hareketti. Odağın Serdar’ın gözleri olduğu karenin çekimi güzel olmuş ki dikiz aynasından yola bakmak yerine Zehra’ya baktığı sahne bana öncekileri hatırlattı. Yağmur’u kurtardıktan sonra Zehra ve kızı arabanın arkasına oturduklarında da arabanın dikiz aynasından Zehra’yla böyle uzun uzun bakışmıştı. İki sahne arasındaki paralelliği görmek çok hoşuma gitti.
“Bay Yuri gönderdi bizi sizi almak için.
Güzel. Hadi gidelim.
Yalnız bize bir kişi olacak demişti.
Tamam, ben bir kişiyim. Bu benim antrenörüm. Bu da…şans meleğim.”
Aralarındaki gerginliğin düzelmesi için bir öpücük yeter dediğimde kast ettiğim bu değildi ancak Serdar’ın bu fırsatı değerlendirip Zehra’yı anlından öptüğü sahne sadece #ZehSer anlarına bakıldığında değil; aynı zamanda bölümün geneline bakıldığında da en sevdiğim sahnelerdendi. Öyle spontane ve aniden yaşandı ki Zehra bile ne olduğunu anlayamadan kendini önce öpülürken sonra da Serdar’ın kolları arasındayken buldu. Başkan’ın ihtarına Zehra’nın ona yönelttiği sitemlere rağmen bulduğu her fırsatta Zehra’ya yürümenin kitabını yazan Serdar’ın bildiğini okumaya devam etmesine ve küçük çakallıklar peşinde koşmasına bayıldım. Zehra’nın çenesini tutup “şans meleğim” dediği anda Zehra’ya öyle bir bakışı vardı ki ekran başındayken ben bile eridim. İlk öpücüklerinin alnından öpmek şeklinde olacağını hiç düşünmemiştim ama koltukta oturup birbirlerine sana çok değer veriyorum diyerek birbirlerinin koluna dokunmalarından daha iyi olduğu kesin. Dudaktan değilse bile yanaktan beklediğim öpücüğün anla gelmesi bende biraz hayal kırıklığı yarattı ama bu eylem aynı zamanda “helalimsin” manasına geldiğinden hiç sesimi çıkarmadım.
Sahnedeki doğallıklarını ve bakışmalarını gördükten sonra Hakkı’nın hislerini anladığını düşünüyorum. Zehra’nın o kara gözleriyle “şans meleğim” diyen Serdar’a bakışı ve Serdar’ın kolunu ona doladıktan sonra şımarması tatlıydı.
Üstelik #ZehSer sahneleri bununla da bitmiyordu. Dövüşlerin yapıldığı mekâna vardıkları anda otoparktaki yerinde duramaz hiperaktif tavrına giren Serdar Zehra ve Yuri’yi tanıştırırken aynı cümle içinde hem sevgilim hem de aşkım kelimelerini kullandı. Zehra’yı bilmem ama Serdar’ın şimdilik rol icabı da olsa onunla sevgililik oyununu oynamaktan mutlu olduğu her halinden beliydi. Onu Yuri’yle tanıştırırken “sevgilim” dediğini duyunca aklım geçen hafta antikacı dükkanındaki adamı kandırabilmek için sevgili rolü yaptıkları geldi de bu sezonu önceki sezonun daha güzel yapan nadir şeylerden birinin Zehra ve Serdar’ın hep sevgili veya evli rolüne girmek zorunda kalmaları olduğunu söylemek mümkün. Zehra ne kadar Serdar’dan uzak durmaya çalışsa da hayat onları operasyon ayağına bir araya getiriyor. Ama o zamanlarda bile Zehra’nın “yakında ayrılacağız gibi görünüyor” demesi yok mu beni benden alıyor. Çocuğun yüzündeki gülümseme yarım kaldı. Operasyon kasıtlı bile sevgilin olmasına izin vermedin ya alacağın olsun, Zehra.
Tabi bir ihtimal daha vardı. O da “yakında ayrılacağız gibi görünüyor” cümlesini Halit Başkan’ın sözünü dinlemezse gidişatın öyle olacağını ifade etmek için de kullanmış olabilir. Eğer bu kafada devam edersen Halit Başkan seni bu ekipten bir daha dönmemek üzere ayıracak mesajını vermek ve kendini toplaması için onu ikaz etmiş olabilir bence.
Serdar’ın dövüşmek zorunda olması Zehra’yı fazlasıyla endişelendiriyorken bir de Yuri’den dövüşeceği rakiplerinin ölümü göze almış profesyonellerden oluştuğunu duyunca çok daha fazla endişelendi. Baş başa kaldıkları anda her söylediği de bu endişesinin bir sonucuydu. Operasyon sırasında maskeli adamın kimliğini tespit edene kadar onun ringde rakiplerine karşı dayanabilmesi gerekiyordu ve bu durum doğrudan Serdar’ın hayatını tehdit ediyordu. Onun aklından geçen sevdiğinin canı için endişe duymasıyken Serdar’ın ona verdiği karşılık bunun tam tersi bir duyguyu yani alaycı bir sitemi içeriyordu. Serdar bunu Zehra’nın onun için endişelendiğini anlamadığı için mi yoksa durumun ciddiyetini her zamanki gibi savunma mekanizmasıyla “bastırmaya” çalıştığı için mi böyle davrandığını bilmiyorum ama kesin olan bir şey var ki Zehra’nın ikazını anlamış “yakında ayrılacağız gibi görünüyor” sözüne epey içerlemiş.
“Sen bence maskelinin ne zaman geleceğini merak et.
Bana neyi merak edeceğimi söyleme bir daha. (…)
Tam tersini yapıyorsun çünkü, değil mi? Merak etmezsin. Bana bak. Fark ettirmiyorsun ama büyük bir egon var.
Senin yanında ortaya çıkıyor.
Benim yanımda olmadığın zamanlarda ne yaptığını bilemeyeceğim için yorum yapmıyorum”
Rol icabı bile olsa kendisine yakınlık göstermemesine öyle içerlemiş ki normalde operasyonun orta yerinde konuyu aralarındaki ilişkiye getirmeyi severken bu defa “maskeli adamın” varlığını ileriye sürerek konuyu doğrudan göreve getirdi ki bunu yaparken de kendi tarzında yapmayı unutmadı. Başkan’ın bir sözüyle aralarındakiler yok saymasına ve operasyon esnasında kendisini iğnelemesine kızgındı ama sonuç olarak karşımızdaki çocukluğunda yaşadığı trajediden sonra hayata tutunabilmek için alaycılığını kendine savunma mekanizması yapmış biri insandı da. Zehra Ariel’i alıp Konsolosluğa sığınmak zorunda kaldıklarında onunla ilgili en sevdiği şeyin umudunu asla kaybetmemesi olduğunu söylememiş miydi? O yüzden bir yandan göreve odaklanmasını söylerken bir taraftan da Zehra’sının en sinir olduğu şeyi yapıp onunla “emir kipiyle” konuşması tam da ondan beklenecek hareketti. Bunu yaparak sadece onu sinir etmeyi değil; aynı zamanda tam tersini yapmasını yani maskeli adamdan çok onu merak etmesini temenni ettiğini söylenebilir. Egosunun safi karşılıklı etkileşimleri esnasında ortaya çıktığı konusunda Zehra’yla hemfikirim.
Aynı anda birden fazla anlama gelen sözcükleri sevdiğim için bu detaydan bahsetmezsem olmazdı. Zehra adamı hemen bulacakları temennisini verip çok fazla dövüşmek zorunda kalmayacağını söylediğinde maçlardan yenilerek çekilme konusunda zorluk yaşayan Serdar “bu zor olacak” dediğinde kolay kolay yenilmeyecek bir adam olduğunu kast ederken Zehra’nın söylediğini yanlış anlayıp “rakiplerinden birkaçını gördüm bence de zor olacak” diyerek tam tersi bir durumu yani bu adamların onu epey hırpalayacağını kast ederek Serdar’ın biraz gücenmesine neden oldu. Kast ettiği zorluğun yenilmek olduğunu söylediğinde ve kendi beğenmiş o gülümsemesi bütün yüzünü kapladığında ben de Zehra’yla aynı şeyi düşündüm. Ona diyor ama aslında Serdar’ın egosu kocaman. Aynı kelimelerin Zehra’nın söylediğini duyunca denk gelmesine inanamadım. Ama ben bile araları böyle limoniyken ufacık bir çatlaktan içeriye sızmaya çalışmasını yani Zehra’nın bir sıcak tavrıyla “bana o yüzden âşık olmadın mı?” demesini beklemiyordum.
Gerçek bir çift olmanın yolu birbirlerinin sınırlarını zorlamaktan ve birbirlerini teste tabi tutarak en iyi versiyonlarına dönüşmelerinde yardımcı olmaktan geçer. Bu durumda Serdar ve Zehra arasında bunun gibi atışmalarında sık sık gördüğümüz gerginlik aslında birbirlerinden çok hoşlanıyor olmalarından kaynaklanıyor. Daha doğrusu konfor alanı dışına çıkmalarına ve bugüne kadar bildikleri ezberlerin bozulmasına gösterdikleri tepki gerginlik. Serdar onu daha önce hiç test edilmediği bir noktadan yani profesyonelliği ve duygularına hâkim olabilme becerisinden vurdu. Zehra da onu daha önce sahiden hiç hissetmediği bir duyguyla aşkla bir kadının her şeyine hayran olmakla vurdu bence.
Serdar’a verilen El Turco adını duyunca Zehra’nın küçük bir çocuk gibi durduğu yerde zıplayarak onu alkışlamasını izlemek çok zevkliydi. Asıl vurulduğum sahne Serdar’ın Zehra’ya fırsattan istifade havadan atmış olduğu öpücüktü. #ZehSer çifti bu halleriyle “şans meleği ve gurur duyduğu sevgilisi” enerjisini mükemmel bir şekilde yansıtıyorlardı.
“Hakkı Dayı bu adam hakikaten Ayı Boğan gibi duruyor. Neyse ki ben ayı değilim, değil mi?
Ayı olsan sıkıntı olurdu. (…)
Eee, ne yapıyoruz? Taktik vermeyecek misin?
Vereceğim tabi. Adamı inceledim. Adamın zayıf tarafı…adamın zayıf tarafı yok. Gerçek bir ayı olsaydı işin daha kolay olurdu. Ortalıkta yiyecek bırakma, ölü taklidi yap. Ne bileyim biber gazı varsa sık derdim ama…”
Kurallarının dövüşçüleri zorlamak hatta öldürebilmek üzerine kurulduğu ilk dövüşünde karşılaştığı rakibinin adının “Ayı Boğan” olması çok komikti. Ring zaten dar bir alanken ringe renkler yardımıyla çekilen şeritler ve konulan katı kurallar sayesinde rakipler arasındaki alanın giderek daraldığı bir boks maçı izlemekten büyük keyif aldım. Ki benim dar alanlarda çekilen dövüş sahnelerini ne kadar çok sevdiğimi yazılarımı okuyan herkes de bilir. Ki ringdeki sunucu oyunun kurallarını ve nasıl 1 boks maçı olacağını anlatırken cezanın “ölüm” olduğunu çok önceden tahmin edebilen ben bu sahne yüzünden hem gerileceğimi hem de Serdar’a ağırlık verileceği için Çağlar Show izleyeceğimi bilerek sahneyi pür dikkat izledim. Özellikle de rakibi Ayı Boğan’ı gördükten sonra Serdar’ın verdiği tepkiye epey güldüm.
Böylesine gergin ve ciddiyet isteyen bir karede adamın lakabından yola çıkarak yaptığı espri büyük komedi anıydı. Gerçi ben adamın bu lakabını çok ayı boğarak aldığını hiç sanmıyorum ama ayı olmadığına sevinen Serdar komikti.
Serdar kime bahis oynardın diye sorduğun da biraz tereddüt etse de “sonuna kadar El Turco” dediğinde bana daha çok Serdar’a moral vermeye çalışıyormuş gibi geldi. Zira görünürde baskın gelecek tarafın Serdar olduğunu demek pek mümkün değildi. Kaldı ki maç esnasında hiç yardımcı olmayan taktikleri dışında ne Zehra ne de Hakkı’nın ona pek inanmadığını fark eden Serdar’ın güven oyu eksikliği nedeniyle biraz gücendiği söylemeden de edemeyeceğim ki dövüşü uzatabilmek için Serdar adamı oyalamaya çalıştıkça birbirlerine daha fazla yaklaşmak zorunda kalmaları da onun için çok büyük bir sorun yaratıyordu. Hakkı bile adamın hiçbir zayıflığı olmadığını söyleyip onun bilinçaltını “o adam yenilmez” mesajıyla dolduruyorken Serdar’ın adamın karşısında dayanabilmesini nasıl bekliyorlar acaba?
Maskeli adamın gelişini beklerse bir sakatlık çıkacağını anlayan Serdar’ın mecburen dövüşü tamamlaması gerekti. 2-3 ay önce sosyal medyada Çağlar Ertuğrul’un çok iyi Türk işi James Bond olabileceğiyle ilgili bir yazı okumuştum. Sonrasında da “neden olmasın” demiştim ancak Çağlar’ın Serdar sayesinde sergilediği aksiyon performanslarının adeti arttıkça bu tespiti yapan kişinin haklılığına da günden güne daha çok inanmaya başladım. Kamera arkasından sosyal medyaya yansıyan resim ve videolardan gördüğüm kadarıyla sahnelerde bizzat kendisi oynayan Çağlar’ın aksiyon ve dövüş performanslarının günden güne daha iyiye gittiğini söylemek mümkün. O yüzden Serdar’ın ringde olduğu her anın tadını çıkardım. Zira Ayı Boğan’ı tek hamlesiyle indirirken ki performansı tek kelimeyle muazzamdı.
“Kocanız kimdi?
Siz çok geride kalmışsınız ya. Bütün dünya biliyor benim kocamın kim olduğunu. Uzaydan bile biliyorlar. Kim benim kocam? Roman Golovin. Yuri Bey’in de yakın çalışma arkadaşıdır kendisi. Pek tavsiye etmem ama isterseniz sorabilirsiniz kendisine ki bunun bir maliyeti olacaktır. Bana ne kadar kaba davrandığınızı, tuvalete bile gitmeme izin vermediğinizi duyarsa bilemiyorum artık. (…) Yani bir kadının en temel haklarından biri olan makyaj tazeleme hürriyetini elinden almak paket olmaya değer mi ben bilemedim.”
Yuri’nin boks maçın ortasında yerinden kalkıp başka bir yere gittiğini gören Zehra’nın maskeli adamla buluşacağını düşünerek onu takip etmeye çalıştığı ama korumalar tarafından engellendiği sahnedeki performansı muhteşemdi. Ben daha önce “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” ve “babamın kim olduğunu biliyor musun?” bahanelerini duymuştum ama Zehra gibi bir kadının “sen benim kocamın kim olduğunu biliyor musun?” bahanesine sığınacağını düşünmemiştim. Üstüne üstlük “benim kocam kim?” dediği karede Uzay’dan istihbarat alabilmek adına korumaları oyalaması da özellikle Deniz yazılmış ve bundan sonra daha da fazla yazılmasını umduğum bir komedi sahnesiydi. Sizi bilmem ama adama makyaj tazelemenin bir kadının en doğal hakkı olduğunu söylediği sahnede kahkaha atıp kendimden geçtim. Hayatı boyunca sadece düğünden düğüne makyaj yapmış bir kadın olarak bunu bilmiyordum.
Korumaları “bağımsızlık bildirisini” yayınlar bir şekilde kadın haklarını savunarak alt etmeyi başaran Zehra takibine koridorda da devam etti. Varlığını kimseye sezdirmeden gizli buluşmasını yapmak için gittiği odanın kapısına kadar Yuri’yi takip etmeyi başardı ama içeride kiminle neler konuştuğunu duymak çok daha çetrefilli ve tehlikeli bir sürecin de başlangıcıydı. Zehra içeride konuşulanları duyabilmek için 2 kere yakalanma tehlikesi atlattı. Onu geçtim içeride konuşulanları dinlemek için Gürcan’ın önerdiği şey ise yakalandığı taktirde “bir yanlış anlaşılma olmuş” diyerek işin içinden sıyrılabileceği türden bir şey de değildi. Zehra’nın işinin gerektirdiği gibi “cesur bir kadın” olduğunu biliyorum ama korkusuz olduğu sahneleri görmek her seferinde kendisine çok daha fazla hayran olmama neden oluyor. Tabi ki her bölümde ajanlık sürecinin bir parçası olan cihazların kullanılması da seyir keyfimi arttıran özelliklerden biriydi.
Arı kovanına çomak sokmak ve ayı inine kafa sokmak dedikleri şey tam da onun yaptığı şeydi ama olsun. Sonuçta bizimkiler de MİT mensubu. Alelade insanlar değiller ki işinin gereği olarak canlarını tehlikeye atmasınlar da keşke kendisini tehlikeye attığına da değmiş olsaydı. Yakalanma tehlikesini göze aldıktan sonra Yuri’nin odada konuştuğu şahsın maskeli adam çıkmaması sizi bilmem ama benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. En azından bu sayede Ankara’yı hedefleyen kitle imha silahında kullanılacak olan NRX-9 kimyasalının sevkiyatını durdurmayı başardılar diyerek kendimi biraz olsun, avutuyorum. Sonuçta sevkiyat gerçekleşemeden Hulki’nin mallara el koyması iyi oldu.
“Nerde bu adam? İçeride olmadığına emin miyiz?
Yani yüzüğü takmamış olabilir ya da biz gözden kaçırmışızdır ama adam içeride değil. (Yapma…)
Yani birkaç tane daha ayı ayıklaman gerekiyor.
Şu anda benim tek derdim biraz nefes almak.”
Ringdeki ilk maçı bitirdikten sonra Serdar’ın soyunma odasına “hıyyy” diyerek girmesine ve Zehra’nın havluyla onu kurulamasına bayıldım. Gerçi bu sahneyi ilk gördüğümde aklıma parkta oynarken terleyen çocuğunun sırtına havlu koyan anneler geldi ama olsun; Zehra ve Serdar’ın bu sevgililik oyununu hiçbir çaba sarf etmeden kotarabilmelerine kalbimi bıraktım. Maskeli adam gelene kadar Ayı Boğan’la yaptığı maçı bitirmemek için adamı oyalamaktan enerjisi kalmayan Serdar’ın hemen ikinci bir maça çıkacağını duyunca asılan yüzüyle ben de onun canı için endişelendim. Ama “he, nasıl…hemen mi?” şeklinde verdiği tepkiye de çok güldüm. Serdar’ın komedi zamanlamaları mükemmel. En gergin olduğu anlarda korkusunu ya da yaralarını gizleyebilmek için espri yapan ve gizli silahı olarak alaycılığına başvuran bir karakterin komedi zamanlamasının mükemmel olması şaşırtıcı değil de Çağlar’ın bunu hiç çabalama gereği duymadan bu kadar organik bir şekilde yapabilmesinin tek açıklaması Çağlar’ın aslında Serdar olduğudur… Hedefi bulana kadar göbeğinin çatlayacağını ve nefesinin kesileceğini anlayan Serdar’ın “yapma” deyişi tatlıydı.
Ekibe ya da operasyona sitemden ziyade içine düştüğü korkunç duruma isyan eder bir hali vardı, Serdar’ın. Neyse ki onlar bu şekilde bir parça umutsuzluk girdabına düşmüşken maskeli adamın mekâna teşrif ettiğini görmek bana iyi geldi. Maskeli adamın kimliğini tespit edecekler biz de yüzünü göreceğiz diye çok umutlanmıştım ancak olmadı.
İkizlerle yapmış olduğu boks maçının ne ilk dövüşü ne de son dövüşü kadar kayda değer bir özelliği yoktu aslında. Ancak ringe çıkmadan önce nefes almaya ihtiyacı olduğunu söyleyen Serdar’ın maç öncesinde sevgilik oyunundan faydalanıp Zehra’yı “şans meleğim” diyerek tekrar alnından öpmesi muhteşemdi. En ciddi operasyonların ortasında bile Zehra’ya yürüme sevdasına hiç vazgeçmeyen Serdar’ın onu öpmek için yeni bir fırsat yaratmasına âşık oldum. Tekrar beklemediği bir öpücüğe maruz kalan ve sevgili rolü yaptıkları için tepki verme hakkından mahrum bırakılan Zehra’nın yüzünden bu duruma sinir olduğu belli oluyordu. Serdar’ın aynı eylemi gerekmediği halde tekrarlamasını izleyen Hakkı’nın onun bu eylemi tekrarlamaktan mutluluk duyduğunu fark ettiğine eminim. Zehra kendisini birlikte olamayacakları konusunda uyarmasına Halit’in de ikaz etmesine rağmen Serdar’ın aşkına sahip çıkması çok güzel. Hele de ringde hayatta kalma savaşı verirken söylediklerine rağmen onun için endişelenen bir Zehra görmek güzel.
Herkes tek tek dövüşürken Serdar’ın karşısına göz korkutucu görünmeseler de 2 kişinin çıkarılması çok adaletsizdi. Ben bu durumu herkesin Türk’ü ölü görmek istemesine bağladım. Yuri Serdar’a karşı yapılan bahisleri büyütmenin ve ceplerini doldurmanın peşindeydi de bu defa Serdar’ın da kendini tutmak gibi bir derdi yoktu. Hırkasını çıkardığı anda siyah atletini ve pazılarını gören birçok kadın seyircinin ekrana kitlendiğini iddia edebilirim ama kanıtlayamam ki bu sahnenin çekiminde arka planda siyahtan başka bir renk olsaydı çekim statikleri bence daha da güzel olurdu. En azından ringde yediği her yumrukta Serdar için endişelenen bir Zehra görmek devamlılık açısından çok güzeldi.
Dövüştüğü adamların öldürüldüğünü görünce işin ciddiye bindiğini anlayan Serdar’ın tepkisi muazzamdı. Hele de finalde öncesinde rakibi olmadığına sevindiği yaratıkla dövüşeceğini öğrenince yan çizmeye çalışması çok komikti. “Ben çok yorgunum. Dinlenmeden hayatta maça çıkmam” diye itiraz etse de fayda etmedi. Onları vurmak için hazır bekleyen adamın varlığı bir maça daha çıkması için ikna edici oldu. Zehra’yı öldürmekle tehdit ettiler ne yapsaydı?
Ringde çıktığı ilk andan itibaren Serdar ve Hakkı arasında insan olmadığının konuşulduğu üstüne üstlük Türklerden nefret ettiğini söyleyince “Tanısan seversin aslında. Senin yemini de suyunu da eksik etmezler. Hayvan severdirler” cevabını veren Serdar’ın daha çok kızdırmış olduğu Lazarov’la dövüşeceğini öğrendiğimde içimi bir endişe kapladı. Serdar Karargâh ekibinin önemli bir parçası olduğu halde bugüne kadar başına gelenlerin pişmiş tavuğun başına gelmediğini düşününce bu senaristlerin ona nasıl bir kader tayin edebileceğinden korkup panikledim. Ölmezdi ama bunun dışında başına hemen hemen her şey gelebilirdi. İnsan bile diyemeyeceğim o yaratığın Türkleri sevmediğini de hatırlayınca dövüşün sonunda içlerinden biri ölebilir diye düşündüm. Çizgiyi ihlal ettikleri için dövüşçülerin “ceza” olarak öldürüldüğü bir dövüşte sadece biri hayatta kalana kadar dövüştürülmeleri de istenebilirdi dememe kalmadı korktuğum başıma geldi. Zaten hep öyle olmaz mı? En çok korktuğumuz şey tüm gerçekliğiyle karşımıza dikiliverir.
Serdar’ın neredeyse üç katı olan bir adamla dövüşüp kazanmasının çok zor olduğunu düşünsem de işin sonunda Hakkı özellikle de Zehra’nın hayatı olduğunu düşününce kazanmak için fazlasıyla motive olmuştur diye düşündüm. Buna rağmen garanti olması için keşke “şans meleğini” tekrar alnından öpseydi. Zira şansa epey ihtiyacı olacaktı.
Zavallı Serdar bu defa rakibini ne oyalamaya çalışıyordu ne de karşısında kendini tutuyordu. Sadece baskı altında tutulduğu bu durumdan kendini sıyırabilmenin bir yolunu arıyordu. Ne yalan söyleyeyim diğer 2 sefer dövüşmelerini izlemek son derece zevkliydi ama bu son seferde devamlı yediği yumruklar içimi parçaladı. Ne kadar sert bir darbe yerse yesin daima ayağa kalkması Türk Milleti’nin gücünü göstermesi bakımından gurur duyduğum bir ayrıntı oldu ama Serdar bu süreçte çok darbe aldı. Lazarov olmasa bile çizgi dışına çıkmanın onu öldürtebileceğini düşünerek son sahneleri gerilerek seyrettim. Ona inandığını söyleyen Yuri bile bahsini onun kaybetmesine oynadı. O ortamda hayatta kalmasını ümit eden tek kişi köşesindeki Hakkı Dayı’ydı. Geri kalan herkes heyecanla ölmesini bekliyordu. Tüm bunlara rağmen Serdar’ın hayatta kalmak için yaptığı manevralar etkileyiciydi. Ancak Serdar yere düştüğünde ve Lazarov tepesine çıktığında çok kısa bir anlığına işlerin çok vahim bir noktaya gitmeye başladığını düşünmeye başladım. Neredeyse umudumu kaybediyordum ki “El Turco” Serdar Kılıçaslan’ın kim olduğunu herkese gösterdi…
Bırakın anlından öpmeyi peşinde oldukları maskeli adamı bulunca peşini takılan Zehra o dövüşürken ortamda bile değildi. En azından Serdar’ı öylece bırakması bir işe yarasaydı adamı parmağındaki yüzükten tespit etmeyi başardı ama bu zafer çok kısa sürdü. Adamın ne yüzünü gördü ne de kimliğini tespit edebildi. Ayrıca adamı gözden kaçırdı.
Serdar’ın köşeye sıkıştığı anda pençelerini çıkartıp adamın gözlerine saldırması gerçekten maçın seyrini değiştiren güzel bir manevraydı. Asla pes etmedi ve sonuna kadar savaşarak rakibini alt etmeyi ve şampiyon olmayı başardı. Tam her şey bitti ve Serdar hikâyenin en tehlikeli kısmını atlattı derken soyunma odasında bahsi kaybeden Yuri’nin öfkesiyle tanışmış oldu. Adam bir de “bana para kaybettirdin” diye hesap soruyor. Serdar mı dedi sana “git bahsini Lazarov yana kullan” diye, hayır. Senin akılsızlığının cezasını neden Serdar çekiyor hiç anlamadım dedikten sonra asıl endişelenmem gereken şeyin boynuna vurulan iğne olmadığını anlamam kısa sürdü. Zehra’nın arayıp bulmayı başaramadığı ancak bizim sesinden tanıdığımız maskeli adam Serdar’ı ondan parayla satın alarak “uyuşturulmuş” halini aracına bindirip kaçırdı. İnsaf edin be senaristler bu onun kaçıncı kaçırılışı, her seferinde de savunmasızken.
Serdar’ın uyuşturulmuş halde araca bindirildiğini görünce aklıma ilk sezon finalinde yaralıyken ambulansa bindirilip kaçırıldığı sahne geldi. PTSD daha yeni atlatmaya başlamışken başına tekrar aynı şeyin gelmesi çok acımasızca. Hele de Zehra ve Hakkı aralarında maskeli adamı nasıl elden kaçırdıklarını konuşurken adamın Serdar’la olması manidardı. Serdar’ı kontrol etmek için soyunma odasına giden ve onun ortadan kaybolduğunu ilk fark edenin Zehra olması üzücü bir sahne için de olsa bir #ZehSer hayranı olarak senaristlere teşekkür ettiğim güzel bir ayrıntıydı…
Bu arada geldiği ilk günden beri Karargâh ekibinin yanında hiç sırıtmayan hatta yolun başından beri yanlarındaymış hissi veren Halit Başkan için de ufak bir parantez açmak istiyorum. #ZehSer aşkının önünde durduğu ve bu ikilinin çatışmalarına neden olduğu için kendisine zaman zaman kızsam da Halit Başkan’ı seviyorum. Mete Başkan’ın ilk başlarda ekibin yanından ayrılması moralimi bozmuş olsa da Halit Başkan’ı da kısa sürede benimsedim ve bağrıma bastım. Özellikle de sezonun kötü karakteri olan Yıldırım’la olan geçmişi aralarındaki savaşı daha ilgi çekici kılıyor. O yüzden bu bölümde ortak geçmişlerinden ve zamanında arabasını bombalayarak ona hayatının en büyük acısını yaşattığından ötürü Yıldırım’ı ülkesi adına tutuklama hakkına onun sahip olduğunu gördüğüme sevindim. Roza’nın vefatından sonra serseri mayın gibi kontrolünü kaybederek herkese saldıran Yıldırım’ı tutuklamak da ona yakışırdı. En çok da ekibinin iki üyesine yani Zehra ve Serdar’a duygularıyla hareket etmemelerini söylerken aynı şeyi kendi yapan ikiyüzlü bir karakter olarak yazılmadığı için şükrediyorum. Onu tutuklarken profesyonelliğini hiç kaybetmedi.
Yıldırım gibi adamların en büyük düşmanı kibirleri aslında. Kimsenin ona dokunmaya gücünün yetmeyeceğini düşünüyordu ama öyle olmadı. Patlamada öldü sandığı kızının patiğini eline verdiği, kızının beş yaşındaki fotoğrafıyla kafasını karıştırdığı ve neye daha doğrusu kime benzediği konusunda onu devamlı kışkırttığı halde Halit’in kendini tutabilmesine saygı duydum. Ki keşke Yıldırım’a doğal seleksiyonun öyle bir şey olmadığını anlatsaydı. Onun yapmaya çalıştığı şey Thanos tarzı bir eylem. Ceren’e anlattığı hikâyenin kurgu olduğu onları soğukkanlılıkla öldürdü demesinden belliydi. Bunu nasıl bilebilirdi ki? Şef’in onu yanlarına yerleştirdiği ailenin ölümü de Ceren’in Türklerden nefret etmesi için kurgulanmıştı. Bu durumda istemeden de olsa bariz olan gerçeği yani onun Halit’in kızı olduğunu kabullenmemiz gerekiyormuş gibi görünüyor ama içim bunu kaldırmıyor diyerek yazımı tamamlıyorum. Bakalım karargâh ekibi haftaya Çetin’in rehin aldığı Pınar’ın yokluğunu fark edecek ve Serdar’ı yüzünü son saniyede gördüğümüz maskelinin pençesinden kurtarmayı başarabilecekler mi? Yoksa Ceren uyutulduğu masalın etkisiyle ailesinin intikamını Halit’ten alacak mı bekleyip göreceğiz gibi görünüyor.
Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…
Yazıdaki fotoğraflar için @CatDoctor_ , @Masoome05720077 , @missgecee , @Ranxedit ve kapak fotoğrafı için @snowflakeiiy’e teşekkürler…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.