Teşkilat dördüncü bölümü ile zirvede. Total’de 12,71 reyting, AB’de 13,87 reyting ve ABC1 14,47′ reytingle üç grupta da günün 1.si oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
İyi ile kötü arasındaki çatışmalar üzerinde şekillenen dizilerde en sevdiğim şeylerden biri de her iki tarafın eş zamanlı eylemleri arasındaki paralellikleri gözlemlemedir. Fadi Türk Cumhuriyeti’ni bitirmek için vermekte olduğu bu savaşta engel teşkil eden Serdar hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenlerken aynı şeyi eş zamanlı olarak Şirket ile savaşırken sık sık karşılarına çıkacak Fadi hakkında yapmaları karşılıklı bir kontrast oluşturmaktaydı.
Onların yapmış oldukları bu eylemi cüretkâr bulan ve çok sinirlenen Fadi ilk iş olarak savaşta kazanmanın altın kuralı olarak gördüğü “düşmanını iyi tanı ama zaaflarını daha iyi öğren” mantığıyla yanına yerleştirmiş oldukları Ceren’in sayesinde Serdar hakkındaki her şeyi öğrenmeye çalıştı. Fadi’nin bu bilgilendirme toplantısı sırasında öğrendiği ilk şey, Ceren’in yanına yerleştirilmesinin altında yatanın onun geleceği çok parlak bir ajan olmasından kaynaklandığıydı. Serdar’ı bu kadar iyi kandırmasının altında ailesini erken yaşta kaybetmenin neden olduğu “duygusal boşluk” olduğunu öğrenmemiz de olan biteni anlayabilmemiz için seyirciye verilen bir mesajdı bence.
Panoya asılmış resimlerle Uzay, organizasyonun yapısı hakkında kısa bir bilgilendirme yaptı. Bu sayede Fadi’nin Filistinli fakir bir mülteci ailesinden gelmiş olduğunu öğrendim. Bu bilgi Fadi’nin hem geçmişe olan takıntısı hem de karakteri hakkında daha üç boyutlu bir resim şekillendirmeyi mümkün kılıyor; aynı zamanda karakterin de altını dolduruyordu. Davasına sonuna kadar inanan bir adam olan Fadi’nin kırılma noktasının dava arkadaşları olarak gördüğü insanların ona ihanet etmiş olmasıydı. Bu sayede ihanete olan hassasiyetinin bir sonucu olarak kendini satan dava arkadaşlarını öldürdüğünü ve işkencecileriyle masaya oturduğunu öğrenmiş oldum. Bu durumda artık davayı değersizleştirip kendine ihanet edenlere inat karşı tarafta yer almayı seçmiş olması Avrupa devletleriyle olan iş birliği düşünülünce mantıklı gelmeye başladı. Tek derdi güç olan bir adama dönüşmüştü.
Fadi aptal bir düşman değildi. Bu konuda özellikle düşmanın da en az kahramanlarımız kadar zeki olduğu yüksek riskli bir savaş oyununu izlemeyi seviyorum. O yüzden de Serdar’ın işlerini bozmasından yola çıkarak Ceren’in kimliğini tespit etmiş olabileceğini hatta Ceren’i elemanladığını düşünmesi çok akıllıcaydı. Ancak birlikte çalıştığı kadının bu ihtimalle şans vermeyen kendinden emin tavırları bir güvenlik açığının oluşmasına neden oluyordu. Ancak Fadi şimdilik temkinli davranarak kadını bu meseleyle ilgilenmesi için görevlendirdi.
Sosyal Medyanın Gücü
Fadi’nin bu haftaki en büyük gündemi Almanya’da Türk Cumhuriyeti’ne silah ambargosu uygulayıp uygulamama konusunda üç gün sonra yapılacak toplantıda, Türkiye aleyhine bir karar çıkmasını sağlamaktı. Bunun için de tam da o gün gerçekleşecek bir eylem düzenlemeyi planlıyordu. Eylem planının ilk ayağını da bu topraklarda yaşayan Türkleri ayaklandırmak amacıyla Almanya’da yaşayan Türklere karşı küçük eylemler koordine etmek oluşturuyordu. Bunun için de Fadi Almanya’da yaşayan Türklerden rahatsız olan bir ırksal grup olan Neo-Nazi Dazlaklarla iş birliği yapmaya hazırlanıyordu. Fadi’nin bilmediği ise elindeki sahte SİHA güvenlik protokollerinin bulunduğu bellek sayesinde bilgisayarında bulunan birçok belgeye Türk İstihbaratı’nın erişimi olduğuydu.
Tüm bilgilerin deşifre edilmesi uzun sürse de en azından yakın tarihli olduğu belli olan bir eylem planının farkında olan ekip, Berlin’de kalarak buna engel olma konusunda kararlıydılar. Fadi’nin toplantı sırasında Türkler aleyhine hazırlatmış olduğu dergi kapaklarından birinin basılması Almanya’da zaten var olan ırklar arası bir savaşın aynı zamanda sosyal medya üzerinden de geniş bir şekilde yayılım göstermesine neden oluyordu. Sosyal hesaplar üzerinden yürütülen bu ırkçı söylemlerin bot hesaplar üzerinden yapıldığını söyledikten sonra Gülcan’ın “bot” hesapları “trol” hesaplarla karıştıran Pınar’ı düzeltip ikisi arasındaki farklılıkları anlattığı sahnede bir çoğunuzun teknik terimlerden ötürü içi geçen ekip üyelerini izlemekten zevk aldığınıza eminim.
Almanya’da yaşayan gurbetçilere karşı düzenlenmesi planlanan koordine suçlar konusunda elini çabuk tutan Fadi’nin adamı Derman aracılığıyla ulaştığı Dazlaklar hemen o gece ilk eylemlerini düzenlemek için harekete geçtiler. Mesai bitimi temizliğini yapıp dükkanını kapatmaya hazırlanan bir Türk ailenin işletmesine kapısında yazan “kapalı” yazısına rağmen girmeye çalıştılar. Kilidi açıp kibarca kapattıklarını söylemeye çalışan adamı itip içeriye izinsiz girdiler. Karınlarını doyurmak istediklerini söyleyip yiyecek talebinde bulunduklarında da dükkân sahibi huzursuzluk çıkmasın diye onlara servis yaptı. Ancak onlar kapıdan içeri girdikleri andan itibaren eşinin ve çocuğun huzuru çoktan kaçmaya başlamıştı bile. İlk vukuatları içinde İstanbul manzaralı resimlerin bulunduğu çerçeveleri indirmek oldu. Dükkân sahibi adam sabrının sınırına gelmiş olsa da ailesi için kendini dizginledi.
Dazlaklardan biri oğlunu itekleyip bir ötekisi de kolundan tutup çekiştirmeye başlayınca daha fazla dayanamadı. Tezgâhın arkasındaki sopayı çıkarıp oğlunu kolundan tutup çekiştirene savurdu. Adam hiç beklemediği bir anda ağır bir darbe alarak yere düştü. Tüm Dazlaklar ayaklanıp adamın üstüne yürümeye başladığında ise liderleri hepsini sakinleştirip dükkândan dışarı çıkardı. Dükkân sahibi kapıyı kilitleyip ailesiyle gitmeye hazırlanırken de dışarıdakiler ellerine geçirdikleri her şeyi bir silah niyetine kullanıp dükkânın camdan kapısını indirdiler. Sonra da içeriye girip adamın dükkanını dağıtmaya başladılar. Adam ekmek kapısını ve ailesini korumaya çalıştığında da daha önce sopayla vurmuş olduğu üye tarafından üç kere bıçaklandı. Ve oğlunun gözleri önünde hayatını kaybetti. Çocuğun baba diyerek ağlaması sizi ne kadar etkiledi bilmem ama benim içimi parçaladı.
Irkçılık günümüzde varlığını hala sürdürmeye başaran ciddi bir sorun. Sadece Avrupa değil; dünyanın birçok ülkesinde bizi istemiyorlar. Ne düşündüğünüzü duyar gibiyim evet bu her dünya vatandaşının bize karşı olduğu anlamına gelmiyor. İçlerinde insan olanlar da var ancak Almanya’daki Neo-Nazizm, Fransa Muhafazakâr rejim de bir gerçek. Bir gerçek daha var. O da tarihinde ırkçılık olmayan nadir milletlerden birinin Türk milleti olduğu.
Geçmişin Anıları Arasında Başımız Sağ Olsun
Ertesi sabah tüm kanalların ele aldığı ilk haber restoranda bıçaklanarak öldürülen Türk’tü. Serdar ona geçmişinin yaralarını hatırlatan bu haber karşısında dayanamadı ve olay yerine gitmeye karar verdi. Zehra ise bu olaya karışmaları gerektiğini söylemesine rağmen mevcut durumu kontrol altında tutabilmek için onun peşine takıldı.
Onlar olay yerine doğru yürürlerken Zehra’nın Serdar’a “Buralarda mı büyüdün? İyi misin?” şeklindeki sorularını ilişkilerinin başlangıç biçimini düşündüğümde ilişkilerinin düzelmesine yönelik bir adım olarak algıladım. Zira daha önce birbirimiz hakkında ne kadar az şey bilsek o kadar iyidir deyip protokollere uymak istediğini söyleyen bir insan için buralarda mı doğup büyüdüğü tarzındaki bir soru son derece kişisel bir bilgi içermekte. Üstelik onun bu halini görüp endişelendiği de belli oluyor. Her ne kadar Serdar iyi olduğunu söyleyip Zehra’nın sorularını geçiştirse de bu olanların ona çocukken yaşadığı travmayı hatırlattığı çok belliydi. Bir zamanlar kendi durduğu yerde şu anda durmakta olan çocuğun yanına sokuldu ve “Başın sağ olsun” dedi.
Aynı anda Zehra olayın iç yüzüne dair bir delil bulma umuduyla bir markete girdi. Market sahibinin bir Türk olmasından hareketle neler olup bittiğini görüp görmediği hakkında yaşlı adamın ağzından laf almaya çalıştı. Bu adamlar Türklerin yaygın olarak çalışıp yaşadığı bu mahalleye sürekli geliyordular ama sonuç asla değişmiyordu. “Kızım nerede? Daha bir tanesini yakalayıp hapse attıklarını görmedim” derken yaşlı adamın sesindeki umutsuzluk ve isyanı hissetmemek mümkün değildi. Zira bu ülkenin adalet sistemi içinde yaşayan gurbetçilerini korumak için hiçbir şey yapmıyordu. Zehra konu kamera görüntülerine gelince yaşlı amcanın dükkanında kamera olup olmadığını sordu. Sonra da sahte bir gazetecilik kisvesi altında kamera görüntülerine erişim istedi.
Kamera görüntülerine erişim şifresinin ne olduğu konusunda yaşlı amca birkaç kez yanıldıktan sonra görüntülere erişmeyi başardı. Polislerin dükkâna gelmek üzere olduğu konusunda uyarıldığında da kimseye fark ettirmeden bilgisayara bir bellek yerleştirerek görüntüleri kopyalamaya çalıştı. Bilgisayara delil olarak el koymak için gelen Alman polisinin Zehra’ya tavrını kaba bulmakla birlikte Zehra’nın onları oyalayarak görüntüleri kopyalama işini el çabukluğu halletmesine şapka çıkardım. Polis işini yaparken bu millet için çalıştığını unutmaması gerekiyor.
Serdar çocuğu konuşturabilmek için kendi ailesini de aynı şekilde kaybettiğini anlatmasını hiç beklemiyordum. Ancak çocukla arasında geçen şu kısacık sahne belki de bölümün en güzel ve duygusal sahneleri olabilirdi. Bir çocuğun daha o yaşta Dazlakların ne olduğunu bilmek zorunda kalması çok acıydı ama Serdar’ın ailesi ölünce ağlayıp ağlamadığını sorması daha da acıklıydı. Çocuğun dudaklarından dökülen “bize ağlamak yakışmaz” sözü beni çok etkiledi. Babası gerçekten de cesur bir adammış ama ne yazık ki dünya artık cesurlara değil; korkak ve zalim insanlara göre bir yer. Hep öfkesine tutunmuş olan Serdar’ın çocukla sarıldıkları o anda ağladım.
Fadi ofisine çağırdığı Derman’a Dazlakların liderine ulaştırması için operasyon adına önemli bir paket verdi. Onların bilmediği şey ise ekibin de peşlerinde olduğuydu. Ekibin en iyi iz sürücüsü olan Hakkı adım adım peşindeydi. Çevre kontrolü de Pınar’a düşmüştü. Amaç; toplantıda Türkiye’nin aleyhine oy verilmesini sağlamak için yapılacak terör saldırısının ne olduğunu öğrenip gerçekleştirilemeden durdurmaktı. Hakkı’nın görevi takip ve aynı zamanda buluşacağı adamla tüm konuştuklarını kayıt altına almaktı.
Derman oturduğu masada elindeki paketi teslim edeceği adamı beklerken ekipte bir sonraki adıma geçebilmek için sabırsızlanıyordu. Paketi teslim edeceği adam gelip karşısındaki sandalyeye oturunca arabada bekleyen Hulki de Dazlaklar çetesinin reisinin fotoğraflarını çekmeye başladı. Ancak Hakkı ikisi arasında konuşulanları kaydetme konusunda çevredeki gürültüler dolayısıyla zorluk çekiyordu. Ve onların neler konuştuğunu öğrenmek operasyon açısından önem arz etmekteydi. Üstelik bütün bunlar da yetmezmiş gibi meydanda çalmaya başlayan müzik grubu da kayıt almayı daha da imkânsız hale getirmişlerdi. Mecburen Hakkı konuşulanları kaydedebilmek için daha yakın bir yere oturmak zorunda kaldı. Ancak tam o sırada paketi alan çete lideri çoktan ayaklanıp gitti.
Eylemin ne olduğunu öğrenmek için yapılan operasyon ne yazık ki başarısız olmuştu. Bu da yetmezmiş gibi Pınar da Dazlakların liderinin izini kendine çarpan bir adam yüzünden kaybetmişti. Gürcan da kameralara erişimi sayesinde sokakları tarasa da adamın izini bulmayı başaramadı ki bu bana pek de mantıklı gelmedi. Adam kameraların olduğu bir sokakta nasıl oldu da hiç iz bırakmadan ortadan kayboldu anlayamadım. Bu operasyonun başarısızlığı Pınar’ın bir anlık dikkatsizliğinden kaynaklanmasına rağmen Başkan bütün sorumluluğu Gürcan’a yıktı. Acilen aralarındaki bu baba-oğul sorununa bir çözüm bulmalılar bence.
Kürdan adetlerini sayıp bir 99 bir 101 adet çıkmalarına sinir olmak nasıl bir OCD biçimi acaba, Uzay?
Ajan Olduğumuzdan İlişki Durumumuz Karışık
Erkekler ortalıktan kaybolduktan sonra Zeynep ve Pınar’ın sohbet ettikleri sahnesi birbirine destek olan kadınlar açısından güzel bir sahneydi. Daha önce operasyonlara yönelik olarak izleyici tarafından çok eleştirilen konular hakkında yaptıkları muhabbette, en küçük bir hatanın bile büyük etkileri olduğunu söyleyen Pınar’a karşı insan olduklarını ve mükemmel olmadıklarını hatırlatan Zehra’nın pozitif tavrını çok sevdim. Pınar’a hata yapsalar dahi bir ekip olduklarını hatırlatması aslında ekranı başında izleyen takipçilere verilen bir cevap niteliğindeydi.
Özel hayatlarımız konusunda paylaşım yapmayalım, profesyonel olalım diyen Zehra’nın bu sefer de Pınar’a özel hayatını sorması epey beklenmedik bir hareketti. Ancak Pınar’ın önce geçiştirip sonra verdiği “acaba öldüğümü öğrenseydi ne yapardı merak etmiyor değilim” cevabı beni de meraklandırdı. (Özellikle Pınar konusunda aile ve ilişkiler bazında bir gizem havası hissedilmekte ve bu soru işaretleri de beni epeyce meraklandırmakta.) Konu açılınca Zehra da evliliğin neden bittiğini bir örnekle açıkladı. Daha evlendiği gece yaptığı balayı hayalleri Antalya’daki bir otel iken gerçeği o geceyi Bağdat’ta geçirmek olmuş. Bu meslekten olmayanın anlaması zor.
Eski eşi işin mi evliliğin mi seçeneğini önüne koymuş. Zehra’da daha fazla sevdiğini anladığı işini seçmiş. Eğer bu işi yapan bir erkek olsaydı çoğu kadın evini çekip çevirmeye devam eder. Çocuklarına da eşinin yokluğunu asla hissettirmezdi. Ancak söz konusu kadın olduğunda evde olmadığı için bile anneliği hemen sorgulanabiliyor.
Kızını nasıl ardında bıraktığı konusunda izleyicilerin yaptığı eleştirilere karşı Zehra’nın verdiği cevap her şeyi açıklar nitelikteydi: “Hangisi daha büyük bencillik kızı mı bırakmak mı bırakmamak m? Yağmur’un yanında kalsaydım ülkeme hizmet edemeyecektim. Belki bir yerde patlayan bir bomba bir sürü çocuğun hayatına mal olacaktı. Yani tamam Yağmur mutlu olacaktı. Peki ya başkaları?” Eğer ülken ve bu topraklar üzerinde yaşayan her insanın özgürlüğü için kendi canından vazgeçebilecek kadar büyük bir vatanseversen sadece çocuğuna anne olmak için başka insanların canlarına kastedilmesini görmezden gelebilir misin? Ben olsam görmezden gelemem. Sanırım kahraman çocukları daima kendilerini ikinci plana itilmiş hissetmek zorundalar. Onların aile mirası da çoğunluğun iyiliğini düşünürken kendilerini ihmal eden anne-babalara sahip olmak sanırım.
Berlin’e geldiğinden beri Serdar’ın pek de iyi olmadığı Hakkı’nın da dikkatinden kaçmadı. Ancak ne olduğunu Zehra’ya sorup buralarda doğmuş olduğu cevabını alınca aile özlemi olduğunu düşünerek konunun üstüne gitmedi. Ancak ertesi sabah kahvaltıda Serdar’ın ailesinin nerede olduğu konusu açılınca Serdar tüm geçmişini ekip arkadaşlarına anlattı. Seçtiği kelimeler de iç acıtıcıydı: “Yaktılar, ailemi burada. Ben burada doğdum, büyüdüm. On yaşına kadar buradaydım. Bir gece Neo-Naziler evimizi bastı, ateşe verdi. Ben kurtuldum. Annem, babam, ablam kurtulamadı”. Bütün hayatın boyunca sırtında taşıdığın trajediyi birkaç kelimeyle anlatmak demek ki mümkünmüş. İnsan trajedilerini nasıl anlatsa daha doğru kabul edilir olurdu?
Eğer bölümün en sevdiğin sahnesi ne oldu diye soracak olursanız bu suçları işleyen faillerin asla yakalanmadığı üzerine yaptıkları konuşma sırasında önce Hakkı’nın sonra da Serdar’ın dudaklarından dökülen cümleler olduğunu söyleyebilirim. Bu suçların faillerinin bulunmamasına yönelik;
Hakkı’nın yorumu “Olur olur. Gayet de güzel olur. Her türlü etnik gruba harika bir tehdit yöntemi. Bütün Avrupa’da aşırı sağcılık neden yükseldi sanıyorsunuz. Buraya gelmeyin demenin en kolay yolu”.
Serdar’ın yorumu “Aslında Türkler ilk geldiğinde ne kadar sevinmişler. Onları çok güzel karşılamışlar. İşte en büyük hayal kırıklıkları işgücü olarak gördükleri insanların, insan çıkması”
Zehra’nın marketten aldığı kamera görüntülerini tarayarak işe yarar bir şey bulmayı umut eden Uzay’ın bir detayı fark etmesiyle Gülcan’ı hemen yanına çağırdı. Gürcan’ın bulanık bir görüntünün çözünürlük kalitesini artırması yani görüntü kalitesini düzeltmesiyle de ellerine geçen görüntü üzerinden kimliğini tespit etmeyi başardılar. Bu şekilde Derman’ın paketi teslim ettiği adamın aynı zamanda dükkâna saldıran Dazlaklardan biri olduğu anlaşıldı.
Bu bilgiyi daha fazla vakit kaybetmeden de ekip üyeleriyle paylaştılar. Derman ile yapılan konuşmanın içeriği hakkında yeterli bir bilgileri yoktu ancak artık ellerinde iki gün içerisinde gurbetçi Türklere karşı düzenlenecek bir eylemde kilit rol oynayacak bir oyuncunun kimliği mevcuttu. Dün geceki restoran saldırısında yer almış aşırı sağcı bir Neo-Nazi olan Rainer. Üstelik Uzay sadece adamın kim olduğunu değil; aynı zamanda onu ve grubunu nerede bulabileceklerini de öğrenmişti. Geriye de sadece bu adama nasıl ulaşacakları konusunda plan yapmak kalıyordu. O konuda da devreye hemen Serdar girdi. İzlenilecek en iyi yolun içlerine sızmak olduğunu öne sürdü.
Neo-Nazi bir grubun içine sızmanın en etkili yol olduğu konusunda fikir babası Serdar olduğundan içlerine sızma görevi de onun olmuştu. Pınar uyum sağlaması için Serdar’a bir dövme yapmakla meşgulken Hakkı da sorun çıkmaması için sahte öz geçmişi üstünden geçmesini sağlayacak birtakım sorular sormaktaydı. Almanca verdiği cevaplar konusunda aksanı ne kadar iyiydi bilmiyorum ama benim duyduğum kadarıyla telaffuzu hiç fena değildi.
Dövme işi tamamlanıp sahte kimlik hakkında sorulabilecek tüm sorular sorulduktan sonra Serdar operasyon için hazırdı. Kapıdan çıkmaya hazırlanırken Zehra onu durdurup konuşmak için bir kenara çekti ve “Ben endişeliyim” diyerek söze girdi. Serdar ilk başta onun için endişelendiğini düşünerek teşekkür etti. Hatta ona güvenmediğini söyleyen bir insanın onun için endişelenmiş olduğuna da şaşırdı. Ancak Zehra’nın endişesi Serdar’ın güvenliği değil; aksine aile geçmişi düşünüldüğünde Neo-Nazilerin olduğu bir grubun içine sızması için en doğru kişinin o olmadığından dolayı operasyonun selametini tehlikeye atabileceği gerçeğiydi. Geçmiş travmasından dolayı operasyonu tehlikeye atacak duygusal bir tepki vermesinden veyahut duygusal bir karar almasından korkuyordu.
Zehra’nın endişelerini bütünüyle haksız bulmuyorum. Ortada daha on yaşındayken bu topraklarda yaşanmış ve tam anlamıyla çözülmemiş bir travma var. Üstelik ailesini öldüren zihniyetteki adamların arasına karıştığında birçok şey geçmiş travmasını tetikleyip hata yapmasına neden olabilir. Ancak Ceren konusunu sürekli açmakta haksız. Sonuçta ajan olsa da o da bir insan ve her insan söz konusu gönül ilişkileri olduğunda hata yapabilir.
Operasyon başladı ve herkes üstüne düşen rolün ne olduğu konusunda anlaştı: Serdar operasyon olduğu sırada Marcus kimliğiyle bu grubun takıldığı mekânda bir yerde oturuyor olacak. Daha sonra ise Pınar ve onun işaretiyle de Hulki mekâna gelecek. Hulki Neo-Nazilerle kavga çıkarttığında ise Serdar onu yenip kahraman ilan edilecek. Bu sayede de grubun içine sızması kolaylaşacaktı. Her şey tam da planlandığı gibi gerçekleşti. Pınar telefonla mekâna giriş yaptı. Telefonda sevgilisine yüksek sesle kaybolduğundan dem vurdu. Üstelik kimsenin kendisine yardım etmediğini söyleyip “Türklerin gözünü seveyim” diyerek o lokaldeki her bir üyeyi kışkırtmaya çalıştı.
Kışkırttığı bir üye gelip koluna yapıştığı esnada sevgilisi sıfatıyla Hulki lokalden içeri girdi. Ama giriş ne giriş. O şarkıyı duymayalı uzun bir zaman olmuştur herhalde. Sahneye de cuk diye oturan bir şarkı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Hulki Dazlaklardan birinin Pınar’ın kolunu tutmasını bahane ederek lokal kavgasını başlattı. Lokal kavgası diyorum ama çok kavga gibi de değildi. Daha çok Hulki adamları sıradan bir eşya gibi bir oraya bir buraya savurdu demek daha doğru olur. Hulki’nin sırtında biri sandalye parçaladı da umurunda olmadı.
Bölümler ilerledikçe Hulki’nin adının bir tesadüf olmadığını düşünmeye başlıyorum: Hulk-i. Yeşil dev gibi kendisi. Hatta bu sahnede adamları tek tek savurmasını izlerken aklıma ilk Avengers filminde Hulk’un Loki’yi yerden yere vurma sahnesi geldi. Senaristler de az değil. Rainer da kavgaya dahil olunca Serdar da kalkıp kavgaya karıştı. Hulki ile birbirlerine bir iki yumruk vurduktan sonra Hulki’nin yönlendirmeleriyle Serdar masada bulduğu bir şişeyi alıp onun kafasında parçaladı. Böylece Hulki yere kapaklandı. Pınar da hemen yardım etmek için yanına koştu. Hulki ayağa kalktı ve birlikte lokalden ayrıldılar. Plan kusursuz işlemişti. Kimsenin deviremediği adamı devirmeyi başaran Serdar’dan çok etkilenen Rainer onu da gruba dahil etmek için hemen yanına çağırdı.
Ceren alış-verişten eve dönmek için otoparka gittiğinde birdenbire minibüsten çıkan adamlar tarafından zapt edilmeye çalışıldı. Ancak adamlara karşı koyup savaştığı sahneyi izlemek çok keyifliydi. Üstelik dövüş sahneleri Amerikan filmlerinden alışık olduğum bir serilikte ve de organik bir şekilde gerçekleşti. Bu konuda Ezgi’nin oyunculuğuna bir kez daha şapka çıkarıyorum. Ancak kendini kurtarma girişimi ne yazık ki sonuçsuz kaldı. Zorla arabanın arka tarafına yüklenip başına da bir çuval geçirildi. O beni nereye getirdiniz diye anlamaya çalışırken bu sefer de araçtan zorla indirilip bir eve sokuldu. Onu bir sandalyeye oturtup yalnız bıraktılar. Daha sonra ise bir kadının topuklularının sesi duyuldu. Başındaki çuvalı çıkarttığında ise bu kadının Layel olduğu ortaya çıktı.
Layel onu özellikle Pascal konusundaki başarısızlığını konuşmak için ayağına çağırmıştı. MİT’in Pascal’ın peşine takılarak Fadi’yi bulmuş olmalarında bir parmağı olup olmadığını sorguladı. Ancak Ceren bu konuda tüm suçun Pascal’a ait olduğundan çok emindi. Layel’in erkek arkadaş lafını duyar duymaz “yanına sızdığım istihbaratçı” olarak düzeltmesi sanırım Ceren ve Serdar arasında gerçek bir aşkın olduğuna dair umut besleyen bütün izleyicilerin hayallerini söndürmüştür herhalde. Ceren’e görevinin Serdar’ı rapor etmek olduğunu söyledi. Ceren Serdar’ın yanında değilken bile düşman kanadına bilgi sağlama konusunda çok faydalı. Onun yüzünden önce Layel sonra da Fadi Berlin’den ayrıldığını düşündükleri Serdar’ın aslında ayrılmadığını öğrenmiş oldular.
Yeni Bir Restoran Saldırısı Daha…
Serdar Dazlaklar ekibiyle geçmişi ve Berlin’e geliş nedeni hakkında yaptığı kısa bir muhabbetten sonra Rainer onu bu akşamki eğlenceye katılmaya davet etti. Serdar mekâna gitmeden önce ekibi arama fırsatı yakaladı. Derman’ın verdiği paketin içinde ne olduğunu henüz çözememiş olsa da ekibi akşam gurbetçi Türklere yönelik gerçekleşecek bir başka eylem konusunda uyarmayı başardı. Serdar nereye ve ne yapmaya gittiklerini bilmediği bir eyleme katılmak için siyah bir minibüse bindi. Ancak ufukta bir başka tehlike daha vardı. Rainer Serdar’a güvendiği halde adamı Serdar’a hiç güvenmemişti. Eyleme de gitmeden önce bu konu hakkında Rainer’i uyardı ancak ondan istediği tepkiyi alamadı. Bir süre arabayla gittikten sonra da araçtan inmeye hazırlandılar.
O anda Serdar hedefin bir restoran olduğunu anladı. Yanlarında bir çanta dolusu Molotof kokteyli vardı. Serdar o anda ne yapmayı planladıklarını anladığında evinin içinde ailesi varken yandığı o korkunç görüntü tekrar gözünün önüne geldi. Bir an için Zehra’nın haklı çıktığını ve Serdar’ın dayanamayıp duygusal bir tepki vereceğini düşündüm. Ancak Serdar kendini çabuk topladı ve ekibinin peşinde olduğunu hatırlayarak zaman kazanmak için adamları bir bahaneyle durdurdu. Molotof’u şimdi attıkları taktirde sadece mekânın yanacağını insanların ise kaçacağını söyleyip eline aldığı uzun bir demirle restoranın kapısına kadar gitti. Nefes almanın bile zorlaştığı bir anda Serdar elindeki uzun demiri kapıya yaslayıp kapının açılmasını engelledi ve yanlarına döndü.
Rainer eline Molotof verip ilk atışı onun yapmasını isteyince operasyonun karanlık bir noktaya doğru gitmeye başladığını hissettim. Serdar telaşla elindeki Molotof’u restoranın tabelasına doğru attı. Rainer yeni bir taneyi ateşleyince de elinden almaya çalıştı. Durumun bir operasyondan çok bir felakete dönüşmesine çeyrek kala ekip sahte bir polis sireniyle olaya müdahale ettiler. Polis ekibini gören Dazlaklar minibüse doğru çekildiler. Molotof’u eline geçirmeyi başaran Serdar kimliğini korumak için elindeki ekibin sahte polis arabasının kaputuna atıp aksi istikamete doğru yanında Rainer ile minibüse atladı. Bu sırada ekip de restoran yangınını söndürdü.
Restoran saldırısı sonrasında Serdar Rainer ve Dazlaklarla birlikte tekrar lokale döndü. Asli görevi olan paketin içindekilerin ne olduğunu ve iki gün sonra Türklere karşı yapılması planlanan büyük saldırının detaylarını öğrenebilmek için sürekli olarak Rainer’in ağzından laf almaya çalıştı. Ancak Rainer büyük bir eylem olduğu dışında herhangi bir ipucu vermeye yanaşmıyordu. Serdar eylemin detaylarını öğrenmenin en kolay yolunun yanlarında kalmak olduğunu anlayınca kalacak bir yere ihtiyacı olduğunu ima etti. Rainer de bu yemi yutarak ona yanlarında kalmayı teklif etti. Bu sayede lokaldeki odalardan birine yerleşen Serdar da planını devreye soktu.
Odasına yerleşen Serdar yalnızlığını fırsat bilip ekibe bu gece Dazlaklarla birlikte lokalde kalacağını haber etti ve ondan haber beklemelerini bildirdi. Aşağıya inip kapısını aralık bırakmış olan Rainer’in telefon konuşmasına ve not almasına şahit oldu. Ancak Rainer onun baktığını fark edince çok fazla şey öğrenemedi. Mecburen diğerlerinin yanına gitmek zorunda kaldı. Rainer ise işi bitince odanın kapısını kilitleyip bir iş için yanına iki adam alarak dışarıya çıktı. Rainer’in olmaması Serdar için ortalığı karıştırabilmesi adına bir fırsattı. Lokalde kalan diğer Dazlakların sarhoş olmalarından faydalanmaya karar veren Serdar şansını denemek için işe koyuldu.
İlk önce odanın kilitli olan kapısını aletleri yardımıyla açtı. Daha sonra ise odaya girip daha önce not aldığını gördüğü not defterinin bulunduğu masaya doğru yöneldi. Bir kurşun kalem yardımıyla sayfayı karalayarak alt sayfaya geçen yazının izlerini ortaya çıkardı. Hemen bir fotoğrafını çekti ve karaladığı sayfayı yırtıp aldı. Önce çekmecelere sonra ise kilitli dolaba doğru yöneldi. Dolabın kilidini açıp içindeki pakete ulaştı. Zarfın içinden iki adama ait Türk pasaportları çıkmıştı. Pasaportta bulunan fotoğraflarını çekip her şeyi özenli bir şekilde yerine koydu. Tam odadan çıkıp resimleri Uzay’a attığı sırada gözü üstünde olan Yuvi’ye yakalandı. Aralarında bıçağın da dahil olduğu bir boğuşma yaşandı. Serdar ile birlikte yere düştüğü sırada Serdar elindeki bıçağı ona saplayıp kendi canını kurtardı. Yuri’yi öldürmeyi başarmıştı ama o sırada Rainer ve adamları da gelmişti.
Rainer lokale girdiğinde ilk fark ettiği şey lokalin tam ortasındaki kan izleriydi. Lokalin bir köşesinde sızan adamını uyandırıp ne olup bittiğini sordu ancak adamın olan biten hakkında en ufak bir fikri yoktu. Rainer adamlarına o yokken ne olup bittiğini öğrenmek için lokalde kalan herkesi uyandırmalarını emretti. Serdar hemen aşağıya Rainer’in yanına indi. Kendine yönelttiği sorular hakkında en ufak bir fikri yokmuş gibi davrandı. Ancak lokalin her odasının aranması sonucunda Yuvi’nin cesedinin Serdar’ın odasından çıkması mevcut gerilimin artmasına neden oldu. Tam da o anda Serdar’ın işinin bittiğini operasyonun sonunun kötüye gittiğini düşünmeye başladım.
Rainer silahını ona doğrulttu: “Sen kimsin? Ajan mısın yoksa?” diye sordu. Ancak Serdar’ın sahte kimliğinden vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Tam o anda lokalde sızan adamın telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj sesiyle Rainer tüm dikkatini telefona yöneltti. Telefonu açtığında ise ekranda gördüklerine çok sinirlendi. Serdar’a yöneliyor gibi görünürken bir anda arkasını dönüp adamını kafasından vurdu. Vurma nedeni olarak da pasaportların resmini çekerek mesaj yoluyla başkasına atan bir hain olmasını gösterdi. Flashback sahnesiyle de anladık ki bütün bunlar Serdar’ın yedek planıymış. Ceketinin cebinde tuttuğu şey ise cep telefonuymuş.
Meğer Yuvi’yi öldürdükten sonra Rainer’e yakalanmamak için sızan adamın cep telefonunu alıp pasaportların resmini çekerek başka bir numaraya göndermiş. Yuvi’nin cesedini de bilerek kendi odasına bulunacak bir şekilde koymuş. Ben de nasıl bu kadar amatörce bir hata yaptı diyordum ki meğer her şey bir numaraymış. Bu el çabukluğu ve marifet ajan olmaktan gelse gerek. Rainer az önceki tatsızlık için Serdar’dan özür diledi.
Kimlik Tespitinde On Parmağımda On Marifet
Tam o esnada da Uzay da Serdar’ın gönderdiği pasaport resimleri sayesinde yapılan kimlik tespitleri konusunda Mete Başkanı bilgilendiriyordu. Not defterine yazılmış olan telefon numarasının takibinden adamların Berlin’de bulundukları adresi tespit etmeyi başardıklarını söyleyip adamlar hakkındaki tüm bilgileri topladığı dosyayı Mete Başkan’a verdi. Pasaportlar ve pasaportlardaki resimlerden yola çıkarak da adamların altı ay önce Türkiye sınır kapısından geçerek ülkeye mülteci giriş yaptıklarını ama çıkışlarına dair herhangi bir bilginin olmadığını iletti. İkisinin de Suriye asıllı olduğu ve muhtemel terör örgütleriyle bağlantıları olduğuna dair bir istihbaratın olduğunu söyledi. Ülkeden illegal çıkış yaptıklarından da şüphelendiğini ekledi. Sonra ise Uzay’dan hiç beklenmeyen bir şekilde Gürcan’ın da çok sıkı çalıştığını ve çok yetenekli bir adam olduğunu düşündüğünü belirtti.
Baba’nın kendi oğlu hakkındaki tehlike uyarısı da bana terapilik bir durum gibi geldi. Baba-oğul bu işi çözmeliler.
Gürcan gerçek bir sihirbaz. Uzay yanına geldiğinde aradıkları adamların sahte pasaportlarla Almanya’ya giriş yaptıklarını hatta hangi otelde kaç numarada kaldıklarını bile bulduğunu gösterdi. Uzay bu bilgiyi Başkan ile paylaştığında ikisinin de gözlerinde gördüm. Biri oğlunu çok seven ama onu pek tanımayan bu yüzden de pek anlamayan bir baba (Mete) öteki ise babasına hem kızgın hem de taktirini isteyen bir evlat (Gürcan).
Mete Başkan’dan zarfın içinde Suriye asıllı iki terörist için hazırlanmış olan pasaportların bulunduğunu ve bu iki teröristin Türklere yönelik eylem planındaki aktif aktörler olduğu bilgilendirmesi doğrultusunda kaldıkları oteli öğrenen Pınar, Zehra, Hakkı ve Hulki operasyona hazırlanmaya başladılar. Önce aralarında bir görev dağılımı yaptılar. Bu görev dağılımına göre Hakkı ve Zehra bu iki teröristin peşinden otele gideceklerdi. Hulki ve Pınar da Serdar’ın gönderdiği cep telefonu numarasından sinyal tespiti yapmaları sonucu bulunan adrese gideceklerdi.
İlk operasyon Pınar ve Hulki’nin cep telefonu numarasından sinyal tespiti yapmaları sonucu bulunan adrese yaptıkları ziyaretti. Adrese gittikleri buranın depo gibi bir yer olduğunu fark ettiler. Dürbünle etrafı kolaçan ettiler. Ama görünür de dikkat çeken herhangi bir durum yoktu. Ta ki içeriye giren beyaz bir minibüsten çıkarılıp depoya götürülen bir şey olduğunu görene kadar. Dışarıdan bakıldığında getirilen alet bir sirene benziyordu ancak bu uzaklıktan kesin bir şey söylemek imkansızdı. Onun için de Pınar eline benzin bidonunu alarak depoya doğru yürümeye başladı. Amaç; aracının yolda kaldığını söyleyerek biraz benzin vermelerini rica etmekti. O da bu sırada etrafı kolaçan etmek için fırsat bulmuş olacaktı. Ancak karşısına çıkan ilk görevli pek de yardım etmeye niyeti yoktu. Yalvar yakar en sonunda içerideki öteki adam ilk görevliye benzin vermesi için komut verdi.
O içeride benzin doldururken Pınar da önce camdan minibüsün içini sonra da deponun arka tarafını kolaçan etti. Sonra da tekrar ön tarafa dönerek deponun kapısını açtı ve içeriye bir göz attı. Hulki’nin gördüğü gerçekten bir sirendi ama polis sireniydi. Tam içeriye bakmaya hazırlanıyordu ki kendine kaba davranan görevli tarafından çok meraklı biri olduğu konusunda ikaz edildi. Su isteyerek vakit kazanmaya çalıştı ancak görevli bu konuda hiç yardımcı olmadı. Pınar da şüphe çekmemek için mecburen benzin bidonunu alarak oradan ayrılmak zorunda kaldı. Adamın hala göz hapsinde olduğunu Hulki’den duyunca otostop yapmaya başladı. Ancak adam bakışları üstünden çektiği anda duran arabaya gerek kalmadığını söyleyerek Hulki’nin yanına döndü.
Hulki binanın içini görüntülemek için bir güvenlik açığı buldu. Sonra da oradan içeriye girerek depoya bir giriş yolu aradı. Tam o sırada binadan çıkan bir Dazlağın telefon konuşmasına şahit oldu. Konuşmasında bekledikleri adamların bir saat içinde depoya geleceğini ve bu eylem her neyse Türklerin kalabalık olarak toplandığı bir yerde yapılacağını duydu. Adam konuşması bittikten sonra bir gariplik olduğunu sezip etrafı kolaçan etse de Hulki’yi tespit edemedi. Hulki hemen arkadaki gözlem yerine geçerek yerini aldı. Sonra da bulduğu açıklıktan deponun içinde olan biten her şeyi aletler yardımıyla kayıt altına almaya başladı. Adamlar polis sirenini edindikleri bir polis minibüsüne takarak kendi araçlarını yapıyorlardı. Üstelik o araca da yüklü bir miktarda patlayıcı yerleştiriyorlardı.
Böylece eylemin bugün o iki Suriye asıllı adam tarafından Türklerin kalabalık olarak toplandığı bir yerde polis minibüsüne yerleştirilmiş patlayıcılar sayesinde yapılacağı anlaşılmış oldu. Pınar durumu Başkan’a bildirince o en doğrusunun artık Alman İstihbaratına bu bilginin sızdırılması olduğunu düşündü. Pınar zamanın kısıtlı olduğu konusunda kendini uyarsa da bunu dinlemeyen Başkan’ın yaptığı sızıntı ne yazık ki bu kademede görev alan ve Fadi ile çalışan bir adamın kulağına kadar gitti. Böylece Fadi operasyonunda bir sızıntı olduğunu öğrenmiş oldu.
Serdar ertesi sabah söz verdiği gibi Rainer’in eylem planının tüm detaylarını kendine anlatmasını bekliyordu. Hatta bu konudaki heyecanını gizleme konusunda pek de iyi bir iş çıkaramıyordu. Rainer hemen masanın üstüne bir zarf attı ve Serdar’ın bu zarfı alıp açmasını bekledi. Zarfın içinde daha önce peşinde olduğu pasaportlar vardı. Pasaportları eline alıp incelemeye başladı ve şakayla karışık bir şekilde “Bunların Türk olduğuna emin miyiz?” diye de sordu. Rainer onların Türk olmadığını, amaçlarının yapılacak eylem için Türkleri suçlamak olduğunu ve hedefin Türkleri kapak yaparak tepkileri çeken dergi olduğunu Serdar’a tek tek anlattı. Önce Türkleri bu yalan haberlerle kışkırtıp ayaklandırmayı sonra da büyük bir eylem yapıp suçu Türklere atmayı planlıyorlardı.
Serdar eylemin detaylarına dair bu bilgiyi acilen ekibe yetiştirebilmek için kapı önüne çıkıp bir arama yapmayı planlarken kapıyı açtığında karşısında ona silah doğrultmuş adamları ve Fadi’yi buldu. Fadi bir zafer kazanmış edasıyla Serdar ile konuşmaya başladı. Saldırı planı hakkında ne düşündüğünü sordu. Sonra da planının tek eksik parçası Türk İstihbaratı’nın saldırıdaki varlığını kanıtlamada Serdar’ın kendine yardımcı olacağını söyledi.
Hakkı ve Zehra adamların otelden ayrılıp ayrılmadığı konusunda gözlem yapma amacıyla otele gittiler. Asansöre binip oda numarasına kadar çıktılar. Ancak odaya sessizce girebilmek için bir oda kartına ihtiyaçları vardı. Bunun için de Zehra o katta çalışan temizlik görevlilerinden birini oyalarken Hakkı da el çabukluğu yaparak oda kartını çaldı. Bu görevi layığıyla yerine getirdikten sonra o kartla odanın kapısını açıp içeri daldılar. Ancak odaya girdiklerinde hedeflerinin her ikisi de çoktan odayı terk etmişlerdi. Üstelik banyoda buldukları delillere bakılırsa sakallarını kesmiş olduklarından dolayı şu anki görüntüleri de çok başkadaydı. Tam da o anda Hakkı asansöre binmeden önce dikkatini çeken sırt çantalarıyla merdivenlerden inen iki adamı hatırladı. Camı açıp kafasını dışarı çıkardığında da o iki adamı sokakta gördü ve hemen aşağıya inip bindikleri aracı takibe almaya başladılar.
Hakkı ve Zehra o iki adamı takip ederken ulaştıkları nokta, onları Hakkı ve Pınar’ın izlediği depoya kadar götürdü. Müdahale etmeleri yasak olduğundan Hulki ve Pınar’ın arabasına binip gözleme devam ettiler. Bu süreçte hem teröristlerin durumu hem de depoda ne olup bittiği konusunda birbirlerini bilgilendirdiler. Araç depoya kadar girdi. Depoya girdikten sonra da saldırıyı düzenleyecek olan iki adam ve aracı kullanan Rainer araçtan indi. Adamlara Alman polisi üniformalarını verip son hazırlıklarını yapmalarını söylediler.
Sirenler Kimin İçin Çalıyor?
Hulki Rainer ve depodaki adamlar arasında içlerine sızmış olan Türk istihbaratçı hakkındaki konuşmayı duydu. Gözleriyle de Serdar’ın bedenini bomba yüklü minibüse taşıdıklarını gördü. Pınar’ı mevcut durum hakkında bilgilendirdi. Serdar’ın yakalanmış ve baygın bir halde olduğunu söyleyip duruma müdahale etmeleri gerektiğini belirtti. Ancak Pınar katiyen Başkan’a haber vermeden bir müdahalede bulunmamasını söyledi. Başkan’ı mevcut durum hakkında bilgilendirdiğinde ise durumun vahametinden dolayı Başkan inisiyatif alarak duruma müdahale etmelerini istedi. Tam da o sırada Alman polis sirenlerinin duyulması tüm ekibi sevindirirken polis araçlarının depoya değil de kendilerine doğru geldiğini görmeleri epey bir şaşkınlık yarattı. Üstelik sürprizler bu kadarla da bitmiyordu. Etraflarını saran araçlardan çıkan polisler silah çekip araçtan inmeleri için ekibe ikazda bulundular.
Ekip en son etraflarını saran Alman polisleriyle ne yapacaklarını düşünürken kaostan faydalanan depodaki araç ve içinde çok sayıda patlayıcı yüklü olan minibüs olay yerini Serdar ile birlikte terk ederken bölüm sona erdi. Pınar, Hakkı ve Zehra etrafını saran polislerle cebelleşirken Serdar da gözlerini açtığında kendini hareket eden içi bomba yüklü bir minibüste buldu. Bakalım önümüzdeki bölüm hem polislerden hem de bomba yüklü araçtan Türklerin adının karalanmaya çalışıldığı bu komploya gün yüzü göstermeden nasıl kurtulacaklar diyerek yazımı tamamlıyorum. Ve geçen haftanın yokluğundan dolayı özür bu haftaki bölüm yazısının uzunluğundan dolayı da af dileyerek günü kapatıyorum.
Hepiniz bana mı muhtaç kaldınız şimdi? O halde devir kaba kuvvet devri.
Daha geçen bölüm tek başıma koca bir çeteyi çökerttim.
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları