Yalı Çapkını 81. bölüm üzerine Svl‘in kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar…
Yalı Çapkını 81. bölüm odağına SeyFer’i ve aşkı almış çok şey anlatma çabası olan bir bölümdü.
Aşk, sözlükte; “şiddetli ve aşırı sevgi”, “çok ziyade sevgi”, “şiddetli muhabbet”, “sevda”, “candan sevme”, “ittiba”, “alaka”, “insanı belli bir varlığa, nesneye ya da evrensel bir değere doğru sürükleyip bağlayan gönül bağı”, “sevginin son mertebesi”, “sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması”, “varlığın aslı ve yaratılış sebebi” manalarına gelmektedir. Sarmaşığın kelime kökü olan “aşeka”nın aşktan türediği ifade edilmektedir.
Ayrıca hem tatlı hem ekşi olan bir çeşit meyveye de “uşuk” denerek, aşkın hem sevgiliyle muhabbet sonucu yaşanan mutluluk sarhoşluğu, hem de ayrılık sonucu yaşanan yıkım ifadesiyle benzerlik göstermektedir. Ve gördüğünüz bütün anlamlarıyla Seyran ve Ferit üstünden aşk anlatıldı, gerek tasavvuf felsefesiyle gerek direkt kelimenin köküyle…
Divan edebiyatındaki dünyevi aşk tek yanlıdır. Aşık sever, karşılık görmez, hep acı çeker; Maşuk ise güzelliği ile büyüler ancak ilgisizliği ve vefasızlığı ile aşığını üzer. Şimdi diyeceksiniz ki “aşık kim, maşuk kim bizim hikayede?” Bizim hikayemizde Seyran da Ferit de aslında hem aşık hem maşuk…
“Ben, seni kaybetmeyi hak ediyor muydum?”
“Hak etmiyordun Ferit.”
Sahnelerin düzeninde kendilerine biçilen rollerdeler çünkü ikisi de seviyor ama haykıramıyor. İkisi de karşısında ateşe gelen yanmayı göze alan pervaneyi göremiyor… İlk aşık maşukuna sitem ediyor “Ben hak ettim mi?” diyor? Hayat amacımdan kopup gittim, aşkım beni yaktı, ben bunu mu hak ettim?
“Korkma Seyran! Korkma! Korkmayacaksın! Bul kendini Seyran! Bul kendini!”
Sonra bu sefer Seyran’ın gözünden aşık olma sahnesi geliyor. “Ben aşığım” diyor, “susuzum” diyor, “suyu arıyorum” diyor; “maşukum, suyum da beni arıyor mu?”…
Sonrasında “aşıklarımız olmuyor” diyor “Karşı koyamıyoruz” diyor. “Ateş gören pervane ateşe uçar” diyor. “Doğamız bu” diyor.
Yanmaya gönüllü iki beden… En sonunda sevgi türleri üzerine olan o mistik konuşma geliyor. Aklın ve kalbin aynı kişiye bağlıysa; aşıksındır sevdalısındır. O kişi sarmaşık gibi tüm hücrelerindedir. Sen o olma yolunda onun kapısını çalacaksın ve o kapıyı sonuna kadar açacak ikiden bir, birden biz olacaksınız… Tıpkı bizim gibi. Ama geç kalmayacaksınız içinizdeki yarım kalmanın kıvılcımında alev alev yanmayacaksınız. Halis’in sığındığı ‘zaman, mekan, imkan’ üçlemesine bir kez daha ‘yürek’ diye cevap vereceksiniz. O yelkovan ve akrebe çivi çakmanın, zamanı durdurmanın, imkanı yaratmanın ne olduğuna cevap bu işte! Aşk, ama kendinden çok, canından çok, kibrinden çok ve kendin olarak değil onun olarak, o gibi olarak sevmek…
O yüzden son sahne çok kıymetli. Çünkü Ferit Seyran’ın kapısını Ferit olarak değil, Seyran’dan öğrendikleriyle çaldı. “Ben sen oldum; senden doğdum. Kaynağım sensin…Peki benle çağlar mısın?”
“O zaman niye yaptın bütün bunları?”
“Beni isteyip istemediğini anlamak için.”
“Sadece sorabilirdin.”
***
“Benimle olur musun, olmaz mısın?”
Gelelim diğer ayrıntılara… Son sahnedeki Seyran’ın o geçmişteki kırgınlıklarını, cevabını merak ettiği soruları gördüm. Bu beni umutlandırdı. Çünkü Ferit’in hesap soramayacak derecede kendini suçlayabilecek çok yaptığı ve o anki durumlardan dolayı hesabı sorulmamış şey var. Seyran Esme’ye dediği gibi değişen insanları gördü, sevdiği için sevdiğine layık olmak için değişen aşığını gördü ama tamir etmek ikna etmekten kolay olmuyor işte…
“Eski hayatımı çalmışlar, yenisini yıkmışlar gibi hissediyorum.”
Seyran öyle bir noktadaki Ferit için Ferit’ten geçmiş ama hâlâ Ferit’in hayatının en büyük önceliği… Bunu gördükçe de canı acıyor aslında… İkisi de aynı noktada kaybolan yıllarım diye inliyor. O yüzden bir hiç uğruna çalınan eski hayatı etine batıyor. “Yeni hayatımı yıktılar.” dese de o hayatın hiçbir zaman kendi hayatı olmadığını, tıpkı Ferit’in dediği gibi ‘yaşadığını ama pek de yaşıyormuş gibi hissetmediğini’ ve devam etse de hissetmeyeceğini kavrayamıyor.
Ferit tüm yaşananlara iç yüzünü bilmediği onlarca soruya rağmen kırgınlığını da gururunu da öfkesini de biçebilmiş olan aşık… Bu şarkıyı her dinlediğimde aklıma geliyor tam olarak onun o çocuksu muhtaçlığını umudunu görüyorum.
‘Ziline basıp kaçan bi’ çocuktum aldanıp
Yine aynı umutla, o günü bayram sanıp’
Sürekli bir umutla kapısını çalıyor aslında Seyran’ın ama bunu farkında olarak da yapmıyor. İçindeki çocuk, içindeki pervane, aklının ve kalbinin baş köşesindeki ateş paresine koşuyor. Seyran ve Ferit’in yaralı çocuklukları, sürekli kaşınan yerini hatırlatan yaraları… İzlemeyi en sevdiğim akslardan biri. Birbirlerini en iyi anlayacakları o yara, babaları olan ama babasız büyüyen o çocuklar…
Abidin…Korhan olduğunu ilk öğrendiği andan itibaren kibrini sırtına geçiren Abidin… Suna’nın zamanında yaptığı hiçbir şeyi unutmayan, güç algısının para olduğunu bilen Abidin. Ve içten içe kardeş kıskançlıkları bitmeyen Suna… Ki Abidin de aynı şekilde kardeşim dediğine olan kıskançlığı bitmiyor…ve İfakat’in dediği gibi bitmeyecek de. Canı yandığında can olan bu ikili mutluluklarda gölge olmak için ellerinden geleni yapacaktır.
Bu bölüm her karakterin-yama olan bir karakter ve sahtelikleri dışında- derdi, korkusu, yanlışı, doğrusu her şeyi o kadar temizdi ki. Orhan’ın Gülgün’e olan pişmanlığı, göremeyişlerini hatırlaması. Yeniden Halis’in kuklasına dönüşü. İfakat’in insan okuması… Halis’in o evin her noktasına uzanan tanrısal yönetimi… Seyran’ın kendine yarattığı o sahte dünya, nefesini tutup boğuluyordum zaten deyişi… Ferit’in aşk yolundaki o meftuni kayboluşu…
Ve SeyFer’in bir oluşu, yeniden doğuşu…
Suyunu arayan susuz, susuzunu arayan ab-ı hayat, tatlı su…
Ateşini arayan pervane, pervanesine yol gösteren ateş…
Ve bir yemin yeniden bu odada eskisinden de iyi…
Sanki senin için bu zamandır kendimi oluşturdum der gibi…
Göz atmanızı öneririz: Yalı Çapkını Bölüm Yorumları