Ferit gerçek anlamda izleyicinin içini ferahlatacak ölçüde bir oyun kurucu mu sorusuna henüz yanıt bulamadığımız bir bölüm finali ile Yalı Çapkını’na bir hafta ara verdik. Geride bıraktığımız 52. bölüm analizi, Svl‘in kaleminden. Keyifli okumalar ^^
Bir belgesel izlerken ana odakta hep avcının olduğunu görürsünüz. Avcı uzun uzun avını izler onun zayıf noktalarını tespit eder ve ona göre hamlesini yapar. Bize de bu av avcıya muhtaçtır diye pazarlanır. Ama işin aslı pek de öyle değildir. Avcı, avı olmadan bir hiçtir. Avı olmadan aç biilaç ölüme mahkum kalan susamış bir savaşçıdır. Yani aslında her zaman avcı avına muhtaçtır. Güç dengesizliği ve zehirlenmesi tam da bu yanılgının eseridir. “Avcı, kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter” Yani bir nevi bir illüzyona mahkum eder kendisini. Bir şeyleri başarabilmek değil de boyunduruğuna soktuğu güçle önemsizliğini örter.
Bölümün ana teması bana göre güçtü. Yanlış güç algılarına sahip üç çocuk ve eline geçen güçle zehirlenen bir düzine insan.
İlk Kazımın güç yanılgısını izledik Seyrana boyun eğdirdiğini dediğini yaptırdığını sandı ama yanıldı. Seyran artık onun öğütlerini ve öğretilerini reddeden kendini yeniden düzgün öğretilerle yetiştiren bir bireydi.
Sonra Ferit’in ‘Korhan’ soyadına duyduğu güç yanılgısını izledik. Tüm hayatı boyunca bedelleri olduğu söylenen bu soyadının hiçbir işe yaramayışının da aile sırları diyerek saklanan kirli çamaşırların küçücük bir kısmının ortaya dökülüp o çok değerli soyadlarının kirletilişinin de hırsını yaşadı Ferit.
Gücün ‘soyadı’, ‘itibar’ veya ‘köklü bir aile’ olduğunun yanılgısına düştü. Tıpkı o korku imparatorluğunu kuran Halis Korhan gibi.
Gerçek avcılar bellidir kana susayışlarından hırs dolu bakışlarından, hiçbir değer yargısını tanımayışlarından… Ve o avcılar, avlarının hassas noktalarını da çok iyi bilir. Hele ki sizi büyüten kişi onlarsa…
Birden çok kez Ferit annesi ve babasıyla büyüse de annesizliği de babasızlığı da dibine kadar tatmış demiştik.
Bu gerçek bir kez daha Ferit’in dilinden de dökülüyor.
‘Sen benim sadece dedem değil babamsın, her şeyimsin.’
Müthiş bir bağlılık… Ki bu bağlılığı nasıl yöneteceğini çok iyi bilen de bir Halis Korhan var karşımızda. Fuat ölüp Ferit’e ‘katilsin!’ diye bağırıp oradan oraya sürüklediğinde bile helallik isteyecek kadar bağlı dedesine maalesef Ferit. Çünkü ‘ben siz konforlu yaşayın diye yaşamadım’ manipülesini yapan bir dede figürü ve görünmez ebeveynleri Orhan/Gülgün’ün yanında; ne dedesinden ne İfakat’ten ne Sultan’dan koruyabilmişler çocuklarını.
Zamanında bir kitap okumuştum şu cümle geçiyordu : ‘Ebeveynlerim benim bam tellerimi nasıl bu kadar iyi bilebilir? Çok basit onları sana onlar monte etti.’ Yani ailenin manipülesi kadar insanı direkt ensesinden tutabilecek başka manipüle türü yoktur.
Yani Ferit daha on dakika önce zaafından vurulmuş yaralı bir avken dedesi çok güzel bir şekilde avlıyor onu.
‘Gerçekten sevilmedim.’
‘Sevilmeye layık değilim.’
Anne baba ilgisi görmeyen çocuklarda yüksek düzeyde bulunan ilgi açlığının tetiklediği bu zaaflar Seyran’ın sözleriyle tam on ikiden vuruluyor. Ferit’in isyanı iki şeye o yüzden.
Bir: ‘bunca yaşananı unuttun, senin için sadece kötü anılardan mı ibaretim?’
İki: ‘olay seninle benim aramda, niye ailemi kattın.’
İlkine Seyran haklı olarak hissizliğiyle cevap veriyor. ‘Bana bunca şey yaşatan adamla iyi anılarımı anlatmak aklıma gelmedi kusura bakma.’ diyor adeta.
İkincisine ise verilmesi gereken cevap ‘ikimiz de ailenin kurbanıyız Ferit’ olmalı. Maalesef Ferit bunu anlayacak farkındalıkta değilken, Seyran da bunu anlatabilecek mentalde değil.
Seyran için güç ‘bireysellik’ artık. Kendi yoluma bakar yoluma çıkanı da ezerim diyor. Ama bir yandan da tıpkı Hattuç gibi kendini yalnızlığa mahkum ediyor. Yaralarını gizlemek için saran insanlar bir süre sonra o yaranın iltihaplandığına şahit olurlar halbuki o yarayı acıya rağmen pansuman etmek iyileşmek için atılan bir adımdır. Seyranın güç yanılsaması da bu her yeri yara bere içinde ama saklıyor; ileride o yaralar çok daha büyük sorunlar olarak karşısına çıkıyor.
Gelelim Suna’ya… Suna gücü ‘para’ sanıyor. Ne büyük yanılgı ki mutsuzluğunu o ‘altın kafes’in geçirmediğini maalesef yaşayarak öğrenecek. Suna Seyran’a sözleri konusunda haksız mıydı? Ben haksızdı diyemem, ne kadar kötü bir üslup ve yöntem kullansa da yıllardır öğretilen aile sırları algısını henüz aşamayan Suna için Seyran’ın anlattıkları ağırdı. Henüz kendisi yüzleşememişti çünkü tıpkı Ferit gibi ailesinin sorunlarıyla ve aile sorunlarının bireylere miras olmaması gerektiğiyle. Ailen kötü diye sen de kötü olmak zorunda değilsin çünkü.
Bölümde favori sahnem Esme Zerrin sahnesiydi. Seyran’ın ışığıyla etrafındaki herkesi bir şekilde aydınlatması kadar hoşuma giden bir şey yok. Bir şekilde herkesin hayatına doğru noktalardan dokunuyor aslında. Esme’ye boyun eğmemeyi, Gülgün’e sessiz kalmamayı öğretti…
Gülgün’ün Ferit’le olan konuşması da bu noktada çok değerliydi. Ferit’in empati eksikliği çok sıkıntılı bir durumken, bunun Gülgün tarafından dile getirilmesi çok hoş olmuş ama ‘geldiler’ diyerek dağın başında bırakılma mevzusu umarım bir şaka falandır. Cidden üzerine insani olarak düşündüğümde bile o kadar saçma geliyor ki. Hâlâ ‘birini gönderdi değil mi?’ diyorum.
Bu tür keskin davranışlar bölüm sonundaki olayları beslemek için yazılsa da hikayeye de seyirciye de çok zarar veriyor. Üstüne üstlük keskin bir kalemi yumuşatmayan duygu aktarımları ve duygusal anlamda anlama ihtiyacımız olan sahnelerin azlığı acayip can sıkıcı bir hâle geldi. Ferit’in bölümün ilk on dakikasındaki hayal kırıklığı temalı konuşması o kadar öfke dolu aktarılmış ki insan içeriğe kulak kesilemiyor veya bölüm sonu tasarısına ‘oyun’ teması koyuyorsun ama bize neyin ne kadarı oyun bunu hissettirmiyorsun. Bu da çok uç iki yorum kapısı açıyor. Ben karakteri tanıdığım kadarıyla kendi ağzıyla zamanında ‘benim sizin oyunlarınıza aklım basmıyor’ demesinden de yola çıkarak, duygu durumunda oyun hâli imkansız diyorum ama karşıt bir görüşe de asla hayır diyemem çünkü aktarımsal problem var.
Seyran karakterinin hissizliğini çok net anlıyorum ama ablasından kazık yemiş veya çok ağır olaylar atlatmış bir insanın duygu durumunu iki dakika da olsa yansıtmalısın bence. Üstelik Ferit’in gereksiz o kadar sahnesi varken bunun olmayışı seyirciyi boğuyor. Hayır işin komik kısmı Ferit’in sahnelerinin de duygu durum bazlı boş olması. Misal dedesine bir planı var okey bunu sezdiriyorsun ama tam olarak ne bunu anlatmıyorsun. Kaya’yla olan sahnesi hoşuma gitti özellikle ‘ben içerdeyim sen dışardasın Ferit’ demiş olması benim için kıymetli. Baştan beri Seyran yuvadan uçarsa kalıcı bir bağı olmayan bir Ferit olmalıydı çünkü. Onun yuvası Seyran…
Kaya’nın yarım yamalak ‘bıraktığın her şeyin keyfini çıkartıyorum evlilik, aile…’ cümlesi de yerinde olmuş bence. Ferit kaybetti. Ve evet, kendi beceriksizliğinden kaybetti. Şimdi yaşadığı her şeyi kabullenip gözünü açmalı ve benliğini yeniden inşaa etmeli.
Gelelim son akşam yemeğimize…
Ferit’in konuşması benim için baya güzel bir konuşmaydı. Sevmeyi beceremeyişini de öğrendiği sevginin yanlış olduğunun da bilincine varmış bir Ferit vardı. Aslında dedesine dediği gibi o yalıdaki en masum şey onların arasındaki sevgiydi. Ama Ferit korumayı beceremedi ve kirletti. Şimdi bu bağ kopartılırken, yeni bir yemin gibi ortak tasarımımız olan yüzüğün Seyran’ın parmağında yerini alması çok hoş bir detay bence.
Son sahne oldukça kırıcı bir sahne bu konuda birçoğunuzla hemfikirim. Ama o sahneyle ilgili tam sağlıklı bir yorumun yapılabilmesi için de sonraki bölümün izlenmesi gerekiyor bence.
Bölümümüz ‘benim elim değerse senin olmaktan çıkar’ mesajı barındıran bir bölümdü. Ferit Korhan, Seyran’ın eliyle o cam fanusundan çıkarken o yürüdükleri yol ‘ben’ yolu olmaktan çıkıp ‘biz’ yolu olacak! Bu ben savaşlarında birbirlerini daha fazla kırmazlar umarım.
Söylemeden geçmeyeyim; bölümdeki bize aşk temasından bile önce verilen aşinalık hissini besleyen yerlere ve satranç temasına bayıldım. Herkes farklı okusa da bu satranç temasının kesinlikle çok ilgi çekici yönü var.
Çizim bizim ilk ortak paydamız o yüzden benim için çok değerli.