Yalı Çapkını ve geride bıraktığımız üç bölüm üzerine Svl‘in kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Maskelere sığındıkları ilişkiler ve özlerini buldukları kendileri olarak var oldukları kendi ilişkileri. Ailelerin codelarını üstüne yüklenen Seyfer’in özgürlüğü birbirinde bulması. Jenerikte geleneksellikle zihne ve zamana olan vurgu var aynı şekilde aktarılıyor. Seyran ve Ferit’in içsel yolculuğunda her kapı birbirlerini çıkıyor yine jenerikte. Ayrıca mavi ve kırmızının keskinliğinin birbirlerine olan sığınmayla nasıl dinginleştiğini ahengini bulduğunu anlatıyor. Fırtına ve fırtınanın ardına gelen temiz sakin birbirini ve kendini bulmuş hem birey hem biz olarak var olmuş savaşmış ve kazanmış SeyFer…
Evet vadettiğiniz anlatmaya çabaladığınız konu bu anlıyoruz. Afişteki o elbisenin neden kullanıldığını anladığımız gibi. Farklı yönlere baksa da kalpten bir bağ ile bağlanmış olan SeyFer. Peki sorun ne mi? Sorun anlatma biçimi dediğimiz olgu bir çifti ve bir diziyi asıl hafızamıza kaydeden birkaç önemli nokta vardır. Bir çiftin ve dizinin bizden izler yaralar ve iyileştirmeler barındırması…
Sonrasında hikayedeki her karakterin ve ikili dinamiklerin birbirinden farklı olması buna örnek olarak Orhan Fuat ve Orhan Ferit diyaloglarının bize hissettirdiği farkı verebilirim. Bu tarz dokuları hikayeyi pekiştiren ve seyirciye bir şey anlatıyoruz dümdüz yazıp -çekip- geçmiyoruz dedirten gerçekçilik unsurudur.
Ta en başından Sultanla olan her Ferit sahnesinin nasıl rahatsız edici olduğunu hatırlayın. Ya da Yusuf’la Seyran ilişkisinin dinamiğinin SeyFer’den bambaşka bir dinamiğin içinde olduğunu…
Şimdi ise ne Sinan ile Seyran ilişkisinde ne de Diyar ile Ferit ilişkisinde gerçekçilik veya anlatı bazında hiçbir şey yok her şey bomboş bir taklitten öteye gitmiyor. Hiçbir hareketin, temasın veya repliğin ağırlığı yok…aidiyeti yok… yani seyirci gerçek bir hikayeyi değil parodilikleşmiş bağ kuramadığı bir işi izliyor.
Karakterlerin en önemli yapı taşları unutulmuş gibi hissettiriliyor mesela tamam derin bakan birisi SeyFer’in yinyang felsefesinin dönüşüm özellikleri, aile maskeleri ve bir sarraflık hikayesinin anlatıldığını görebilir.
Yang yine dönüşerek dengeyi sağlar, kırmızı kendini mavinin dinginliğine mahkum eder. Hayaller kurmadan yaşayamam diyen Seyran ölümle karşılaşınca hayallerinde boğulmaktansa anda hayatta kalmayı tercih eder…
Yin yanga dönüşür. Mavinin o boyun eğen sakinliği kırmızının cesaretine dönüşür ama bu da bir prangadır… Hayallerimde boğulurum diyen Ferit boğulsam da hayal kurmak zorundayım ailem için kafamdaki o karadelikten kaçmak için buna mecburum der…
Tamamlanmanın ve dönüşümün birbirlerini özünü görüp birbirlerini uyandıran işleyen iki sarrafı da görüyoruz.
Ama onların aile dramalarını, gerçekçilik yüklü hikayelerini, geçmiş yaralarını, onları onlar eden hiçbir şeyi göremiyoruz…
Birlikte büyümeye çabalayan iki çocuktan geriye sadece neyi istediğini bilmeyen iki insan kalmış olamaz.
Seyran ve Ferit’i bir kenara bırakırsak da Korhanlar ve Şanlılar olarak başlayan hikayenin bu denli dağılıp asla anlatılamayan oradan oraya sürüklenen iki aile olarak kalması çok can sıkıcı. Sezonu babalar ve oğulları diye kapatıp Halis Korhansız giriş yapmak. Halis, Orhan ve Ferit dinamiğindeki o muazzam anlatıyı ve değişimi tamamen boş vermek çok yanlış. Orhan ilk defa babasının gözünde var olmuşken ilk defa belki evlat olarak hissederken kendini nasıl bir baba oldu bunu neden göremiyoruz? Bizim kötü gün dostu ablamız Suna nerede? Hayattan beklentileri aşkından daha ağır gelen Suna nerede? Dışarıya oğluşumcu görünen ama bencilliği bağımlılıkları ve kocası için oğullarını bile duymayan Gülgün nerede? İhmal ve istismar içinde büyümüş yaralı çocuklarımız nerede ya?
Göz atmanızı öneririz: Yalı Çapkını Bölüm Yorumları