Yargı Ilcey’in akıbetine dair merak dolu bir finalle ekrandaydı ama saatlerindeki oynamanın etkisi de olabilir bu haftayı tüm gruplarda ikincilikle kapattı. 12. Bölüm reytingleri Total: 7,55 reyting, AB’de 9,33 reyting ve ABC1’de de 9,71 reyting. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Çılgınsinman -Şeyma‘dan. Keyifli okumalar…
Tamamlamam gereken bir tez önerisi vardı bu sebeple bölümü izlemiş olsam da yazıyı ancak yazabiliyorum. Ancak şimdi fark ettim ki bölümü izler izlemez bir şeyler çiziktirmezsem o anki ateşimi kaybediyormuşum. Neyse sağlık olsun, az ateşle yazacağız artık. Ya da belki yazdıkça harlanırım, bilemedim…
Bölüm kaldığımız yerden, yani Ilgaz’ın Ceylin’e itirafıyla başladı. İtiraf dediğim de “babanı öldürdük, kusura bakma ya. Yine de öpüşürüz değil mi? Benim haberim yoktu vallahi” itirafı değil, “Babanı masum yere hapse attırdık, emir büyük yerdendi. Kızmadın di’ mi?” itirafı. Bu da kötüymüş gerçi ya. Neticede Pars’cığımın da dediği gibi “Aşk dediğin nedir? Ne kadar sürer? Kaç mevsim?” Ben onun kadar güzel söyleyemesem de Ceylin ve Ilgaz arasındaki ‘aşk’ı engelleyecek şeyler birden fazla, onu biliyorum. Sonuçta bu aşk dediğin aşktır da ceset dediğin de cesettir. Bir babanın haksız yere hapse girmesi, sıkıntılarla geçmiş gençlik-çocukluk kaç aşk eder?
Ilgaz’ın itirafı sonrasında, Ceylin’in, son derece haklı olarak, şaşkınlıkla karışık delirmesini izliyoruz. Hem inanmak istemiyor, hem Ilgaz’ı suçlayıp boğazlamak istiyor hem de bir bahane bulup onun bu konuyla bir ilgisi olmadığına kendini ikna etmek istiyor derken, “ben niye Ilgaz’a bağırayım ki ya” diye düşünmüş olacak, koşa koşa Metin Amirin kapısına dayanıyor.
Burada Defne’ye bir parantez açmak isterim. Şu çocuk evladım olsa kahrımdan ölürüm. Bu ne itici bir çocuktur yahu. Hayır oynayan velet pek tatlı, zaten tüm çocuklar güzeldir, ona lafım yok da bu ne itici roldür. Parla da Tuğçe de yanında Marie Curie gibi bilge kalıyorlar, alim kalıyorlar. Annesi doğururken vefat etmiş, Metin amir de ağzına çay damlatarak büyütmüş galiba (yeşil değil siyah çay, en kalitesiz olanından). Çocuktur canım yazık deyip geçeceğimiz düşünülüyorsa çok yanılıyor. Defne’yi kınıyorum ve ona laflar hazırladım:
Merdan gibi bir deden var, kötü mötü ama maşallah zehir zehir. Bazen dediği yaptığına uymasa da aklı çalışır bir baban var. Büyük abin Ilgaz desen mis gibi bir savcı iken, sen niye gittin tıynetsiz abin Çınar’a çektin kızım? Çok da küçük değilsin bir 8-10 yaşlarında varsın ne bu histerik hareketler?
Ceylin’e duygu sömürüsü olsun diye oraya konmuş biliyorum ama ben bu kıza yükselmezdim yani. Ceylin’e çok kızdık geçen bölüm ama kız benden merhametli çıktı valla Defne’ye acıyarak. Bir kere bu kız gereksiz bir şekilde Neva’ya tavırlı. Sorun nedir anlamadık, maksat seyirciye şirin gözüksün. Yine aynı gereksizlikle bir Ceylin aşkı var. Yani Ceylin’de tipik “çocuğu mecburiyetten seven samimiyetsiz gülümsemesi” var be kızım. Alıp başına yağ da sürmedi. Birlikte pek vakit de geçirmediniz nedir bu “Ceylin ablam, kurban olduğum” halleri? Onu da geçtim. Bu bölüm Ceylin, babanın ağzına patır kütür bırakmaya yukarı çıkıyor hop kapıdasın “Ceylin abla ölüyorum sana ablaamm.” Kız “he Defne he” diye seni geçiştiriyor. Babanla hesaplaşmaya giriyor. Sen arsız gibi kapı dinliyorsun. Ceylin ablan dışarı çıkınca da yine ona sarılıyorsun. “Babam hapse mi girecek? Sen kurtarırsın onu ama dimi?” falan diyorsun.
Mal yavrucuğum! Madem konuşmaları duydun, Ceylin’in babanı hapse attırmakla tehdit ettiğini falan da duymuşsundur. Hala anlamamış gibi Ceylin’e sarılmalar neden? Bu sahne “Sen babamı hapse mi attıracaksın. Konuşmayacağım seninle bir daha. Sen kötü birisin ühhüühühüh” olsa yine Defne’ye gıcık olurduk ama en azından daha mantıklı olurdu. Bu Defne’nin Ceylin aşkı nedendir? Bunu açıklasın senarist hanım. En sevmediğim şey. Dizideki küçük çocuğun başrol kızına olan gereksiz aşkı.
İyi de neden? Ben de çocuk oldum, evime gelen güzel yabancıların bacağına abla diye yapışmadım hiç. Bir Banu ablam vardı çok severdim. Çünkü gelir benimle ilgilenirdi, beraber resim yapardık. Oturtur kucağına dinlerdi, benimle uğraşırdı yani. Haliyle ben de onu severdim, ki bu hiçbir zaman Defne’nin coşkusuna da erişememiştir. Düz bir sevgi, laubaliliğin lüzumu yok sonuçta. “Ay ay Banu ablam ayyy”” diye ayılıp bayılmadım. İki dakika delikanlı ol Defne ya. Of Çınar abisiyle bunun kafaları tokuşturacaksın. Ailenin toksik evlatları resmen. Bu ikisi olmasa Metin ve Ilgaz gayet iyi bir ikili olarak takılırdı gibi. Ah Metin amirim, zirvede bırakacaktın. Ne o öyle üç çocuk. Yukardan emir mi geldi daha azı kurtarmaz diye? (Hayır gelebilir çünkü tam üç çocuk. Olabilir. Bu konu açıklığa kavuşturulsun)
Neyse uyuz Defne’yi geçelim artık. Diğer uyuz karakterimize geçelim. Yani Ceylin’e. Paçoz dediğimde kızıyorsunuz ama yok ben bu kadını gördüğümde (Pınar Deniz’i değil, Ceylin’i) yani bir paçozluk kokusu alıyorum kendisinden. Her ne kadar o sıkıntılı zamanlarında bile, gerek Eren’e hesap sormaya giderken olsun gerek başka telaşeler içindeyken olsun, Ilgaz’ın acıyıp aldığı ısıtıcı dışında bir şeycik bulunmayan soğuk ofisinden götü donmuş şekilde sağa sola yetişmesine rağmen o saçlar hep yapılı, Ceylin hep iki dirhem bir çekirdek. Yani ben böyle giyime kuşama, saça başa pek takmam ama Ceylin’in saçlar bu bölüm düzleştirilmişti o kesin. Kuaföre gitmediyse ofiste kendi yaptı. Adeta yeni nesil Bihter Ziyagil. Yaşını akıtır, maşasını yapar, makyajı hep tamdır. Tüm bunlara ve Ceylin’in o telaşelerde hep bakımlı olmasına ve bol su içmesine rağmen, Ilgaz’la öpüşmeye burun buruna dayandıklarında ben bir geriliyorum arkadaş.
Pınar Deniz’in sıfatında bulunan o müstehzi gülümsemeden midir bilmem, Ceylin karakteri bana hep sanki az önce bir koca tabak bol sarımsaklı kelle paçayı gömmüş de, üzerinize afiyet o sofradan buram buram yeni kalkmış gibi geliyor. Haliyle Ilgaz kıza ne zaman yaklaşsa, ay hayır çok yaklaşma ya diye geriliyorum, ne romantizm kalıyor ne bir şey. Zaten romantik değilim bir de kelle paça mevzuu beni çok yoruyor. Halbuki Ceylin gördüğüm kadarıyla safi su içerek geçinen bir insan. Ancak madem Ceylin’e gıcık gideceğiz. Oradan da vuralım. Yahu sürekli su içiyorsun. Hep de o su şişelerini sağda solda bırakıyorsun, Ilgaz arkandan topluyor, çöpe atıyor vs. Bre müsrif kadın! Bir su kaç para haberin var mı? Bir kere aldın tamam, doldur doldur iç. Her seferinde ayrı su alınır mı? Sonra param yok diye ağlarsın. Bunlar geçinmeyi bilmiyor efendim. (Oh, yaşasın hep sokak röportajında araya giren dayı olmak istemişimdir. Rabbim bu günleri de gösterdi çok şükür)
İnanılmaz ama Ceylin bu bölüm haklıydı. Ilgaz’a kızmakta da (her ne kadar adam masum olsa da) Metin’i tehdit etmekte de hatta zavallı masum şahit Eren’den şüphelenmekte de haklıydı. Fakat işte Ceylin’e üzülemiyorum. Üzülsem de çabuk geçiyor. Neden? Çünkü Ceylin, Ilgaz’ın yerinde olsa bu gerçeği asla söylemez, dibine kadar saklardı. Metin’in yerinde olsa yine aynı şeyi hatta daha beterini yapardı. Esasında Ceylin’e üzülmememin nedeni tam olarak bendeki kısas inancı. Misal Ceylin’in başına gelen haksızlıklar (tam olarak başkasının kendi çıkarı için işine geldiği gibi davranıp, karşıdakini önemsememesi sonucu oluşan şeyler yani) bana bir ilahi adalet, bir karma gibi geliyor. Ben kendi adıma kimsenin kötülüğünü istemem ama insanlar kendi yaptıkları/eleştirdikleri şeyle yüz yüze kaldıklarında hoşuma gider. Misal; birisinin dedikodusunu yapan birini uyardığımda “sana ne istediğimi konuşurum” diyen birinin haftasına yaptığı dedikoduya benzer dedikodusunun çıkması beni gram üzmez. Başkasının atıyorum sakatlığıyla dalga geçip o kişiyi üzdükten sonra, sakat kalsa pek acımam. Birinin ırzına geçse, aynısı başına geldiğinde teselli etmem. Hırsızlık yaparak geçinen biri, soyulsa yanmam.
Ceylin de bu sebeple “dürüstlüğünüz nerde?!!!!” diye çığırdığında Metin ve Ilgaz başını öne eğiyor ama ben eğmiyorum çünkü Ceylin kendisi dürüst değil dahası bundan utanç da duymuyor. “Bu benim karakterim” diyor. “Ben çok güzel kaçarım” diyor ve kaçıyor da. Yaptıklarıyla asla yüzleşmek istemiyor. Ceylin baktığımızda merhametsiz biri değil, e aptal da değil. Bu sebeple daha çok kızıyorum. Bu bölüm annenin kızına yaptıklarını öğrendiğinde gerçekten üzüldüğüne eminim. Ama o davayı incelemeyecek, üstünü kapatacaktı o. Çünkü derinine inelim, sıkıntı nedir çözelim derdinde değildi, olmadı da hiçbir zaman. Yine Ilgaz’a söylemek yerine olay yerinden delil alması da cabası. Asla yaptıklarından ders almıyor çünkü yanlış bir şey yaptığını düşünmüyor. Her daim gururlu her daim başı dik. Pars’ın hastalığını öğrendiğinde (ki başsavcıya o konuda fena laflar hazırladım da sırasını beklesin bi’ dur) gitti “bana nasıl söylemezsin” diye Ilgaz’a çemkirdi. Ilgaz da “ite dalaşma çalıya dolaş” tekniğiyle “he Ceylin, özür Ceylin” dedi geçiştirdi.
Her konuda haklı, her konuda mağdur, sürekli bağırıyor Ceylin. Ben bu kıza nasıl üzüleyim yahu? Sürekli iş peşinde. Başına gelenlerin yarısı kendi işgüzarlığından geliyor, yine de akıllanmıyor. Her haltı yiyip üste çıkıyor. Hep o özür bekliyor. Pars’a “Ilgaz’ın bir suçu yoktu” derken bile başı dik, haklı, gururlu. Metin mesela bir adamın hayatını karartmış ama adam cidden bu konuda suçluluk duyuyor yahu. Yaptığını haklı çıkarmaz ama bu da bir şeydir yani. Ceylin’de utanma olmadığı müddetçe (yakalandığı için oluşan mahcubiyetten ya da başlarına açılan işlerden dolayı olan sıkıntıdan değil, “ben bunu nasıl yaptım ya” şeklindeki öz sorgulamadan bahsediyorum) Ceylin’e acımayacağım. Kusura kalmasın.
Hiç mi artısı yoktu bu bölüm? Vardı. Lütfen. Hakkını yemeyelim. Her ne kadar “ben ona kıyamazken o bana kıymış” diye Eren’e mızırdansa da (Sen mi Ilgaz’a kıyamazken Ceylin? Bu kıymamış halin miydi Ceylin? Bir de kıysaymışsın ne olacakmış Ceylin? Diyor ve dehşete düşüyoruz), Metin amire yaptığı konuşma “helal sana kız” dedirtti. Neden dedirtti? Ceylin’den beklenmeyecek hareketlerdi çünkü. Ayrıca “babama söyleyeceğim durumu” demesi de çok mantıklıydı. Yani evet haksızlık Zafer’e yapılmış, o işin peşine düşerse düşer. Böylesi bir şeyi ne Ilgaz ne Metin ne Defne hatırına saklayamaz. Ceylin bayağı mantıklı bayağı olgun davrandı. Benden bir alkışı kaptı. Ne var ki o sahnede çok güldüğüm için alkışlayamadım. Ceylin “ama babama söyleyeceğim, o ne yapar bilemem” dediğinde, Metin’in suratındaki ifade “Ha onu biz hallettik kızım. Sen baban konusunu merak etme heheh” idi resmen. Yani adamın minik suçu kızın babasını suçsuz yere 5 yıl hapis yatırmak, büyük suç da adamı öldürüp gömmek. Sonra Ceylin neden hep ağlıyor? Yani kız ağlasın diye her şeyi yazmışlar. Kızın cin gibi kardeşini öldürdünüz, ergenlik baki olsa da akıl baliğ olan yeğenini intihar ettirdiniz, babayı da vurdunuz. Kız kaldı anneyle ablaya, bir de cibilliyetsiz Osman enişte var. Yakın arkadaşı da kodeste, bu kız nerelere gitsin 🙂
Neyse hep Ceylin’i gömmek olmaz. Biraz da Neva’yı gömelim. Böyle de adaletliyim. Şimdi her şeyden önce Neva’nın mesleğini satmasındaki saçmalığa değinmek isterim. Be güzel kızım, be manyak yavrum, deli salak köpek eşek! Senin İstanbul’a Ilgaz’ın yanına yetişmen için davaya fesat karıştırman şart mıydı? İzin al, hasta ol, Ankara şurası yahu, uçakla gel, trenle gel. Hayır sanki geldin de Ilgaz’la konuşa konuşa bir hal oldun. Şurada toplasan dört saat görüşmemişsinizdir. İlla tayin gerekmezdi. Hadi diyelim gerekiyordu, illa tayin şarttı. Ulan koskoca ağır ceza hakimisin, hiç mi yoktur bir tanıdığın, bir adamın? Hallederdin işini bir şekilde ya bu kadar pisliğe bulaşmadan. Sonra tehdit edilince hemen elin ayağın sesin götün başın titriyor. Be hey gafil! Madem bu kadar tırsaksın ne işin var gayrimeşru işlerde ya? Yemin ederim Pars’a dert olsun diye var. Biz Ilgaz’la Ceylin’i ayıracak diye geldi sandık, ama Pars’a bela olsun diye gelmiş. Pars’cığımın, minik kuşumun hiç derdi yoktu çünkü. Allah bilir bunun yüzünden krizler geliyordur ona. Yoksa Parsım hakikaten hasta değil gibi, Neva etkisi bu. Bir de yetmiyor kapıdaki kadını tanımış, gönder gitsin diyor abisine. Yüzün de mi kızarmıyor Neva? Tamam acı çekiyorsun, ki çok da haklısın. Sana yapılan resmen hakaret gibi bir ayrılık olmuş ama sen acı çekiyorsun diye el alemin suçu ne? Hayır o titrek götün Ilgaz’a trip atmaya bile yemedi. Havan garibana mı Neva?
Pars’cığım üzülsün istemem, Neva intiharla tehdit edince sesi titredi. Çok çaresiz kaldı bu bölüm kıyamam, ama Neva ettiğinin cezasını çekmeli. Bilen bilir Behzat Ç.’de de vardı bir savcımız. Savcı Esra. Sırılsıklam aşıktı Behzat’a ama ne demişti? “Ben senden vazgeçerim, bu davadan vazgeçmem Behzat!” Diziyi izlediyseniz ses tonuyla beraber okumuşsunuzdur zaten. Hah işte sana bir doz Savcı Esra öneriyorum Neva’cığım. Az cibilliyet öğren, sonra dava bakarsın.
Hayır anlamıyorum, illegale bulaşarak Ilgaz’ı nasıl etkilemeyi umuyordu? Ilgaz anti-illegal gibi bir şey, gerçi huyu suyu değişti Ceylin’le tanışınca. Koskoca savcı sadece Ceylin’in peşinde geziyor. İşini yaptığını göremedik. Hadi şu hastane olayıyla ilgilenecek dedik, onu da Ceylin hanıma devretti. Gerçi bu adliyedeki hakimlerin savcıların hepsi biraz şey (Pars’cığımı istisna tutarak diyorum tabi). Koskoca başsavcı oturmuş Ceylin’le dedikoduya, Pars’ın hastalığını yedi düvele duyurmaya ant içmişler. İyi ki adam gizli kalsın dedi. Başsavcım milletle dedikodu yapacağınıza Ceylin’e savcıya iftira atmak suçundan soruşturma açsanıza? Çünkü delilsiz bir şeysiz başsavcının odasına girip bir cumhuriyet başsavcısına iftira attı ya hani resmen. Bahanesi ne? Yanlış anlamışım. Vay arkadaş. Ha iyi o zaman tamam. Siz Pars’ı hak etmiyorsunuz.
Ne Neva’da bir hakim ağırlığı var ne başsavcı, başsavcılığa uygun. Torpille mi geçtiniz oraya? Hele Neva? Bu kadının çok zeki olması lazım. Biz sadece alımlı bir kadın görüyoruz. O hakimlik sınavlarını vermek, o makamlara gelmek, hele de o gencecik yaşta çok çok zor. Kısacası ya Neva Ilgaz’a olan aşkından aklını yitirdi, ya da buna zamanında soruları verdiler. Adı malum terör örgütünün üyesi olabilir. İhbar kabul edilsin. Ben buradan uyarayım.
Bu arada Münchasen by proxy’i Ilgaz’cığım nasıl telaffuz etti öyle hayran kaldım. Kadında bu sendromun olduğunu tahmin etmiştik zaten. Bence artık (diziler sağ olsun) oldukça da bilinen bir rahatsızlık. Ama işte Ilgaz gibi telaffuz edemediğimiz için biz bilsek de havalı olmuyor. Şimdi aynı diyalog Ceylin’le benim aramda geçseydi muhtemelen şöyle olacaktı:
Ceylin: Ya hatta bu hastalığın bir adı da varmış galiba neydi neydi…
Ben: Münçosenbaypuruksi ya, acayip bir şey o. Kesin odur
Ceylin: Ya bırak ya bi git. Allah kahretmesin seni, hay ağzın büzüşsün.
Ben: Ne yaptım ki 🙁
Neyse ben de seni sevmiyorum Ceylin. Herkes her şeyi mükemmel telaffuz etmek zorunda mı? Sen “Dal sarkar kartal kalkar kartal kalkar dal sarkar” (*) diyebilir misin tek nefeste? Ben diyebiliyorum n’aber? (* Yurtdışından okuyucular için bir tekerleme)
Bu arada bölüm boyunca saat bir türlü altıya gelmedi. Ben izlerken bile birkaç kez altı oldu. Haliyle bu zamanın yavaş akışı da en çok kitap okumayan adeta yalayıp yutan Engin’e darbe oldu. Çocuk bir günde hücrede çürüdü. Malumunuz kıvırcık saç kütlelerinin azalmasıyla beraber yükselişe geçen zihni ile birkaç bölümdür bir Ceylin olmasa da Engin de epeyi coşmuş durumda. Geçen sefer de söylemiştim yine söylüyorum: Engin’in tehditlerinden seyirci niye rahatsız anlayabilmiş değilim.
Herkes sevdiği karakterlerin pisliği kapansın istiyor. Hatta “grandfather to the rescue” yazanlar görüyorum. Demek ki Ceylin karakteri bu yüzden seviliyor. Sorsan herkes adalet aşığı, kimse haksızlığa dayanamıyor. Ama adaleti ne kadar seviyoruz? Kendimize kadar. Kendi yediğimiz, sevdiklerimizin yediği naneler kapansın, görülmesin, bilinmesin istiyoruz. Neden bu yanlışların üstü örtülsün istiyoruz? Sadece dizi için mi yapıyoruz bunu, yoksa gerçek hayatta da böyle miyiz? Çünkü gerçek hayatta süper haklı olduğunuz bir davada karşı tarafın Ceylin’i tuttuğunu bilseniz kendisinden o kadar da hoşlanmazdınız. Ya da davaya bakan hakime Neva sırf o sıra biraz aşk acısı çekiyor diye sizi içeri attırsa gözünüze o kadar da minnoş gelmezdi. Değil mi? Merdan’ın içerde öldürdüğü kişilerden biri yakınınız olabilirdi mesela? Neyse bu kadar sosyal mesaj yeter. Engin diyorduk.
Engin babasıyla, pardon babacığıyla görüşüyor ve Yekta ona onu hapisten kaçırma sözü veriyor. Bu sözde ciddi mi blöf mü yapıyor bilemiyoruz. Ama bana Yekta Engin’i gözden çıkardı gibi geliyor. Çünkü bakışları bana biraz acı dolu gibi geldi Engin’le konuşurken. Yüzünde yenilmiş bir ifade vardı. Uğur Polat gibi bir oyuncunun mimikleri boş yere olamaz. Tabi Engin’e karşı kaybettiği için böyle duruyor da diyebiliriz ama Engin kaybedeceği, yani öleceği için de olabilir. Ne olsa evladı, kendini kötü hissetmiştir ama ciddi ciddi böyle bir vaadi de olabilir tabi. Bunu önümüzdeki bölümlerde öğreneceğiz.
Engin tabi ki derdi adalet olmadığı, bilakis sadece içeriden kurtulmayı amaçladığı için, bu teklife balıklama atlıyor. Ki bence de Yekta’nın teklif etmesini bekliyordu. Ceylinlerin bulduğu görüntülerden sonra işten sıyırma ihtimali sıfırlandığı için, artık mahkemede suçsuzum diyemez. En hafifletilmiş cezayı alsa bile ciddi seneler içeride yatacaktır. Oysa biz Engin oradan çıkacağını söyleyip duruyordu. Ama kendi davasıyla ilgili gram çalıştığını da görmedik. İşi gücü tehdit şantaj, itlik hergelelik. Yani hapisten kaçıp, sahte kimlikle firari yaşam arzusu daha mantıklı. Anlamadığım nokta Yekta’nın amacı ne? Yani Engin’i öldürse de, oradan kaçırsa da eline ne geçecek? Sonuçta sahte belgesini Seda biliyor artık ve Yekta’nın asıl korkması gereken kişi de o. Seda ondan nefret ediyor ve bunun için haklı da bir gerekçesi var. Engin’i ortadan kaldırsa da, Seda’dan kurtulamaz. Ne planlıyor?
Bölüm sonu efsane bitti. Engin’e yollanan Şüpheden Sanık Yararlanır adlı kitap, Engin’in yavaşça zehirlenmesi ve o sırada olağan şüphelilerin teker teker gösterilmesi gerçekten harikaydı. Engin’in Yekta’yla buluşmadan önce bu kitabı beklediğini biliyoruz. Bu kitabı neden bu kadar hevesle bekliyordu? Yani her ne kadar hukukçu da olsa eni konu sıkıcı bir kitabı okumak için bu kadar yükselmiş olamaz. Kitapla zehirlenip hastalanıp hastaneden kaçma planı vardıysa da ondan bu kadar heyecanlıydıysa, bu planı kiminle yaptı? Yekta olamaz. Saat 6ya iki saat kala (ki dizi evreninde bu 3-4 günlük bir süreye tekabül ediyor öyle yavaş) gelen kitabı şapur şupur bayağı okudu Engin bir de. Öyle bir okudu ki cidden kitaba hasret kalmış, belki de gerçekten masumca kitabı bekliyordu dedim. Hani amacı sadece zehirlenmek olsa 200 sayfa okuyacağına tüm sayfaları yalar çıkardı işin içinden. Gerçi sırılsıklam kitabı gören hapishane yönetimi kıllanabilirdi biraz doğru. Ama yahu eni konu iki saatte o ne kadar okudun be Engin? Adam ölürse fazla entelektüellikten ölecek. Yani kitabı kontrol eden arkadaş da parmakladı eminim o da dillemiştir biraz ama Engin bildiğin yuttu kitabı. Daha az okusa bu kadar zehirlenmeyecekti. Burnuna da dayamış, burun da büyük biraz malumunuz, kalan zehri de oradan çekmiştir. Yemin ederim tertemiz oldu kitap, içinde hiç zehir kalmadı, hepsi Engin’e geçti. Engin kitabı bildiğin yaladı, yuttu. Öyle bir okumak.
Şimdi elimizde 4 seçenek var:
1. Biri Engin’i zehirleyip öldürdü.
2. Biri Engin’i zehirleyerek göz dağı vermek istedi.
3. Hepsi plan. Engin azcık zehir yalayıp (gerçi az yalamadı) hastalanacak, hastaneden de kaçacak, ekipman hazır, görev tehlike.
4. Engin her şeyi planladı ama planı patlayacak. Onu kandırdılar, hastaneden kaçıp Maldivlere yerleşeceğim derken gözünü eşek cennetinde açacak.
Benim tek temennim, biri Engin’i ciddi ciddi öldürmek istediyse eğer umarım bu Yekta değildir. Bir insan oğlunun ölümünü isteyecek kadar iğrenç olmasın zira. Ama biliyorum ki Engin’i ne Pars ne Ilgaz ne Ceylin, ne Neva zehirler. Zehirlese zehirlese Yekta zehirler. Plan olsun o zaman ya 🙁
Sevgiyle kalın. Engin’in akıbeti üzerine yorum yapmak isterseniz, ben hep buradayım. Beklerim…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.