Yol Ayrımı vizyona gireli tam bir hafta oldu. Film eleştirmenleri değil benden aceleci arkadaşlarımın sosyal medya yorumlarda bir tane olumlu yorum görmesem de ilk fırsatta sinema koltuğunda yerimi aldım. Neden mi? Çünkü Yavuz Turgul, çünkü Şener Şen.
Filmin verdiği seyir keyfini bir yere bırakıyorum, Şener Şen’in filmin galasında basına yaptığı ‘Av Mevsimi’nin ardından 7 yıl sonra ilk defa beğeneceği bir senaryo geldiği için bu filmde rol aldığı’ açıklaması beni pek şaşırttı. En iyisi bu ise nasıl çöp senaryolarla çalınmış büyük ustanın kapısı… Ya da bu söylemi naçizane bir PR çalışması ise, o ayrı; izleyici de merak uyandıran bir açıklama benim gibi birçokları filmle buluşturdu.
Sözün özü, filmden aldığım keyif hikayeden ve yönetmenin bu hikaye için çizdiği dünyadan çok, büyük oranda oyuncu performanslarından oluşuyor.
Yavuz Turgul ile Şener Şen’i tam 7 yıl sonra yeniden buluşturan film özelliğini taşıyan Yol Ayrımı konusu;
Mazhar Kozanlı (Şener Şen) çok büyük bir tekstil şirketinin sahibidir. İş hayatında son derece profesyonel, ailesine karşı duygusuzluk derecesinde katı bir adam olan Mazhar Bey, babasından kalan bu şirketi oldukça agresif bir politikayla yönetmektedir. Günün birinde geçirdiği trafik kazası hayata bakışını tamamen değiştirir. Ancak başka bir insana dönüşme girişimleri, başta ailesi olmak üzere çok kişiyi karşısına almasına neden olacaktır.
Filmde gözle görülür bir mesaj verme iddiası var: Hayatını gözden geçir, anı yaşa! ‘Mazhar Olmak’ için insanın hayatının bir kaza sonucu film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçmesi ya da ruhun bedenden geçici olarak ayrılmasına gerek yok aslında. Film de biraz bunu anlatıyor izleyiciye. Ödünç verilen zamanı Altan gibi keyif alarak yaşamak: Hırslarınızı toprağa gömüp, vicdan sorgulamasıyla içinizdeki iyiliği gün yüzüne çıkartmak. Aslında kişinin en büyük servetinin bir gece yarısı elinizde bavulunuzla kapısını çalabileceğiniz dostlar olduğunu bir daha hatırlatıyor Mazhar’ın bomboş evden çıkıp yıllardır görüşmediği Altan’ın zilini çalması. Bu nedenle geride bıraktığı zaman içinde başarılı olsun/olmasın bir kez bu sorgulamayı yapmış kişi Mazhar ile empati yapabiliyor kanımca. Ben yaptım ve ‘iyi ki’ lerimden biridir, tavsiye ederim. Sahi parayı bastırsanız bir ‘Yeni Hayat’ alabilir misiniz kendinize? En az ‘bisiklet’ kadar güzel bir metafordu ‘Yeni Hayat’.
Filmin kadrosuna ne demeli ki, Şener Şen Mazhar’ın iki halini de çok başarılı yansıtmış. Ama değil hayatla kendisiyle bile barışık olmayan Mazhar Bey kesinlikle on numara. Dönüşüm öncesindeki Mazhar’ın en az kutuplar kadar soğuk olduğunu sadece fotoğraf çekimi sahnesinde bile ekran karşısından hissediyorsunuz. Rutkay Aziz Altan’ı öyle bir giymiş ki üstüne, insan keyifli bir yemek sofrasında sohbeti paylaşmak istiyor onunla. (Filmin en eksik yanıdır Altan’ın hasta yattığı hastane odasının ziyaretçilerle dolup taşmamış olması) Şerif Erol Besim karakteriyle naif bir görünüm çizerken içini kustuğu sahnede nasıl devleşiyor… Tilbe Saran, kendisiyle barışık Nur’u gözlerinin içi gülerek canlandırmış. ‘Nur’un gemisi’ detayına bayıldım <3 Ve Nihal Yalçın, Emine’nin de en az Mazhar kadar dolu bir hikayesi varmış aslında, evinin kapısını ‘Çalış’ tabelası süslerken, hasta bir oğul, yaşlı bir ananın bakımı tek başına üstlendiği ama hakları için savaşmaktan asla vazgeçmediği kapitalist bir yaşama karşı geldiği bir hayat.
Belki de Emine gibi, Kozanlı aile fertleri gibi her karakterin hikayesinin arkası daha doldurulmalıydı, kim bilir? Ama doldurma amacıyla zaten gereğinden fazla uzun olan film süresi daha da uzayacak olduysa, yalın bir anlatım tercih edilemeyecekse, iyi bir seçim: bırakın hayal gücümüzle dolduralım boşlukları…
Son olarak; karakterlerden en çok Altan’ı çok sevdim, kitaplarıyla, kütüphanesini süsleyen fotoğraflarıyla ve arkadaşına verdiği şiirli öğüt ile…
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM… (¹)
(¹) Jorge Luis Borges, Arjantin-1985
Yol Ayrımı fragman