Bölüm süresi tam iki saat yirmi dakika…  Umarım zaman ayırdığıma değer diye oturdum ekran başına. Her ne kadar son haftalarda reytinglerde ya zirvede ya da zirveyle yarışıyor olsa bile benim sıralamamda giderek geriye düşüyor ‘yüksek sosyete’.  Merakla beklediğim, hatta birkaç hafta önce iyi işlenirse dizideki favori karakterim olabilir dediğim Kerem ve onun intikam planı üzerine kurulan yeni açılım beni içine al(a)madı. Ne kadar bembeyaz Kerem’i sevmediysem kömür karası Kerem’i de bir o kadar sevemedim. Sanırım beklentim böylesine 180 derecelik dönüş değil, intikam planında gelgitleri olan Kerem’di ve hayal kırıklığına uğradım. Karanlıktaki ilk çatlaklar bu bölümün başından itibaren oluşmaya başladı da ilgi seviyem yukarı doğru hareketlendi.  

Ne kadar ileri gidebilirsin? Hayatın boyunca seni kullanan insanlara acı bir ders vermek için ne kadar uzaklaşabilirsin kendinden? Bir zamanlar sevdiklerinin canını acıtabilir misin? Peki ya kendi canını? İçin kan ağlaya ağlaya devam edebilir misin yoluna?

İşte merakla beklediğim iç ses, Kerem’in kendisiyle yüzleşmesi… Sorular tam da benim aklımdakiler, pek güzel. Ama ya bu diyaloğun bağlandığı sahne? Tamam, intikam planında şirketle ilgili detaylarda mantık aramayacağıma söz verdim ama ilk yüzleşmeyi böylesine mantık hatalarıyla dolu sahneye yerleştirerek yerle bir etmeye kimsenin hakkı olmamalı. Kerem’in kullandığı araba 200 km hıza rahatlıkla çıksa bile -ki aynı markayı kullandığım için şüpheliyim, öyle milimle fren yapamaz. Diyelim ki milimi milimine fren yapabildi, zemin de hiç mi fren izi olmaz? Hadi mantık aramayalım, fren izi olmadan da durabildi; peki ya yolun ortasında üzerine hızla gelen bir arabayla yüz yüze gelip bebeğiyle ezilme tehlikesi geçiren bir anne sizce sadece söylenerek mi yoluna devam eder? Her hafta yaklaşık 150 dakikalık iş yetiştiren ekipten sinema filmi doygunluğunda görsel bir şölen beklemiyorum elbette. Yine de aynı şartlarda çalışan başka bir projeden örnek vermek gerekirse çocuğun ateşinin çıktığı gecenin sabahında yakın çekimde bile görünmeyen komodinin üzerine ilaç ve ateş ölçeri yerleştirme akıl edilebiliyorsa bu projede de en azından fren izi beklemek hakkımız olmalı, değil mi?

 

Gelelim klasik Türk filmine; kötü kalpli babaanne torununa layık görmediği gelin adayını sosyetede küçük düşürerek ona başka dünyaların insanları olduğunu kanıtlamak ister. Hem Mert hem de Ece planın bu olduğunu içeri girer girmez anlamalarına rağmen nasıl oldu da bu oyunla baş edebileceklerini düşündüler? Ece’nin izlediği Türk filmlerinde benzer sahnelerin sonu mutlu mu bitiyordu ki kendine sonsuz güvendi?  Mert ilk dakikalarda durumu güzelce idare ederken bir süre sonra arkadaşlarıyla anlamsız bir sohbete dalıp Ece’yi öylesine korunaksız nasıl bırakabildi?  Her şey olup bittikten sonra kötü babaanneye “Benim yanım Ece’nin yanı anla artık bunu.” demek kolay, peki birkaç dakika önce de yanında mıydın’ diye sormazlar mı insana? Ece’ye gereksiz yükseklikteki özgüveni için kızsam da asıl Mert’e kızıyorum. Böylesine kötülükle kurgulanmış bir ortamda Ece’yi ilk sınavında yalnız bırakman hiç hoş olmadı şehzade Mert. Artık aynı gökyüzü altında ayrı düşmek kaçınılmaz.

 

Levent’in iade-i ziyaret sahnesinden aklımda tek kalan Metin’in fal taşı gibi açılmış gözleri. Ödü patladı ve ben bu sahneyi ağzım kulaklarımda izledim. Metin Bey, gördüğünüz üzere Levent üç beş kiralık adamın gücüne güvenerek iş yapacak biri değil. Söyleyecek lafı varsa direk gelir, adabı ile söyler ve gider.

Levent gibi bir adamın sonsuz desteği yanı başındayken Süreyya’nın boşanma işinin sürekli ertelenmesini aklım almıyor.  Varsın Süreyya otuz yıllık karın olsun Metin Bey, neler yaşadınız ama seni terk etmedi ama o bardak doldu da taştı bile, en azından biz taştığına inanmak istiyoruz artık. Süreyya’nın bu konudan giderek uzaklaşıyor olmak beni telaşlandırıyor. Bu bölümün fragmanındaki farklı eve taşınması üzerine bir önceki yazının altında ne güzel hayaller kurmuştuk oysaki… Benzer hayalleri sosyal medyada mahkeme fotoğrafları yakaladığımda da kurdum ama bu sefer erkenden gelin güvey olmayalım, sonu hüsran olabiliyor.

Süreyya ve Levent sponsorluk çalışmaları nedeni ile Metin’le sıklıkla zaman geçirecekler. Metin bu görüşmelerde bol bol papatya çayı içeceğe benzer, rakibi Levent dile kolay. Hali hazırda evlilik cüzdanına güveniyor ama aynaya da bakmaz mı bu adam? Ayrıca Süreyya Metin’in ‘karıcığım’ hitabına nasıl oluyor da tepki göstermiyor, anlaşılır değil. Ahh kulağına biri kar suyu kaçırıverse de Metin’le Levent arasında geçenleri öğreniverse…

 

 

Cansu ile Kerem’in masalsı aşkına öylesine inanmamışım ki Cansu’nun koltuk metaforu üzerinden “insan şıp diye bu kadar sevdiği bir şeyi nasıl unutabilir” serzenişi de bir o kadar yavan geldi. Yine o kırık koltuğa yüklenen mesajla Ece Mert ikilisinin aslında birbirini pek de iyi tanımadığını öğrenmedik mi? Minnoş aşk diyalogları birbirini tam anlamıyla çözmeye yaramıyor demek ki…

Kerem planlarından da bahsetmemek olmaz; intikam oyununa neden basit bir kıskançlık krizi ekliyor anlamış değilim. Sude’yi alçakça oyuna katıyor ve ondan öte bu durumun farkında olan Sude neden bunu kabulleniyor? Bedia Hanım’a ilişkin planı sadece Oliva’nın ortaklık yapısını değiştirmekle mi sınırlı? Yeni bölüm fragmanına göre ben planlarını çözemeden intikam rafa kalkacak, gel de gülme…

Can Ker sahnelerinden en güzellerinden biriydi Cansu Kerem yüzleşmesi. Sonunda bu bölümde birinin ağzından duyduk Kerem’in çok iyi bir adam, süper kahraman olduğunu. “Gururla kibir arasında çok ince bir çizgi var ve sen kibre çok ama çok yakınsın.” Sen çok yaşa Cansu…

 

Cansu’nun bir Koran olduğunu ilk ne zaman anladım biliyor musunuz? O çatı katındaki yüzleşmede Begüm’e “Bir görmek istedim ayağım kayarsa beni tutar mısın?” cümlesi kurduğunda. Hele ki ablasının sen bu ailede yapayalnız kalmaya mahkumsun sözleriyle en zayıf yerinden vurduğunda tam da buzlar kraliçesinin kızı gibi değil miydi? Tüm bunlar yaşanırken Kerem yine doğru zamanda, doğru yerde olmayı başardı. Şaşırdık mı? Hayır.

Bölüm içinde en çok Ercan sahnelerine gülerdim, giderek çoğalması beni pek mutlu ediyordu. Bu bölüm değişiklik oldu, en çok Özkan ailesinin Kerem’den habersiz organize ettikleri iş görüşmesindeki ev sahibesinin Süreyya Koran çıkmasına güldüm. Süreyya’nın incelikle biz aile değil hizmeti arıyoruz diyerek laf sokması, Yılmaz’ın karısını susturma çalışması ve bizimkilerin arkalarına bile bakmadan kaçmaları… Yüzlerine karşı aile olamayacaklarını vurgulayan kokoş(!) Süreyya ile dünür olduklarını hayal etmek çok eğlenceli değil mi?

 

 

Bedia Hanım kafasında senaryolar kurup kurup Süreyya’ya dalıyor. Ah nedir bu Süreyya’nın çektikleri… Bedia Hanım’a sözüm yok, aynı Süreyya’nın ilk izlenimi gibi kuruntulu, hastalıklı bir zihniyete sahip olmalı. Ama iyi oldu değil mi? Arkasından dönüp duran oyunlardan bir şekilde haberdar olması gerekiyordu. Cansu ile yüzleşmesinden daha çok Kerem’le yüzleşmesini merakla bekliyorum. “Yaktım seni Kerem, işimiz bittiğinde Cansu’yu tanıdığın güne lanet edeceksin.” cümlesi boşuna kurulmuş olamaz değil mi?

Fragmanda her şey ters düz olmuş gibi görünüyor. Ece ve Mert barışması beni şaşırtmadı ama Kerem’in Cansu ile bir araya gelmesi soru işaretlerini beraberinde getirdi. “Oğlumun gözlerinde karanlık var. İçinde merhamet varsa değişmez. Bırakalım kendi yolunu bulsun.” dileği yerini buldu sanırım. Kerem’in merhameti yüz üstüne çıktı.  Cansu’yu ve Mert’i intikam planlarından çıkarttı ise geriye sadece ‘yüksek sosyete’ kalıyor. Begüm’den öğrendiği çok gizli rüşvet fonu bilgisiyle kabak Metin’in başına mı patlayacak dersiniz? Evet, Kerem’in yüksek sosyeteye isyanı büyük ama bunda Metin’in suçu ne?

Can senaryodaki misyonunu tamamladı, geri gelmesine hiç gerek yok diyordum ama işler öylesine sarpa sardı ki kaçtıysa saklandığı yerden çıkıp gelmesi gerek artık. Öldüyse de tek çözüm dirilmesi. İsmi sürekli aktif tutulduğuna göre yakında bir şekilde geri dönecek, ya diri ya zombi olarak… Bekleyelim görelim…

Hani Cansu bir hafta sonraki karşılaşmalarında Kerem’e demişti ya, “Hani şair de diyor ya kafamın içinde yarattım seni galiba”… İşte o şiirin son dizesiyle veda edelim bu hafta (*)

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine;
Bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse.
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

 

Yorumlarda görüşmek üzere, sevgiyle kalın…

(*) Sylvia Plath’in Genç Kızın Aşk Şarkısı şiirinden

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

10 saat Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

7 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce