Bu bölümde farkına vardım ki bu diziyi Ece Mert ve olası Süreyya Levent birlikteliği için izliyorum. Oysaki ana tema Cansu ile Kerem üzerine kurgulanmış. Ama bu ikilide oyunculardan ve performanslarından bağımsız, izleyici olarak bana duygularının geçişini hissedemiyorum. Belki karakter olarak hem Cansu hem de Kerem naif olarak kurgulanmış, bu nedenle diyalogları da karakterlerine uygun yazılıyor ama gereğinden fazla durağan. Sanki Ece ve Mert i yazan kalem ile Cansu ve Kerem’i yazan kalem aynı değil, bilemiyorum…
Bu bölüm her iki âşık kanatta da gelişmeler vardı, ilk olarak Cansu ve Kerem’e bakalım;
Cansu’nu bir fotoğraf karesi ile açılan gönül gözü artık daha cesur kararlar almasına yol açtı. Birlikte bir yolculuğa başladılar, haydi hayırlısı…
Gün doğumu gerçeklere, geride bıraktıkları hayatlara dönüş için sınır, ilk ışıklar ile sanki külkedisinin arabası bal kabağına dönüşüverecek. Unutulmaz bir geceye doğru yolculukta Cansu’nun heyecanı güzel düşünülmüş bir detaydı, kopma noktası olan annesinin aklına gelmesi de… Kerem’in iknası da yerinde oldu, kocaman bir adım atıp sonra iki adım geriye koşarak ilerlemekte Cansu’ya mahsus: ‘ya biz yanlış bir şey yapıyorsak’ çekinceleri aşağıdaki kurallar ile çözülüverdi.
- Sabah güneş doğduğunda üzülmeyeceğiz.
- Çocukça bir şey yapacağız.
- Bu gecelik dürüst olacağız. (aile hariç)
- Tensel yakınlaşmaya izin vermeyeceğiz.
- Kimliklerimizden sıyrılacağız.
(Hepsi ama birbirinden anlamsız, özellikle de iki ve dört, ama dizi bu ya, fazla sorgulamamalı …)
Ve Cansu’nun gizemli Garipçe ile tanışması… Kerem’in buraya getirip hayallerini paylaştığı iki kadını izledik. Şirin’in ilk tepkisi ile Cansu’nunki ne kadar farklı. Kendi kelimeleri ile ‘Sevmek ne demek bayıldı’. Konunun gidişatı gereği elbette bayılacaktı ama Şirin’in hakkını da yemeyelim, ‘gece görüşü’ nün etkisi de yadsınmamalı. Şehir ortamından kaçıp ışık kirliliği olmayan bir alanda yıldızların altında olmak hangimizin hoşuna gitmez?
En çok Cansu’nun Kerem’in hayallerine ortak olmasını sevdim. Şuraya bir salon çizelim, terasa açılan kocaman bir mutfak, arkaya bakan 2 yatak odası. Artık hayaller bile ortak hatta kayan yıldızda dilekler bir aynı ‘Özgür olabilmek’ olduğuna göre falcının ‘Ait olduğun yeri bul, aşk seni bulacak’ yorumu giderek gerçek olmak üzere…
Yoksa siz fragmanın gazına gelip, Cansu’nun Kerem’e gerçek adı ile seslenmesini oyun bitti olarak mı değerlendirmiştiniz? Benim yorumum “eğer Cansu ona Kerem diye sesleniyorsa O’da olsa olsa Aslı’dır” olmuştu, bölüm içinde doğrulandı. Kabul ediyorum ki akışa göre kendi kimliklerinden sıyrılmaları ve Kerem’in Cansu’nun ağzından adını duyması sahnesinin başlangıcı bir şekilde doldurulmalıydı ama balıkçı amcanın oradaki varlığı, evini âşıklara teslim edip gitmesi, sabahın erken saatlerinde gelip kahvaltı hazırlamaya başlaması mantık sınırlarını biraz aşmadı mı? Amca sen sahiline vuran her aşığa böylesine hizmette sınır tanımıyorsan, vay haline… Ahlak polisi olmaya niyetli değilim, yanlış anlaşılmasın ama ben bile ‘pes’ diyorsam, kimler ne demez?
Cansu hayallerindeki aileyi, evi paylaştı Kerem’le. Kerem yanında sevdiğinin olmasının etkisi ile öyle inanarak dinliyordu ki, kural üçü, yani aile konusunda dürüstlüğün şart olmadığını unutuvermiş olmalı…
Şıp diye bulunan şarkının sözleri pek anlamlıydı:
Bu Gece Yalnız Sen Ve Ben Olmalıydık,
Bu Gece Bütün Dünyayı Unutmalıydık,
Bu Gece Gözyaşlarına Boğulmalıydık ,
Bu Gece Bu Gece
Keşke ‘zamanı durdurmak’ mümkün olsa…
Benden bir izleyici tavsiyesi; Kalpler ne kadar bu gece bitsin istemese de dakikalar ardından atlı kovalar gibi hızla ilerliyor. Bu kısa vakit ‘uyku’ ile harcanmamalı, haklısınız gençler. Ama bu kısacık zamanın ardından gün doğumunu sevdiğinin kollarında uyanarak karşılamak kadar güzeldir, özellikle ilk ‘günaydın’ı ondan duymak… Tadını çıkartın…
Âşıkları bir kenara bırakıp diğer sahnelere bir göz atalım;
Metin, yalnız öleceksin Metiiin… Artık güç dengeleri değişti. Süreyya artık evden kovmakta tehdit ettiğin, üç-beş değerli hediye ile hatalarını affettirdiğin kadın değil. Artık yanında yerinde yok. Üstüne üstlük sevgilin Işıl’ın da Cansu sayesinde gözü açıldı, kırılma noktası güvenlikler tarafından dışarı atılma noktası oldu. “Size mi kaldım nankörler, elini sallasam ellisi” desen de, bu gidişle yalnız öleceksin ve bu beni çok mutlu ediyor.
Geceden sonra anne kızın ilk karşılaşması… Zuhal Olcay rolünün hakkını öyle veriyor ki, Cansu ona sarıldığında Süreyya’nın kollarını sarma konusunda tereddüdünü bile ekrana yansıtabildi. Sırlar artık ortaya çıktı, Artık Cansu öylesine haklı ki; ‘uğursuzluk’ kisvesi altında aileden dışlandığı 24 yılın hesabını kim verecek? Ama O yine de bir anne ve evladını üçüncü kişilere özellikle Kürşat’a ezdirecek değil.
Ve Ece’den ilk adım: kocaman bir kucaklaşma… Barış çok yakın… Ece, Cansu’yu affetmeye bir adım daha yaklaştığına göre Cansu ile Kerem arasındaki engeller birer birer ortadan kalkıyor, ama farkında değiller ki çift taraflı ‘kimlik değiştirme’ Ece’den çok daha büyük engel. ‘Mucize’ dilemekte haklısınız, o zamana kadar üzülmeden umut etmeye devam…
Ece demişken Ece ile Mert’e gelirsek; yok yok, onlar ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyorlar…
Her ne kadar mantık arama diye söylensem de insan düşünmeden edemiyor;
- Cansu Mert’in arabasını neden sorgulamadı?
- Smokinin cebinde bozuk para olur mu yahu? Düğüne gidiyorsun. Pes diyorum…
- Bavul Metin’in gelir seviyesine hiç uygun değildi ama Metin’i daha zavallı gösterdi mi? Evet
Ve küçük notlar;
- Cansu suya koşarken, gitti güzelim elbise diye düşünenler kimler? Özgür Masur yahu, benim içim gitti.
- Artık birer objeleri var o geceye dair, Kerem’de yaka iğnesi, Cansu’da kol düğmesi… İlerleyen bölümlerde görebiliriz, bak bak hatırla
- Ece – Bediha Sultan ikinci karşılaşma; kalp kalp kalp…
- Mert’in kaza sahnesinde dublör o kadar belliydi ki, oyuncu riske atılamıyorsa böylesine amatörce bir çekim yerine başka açılar düşünülebilirdi.