Ne zaman Kars seyahatimden bahis açılsa ilk sorulan soru ‘Doğu Ekspresi ile mi gittin?’ ikincisi ise ‘Kaz yedin mi?’
Kaz denilince aklına ‘uçan kaz Nils’ gelen okuyuculara özürlerimi sunarak; “Evet, yedim.” Nasıl buldum derseniz? Beyaz et grubundan da olsa tadı tavuk etinden çok kırmızı ete benziyor. Rengi ve sertliği hindi etine benzese de lezzeti farklı, aromatik bir tadı var sanki… (İtiraf ediyorum, ördek de yemişliğim var ve ördek eti çok daha lezzetli…)
Kısacık seyahatimizin ilk günü öğlen yemeğine programlanmıştı ‘kaz eti’ deneyimlememiz. Mekân merkezdeki Kars Ayaz Restoran. Ama ‘Sırf kaz eti ile olmaz, başka neler yöresel?’ soruma aldığım bütün cevapları sipariş ediyorum. İki kişiyiz, paylaşırız. Önemli olan tatmış olmak ^^ Kesme Aşı Çorbası bilindik bir lezzet, bir de Hanger Mantı geliyor… Hamur işi en sevdiğim. Adı mantı olarak da geçse Hanger Mantı alıştığımız Kayseri mantısından oldukça farklı. İçi boş büyük hamurlar, üzerine karamelize edilmiş soğan ve az kıyma (ya da isteğe bağlı hiç/çok olabiliyormuş). Hamur işini mantı formuna getirmek için olmazsa olmaz yoğurt ve sos… Lezzetli mi? Evet <3
Kaz eti nasıl pişiriliyor diye soruyorum şefimize… Et önce 5/6 saat haşlanıyor sonra da derisini inceltmek için fırına veriliyormuş. Oldukça meşakkatli…
Bu yazı Kars seyahatinin yemek detaylarına dair kaleme alındığından öğle yemeği ertesi kronolojik olarak devam ediyorum…
Öğle yemeği ertesi ikram edilen çay ne yazık ki kötü. Güne çaysız devam etmenin sıkıntısı içerisinde ikindi saatlerinde zorlukla tırmandığımız Kars Kalesi içindeki panoramik Kars manzaralı cafede demlik çay siparişi veriyoruz. Mekân hoş, çay sıcak, ama yine istediğimiz gibi değil…
Paket tur programına akşam yemekleri dahil edilmiş ve otelde alınacak. Ama ben bir hafta önce Kars’a gelmiş arkadaştan dinlemiştim, yemek için Hanımeli’ne gidecektim… Planı bozmuyor, akşam yemeğini otelde yiyoruz. Yemek ertesi seyahat arkadaşım yol yorgunu, dinlenmeyi tercih ediyor. Ben ise kararlıyım gitmeye, yola çıkıyorum. Resepsiyondaki görevli ‘Hanımeli’nin uzaklığı otelden yürüme 20 dakikayı bulur, araç ayarlayalım mı diye soruyor?’ Hava karlı olmasa da yerler hafif buzlu ama kar botlarıma güveniyorum, ‘yürürüm’ diyorum. Ve tecrübe ediyorum ki kar botları da buzda kayar… Neyse ılıman iklimli bir şehrin çocuğu olarak düşüp bir yerimi kırmadan sağ salim mekâna atıyorum kendimi.
Yemek servisi sona ermek üzere ama merakla beklediğim aşık atışması henüz başlamamış. Mekân kalabalık ama o da ne? Bizim turdan iki kişi akşam yemeği için oteli pas geçip Hanımeli’ne gelmişler. Davetleri üzerine hemen yanlarına ilişiveriyorum -ki o akşam kafa dengi olduğumuzu keşfedip seyahati omuz omuza tamamladık. Karnım tok ama en azından tatlı yiyeyim diyorum ki tek alternatifim var Umaç Helvası. İki çatal alıp bırakıyorum, hiç bana göre değil… Masadaki arkadaşlar ‘Tatlıya takılma- ki onlar beğendi, yemekler çok lezzetliydi, yarın yine geliriz’ diyorlar. Bir sonraki gün gidemiyoruz ama belli ki boğazına iki düşkün gezginin yorumunu da belirtmem gerekir: ‘Ba-yıl-dık!’ Kendi objektiflerinden bakalım neler yemişler:
Ve aşık atışması başlıyor. Aşık Bilal Ensari- Aşık Enser Şahbazoğlu. İki aşık masaların arasındaki daracık alanda bağlamaları ile ritim tutarak manilerini söylüyorlar.
İki aşık karşılıklı manilerle birbirine cevap vererek atışırlar. Manilerinin sözleri, melodisi, ritmik ya da uzun hava türünden mi olacağına her aşık kendi karar verir. Aşık genellikle bağlamasıyla kendi manisine kendisi eşlik eder.
Ne yazık ki yaygın olmasa da kültürümüzün bir parçası olan anında yazılıveren keskin zekâ ürünü manilerin en keyiflisi restorandaki ziyaretçilere ithaf edilenler. İşte Aslı: (Video boyutu nedeniyle tamamını ekleyemedim)
Aşık atışmasından sonra masalar birer birer boşalırken mekânın sahibi Dilek Hanım ‘Her şey yolunda mıydı?’ sorusuna cevap almak için masamıza uğruyor. Ardından da kısa bir sohbet… Memuriyetten emekli olduktan sonra girişimci olmuş bir kadın Dilek Hanım. ’12 anne bu mekândan ekmek yiyor.’ dediği ekibine de yemeklerinin lezzetine de güveni tam. Allah bereket versin mekânda kendini çevirecek kadar dolu. Tek şikâyeti o gecede örneğini gözlemlediğimiz sahte rezervasyonlar. Ne acı, siz rezerve diye müşterileri kapıdan çeviriyorsunuz, rezervasyon saati geçince verilen telefon numarası arandığında ‘bir yanlışlık olmalı, biz kesinleştirmemiştik’ yanıtı alıyorsunuz. Bu sahte rezervasyonları yaptıran ‘doluluğu çekemeyen’ bölge esnafı ise yaptıkları hiç etik değil!
Kaz eti konusunda Dilek Hanım’dan da bilgi alıyorum. Kars’a ziyaretçi çoğalınca her mekân kendi kafasına göre fiyatlandırma yapmaya başlamış. Bir porsiyonun fiyatının 100 TL’ye kadar çıktığı olmuş. Bu dalgalanmanın ziyaretçilere bırakacağı kötü imaj değerlendirilerek tüm mekanlar için sınırlandırma getirilmiş ve her mekandaki Kars porsiyonları 70 TL’ye sabitlenmiş. Dilek Hanım der ki: “Artık kazın lezzeti yanında fiyatı değil, porsiyona dahil edilen et gramajı ve etin yanındaki garnitürler önemli!”
Saat gece yarısına yaklaşırken ‘yeniden görüşmek dileğiyle’ mekândan ayrılıyoruz. Desek ki yürümeyelim, o saate taksi bulmak ne mümkün! (Mekândan çağırtmak da aklımıza gelmemişti doğrusu^^) Haydi bakalım, tabana kuvvet…
[wp_ad_camp_1]
İkinci günün öğlen yemeği Çıldır’da… Atalay’ın Yeri. ‘donmuş’ göl manzaralı bu mekânda tatlı su balığı olan Sarı Balık yiyeceğiz. Mekân konusunda beklentinizi çok yükseltmeyin, salaş bir restoran sizi bekliyor. Ardahanlı Atalay Bey bu restoranı 1994 yılında açmış. Bu tesis uzun süre Çıldır gölü etrafındaki tek tesismiş. Günümüzde ise valilik tarafından yaptırılan kütük ev gibi alternatifleri mevcut da olsa, ilk olma özelliği ile hala popüler… Balık severim, ama Sarı Balık kusura bakma seni pek sevemedim. Tadından değil de -tadı mezgite benziyor, sanırım benim tabağımdakiler fazla yağlıydı, fazla ateşe maruz kalmışlardı fazla kılçıklılardı…
Gruplar genellikle hızlı servis için Atalay’ın yerini tercih ediyormuş, kaçış yok. Ama yolu bireysel düşenler alternatifleri zorlayabilirler…
Gezi ertesi Kars merkeze döner dönmez önce Kars Kaşarı alışverişlerimizi tamamlıyoruz. Sadece kaşar peyniri mi? Süt mamullerinden girip, bakliyattan, baharattan çıkıyoruz…Keyifli bir alışveriş deneyimi sırasında da her esnaftan ‘Yöresel Akşam Yemeği Mekânı’ önerisi alarak ortak karara yol alıyoruz: Sini Ev Yemekleri
O kadar çok peynir tatmışız ki; saatlerimiz akşam yemeği saatini bile işaret etse tokuz. Bu nedenle bu sefer sofrayı donatmamaya karar veriyoruz. Bireysel seçimlerimiz tek porsiyonda sınırlı. Masadaki iki kişi çorba, biri beğendili et tercih ederken ben ise -sırf denemiş olmak için, yöresel taş köfte siparişi veriyorum.
Yemek ertesi mekânın sahibi Feryal Hanım ile sohbet ediyor ve taş köftenin tarifini alıyorum.
Köftenin ana malzemesi olan kıyma dana kuzu karışık olmalı. Kıyma birden fazla kez çekilmeli, neredeyse püre gibi olmalı. Püre halindeki kıymaya lepe (nohudun kırık hali), pirinç, yumurta ve baharat olarak ise et otu, karabiber ve zerdeçal ekleniyor. Köfte formunu alırken içine kuru erik koyuluyor. Çok iyi yoğrularak sulu köfte gibi pişiriliyor.
Feryal Hanım bu restoranı 5 yıl önce açmış. Yerel müşterilerin, özellikle öğle yemeği saatinde ziyaretçilerinin daha yoğun olduğunu belirtiyor.
Servisten, yemeklerin lezzetinden memnun kalarak mekândan ayrılıyoruz.
Kars seyahatinde tek arzu ettiğim şey iyi demlenmiş bir bardak çay. Yok, yok, yok… Son kararım Karslılar çay demlemeyi bilmiyorlar olmak üzere iken aklımıza gezimizde binası ile dikkatimizi çeken eski bir Rus konağından restore edilen bölgenin zincir pastanesi Kılıçoğlu Pastanesi geliyor.
Çayın ‘taze’ olduğu garantisini aldıktan sonra akşam yemeğini sağlıklı yemiş olmanın ivmesi ile şerbetli tatlıdan sütlü tatlıya hatta küçük eklere kadar masayı donatıyoruz… Sonuç: her tarz tatlı lezzetli. İlk çayımız tam kıvamında, devamı yine kötü yine kötü…
İşte 2 günlük Kars seyahatimin yeme-içme kronolojisi… Henüz sadece ilk gününü kaleme aldığım (Kars Gezisi İlla Tren ile Olacak Değil ya…) gezi notlarının ikincisi de çok yakında bloğun gezdim gördüm kategorisinde yerini alacak… Umuyorum ^^